Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm

@leeseaa

İçkinin son yudumlarını Ezra ve Carter’ın muhabbetini dinlerken tadını çıkararak içiyordum. Carter davet beklemeden yanımıza çoktan oturmuştu ve aslında Ezra ile olan yakınlığının da tam olarak içinde bulunduğumuz tavernada pekiştiğini öğrenmiştim. Ezra akşamlarını burada geçiriyordu, Carter ve diğerleri de mümkün olduğunda içki içiyor, eğleniyor ve burada buluşuyorlardı.

Carter’ın yanımıza oturması kendim olmamı engelleyeceği için en başta durumdan hoşlanmamıştım ama bir saat sonra Ezra ile aralarında olan küçük atışmaları dinlemek bana zevk vermeye başlamıştı.

“Kim haklı Ava?” Carter hemen bana döndüğünde dudağımda tuttuğum bardağı aşağı indirdim.

“Yorum yapmayayım.” Anıları yad ederken bir yandan bana da anlatıyorlardı. Ezra genellikle ormanda şövalyelerle birlikte çıkardı, Carter ise hep yanında olurdu. Yıllar içinde başlarına belalar gelmişti, birkaçı tamamen Ezra’nın suçuydu.

“Söyle.” dedi Ezra kaşlarını çatıp. “Bir başkasının fikrini de almak istiyor, ona istediğini ver. Haklı değil.”

Dudaklarımı büzdüm. “Aslında haklı.” Carter, Ezra’ya gülümseyerek baktı.

Ezra vaktinde Carter’a iksir hazırlamış ve masanın üzerine bıraktığını söylemişti ama masada bir başka şişe unuttuğu için Carter yanlış olanı alıp onu içmişti. Günlerce ateşler içinde kaldığı için Ezra’yı suçluyordu.

“Her gün içtiği iksirin ne olduğunu anlamaması benim suçum değildi, o bir shar ve kendi başına da ihtiyacı olanı bulabilir.” diye söylendi Ezra.

“Eğer kendim iksirlere ilgi duysaydım sana ihtiyacım zaten olmazdı Ezra.” Carter arkaya doğru kendini bıraktı. “Ava söyledi, benden hala özür dilemedin.”

“Dilemeyeceğim.”

Başımı bir kere salladım. “Unutmamalıydın.”

Carter elinden düşürmediği içkiyi koca yudumlarla bitirdi. Arkasından Elanil’in geçtiğini görünce başını arkaya atarak ona bağırdı. Sesini duyuramayacağı için elindeki bardağı sallamakla yetindi. Elanil uzaktan onu görüp başını salladı, boşları bıraktıktan sonra üçümüze de yeni içkilerden getirdi.

Carter tekrar koca bardağı önüne çekince Ezra ona onaylamaz bakışlar attı. “Yarın Arthur’la sabahtan çıkmayacak mıydınız?”

Carter omuz silkti. “Bırak da biraz yaşayayım Ezra…”

Carter arkasında çıkan kavgaya bile dönüp bakmadı. Tek yaptığı gülümseyerek muhabbet etmek, saray hakkındaki her muhabbetten kaçınmak ve içki içmekti. Ava olduğumu unuttum ama işin garibi Cassandra kimliğimi de rafa kaldırmıştım. Carter benimle Ezra da yanımızda olduğu için gayet normal, diğerleriyle nasıl konuşuyorsa, o şekilde iletişim kuruyordu. Çekingenlik yoktu, açık sözlülük vardı.

Büyük bardağın çeyreğini koca yudumlarla içip masaya bırakmam Carter’ın dikkatini çekti, Ezra bana koca gözlerle baktı. Carter dudak büzüp “İçkileri hızla deviriyor. Izla da böyle mi yaşıyordun Ava?” diye sordu.

Gülümsememi takındım. “Yalnızdım, başımda Ezra yoktu.” deyip geçiştirdim. Her gün başka sınırlara adım atıp dolaştığımı, içki içtiğimi ve çevreyi gözetlediğimi söyleyemedim.

Carter gülümseyerek Ezra’ya döndü. “Onu Arthur’un yanına verdiğinde aklından ne geçiyordu acaba…” diye mırıldandı.

“Bu işte parmağım yok, prensin kendi seçimi.” dedi Ezra.

Merakla sordum. “Neden öyle dedin?” Masaya biraz yaklaştım.

“Zor biri ve sen…” Baştan aşağı beni süzdü. “Daha çok Ezra’nın yanında çalışacak veya Elanil ile vakit öldürecek gibisin.”

Gülümsedim. “Alınmıyorum.”

“Hiç gerek yok.”

Saat gece yarısını geçti, masaya içkiler gelip gitti. Elanil her yaklaştığında Carter da benimle birlikte susup Ezra’ya baktı. Kaçamak bakışlarından dolayı onun da tahmin ettiğimi bildiğini varsaydım. Ezra içkiler her değiştiğinde geriliyordu, o gerildikçe ben kıkırdıyordum. Dışarı çıkmak hoşuma gitmişti, özellikle dinleyebileceğim ve beni eğlendirebilecek kadar gergin bir ortam olması içinde olduğum çirkin durumu unutmamı sağladı.

Elanil son içkileri getirirken Ezra’nın ona tebessüm ettiğini gördüm ama bu küçücük gülümseme bile Elanil’in taş kesilmiş suratını yumuşatmaya yetmedi.

İki saat aynı sandalyede oturmak kalçalarımı ağrıtsa da bozuntuya vermedim. Ben sustum, onlar konuştu. Sadece bakışlar beni bulduğunda cevap verdim. Carter’ın yanında ağzımdan bir şey kaçmaması için oldukça dikkatli davrandım ama bilmediğimi düşünerek bana bir şeyler anlatması içimi acıttı.

Başım hafif döndüğü için kendimi iyice bıraktım. “Ezra,” Seslenince çevreye bakmayı bıraktı. Birazdan kalkacaktım, iyice geç olmuştu. İçindeki fırtınayı dindirmesini istedim, karşımda acı çekiyordu. “bence gidip konuşmalısın.”

Carter hemen başını salladı.

“Gidip gönlünü al. En azından bunu yap.” diye ekledim.

Ezra ağzı yarı açık şekilde insanların arasında kaybolan Elanil’i aradı. Onu görünce gözleri takılı kaldı. “Bence bu iyi bir fikir değil.”

Cevap vermek yerine son yudumları boğazımdan geçirdim ve bardağı masanın ortasına bıraktım. İki elimi de masaya dayayıp sandalyeden kalçalarımı ayırarak Ezra’ya eğildim. “Benim artık gitmem gerekiyor, uykum geldi ama sen biraz daha oturabilirsin. Bence otur Ezra.” diyerek üstüne basa basa söyledim, göz kırptım. “Güven bana.”

Ne yapacağını bilmemesi ve içindeki kaos beni daraltıyordu. Carter benim küçük bir kasabadan çıktığımı düşündüğü için neden güvenmesi gerektiğini anlamadı ama Ezra duruma oldukça hakim olduğumun farkındaydı.

Carter bana dönünce, “Ufak bir içgüdü… Elanil, Ezra’nın onunla konuşmasını bekliyor. Sen gece boyu Elanil’le konuşurken ben odamda uzun bir uyku çekeceğim.” dedim.

Tamamen ayaklandığımda Carter da hızla doğruldu. “Eşlik edeceğim, ben de dönüyorum.”

Dönmeye niyeti yok gibiydi ama Ezra’yı yalnız bırakmak istiyordu. Gülümsedim, onu da kendimle çıkarmak için “Memnun olurum.” dedim.

Carter önüne geçmem için çekilince Ezra’ya baka baka ilerledim. “Ava…”

Yanından geçerken omzuna dokunup sıktım. “Görüşürüz, iyi geceler.” Muzip gülüşümü yakalamıştı.

Kapıya ilerlerken omzumun üstünden arkama baktım ve onun kalan içkiyi dikişini, Elanil’e baktığını, hemen ardından ayaklandığını gördüm. Carter benim için kapıyı açık tutarken hala Ezra’ya bakıyordum.

“Seni dinliyor.” dedi dışarı çıktığımızda. “Oldukça şaşırtıcı. Ezra hiç kimseyi dinlemez. Kan bağının etkisi büyük olmalı.”

“Tabii, öyle.” diye mırıldandım. Saraya uzayan yola bakarak “İşin varsa ben tek başıma gidebilirim. Hiç sorun yok, sadece Ezra’nın yanından seni de kaldırmam gerekiyordu.”

Carter sarayı işaret etti. “Memnuniyetle geleceğim.”

Yan yana yürümeye başladık, itiraz etmedim. Geçen gün de üç adım için eşlik etmemesi gerektiğini söylemiştim ama karşı çıkmıştı. Sarayda Ezra ve prensten sonra en çok vakit geçirdiğim üçüncü kişi olmuştu. Onunla yan yana yürümek birkaç gün önce garip hissettirebilirdi ama bugünden sonra Carter’ın yanında sıradan davranmam çok da sorun teşkil etmeyecekti.

Yolu yarıladığımızda sessizliği bozdu. “Xilmari’yi sevmişsin.”

“Yalan söyleyemeyeceğim, oldukça güzel. Özellikle şu kısım daha çok ilgimi çekti.” dedim, aramı dönüp içinden çıktığımız tavernayı ve yanındaki hanları işaret ettim. “Ama asıl ilgimi çeken bu şekilde yürüyor olmamız.” Carter anlamadığını belli eden bakışlarını yolladı. “Ben prensin hizmetlisiyim.”

Dediğimde başını yukarı kaldırdı “Haa,” gülümsedi. “hiçbir zaman sorun olmadı.” Umursamıyordu ve hatta onu sarayın alt katında gördüğümde bazı kadınlara da gülümsediğini, boşluğa bile tebessüm ettiğini görmüştüm.

Onunla Xilmari’nin uzak sınırlarının güzelliğini konuşarak saraya kadar yürüdük. Carter konuşurken içimden kız kardeşimi geçirdim. Saya ne yapıyordu bilmiyordum ama beni şu halde, bir şövalyeyle, özellikle de prensin en yakın dostuyla, görseydi gurur duyar, böbürlenmeye başlardı.

Fakat bir şeyden kesinlikle emindim, Carter ben onunla normal konuştuğum için resmiyetten bir hayli uzaktı. Nasıl davranıyorsam öyle davranıyordu ama cesareti veren de ilk başta kendisiydi.

Uzayıp giden merdivenlerden tutunarak, dengemi sağlayarak çıktım. İçerideki devasa heykele göz attım, Carter yanından geçtiğimiz muhafızlara başını eğerek selam verdi. Saat geç olduğu için içeride yankılanan tek ses tahta tabanlı ayakkabılarımdan çıkan tok seslerdi.

Odamı bildiği için koridora benden önce döndü. Kimseye rahatsızlık vermemek için sesini oldukça kısık tutarak konuşmaya devam ediyordu. Kapımın önüne geldiğimizde ellerini ceplerine sokarak bana döndü. “Denk geldiğim iyi oldu, oldukça eğlendim Ava.” Başını eğdi. “Bunun son olmayacağını düşünüyorum, bir dahaki sefere görüşürüz. İyi geceler.”

“Ben teşekkür ederim, iyi geceler Carter.”

**

Boş geçen günün ardından kendimi yine Ava Bryann kimliğinde, mutfaktan küçük tepsiyi alıyor ve prensin odasına koşar adım çıkıyor olarak buldum. Tek fark, artık eskisi kadar lanet etmiyor olmamdı.

Tam vaktinde içeri girdim, Arthur’a hemen günaydın deyip selam verdikten sonra çayını ve içinde yemek diyebileceğim hiçbir şey barındırmayan tepsiyi masasına bıraktım.

Yanımdan geçerken “Günaydın Ava.” diye mırıldandı. Daha önce hiç günaydın demediği için yatağa eğilmiş bir vaziyette kaldım. Omzumun üstünden ona çaktırmadan baktığımda süslü bardağa uzandığını gördüm. Bana bakmadan konuşmaya devam etti. “Umarım dinlenmişsindir çünkü seni yoracağım.” Masasını işaret ettiğinde hızla başımı yatağa geri çevirdim.

Bakışımı kaçırınca gülümsedi. Derin bir nefes alıp yeni kıyafetlerini arka odaya taşımaya başladım. Elimde geçen gün giydiği, söküldüğünü yeni gördüğüm peleriniyle döndüm, terziye vermeyi unutmamak için sehpaya bıraktım.

Arthur sandalyesine yöneldi. “Duyduğuma göre Carter’la iyi vakit geçirmişsin.” Arkam ona dönük kaldı, kaşlarımı çattım.

Carter dün sabah onunla birlikteydi, Ezra yanlarına uğramıştı. Benimle karşılaştığını söylemiş olması yeterince garipti ama prensin bunun bahsini açması olağandışıydı.

“Karşılaştık lordum. Bir sorun mu var?” deyip ona döndüm.

Hala yerine geçmemişti, bana bakıyordu. “Değil ama işini aksatırsan sorun olacaktır.”

“Aksatmadım.”

“Şimdilik.”

Sabahki günaydın deyişinden sonra bu sert tutumu hiç hoşuma gitmese de suratıma yansıtmamaya özen gösterdim. Sinirinin sebebinin Carter’ın her zamanki gibi uykusuzluk çekmesi ve yanına geç gidişi olabilirdi ama bu beni ilgilendirmiyordu.

Ona cevap vermeyip Mary’nin yapmamı söylediği her işi çabucak hallettim. Köyden gelen ve onun okuması gereken kağıtlara göz atmak için masasına doğru ilerledim. Her zaman oturduğum sandalyeye geçtim, karşı karşıya kaldık.

“Kaldığım yerden devam ediyorum.” dediğimde yazı yazmayı bir anlığına bıraktı, sabahleyin çok daha açık mavi görünen gözlerini bana değdirdi ve başını salladı.

Yüzümde sıfır tebessüm ve yorgun bir ifadeyle okumaya, işaretlemeye, sağa sola zarf koymaya başladım. Arthur mührü bastıktan sonra eline aldığı zarfı büyüyle yok etti. Büyü kullandığını görünce göz ucuyla ona baktım ve hemen önüme döndüm.

Çayına uzanıp önüne çekti, arkasına yaslandı. Suratımdaki çirkin ifadeye baktığından emindim. “Sıkıcı bir hayatım olduğunu düşünüyorsun.”

“Evet.” Kafamı kaldırdım. “Hayır.” Artık alıştığım panik hissi direkt olarak vücuduma hükmetmiyordu, yumruğumu bile sıkmıyordum. Arthur ağzımdan çıkan sözlere bir hayli alışmıştı ve neredeyse her şeye göz yumuyordu. Ardı arkası kesilmeden öyle demek istemediğimi açıklayan bir ton kelimeyi sıralayacaktım ama deminkinin aksine yumuşak ve umursamaz bakıyordu. Bu yüzden ağzımı açmadım.

Elimdekini bırakıp bir sonrakine geçince hafif aşağı kaykıldım. Üzerindeki yazıyı okudum, yüzümde minicik bir tebessüm oluşurken zarfı direkt olarak prense uzattım.

“Prens Arthur’a, Prenses Cecilia’dan…”

İki parmağımın arasında tuttuğum zarfa gözlerini değdirdi, öne gelip parmaklarımın arasından çekip aldı ama açmadı, üzerine bakmadı ve direkt olarak yana bıraktı.

Zarfın üzerindeki özenli yazıya bakarken hafızamı yokladım. Prenses Cecilia, babası Kral Benedict… Shara’nın prensesiydi, Xilmari’ye bir hayli yakındı. Shara’ya uğradığımı net bir şekilde hatırlıyordum çünkü birden fazla kez orada görülmüştüm. İki kez Cassandra’nın geldiği herkes tarafından bağırılmıştı ama üçüncü sadece sıradan bir insanmışım gibi gerçekleşmişti.

Xilmari ve Shara’nın dostluğu yıllardır bakiydi fakat Arthur’un zarfı yanımda açmaması içindekinin ya özel bir konu olduğunu ya da yazanı umursamadığını düşündürtüyordu. Saray entrikalarını ne kadar seversem seveyim hepsini takip edemiyordum.

Shara’da Cassandra olarak belirdiğim günler aklıma gelince yüzümü ufacık bir tebessüm kaplamıştı. “Neden gülümsüyorsun Ava?”

Gördüğünü fark etmemiştim. “Hiç, lordum.” dedim önümdekilerle ilgilenirken ama içimdeki Cassandra’yı susturamadım. “Gülümsedim çünkü oldukça güzel ve özenle yazılmış gibi duruyor.”

“Ava…” Uyarıcı bir sesle adımı söylediğinde ağzımı kapattım.

Aşk mektubunu gördüğümü düşündüğümü sanıyordu ama işin aslı çok başkaydı. Zarfın üzerinde baktığında ve prensesten geldiğini söylediğimde Arthur’un suratında en ufak bir değişiklik olmamıştı. Yani onunla ilgilendiğini düşünmüyordum, eğer arada bir bağ olsaydı Arthur gülümsemesini saklayamazdı.

Bozuntuya vermemek için on beş dakika boyunca okudum, bazen cevap yazdım ama prens yine her şeyi bırakmıştı, arkasına yaslanmıştı.

“Dün ne yaptın?”

Şaşkınlığım yüzüme yansımış bir şekilde ona döndüm. “Dün ne mi yaptım?”

Omuz silkti. “Bazen sıkıcı olduğumu düşündüğün hayatım gerçekten o şekilde ilerliyor ve ben sıradan bir insanın boş günü nasıl değerlendirdiğini bilmek istiyorum. Xilmari’yi buraya yeni taşınan birisinin gözünden görmek de diyebilirsin.”

“Benimle konuşmaya çalıştığınızı düşünüyorum.”

“Öyle de diyebilirsin Ava.” Öne eğildi, “Bu seni rahatsız mı ediyor?” dedi neredeyse fısıldayarak.

Hayır, rahatsız etmiyordu ama etmeliydi.

Prensin benimle gayet normal iki kişiymişiz gibi konuşması beni oldukça germişti. “Dün bir şey yapmadım lordum. Sadece geç kalktım, yürüyüşe çıktım, ormana girmeden geri döndüm ve vaktimin çoğunu Ezra’yla geçirdim. Eğer Xilmari’yi anlatmam gerekirse… buna pek gerek yok çünkü oldukça muhteşem bir krallık.”

Konuyu kapatmak için önüme geri döndüm ama hareketim hoşuna gitmedi. “Seni anlayamıyorum.” diye mırıldandı. “Konuşmaman gerektiğinde konuşuyorsun ama ben sana bir şey sorduğumda cevap vermiyorsun. Oldukça sıradan bir soru olsa bile.”

“Daha önce sizin gibi birisiyle konuşmadım, geldiğim yer buradan çok farklı ve alışmakta zorluk çekiyordum.” Daha önce krallarla birçok kez konuşmuştum ama her zaman onlara tepeden bakan bendim ve şimdi tam tersinin olması beni zor duruma düşürüyordu. “Bazen dilimi tutamıyorum lordum.”

“Bana öyle bir bakış atıyorsun ki… nefret ettiğin her şeyi bilerek yaptırıyormuşum gibi. Senin gözünden sürekli emir yağdıran birisi gibi mi görünüyorum Ava?”

İşi gücü tamamen bıraktım. Uzun uzun suratına baktım. Kesinlikle yanılıyordu, bana sanki sıradan birisiyle günümü geçiriyormuşum hissi verdiği çok olmuştu. “Hayır.” dedim dürüst davranıp. “Hayal ettiğim gibi çıkmadınız.”

“Nasıl hayal etmiştin?”

“Kibirli ve egosunu tatmin edemeyen bir prens.” Kahinlerin yanından ayrılırken, Mary’nin beni onun yanına verdiğini öğrendiğim an düşündüğüm cümle ağzımdan istemsizce çıkıverdi. Hakaretvari kelimelerimi düzeltmek için konuşmadım, sadece gördüklerimi yorumladım. “Ama gördüğüm kişi bu değil.” İlk başta söylediğim kibirli kelimesi onun dudağının kenarının kıvrılmasına sebep olmuştu fakat dürüst olup düşüncelerimi söylediğimde, iltifat ettiğimde, gülümsemesi siliniyor gibi oldu.

“Ben de Ezra’nın yeğenini bu şekilde hayal etmemiştim.”

“Nasıl hayal etmiştiniz?” dedim merakla.

“Beni etkileyebilecek bir insan beklememiştim.”

Saygılı, işini iyi yapan ve bu kadar somurtkan olmayan bir kadın diyecek sanmıştım, kendimi gülüp geçmeye hazırlamıştım ama o, düşündüklerimin tam tersini söylemişti.

Suratına uzun uzun baktıktan sonra dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi diğer tarafa çevirdim. Alışılagelmedik cümlesi bende Ava olarak değil de Cassandra olarak farklı bir etki yaratmıştı. Daha önce kendisini etkilediğimi söyleyen bir büyücü veya insan olmamıştı. Bir başkasını tanıtıyor olsam bile genellikle Cassandra’yla konuşuyordu, Ava benim yaptıklarımın hiçbirini yapmazdı.

Boğazımı temizleyip ayağa kalktım. Arkamı döndüm ama neden ayaklandığımı kendim bile bilmiyordum. Ona istediğini verip konuşmaya çalışmıştım, zaten bana bakıp durduğunu ilk günden anlamıştım ama söylemesini hiç beklememiştim.

Hemen masanın yanına bıraktığım yeni gelen mektupları kucakladım ve önüme koydum. Tekrar karşısına geçmek zorunda kaldım.

“Kaçıyorsun.” dedi hareketimi görünce.

“Kaçsam iyi olur.” diye mırıldandım.

Zarfları tutan ipi kesip zarfları her bir yöne dağıttım. Konuşmayacaktım ve dediği gibiydi, kaçıyordum. Hayatımda ilk defa bir konuşmadan kaçıyordum çünkü onu çözemiyordum. Onun kim olduğunu unutmamak zorundaydım. İltifatına istediği gibi cevap verirsem durum apayrı bir hal alabilirdi ya da terslersem önümdeki aylar tamamen riske girebilirdi. Halimden şimdilik memnun olduğum için konuşmamayı seçtim.

Durumu irdelemedi, mürekkebi önüne çekti. Kendime bir daha ona doğru dalıp gitmeyeceğime dair söz verdim, kafamı kaldırmayacaktım.

Arthur’a direkt olarak yazılı gelen her parçayı ona bakmadan uzattım ve beş dakika boyunca kendimi komik bir duruma düşürdüm. İnanılmaz hızlı okuyor ve işimi bitirmeye çalışıyordum.

Sadece bir kereliğine, büyüyü hissettiğimi sandığım anda kaçamak bir bakış attım, yine yazdığını yok ettiğini ve büyüyle yolladığını düşündüm ama Arthur hiçbir şey yapmıyordu. Hislerim beni yanıltınca yüzümü ekşittim.

Beş dakika boyunca dikkatimi çekenleri elime aldım ve sonunda üzerinde isim bile yazmayan bir parça elime denk geldi.

Merakla zarf açacağına uzandım ve kağıdı köşesinden çıkardım. Arthur’un hala yazı yazdığını duyuyordum. Özensiz, düzensiz ve aceleyle yazılmış olan, ikiye katlı kağıt parçasını bacaklarımın üzerinde çıkardım.

Gözlerim ilk cümleleri es geçti ama dikkatimi çeken birkaç kelimeden sonra en başa çatık kaşlarla geri döndüm.

Kalbim gümbürtüyle atmaya, ağzım kurumaya başladı. Lanet gibi gelen kelimeleri okurken göz bile kırpamadım.

Son kelimeler zihnimin içinde beş defa yankılandı.

‘Raeran durmayacak.’

Dudaklarım hafif aralık şekilde ne okuduğuma dair hiçbir fikri olmayan prense baktım. Bu kağıt az önce masanın üzerinde belirmiş, benim dağıttıklarımın arasında kaybolmuştu. Hislerim beni yanıltmamıştı ama büyüyü yapan Arthur değil, bir başkasıydı.

Kağıdı ona veremedim.

Kral Raeran’ın tahtında oturduğu Iolrath’ın içindeki bir casusun mektubuydu. Arthur’un veya Ephraim’in bunu yaptığını bilmiyordum, başkalarının sınırlarına shar yolladıklarından haberim yoktu.

‘Raeran, Xilmari’nin topraklarını alana kadar bu savaş sürecek.’

Yutkundum. “Arthur…” Adı ağzımdan döküldüğü an bana döndü. Neden ona bu şekilde seslendiğimi anlamadı, hemen sonra parmaklarımdan kayıp gidecek olan kağıda kilitlendi.

Ava sönüp gitti. Kutsal büyücü ortalıkta yoktu, güçlerini uyutmuştu.

“Bu sana…” dediğimde okuduğumu anladı. “Iolraht’tan… Raeran’ın Xilmari’ye savaş açacağını bildiriyor.”

Loading...
0%