Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm

@leeseaa

Patika yoldan çıkarken Philip kendi kendine gülüyordu. Matarayı uzun ceketinin içine sıkıştırdığını gördüm, başı biraz olsun dönüyordu. Sarayın ana kapısına kadar durmadılar. Merdivenlerin önüne geldiğimizde Carter’a tutunuyordum, başımı ona doğru eğmiştim ve konuşuyordum.

Carter’ın gözleri merdivenlerin ortasında bir noktaya takılana kadar kafamı kaldırıp çevreme bakmadım. Konuşmayı kestiğinde ve dudaklarını birbirine bastırdığında gözlerim ileriye kaydı. “Ezra bundan hoşlanmayacak.” dedi mırıldanarak.

Güneşten kısılmış gözlerimi saraya çevirdim ve aşağı inen, merdivenlerin ortasında kocaman gözlerle bana bakan Ezra’yı, bir adım yanında duran prensi ve onun koluna girmiş olan prensesi gördüm.

Ezra’dan gözlerim kaydı, şaşkınlıkla bana bakıyor olması hiç dikkatimi çekmedi. Bütün ilgim prensin ta kendisindeydi. İlk olarak üzerinde olduğum ata, daha sonra da Carter’ın arkasında olmama dikkat etti. Philip attan atlayıp gülümseyerek bu tarafa inen prensin önüne geçti ve eğildi. “Lordum, iyi günler.” dedi.

Hızla aşağı atladım, tozlanmış ellerimi arkamda birleştirdim ve Arthur’un önünde eğildim. İlerlemeyi bırakmıştı, merdivenlerin hemen altında duruyordu. Ezra ve prensesin ortasındaydı. Masmavi gözleri Philip’ten bana kaydı.

“Ava,” dedi Ezra tebessümle ve Arthur’un önüne geçti. Atlara baktı, bana baktı, ne yaptığımı anlamaya çalıştı. Gözünden kaybolmamı gerçekten istemiyordu. Carter ve bir başka şövalyeyle dışarı çıkmayacağımı tahmin ettiği için endişelenmişti.

“Ormandaydık lordum,” dedi Carter dizginleri diğer tarafa atarken, sonra Cecilia’ya döndü. “Prenses,” deyip selam verdi.

Cecilia’nın önünde kalmıştım. İlk defa bu kadar yakından pürüzsüz yüzünü görüyordum. Saçları dalga dalga aşağı iniyordu, açık mavi gözleri yüzündeki yapay tebessümle zıt bakıyordu. Arthur’un kolundan çıkmamıştı, niyeti yok gibi duruyordu.

“Seni hatırlıyorum.” dedi bana bakarak. “Geçen gün salondaydın.” Şövalyeleri es geçip benimle muhatap olmasını beklememiştim. Başımı eğdim, bir şey demek istemedim.

“Ava, yeğenim oluyor.” dedi Ezra. Bana neden hayretle baktığını açıklamak istiyor gibiydi.

Cecilia diğer elini de Arthur’un koluna koyup Ezra’ya doğru eğildi. “Öyle mi?” dedi. Küçümseyici bakışını bütün bedenimde hissettim. Üzerimdeki pantolona baktı, toprak içinde kalmış olan ellerime ve taranmaya ihtiyacı olan saçlarıma. “Çok tatlı.”

Başımı yana eğdim. “Tatlı mı?” dedim.

Ezra ağzımdan çıkacak olan kelimeleri engellemek için hemen konuştu. “Ava, prensin yanında çalışıyor ve gerektiğinde bana yardımcı oluyor.” dedi ve sanki yola devam etmek istiyormuş gibi bir adım attı fakat Cecilia hiç kıpırdamadığı için devam edemedi.

“Oldukça ilginç.” dedi bir kere daha kıyafetlerime bakarak.

Carter bir adım geri gitti, Philip’in gülümseyişi tamamen silindi. Ezra, ileride durmaktan vazgeçti ve bir adım gerileyip gözlerime bakarak başını iki yana salladı. Cevap vermek istedim. Küçümseyici bakışından sonra imalı sözleri ağzımı bu kez tutmak istemememe sebep oldu. Ezra’ya hiç bakmadım, prensesin suratına bakıyordum. Bir şey daha söylesin istedim, rencide edici kelimelerin ağzından dökülmesini umdum. Ezra, prensese bana hiç yakışmayacak şekilde cevap verecek yüreğimin olduğunu biliyordu, en başından beri ufacık bir sinirde her şeyi çöpe atıp baştan başlayabileceğimin farkındaydı.

“Bu kadar işin arasında ormana gidip gelebilmek, hem de Xilmari bu kadar kalabalıkken.” dedi tebessümle.

Dudaklarımı araladığım an Ezra gözlerini yumdu, Cassandra’nın konuşacağına inandı fakat Arthur benim bir şey dememe izin vermeden söze girdi. “Cecilia, bahçeyi gezmek istiyordun. Yola çıkmadan görmeni isterim.” Arthur, bana bir an baktıktan sonra gözlerini Ezra’ya çevirdi. “Devam edelim.” dedi uyarıcı tonla.

Cecilia gülümsedi, şövalyelere tebessüm etti ve prensle birlikte yanımızdan geçip gitti. Ezra onların ileri açılmasını bekledikten sonra yanımda doğru gelip eğildi. Kulağıma fısıldadı. “Ne yapıyorsun?”

“Cevap vereceğimi biliyorsun.”

“Riske atıyorsun.”

“Sence umurumda mı?” dedim kaşlarımı çatarak. Carter ve Philip uzaktan bize bakıyordu. Parmak uçlarımda kalkıp Ezra’nın kulağına iyice yaklaştım. “Cassandra olduğumu öğrenirler ve bir bakmışsın ki hafızaları silinmiş Ezra… Bunu yapmamı kimse engelleyemez. Beni durdurmaya çalışma.”

“Savaş varken bile duruyorsun, uykuya devam ediyorsun. İki kelimenin seni rahatsız etmesine izin verme. Cecilia her şeye burnunu sokmayı seviyor.”

“Damarıma basacak noktayı bulursa gücümün altında ezilecek bir prenses için uykuyu bozarım. Cassandra’yla konuştuğunu öğrendikten sonra yüzünün ne hale bürüneceğini görmek bana nasıl zevk verir bilemezsin.”

Ezra geri çekildi. Hiçbir şey demedi, susmayacağımı biliyordu. Başını sallayıp Carter’a gülümsedi ve hızlı adımlarla Arthur ve Cecilia’ya yetişti.

Yalnız kaldığımızda hiçbir şey olmamış gibi Carter ve Philip’e tebessüm ettim. “Güzel gün için teşekkür ederim.”

Philip bana uzaktan iki parmağıyla selam verdi, “Tekrar görüşürüz Ava!” deyip atları çekti. Carter az önce yaşananlardan dolayı sessiz kalıp sadece başını eğmeyi tercih etti.

**

Odamdaki minik pencereden dışarıyı izliyor, insanların bağırışlarını dinliyordum. Güneş batmıştı, herkes odalarına yavaş yavaş çekiliyordu. Carter’la olan buluşmam öğle vaktimi doldurduğu için uykum gelene kadar Ezra’yla vakit geçirecektim.

Koridorda benden başka kimse yoktu, sadece zeminden sesler geliyordu. Koridordan çıkmak için ayaklarıma baka baka ilerlerken merdivenlerden gelen adım seslerini ve ardından konuşmaları duyup yavaşladım. Tam ortada kaldım, tanıdık sesler bir alt katımdan geliyordu. Cecilia’nın ince ve kibar sesiydi.

Arthur’un da yanında olduğunu anladığımda sağıma soluma bakındım. Koridorda karşılaşmak, Cecilia’yı görmek istemedim. Kendimi hemen sağ tarafa, pencerelerin önüne attım ve duvara sırtımı dayayıp kolonun arkasına gizlendim. Arthur’un yanına akşam gitmeyecektim ve onu gün içinde bir daha görmeye hiç niyetim yoktu.

Görünmemek için duvarın içine neredeyse gömüldüm, sesler de git gide yaklaşmaya başladı. Merdivenleri çıkmayı bitirdiklerinde Cecilia kıkırdıyordu. “Arthur,” dediğini duyup gözlerimi devirdim. Sadece birkaç metre önümde durmuşlardı.

Odamın kapısına baktım, kenardan ilerleyerek dönmeyi düşündüm ama prensesin ne diyeceğini merak ettim ve duvarın arkasından çıkmadım.

“çok güzel vakit geçirdim.” diye mırıldandığında hareket ettim ve başımı biraz çıkarıp ikisine baktım. Bir üst kata açılan merdivenlerin tam önünde duruyorlardı, karşı karşıyaydılar.

Arthur sadece tebessüm ederek başını eğdi. Prensesin ona doğru bir adım attığını görünce merakıma iyice yenik düştüm. Koluna dokundu, ardından neredeyse fısıldayarak konuştu.

“Shara’ya bekliyorum. Lütfen davetimi geri çevirme. Meşgul olduğunu biliyorum ama seni ağırlamaktan onur duyarım.” Ekşittiğim suratım ancak Cecilia parmak uçlarına kalktığında şaşkınlıkla gevşedi.

Kolunu tutarak yaklaştı, Arthur’un dudaklarının kenarına küçücük bir öpücük bıraktı.

Hemen duvara geri yaslandım ve izlemeyi kestim. Kalbimin ağzımda atmasının sebebi yakalanma korkusu değildi, gördüklerimdi. “Uğramaya çalışacağım Cecilia.” dedi Arthur buz gibi bir sesle. “Kralın yanına dönmem gerekiyor.” Onu kaldığı odaya kadar götürmeyeceğini belli etti.

Devamını duymak istemedim ve odamın kapısını gözüme kestirip duvarın yanından çekilmeden ama yakalanmayı da umursamadan koridordan ilerlemeye başladım. Saçlarım yüzümün önüne düştü, Ezra’nın yanına gitmek aklımdan tamamen çıktı. Kapıyı sessizce açıp onlara görünmeden içeri girdim ve aynamın karşısına geçtim.

Yorgun görünen yeşil gözlerime aynanın iki tarafına tutunarak baktım. Attığım üç adım sanki saatlerdir koşuyormuşum etkisi yaratmıştı. Parmaklarımın aynayı sıkmaktan bembeyaz olduğunu gördüm ve derin bir nefes aldım.

“Sen Cassandra’sın.” diye mırıldandım. “Kıskanmazsın, kıskanamazsın.” Yıllardır kendime tekrar ettiklerimi bir kere daha söyledim. “Sen duygusuzsun, duygusuz olduğun için Cassandra olabildin.”

Bir kılıç beni yaralayamaz, zehir öldüremezdi. Canım yanmıyordu ve bu yüzden hiç kimse bana karşı duramıyordu. Zayıf tek bir noktam vardı, o da kız kardeşimdi ama onu da bana karşı kullanabilecek hiçbir büyücü yoktu. Bunca yıl hiçbir duygunun beni çaresiz hissettirmesine izin vermemiştim, zayıflığım olsun istememiştim. Kendime karşı her zaman dürüst olmuştum ve eğer hislerim olduysa bunları kabullenmiş, yok etmeye çabalamaktan başka hiçbir şey yapmamıştım.

“O hata sadece bir kere olur.”

Dünkü küçük öpücüğün, Arthur’un yanına gitmediğim zamanda uğraşacak hiçbir şeyimin olmadığını kabullenişim, hatta onu görmenin bir alışkanlık oluşu tamamen Xilmari’ye hapsolmamdan kaynaklı demek istedim, buna inanmak istedim lakin hepsinin yalan olduğunun farkındaydım.

“Ona ilgi duymuyorsun, o sadece bir shar. Hissetmen gereken sadece bu.”

Ben her zaman aklına eseni yapan kadın, geleceği düşünmeden hareket eden büyücü olmuştum. Anın tadına varır, ertesi gün ne olacağını umursamazdım. İkilemde kalmak beni yoruyor, bir yandan da kendimden soğutuyordu. Cassandra ilgi duymazdı, eğer ilgi duyuyorsa bunu belli eder ve ne olacaksa olsun derdi ama değişen hislerim ve düşüncelerim bana kör numarası yapmamı söylüyordu.

Önümdeki ayları Arthur’un istediği şekilde geçirebilir, buradan gittiğimde ne olacağını umursamayabilirdim. Aylar önceki Cassandra bunu yapardı, düşünmezdi ve prensin dokunuşunda kaybolurdu ama şimdi hem içimdeki kıskançlığı bastırmak istiyor hem de sadece Ava olarak devam etmek istiyordum.

Ya kendim olacaktım ya da kendimi susturmanın bir yolunu bulacaktım.

**

Ertesi gün Arthur odasında olmadığı için çabucak kaçmanın bir yolunu aradım. İşleri hızla hallettim, kıyafetlerini elime alıp dolabına yerleştirmeye başladım. İkinci partiyi götürürken kapısı hızla açıldı ve içeri girdi.

Ona bakıp “Günaydın lordum.” dedim ama sesim ne kendi sesime benziyordu ne de ne yapacağı belli olmayan hizmetçinin sesiydi. Tamamen bir yabancı ve numaracıydı.

Arthur kapattığı kapının önünde saniyelerce durdu, bana baktı, dolabını düzenlememi izledi fakat hiçbir şey demedi. O beni en son merdivenlerde, prensesle birlikte görmüştü ama benim aklımda hala koridorda gizlice dinlediğim konuşma dönüyordu.

Arkamdan geçip gitti, sandalyelerden birisini çekip oturdu. “Dün ne yaptın?” dedi bana bakmadan.

“Efendim?” dedim hiçbir şey olmamış, merdivenlerde karşılaşmamışız gibi.

“Dün ne yaptın dedim Ava.” Bu kez masmavi gözlerini üzerime kilitledi. Duyduğumu bildiği halde tekrar etti ve cevap vermemi bekledi.

Ne yaptığımdan da haberdar olduğunu biliyordum ama üzerime gelmek için soracaktı.

Dolabı sakince kapattım ve ellerimi arkamda birleştirdim. “Dün hiçbir şey yapmadım lordum. Carter’la ormana gidecektik ve Sör Philip’le karşılaştık. Birlikte bir saat kadar oturduktan sonra saraya geri döndük. Başka bir sorunuz?” İstediği cevabı verdiğim halde memnun olmamış gibi durdu.

Saklı ve gizli tutmaya çabaladığım duygularım dün koridorda onu gördüğümü söylemem gerektiğini bağırıyordu ama ben o sesleri ölü tutmaya çabalıyordum.

Arkamı işaret ettim. “Bu kadarsa işime döneyim lordum?”

“Hayır.” dediğinde arkamı dönmekten son anda vazgeçtim. İç geçirdi, sandalyeden kalktı ve karşıma kadar hızla geldi. İyice yaklaştığında sakin tutmaya çabaladığım kalbim içeride yarışa girdi. “Yanımda ne dediğinin önemi yok Ava ama başkası varken…” Tamamlamadı, bakışlarıyla anlattı.

“Prenses gibi mi?”

“Prenses gibi.” Dişlerimi sıktım. Arthur’un dünden konuşacağına inanmamıştım, Ezra beni susturmaya yetmişti. Omuzları düştü. “Ona cevap vermemen gerekiyordu.”

“Biliyorum.” deyip susmak istesem de kendimi kafamın dikine gidiyorken buldum. “Beni bu yüzden mi susturdun? Devam edelim deyip bahçeyi görmesi gerektiğini söyledin.” Arthur’un çenesi kasıldı. “Çünkü konuşsaydım haddimi bildirecektin. Orada kimin olduğunun önemi yoktu, prensesin küçümseyici bakışları tamamen önemsizdi, güzel kelimeleri sanki lanet ediyormuş gibi söylemesi… Babanın dostunun yeğenini şövalyelerin ve prensesin yanında küçük bir çocuk gibi azarlamak istemedin çünkü bunun ucu Ezra’ya, şövalyelere ve ayrıca sana dokunacaktı.”

Aklımdan geçen her şeyi söylememe hayret etti. “Orada düşündüğüm sendin.”

Az kalsın beni güldürecekti. “Orada düşündüğün kendin ve diğerleriydi. İyi bir yalancısın.”

Arkamı döndüğümde dişlerinin arasından konuştu. “Ava,” Bileğimden yakalayıp beni kendisine çevirdi. “haddini aşıyorsun.”

İlk önce parmaklarının kavradığı koluma, sonra da suratına baktım. Döndüğüm an beni bıraktı. “Affedersiniz lordum. Haddimi aştığımın ben de farkındayım.” Bir adım geri gittim. “Yalan ya da değil, her türlü saçmalık… beni düşünmeni istemiyorum, bana beni düşündüğünü söyleyebilmeni bile istemiyorum.”

Dünden sonra bu şekilde bir çıkış beklememişti. Hata olmadığını söylediğinde aşırı bir tepki vermemiştim çünkü bana da hata gibi hissettirmemişti. Birden bu şekilde, tam tersi bir tutum sergilemem hem onu hem de beni şaşırtıyordu. Söylemek istediklerim bunlar değildi ama mantıklı tarafım baskın gelmişti.

“Başka birisi gibi konuşuyorsun.”

“Beni tanımıyorsun.” dedim, bağırmak istedim ama oldukça sakin görünüyordum. “Beni tanımıyorsun Arthur. Bana hata gibi hissettirmediğini söyledin ama benim düşüncem bunun yaptığım en kötü davranış olduğu. Beni düşünme. Seninle, Ezra’yla ya da Carter’la nasıl konuşuyorsam o şekilde konuşmamı bekleme çünkü gelecekte sen tahta otururken ben…” Seni uzaktan izleyeceğim.

Devam edemedim.

“Sakın bir daha bana dokunma.” Aramızdaki küçücük mesafeyi koca bir adımla açtım. Bana bakmak istemiyor gibi durdu. Aklından bir sürü düşünce geçirdi ve hayal kırıklığını yüzüne yansıttı. “Çalışmaya devam etmemi istiyorsanız kıyafetlerinizi yerleştireceğim ama eğer istemiyorsanız Mary’yle konuşacağım. Elbet beni buradan uzağa yollayabilir.”

Çenesi kasıldı, elini sıktığını görebiliyordum. Demek istediği her şeyi yuttu. Gergin ifadesini bozup hiçbir duygu barındırmayan sesle “İşine dön.” dedi ve arkasını dönüp kıyafet dolaplarıyla çevrili bölüme yöneldi.

O gittikten sonra bile kıpırdamadım. Koskoca oda bana küçücük bir kutu gibi geldi, nefes alamaz oldum.

Başımı aşağı eğip “Kendine gel Cassy.” diye fısıldadım ama sesimi kendim bile duymadım.

Hemen kıyafetleri yerleştirmeye devam ettim, prens çıkmadan önce her şeyi halletmek ve bir an önce toz olmak istedim. Arthur dışarı çıkıp yanımdan hızla geçti ve masasına yöneldi. Yapmam gereken işler bittiğinde bir şey isteyip istemediğini sordum.

“Çık.”

Tek kelimelik cevabına sadece eğilerek karşılık verdim ve odasından çıktım.

Eteklerime vurarak aşağı indim, kendi odamı geçtim ve Ezra’nın yanına gözümü önümden hiç ayırmadan gittim. Kapısını açtığımda arkası bana dönüktü, tozlu raflara uzanıyordu. Kapıyı çarparak kapadığımda tebessümle bana döndü.

“Ah sonunda… Ava ben de seni bekliyor-”

“Cassandra.” dediğim an suratındaki gülümseme yok oldu.

Bu kez geçen seferki gibi sadece adımı duymaya ihtiyacım olmadığını fark etti. Elindeki her şeyi bırakıp raflara uzanmak için çektiği sandalyenin üzerinden indi. Telaşla bana yaklaştı. “Ne oldu? Sinirlenmişsin. Bir sorun olmuş.”

“Katlanamayacağım.” dedim masasına ilerlerken. Kalçalarımı yasladım, içimden ne geçiyorsa söyledim. “Katlanmak istemiyorum. Arthur’u görmek istemiyorum. Carter ile dışarı çıkmanın alışkanlık haline gelmesini, kendim olarak konuşamamayı, Cassandra’yı unutmayı istemiyorum. Dayanamayacağım Ezra. Tahammülüm kalmadı.”

Ezra ciddiyetimi fark etti ama sesimdeki küçük cızırtıyı da duyduğunu düşünüyordum. “Cassandra,” Önüme geçip omuzlarıma ellerini koydu. “Arthur bir şey mi dedi? Daha dün Carter ile birlikteydin, Philip bana yeğenimin hoşsohbet olduğundan bahsetti. Günlerin beklediğinden çok daha iyi geçiyor. Bunu bana sen söyledin.”

“İstemiyorum Ezra. Günlerimin bu şekilde geçmesini de istemiyorum. Yalnız kalmak istiyorum, aklıma estiğinde istediğim yerde olmak ve bir kere gördüğüm yüzü bir daha görememek istiyorum.” Elleri omuzlarımdan düştüğünde kendisini de işin içine kattığımı sandı. Hemen başımı iki yana salladım. “Bu düşüncelerimin sebebi sen değilsin.”

“Bana bakar mısın?” diye sorduğunda zar zor göz göze geldim. Ezra’yı kırmak istememiştim ve zaten sözlerime alınmış gibi durmuyordu. “Korktuğunu düşünüyorum.”

“Ne?”

“Cassandra hep yalnızdı, görüldüğü hiçbir yerde yanında Saya olmazdı.” diye fısıldadı. “Alışkanlığın bozuluyor diye korkuyorsun. Carter’la eğlendiğini bana kendin söyledin, dışarı çıkmayı sevdiğini ve bizimle vakit geçirmekten hoşlandığını da…”

“Yanımda birisi yokken de iyiyim.”

“Yalnızken her şey daha zordur. Her şeyin üstesinden gelebilecek kadar güçlü olabilirsin, Cassandra olabilirsin ama sadece sözleriyle bile olsa yanında seni destekleyecek birisi olmalı. Başın sıkıştığında gidebileceğin, sadece fikrini almak isteyeceğin ve belki de kafa dağıtmak isteyeceğin bir sığınak olur.”

“Bu zayıflık olur.”

“Gücüne güç katmak zayıflık mı oluyor?” Gözlerimi kaçırdım. “Onları sevmeye başladığını fark ettiğin için kaçmaya çalışıyorsun. Cassandra, bu düşündüğünün aksine iyi bir şey. Bir dostunun olması sana kötü hissettirmez. Sadece bu düşünce sana çok uzak.”

Başımı iki yana sallayıp karşısından hızla çekildim. “Hiç arkadaşımın olmadığını mı sanıyorsun Ezra!” Sesim acıyla yükseldi. Ona döndüm, yanan gözlerimi görmesin istedim ama yapamadım. “En yakın arkadaşımdı, her şeyimdi… Cassandra’nın asla arkadaşı olamazdı çünkü kimse onunla yan yana durmak istemeyecekti. Bunu ben yaptım, bu kadını ben yarattım ama kendime bir kaçış yolu da açmıştım. Ava Bryann. Bu adı ilk kez mi kullandığımı düşünüyorsun?” Ellerimi kaldırdım. “Benim kaçışımdı, benim sıradanlığım olacaktı.” Ezra’ya ve kendime ilk defa bu şekilde açıldım. “Benim her şeyimdi, tek dostumdu. Kız kardeşim yokken o vardı, Saya gelmezdi ama o beni her gün aynı saatte, pazar günü saat sekizde, yağmur çamur dinlemeden, kar fırtınasının içinde beklerdi. Yıllar boyunca bekledi, yıllar boyunca beni gördü. Ava’yı tanıdı ama konuştuğu kişi aslında Cassandra’ydı.”

Yorulmuşum gibi nefes çektim. Göğsümün üzerindeki elim aşağı düştü.

“Sadece bir kağıt parçası buldum. Yalandır dedim, beni kandırdığını düşündüm çünkü berbat şakaları seviyordu. Geleceğine inanıp saatlerce bekledim ama o bana bir daha görüşemeyeceğimizi, uzaklara gittiğini yazan, üzgün olduğunu söyleyen bir not bırakıp beni terk etti. Yüzüme bile söylemeden defolup gitti. Veda edemeyecek kadar korkak olduğundan bahsetti. Ne hissettiğimi biliyor musun? Hayatımda ilk defa, sadece on altı yaşındayken tanıştığım birisine güvendim ben. Arkasını döndü, beni yalnız bıraktı.”

Hiç kimse Cassandra’nın arkadaşı değildi ama Jhann belki de ona Cassandra olduğumu söylesem bile beni sevecekti.

“O güne kadar yalnızlığın ne kadar iğrenç bir şey olduğunu bilmiyordum. Keşke öğrenmeseydim. Keşke onu hiç tanımasaydım da bana o acıyı yaşatmasaydı. Konuşabileceğim tek kişiyi göreceğim günü umutla beklerken sadece bir kağıt parçasına yazılan nottan sonra kendimi boşlukta buldum. İşte bu yüzden alışacağım herkes benim sadece zayıflığım olacak.”

“Cassandra,”

“Bir kişi yüzünden bütün dünyaya olan bakışımın değişmemesini söyleyeceksin.” dedim, bu cümleleri kuracağını biliyordum. “Zahmet etme Ezra. Ben buradan gideceğim. Belki terk edilmeyeceğim ama etmek zorunda kalacağım. Ne Carter’la Baraka’ya gitmek istiyorum ne de Arthur’un düşünceli davranışlarını görmek istiyorum.”

“Kıyaslamıyorsun.” dedi sakince. “Burada tanıştığın kimsenin seni bırakmayacağını biliyorsun. Sen bırakmak zorunda kalacağın için bağlanmak istemiyorsun.”

“Normal değil mi?”

“Değil.” dedi mırıldanarak. “Normal değil. Aylarca burada kalacaksın, önünde uzun haftalar var ve yıllar sonra Cassandra olarak dönüp baktığında güçlerin olmadan cehennem gibi geçecek olan günlerin aslında güzel geçtiğini göreceksin. Beni istediğinde ziyaret edeceğini kendin söyledin.”

“Sen diğerleriyle bir değilsin Ezra.”

“Cassandra olarak buraya gelemeyeceğini biliyorum ama Ava olarak ziyaret edebilirsin.” Bunu istemiyordum, rol yapmak için Xilmari’ye gelmeyecektim. Aradan yıllar geçtikten sonra Arthur’u görmeyecektim çünkü bana hatırlatacağı daha önce hissetmediğim duygular olacaktı. “Ne herkesin bildiği Cassandra’sın ne de benim tanıdığım Cassandra… Ne görüyorum biliyor musun? Kötü hissetmek için kendisini yalnızlığa mahkum bırakan bir kadın.”

“Jhann beni terk etti.”

“Ama ben etmeyeceğim.” Yavaşça ona döndüm. “İlk başta bana Xilmari’de bir yabancı olarak ihtiyacın vardı ama görüyorum ki Cassandra olarak da ihtiyacın var. İzin verdiğin kadarıyla yanında olacaktım, başıma bela almak istemiyordum ama ortada bana bela olacak bir kutsal büyücü yok, sadece dünyadan soyut yaşayan bir kız var ve ne yapacağını bilemiyor. Bilememesinin sebebi tamamen kendisi çünkü hiç yaşamamış, yaşamaya izin vermemiş. Bunu kendine sen yapıyorsun.”

Arkamdaki tabureye kendimi bıraktım. Dik oturamadım, hasta gibi hissettim. “Arthur’la konuşmak istemiyorum.” dedim. Prensin adının nereden çıktığını anlamadı. Kendisinden, Carter’dan ve Jhann’dan bahsederken konuyu ona çektim çünkü bana en yabancı duyguları veren prensin ta kendisiydi. “İstediğimi yapamıyorum Ezra. Sebebi Ava olarak sarayda yaşıyor olmam değil, tamamen ileriyi düşündüğüm için. Bu beni delirtiyor.”

Önüme geçti, dizlerini kırıp ellerini ellerime koydu. “Cassandra her zaman istediğini yapmıyor mu?” dedi hafif bir tebessümle. Başımı aşağı yukarı salladım. “O zaman?”

“Sen, Carter veya bir başkası… onunla aynı değil, o prens.” Ezra’ya ancak böyle açıklayabildim çünkü diğer düşüncelerimi itiraf edecek yüreğim yoktu.

“Sana tek bir şey söyleyeceğim. Her şey bittiğinde ve Xilmari’ye dönüp baktığında gülümseyebileceğin bir şekilde ayrıl. Geri dönmek iste. Kendine yarattığın küçük dünyandan kaçmak istersen Xilmari’ye dönebilmeyi dile ve bunu yap çünkü bekliyor olacağım. Tek başına yarattığın o dünyanın genişlemesini bana anlattığın günü bekliyor olacağım. Belki de gerçek adını hiçbir zaman söyleyemeyeceksin ve Ava olarak dünyanı genişleteceksin… Cassandra olmanın ne demek olduğunu kimse bilmiyor, kutsal büyücünün gücüne imreniyorlar ama bu aynı zamanda bir lanet. Biraz olsun o laneti kır Cassandra, elinden geldiği kadar. Tatman gereken duyguları tat. Genellikle acı verici oluyorlar ama o acı bile yaşadıkça tatlılaşıyor.”

Gülümsedim. “Elanil’le konuştun mu?”

Omuzlarını kaldırdı. “Sence?” Başımı aşağı eğip içinde boğulduğum duyguların arasında gülümsemeye devam ettim. “Bu da senin sayende oldu Cassandra.”

“Teşekkür ederim Ezra.”

Loading...
0%