@leeseaa
|
Taşlarla kaplı, duvarlarda asla sönmeyen meşalelerin dizili olduğu salona girdiğim an kahinlerin yan yana durduğunu gördüm. Hemen karşılarına geçtim ve ellerimi arkamda birleştirdim. Saya ise sadece birkaç adım yanımdaydı. Başımı dik tutup hiç kıpırdamamaya özen gösterdim. Burada rahat değildim, hiçbir zaman olmamıştım fakat kardeşim, kahinlerin ağzından düşecek bir kelime için canını vermeye hazır gibi duruyordu. “Cassandra,” dedi birisi ve ardından diğeri, “Saya.” ekledi. Gözlerimi kapatmamak için zor durdum. Kahinler bizi ancak yaptığımız bir hatadan ya da gelecek tehlikedeyse çağırırlardı. Onlar tapınaktan dışarı çıkmıyordu ve onlar her şeyi biliyorlardı. Onlar öngörür, yapılması gerekeni söyler ve bizden uymamızı beklerlerdi. Fakat ben bir başkasının işine koşuşturmaktan hiç hazzetmezdim. “Gelecek tehlikede.” dediklerinde bıkkınlıkla Saya’ya döndüm. “Eğer engellenmezse gelecek olmayacak.” Yedi kahin de teker teker konuşmaya başladı. Biri bitiriyor, diğeri başlıyordu. Fakat son sözlerle kardeşime bakmaya son verip dikkatle dinlemeye başlamıştım. “Kötülük gezecek, ölü olması gereken dirilecek ve yaşaması gereken ölecek.” “Kara büyü, hepsini uyandıracak kadar güçlü.” Devam ettiler. Aklıma ne kadar kötü düşünce varsa hepsini soktular fakat bunun nasıl gerçekleşeceğinden bir türlü bahsetmediler. Ağzımı açıp soru sormak istedim ama bekliyordum. En sağda duran kahinin öne çıkmasını ve her şeyi açıklamasını sabırla bekliyordum. Sağda duran, saçları gözlerinin önünü kapatmış kahin ileri çıktığında dikkatimi ona yoğunlaştırdım. Direkt olarak söyler, lafı dolandırmazdı. “Gelecek diye bir şey olmayacak çünkü ölüler uyanacak. Kara büyü ölmüş olan her insanı, büyücüyü, cüceyi veya elfi diriltecek. Görüşlerimiz tamamen gelecek üzerine. İki yıl sonra kara büyünün durdurulamayacak potansiyele ulaşacağını gördük çünkü kendisini besliyor. Burası… kaybolacak.” İçimden geçen bunların tamamen hayal olduğuydu çünkü kahinlerin görüşleri her zaman doğru çıkmazdı fakat bu öyle bir durumdu ki eğer emin olmasalardı bize bu bilgileri asla vermezlerdi. Saya’yla aynı anda birbirimize baktık. Kardeşimin suratında hiçbir ifade yoktu ama içinde oluşmaya başlamış endişeyi hissedebiliyordum. “Görüşün kesin olmadığını söyledin.” dedim. Kahin başının kenarında parmaklarını gezdirerek “Kara büyü en berrak suyu bile bulanıklaştırıyor, hiçbir şey tamamen aydınlık değil.” dedi. Net olarak göremiyordu. “Henüz büyüye başlanmadı ama aylar sonra kaçınılmaz olan gelecek. Durdurulamaz bir güç, kara büyünün ta kendisi ve herkes bilir ki kara büyü kutsal büyücüleri bile alt eder.” Gözleri birden bana kilitlendiğinde geriye gitme dürtüsüne karşı koydum. “Siz onu deviremezsiniz çünkü kara büyüyü kullanmayı bilmiyorsunuz. Eğer bunu öğrenmeye çalışırsanız da kara büyünün içinde siz kaybolacaksınız.” Daha önce kara büyü pisliğine bulaştığımı tabii ki biliyordu ama asla kontrolü kaybetmemiştim. Kahin, bu görüşün engellenmesini istiyordu ama kara büyüye asla dokunmadan… Onun bahsettiği bambaşka bir şeydi. Daha önce gördüğüm bir şey, büyü gücümü iki katına çıkaracak bir şey… Kahin geri çekilmeden önce son kelimelerini etti. “Bir yıl ya da birkaç ay. Gücü katlamak için ideal bir süre.” Aklımdan geçeni söyledi. “Kabul etmiyorum.” dedim hiç beklemeden. “Asla olmaz.” Ağzımdan kelimeler çıkınca Saya kocaman açılmış gözlerle bana döndü. Kahinlere karşı çıktığım için delirdiğimi sandığından emindim. “Edeceksin.” Hiç ihtimal vermiyordum. “Kabul etmez ve gerçekleştirmezsen öleceksin Cassandra. Kara büyü veya çoktan ölmüş olanlar insan ayırt etmeyecek. Sen de dünyanın kalanıyla birlikte yok olacaksın.” Buna da ihtimal vermiyordum çünkü ben ölümsüzdüm. Kutsal kılıçlar hariç hiçbir şey tenimde yara açamazdı, beni öldüremezdi. Saya sonunda dayanamayıp bana doğru bir adım attı. “Ne? Ne yapmamızı istiyor?” diye üst üste sordu, ayrıca bildiğime şaşırdı. Dudaklarımı yaladım, lanetler okuyarak yukarı baktım ve bıkkınlıkla “Uyumamızı istiyor.” diye mırıldandım. “Güçlerimizi uyutmamızı istiyor. İnsan gibi yaşamamızı istiyor!” Kahin hala sadece bana bakıyordu çünkü burada karşı çıkacak birisi varsa o da bendim. Ben gücü seviyordum, büyüye aşıktım ve hayatımın her kısmında kullanıyordum. İnsan gibi yaşamanın acınası olduğunu düşünüyordum. Ortadaki kahin öne çıktı. “Gücünüzü uyutacaksınız ve onlara tekrar kavuştuğunuzda farkı anlayacaksınız. Kara büyüyü bile durdurabilecek bir büyü…” “Bir büyücü iki kez uykuya girebilir fakat üçüncü neredeyse imkansızdır. İnsan gibi yaşamak, kendinizi buna hazırlamak zorundasınız. Cassandra!” Dinlemediğim fark edilince adımı bağırdı. Sıradan bir konu konuşuluyormuş gibi ellerimi arkama yerleştirdim ve sakinlikle “Ben Cassandra’yım.” dedim. “Ben uykuya giremem. Girsem bile bunu bozacağımı biliyorum.” “Bütün insanlığın yok olmasını mı istiyorsun?” Sağdaki tekrar öne çıktı ama bu kez durmadı. Dibime kadar girince yutkundum. Beyaza kaçan gözleri gözlerimin önündeydi. “İnsanlığın kaybolmasını izleyeceksin ve en son sen öleceksin. Bunu gördüm, ölüşünüzü hissettim. Bomboş bir dünya, sadece ölümsüzlerden oluşan yeryüzü. Bunu istemiyorsun Cassandra. Sen bile bu kadar acımasız değilsin.” Saya’ya baktı. “Kutsal büyücüler korur, kollar… Büyüden vazgeçemediğiniz için yeryüzü yok olacak!” Saya da başını öne eğdi. Dudaklarımı birbirine öyle sıkı bastırdım ki bembeyaz oldular. Bu büyüyü kim yapıyordu? Kara büyü kullanılmadan bu şekilde hareket edemezdi ve ordunun arkasında isim olmalıydı. “Kabul ediyorum. Uykuyu başlatacağım.” Kız kardeşimin sesi kulağıma gelince hemen ona döndüm. Gözlerime baka baka söylemişti. Benim de kabul etmemi bekliyordu çünkü eğer bu doğruysa tek başına karşı duramazdı. Kahinlere bir daha döndüm. “Başka bir yolu vardır.” diyerek çare aradım ama cevap vermediler. Saya umutla bana bakıyordu, bir kere olsun onu yanıltmamı bekliyordu. Dişlerimi birbirine öyle sıkı bastırıyordum ki birazdan kırılacaklardı. Onu tek başına ölüme yollamazdım. İçimdeki duyguları asla ona söylemediğim için hala bilmiyordu. O, beni kız kardeşini bile umursamayan, güçten başı dönmüş kutsal büyücü sanıyordu. Onu merak ettiğimi belli ettiğimde şaşırdığını görebiliyordum ama onu, asla onun beni sevdiği kadar sevemeyeceğime inanıyordu. Tamamen yanlıştı. Ben sadece içimde saklıyordum. “Lanet olsun… kabul ediyorum.” Kabul ettiğimi duyan kahin yüzümün önünden çekildi, kız kardeşim ise hafifçe tebessüm etti. Kahin arkasını bize dönüp yürürken anlatmaya devam ediyordu. “Güçlerinizi asla kullanmamalısınız. Krallıklara yerleşeceksiniz. Dış dünya ve orman, sıradan insanlar için tehlikeli olacaktır.” Sıradan insanlar… Benimle istemediğim kimse konuşamıyorken birden kendimi en aşağıda bulmak katlanamayacağım bir şeydi. Yine de sustum. “Güçlerimi kullanmayacağım. Uyku tamamlanana kadar krallıklarda kalacağım.” Saya konuşurken yüzümü buruşturdum. “Güçlerimi kullanmayacağım.” Sesim inanılmaz isteksiz çıksa da herkes memnun olmuştu. İyi tarafını düşünüyordum ve o da uykudan uyandığımda her zaman hayal ettiğime kavuşacak olmamdı. Ya da uyku sırasında bir aksilik oluşursa güçlerimi istediğim gibi açabilirdim. “Ayrılacaksınız. Krallıklara dağılacaksınız.” Kahinin dediklerinin üstüne kaşlarımı çattım. “Neden?” Bana döndü. “Bir krallıkta beliren iki kız kardeş… dikkat çekecektir. Birlikte kalmanız tehlikeli olur. Eğer Saya’nın başı derde girerse güçlerini açmayacağına söz veriyor musun?” Sessizlik oldu ve kahin devam etti. “Saya… Cücelerin krallığına gideceksin. Modgrak, Kraliçe Mesmea’nın yönetimindedir. Cüceler ve insanlar uyum içerisinde, birlikte yaşar. Yabancılık çekmeyeceksin ve barış içerisinde yaşayacaksın.” Saya durumdan memnun görünüyordu. “Cassandra,” Sıra bana geldi. Eğer Axilya derse arkamı dönüp buradan gidecektim. Kral Alec’in yönetimindeki, elflerin ele geçirdiği topraklara adım atmamın olanağı yoktu, mümkün değildi. Onlardan nefret ediyordum ve kralları tanışmadan tiksindiğim tek kişiydi. Ardından onunla karşılaştığımda neden nefret edilmesi gereken birisi olduğunu çok daha iyi anlamıştım. Alec’i tanıyordum ve bir daha görüşmek istemiyordum. Fakat… onunla olan tanışmam o kadar bulanıktı ve alkol kokuyordu ki aramızda geçen konuşmaları bile anımsayamıyordum. “Xilmari’ye gideceksin.” dediğinde gülsem mi yoksa hayır deyip karşı mı çıksam bilemedim. “Xilmari büyüyü kullanmaz ve shar yönetimindedir. Seni rahatsız edebilecek hiçbir şey olmayacak. Kral Ephraim…” “Kral Ephraim sinir nöbeti geçiren ve intikam için krallıkların içinden geçen bir adam.” diyerek lafı kestim. “İdamların kralı.” Her krallığa hakimdim, bana anlatmasına gerek yoktu. “Ve Ephraim insanlara son derece saygılıdır çünkü ölen eşi kendisi gibi bir shar değil, sıradan bir insandı.” dedi ve beni neden oraya yolladığını belli etti. “Ephraim sadece kara büyü kullananların canını alır. Bu da senin işine gelecek.” Yönetim tamamen Kral Ephraim Warren’da olarak görülürdü ama oğlu Arthur taht için hazırlanıyordu ve kalenin başındaki adam o’ydu. Xilmari büyü kullanmayı kalan her krallık gibi yasaklamıştı çünkü fazla büyü kullanımı kara büyüye sebebiyet verebilir, açlık yaratabilirdi. Warren bunu riske atmıyor, büyüyü tamamen ortadan kaldırıyordu. Shar büyüsü ise sıradan bir büyücüden çok daha ötedeydi. Onlar sözcüklere bile ihtiyaç duymazdı ve güçleri, elflerle birlikte, bize en yakın olan ırktı. Kardeşim ve ben egemen olan en güçlü dört krallıktan ikisine gönderiliyorduk. “Gerçekten mi?” diye bir kere daha sordum. “Büyücüler ve sharrlar, tıpkı Modrak’ta olduğu gibi uyum içerisinde yaşıyor. Zorluk çekmeyeceksin. Uyum sağlayacağını düşünüyorum Cassandra.” Gülümsedim. “Ah, evet… öldüreceğimden neredeyse çok eminim.” Saya’nın hemen bana döndüğünü hissettim. “Warren, Alec’ten farksız Saya. Elflerden nefret ettiğimi biliyorsun ve hemen arkasından Xilmari geliyor.” Saya bana doğru fısıldadı. “Sen Xilmari’ye gitmedin bile.” Bir kere gitmiştim. “Fark etmez.” Kahin bana bakmaya devam ediyordu, sözlerim ve tehditlerim onun için anlamsızdı ve beni yollayabileceği bir başka krallık da yoktu. “Peki, tamam!” Sadece birkaç ay… Daha sonra Xilmari’ye geri gidip bana yapılanları ödetebilirdim. Saya “Hemen uykuya geçelim mi?” diye sorunca ağzım açık kaldı. “Saçmalama!” Kahinlerin önünde kız kardeşimle her zamanki gibi tartışmak istemiyordum fakat beni buna zorluyordu. “Krallığa yerleşmeden, her şeyi ayarlamadan nasıl uykuya girersin? Belki de orada bulunmak istemeyeceksin Saya ve taşınman gerekecek. İlk günlerinde güçlerini kullan ve önündeki ayları sıkıntısız geçireceğini garantiye al. Yanında olmayacağım kardeşim ve aklımın sende kalmasını istemiyorum. Sürekli seni düşünürsem yanına geleceğimi biliyorsun.” diye söylendim. “Tamam Cassy. İlk önce kolaçan eder ve iki gün sonra güçlerimizi uyuturuz.” Aklımda hiçbir soru kalmasın diye kahinlere döndüm. “Bu işe yarayacak mı? Güçlerimize kavuştuktan sonra kara büyüyü durdurmaya yetecek mi? Bizi aşabilir ve kardeşimin ölüleri tekrar öldürmeye çalışırken canından olmasını istemiyorum.” Zorlayıcı büyüler bedeni de yorardı ve sonu kaçınılmaz oluyordu. “Denemeden bilemezsin Cassandra. Gücüne güç kat, büyünün saf hali damarlarında aksın. Ölümsüzleri ancak ve ancak ölümsüz büyücüler durdurabilir.” Krallıklar hakkındaki en ufak bilgileri bize son kez anlattılar. Onlar her şeyi görür, her şeyi bilirdi ve bizi de bildikleri topraklara yolluyorlardı. Kendilerinden de oldukça emindiler. Onları tedirgin ettiğimin farkındaydım çünkü fevri davranabiliyor, çok çabuk sinirleniyordum ama inanmaktan başka çareleri yoktu. Saya’yı yalnız bırakmayacaktım. Cücelerle anlaşabileceğinden çok emindim çünkü Saya dünyevi her canlıya hayrandı. Aklımdan gelecek günlerin hayalini kurarken kahinin söylediği söz beni hızla kendime getirdi. “Kimliklerinizi bilen, size yol gösterecek birisi olacak.” Saya’yı bekleyen kişinin adını verdikten sonra bana döndü. “Ezra… Ephraim’in en eski dostu, krallığın iksir ustası ve güvenilir adamı. Rüyasında ona ulaştık ve senin geleceğini gördü. Bize inanan, kahinlerin yol göstericiliğine güvenen bir shar. Sana yardımcı olacaktır.” “Bana yardım etmeyi kabul mü etti?” Hayret etmemek elde değildi çünkü beni gören herkes kaçar ve saklanırdı. “Cassandra’ya?” “Ricamızı geri çevirmeyecek kadar akıllı.” Yüzümü buruşturdum. “Ona ben teklifi kabul etmeden mi ulaştınız?” “Kabul etmekten başka çaren yoktu.” Homurdandım. On beş dakika daha kahinlerin yanında kaldıktan sonra bize istediklerinde ulaşacaklarını söylediler. Belki de Ezra’yla iletişim sağladıkları gibi rüyalarımıza gireceklerdi. Konuşmalar son bulduktan sonra kendimi tapınağın merdivenlerine doğru attım. Pelerinimi tutarak hızlı hızlı aşağı inmeye başladım. Bu kez önümde uzanan ormana, yeni doğan güneşe hiç bakmadım. Son merdivenden adımımı atarken Saya bileğimi yakaladı. “Cassy,” Hızla ona döndüm. “sakın belaya bulaşma.” “Orada hoşuma gitmeyen bir şey görürsem…” “Haberini alacağımdan eminim.” Evet, kesinlikle duyacaktı. Kulaktan kulağa dolaşarak ve Modgrak’a kadar uzanacaktı. ‘Cassandra, Xilmari’yi yok etti!’ “Bunun olmamasını umalım.” diye mırıldandım. Son basamaktan elimi bırakmadan indi. “Bana bir söz ver…” Çekingen duruyordu. “Onları anlamaya çalışacaksın Cassy.” Başımı sağa sola sallarken elimi ondan kurtardım. “Ah, hayır. Lütfen yine başlama.” İnsanları öven, onların iyi ve merak uyandırıcı olduğunu savunan bir ton şey söyleyecekti. Yıllardır bunları dinliyordum ama bir kere bile beni heyecanlandıramamıştı. “Onları bir kere anlamaya çalış Cassy. Biliyorum, aralarında anlaşmak istediklerin olacaktır ve…” “Ben insanlara veya büyücülere olan güvenimi çoktan kaybettim. Hepsi aynı, işleri bitince terk ediyorlar.” Saya’nın bilmediği eski mevzulara girmek istemedim. “Ama deneyeceğim Saya. Merak etme.” Çünkü eğer denemezsem tıpkı benim yapacağım gibi Saya da güçlerini açar ve yanıma gelirdi. Ben yapamazsam o da yapamazdı. Birbirimizi görmüyor, uzak kalıyor olabilirdik ama her zaman birlikteydik. Birkaç adım geri gidip ondan uzaklaştım. Elimi kaldırdığımda ayaklarımdan başlayan yarı saydam duman tepeme kadar çıktı. Üzerimdeki elbise gitti ve yerine bir başka elbise geldi. Saya baştan aşağı bana bakıp tebessüm etti. “Bak, ne kadar güzel oldun.” Yapay ve çirkin bir şekilde gülümsedim. Korse ve kabarık elbise… asla tercihim olmazdı. “Gidiyorum.” dedim. Beklemeye artık gerek yoktu. “Başın derde girerse bunu hissederim Saya. Büyü kullanmayacak olabilirim ama bu içimde olduğu gerçeğini değiştirmez.” Saya eğilip bana öylesine selam verdi. “Sen kendini düşün Cassy.” Üzerimdeki eteği tutup ona reverans yaptığımda gülüşü gerçek bir hal aldı. “İdare eder.” Saya da üzerindeki pelerinden kurtuldu ve benim gibi sıradan bir kostüme büründü. Son kez veda etti ve tapınağın merdivenlerinin önünden benden önce kaybolup beni yalnız bıraktı. Deminden beri göz kaçırdığım ormana uzun uzun baktım ve sıkıntıyla nefes çektim. “İyi uykular Cassandra. Hoş geldin Ava Bryann.” |
0% |