Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm

@leeseaa

Aylardır büründüğüm rolden çok uzak bir duruş sergiliyordum. Hiçbiri karşısında soğuk gözlerle bakan, çenesini yukarıda tutan ve dimdik duran bir kadın görmemişti. Ava yok olup gitti, ismim Arthur’un dudaklarından döküldüğü an kendimi özgür hissettim.

Cassandra… Ezra’nın bana seslenişinden o kadar uzak bir sesle söylenmişti ki ben bile kendimden çekinmiştim. Ne Ezra’nın şefkatli ve gülümseyen suratı karşımdaydı ne de naif ses tonu…

“Cassandra,” Carter inanamıyormuş gibi suratıma baktı. Fısıldadı, tamamen bilinçsizce söyledi. “bunca zamandır…”

Xin’in sert derisi yüzüme değdiğinde gözlerim bir an ona kaydı. Elimi üzerine koydum, başını aşağı eğdim. “Çekil.” dedim Xin’e doğru. Beni sarmalamayı bıraktı, önümden hızla çekildi ama yanımdan ayrılmadı, sadece korumayı bıraktı. Tek bir sözümle bir insandan katbekat büyük olan yılanın hareket etmesine hayretle baktılar ve sonra konuşanın Cassandra olduğunu bir kere daha hatırladılar.

İleriye doğru bir adım attım ve hafif gülümsedim.

“Cassandra…” diye mırıldandım. “duymayalı o kadar çok oldu ki.”

Tekrar göz göze geldiğimizde ismimi hiç söylememiş olmalarını diledim.

Karşımdaki kim olursa olsun hislerini anlayabilirdim fakat şu an bu yeteneğim yok olup gitsin istedim. Bana alayla ve tebessümle yaklaşan şövalyeler kaybolup gitmişti. Yanlarında duran prensin endişeyle bakan ve yoğun duygular barındıran gözleri artık hiçbir şey anlatmıyordu.

Arthur’un bakışları bir anlığına önünde duran kılıca kayınca ileriye doğru bir adım attım.

Hepsi geriye gitti.

Beni de bu hareketle durdurdular.

Yanlış anlaşıldı, onları korkuttuğumu fark ettim. Boğazım düğümlendi, yutkunamadım. Yaklaşmamayı seçtim. “Kılıcı büyüyle hareket ettirirsen veya eline almaya çalışırsan Xin saldıracaktır.” Gözleri üstümdeydi ama asla konuşmuyordu. “O kılıcın ne olduğunu benim kadar iyi biliyorsun. Bunca zamandır elindeydi, benim tam yanımdaydı…” Xin’i işaret ettim. “Fakat o, bana zarar vermeyeceğine asla inanmaz.”

Bunca zamandır elinde tutmasına izin verdiğim ve hatta kendimin eline aldığım kılıcı neden yok etmediğimi düşündüğünü biliyordum. Kutsal kılıcın benim canımı acıtacağından emin gibi görünüyordu ama uzanmaya çalışmadı.

Sonunda dişlerini sıkmaya son verdi ve öfkeli gözlerini kırpmadan bana baktı. “Neden?” dedi dişlerinin arasından. “Aylarca oynadın.”

Ona bir gün söylemeyi aklımdan geçirmiştim ama düşündüğüm asla bu değildi. Hızla, benden beklemedikleri şekilde konuştum. “Anlatacağım.” Onu sakinleştirmek istedim. “Hepsini anlatırım, sadece sakin ol.”

Bakışlarından hiç hoşlanmadım. O nasıl görünüyorsa yanında duran şövalyeler de Arthur’un kopyasıydı. Anlamıyorlardı, ben anlatana kadar anlamayacaklardı. Bunca ay Cassandra’yla baş başa kaldıklarını düşünüyorlardı.

Arthur ise Cassandra’yı daha bu sabah öptüğünü hatırlıyordu.

Bir adım daha atınca George elini kaldırdı. Canım yanmış gibi yüzümü buruşturmak istedim. İlk defa kalbimden geçeni dinlemiş, bir başkasını dost bilmiştim fakat hepsi bana yok etmeye gelmişim gibi bakıyordu.

“Cassandra aylardır Xilmari’deydi…” diye fısıldadı Philip, dalıp gitmişti. “Gözlem yaptın, yok edecektin. Buna değip değmeyeceğini mi anlamaya çalışıyordun?”

Omuzlarım aşağı düştü. “Yok mu edecektim?” dedim hayretle. “Kıçını kurtardım!” Xin’e bakışları kaydı. Ağzımdan çıkmayacak kelimeler dökülünce gözlerimi yumup derin bir nefes çektim. Beklemiyorlardı. Sakin kalmaya özen gösterdim. “Kimseyi yok etmeyeceğim Philip.”

Ellerimi saçlarımdan hızlıca geçirdim. Ava olarak asla yapmayacağım hareketlerim kimliğim ortaya çıktığı an aklımdan da çıkmıştı.

Arthur’a döndüm. O dinlerse hepsi dinleyecekti, o inanırsa hepsi inanacaktı.

Elimi kaldırarak “Kılıcı alacağım.” dedim. Yanlarına doğru yaklaşırken hepsi göz kırpmadan beni izliyordu. Kutsal kılıcı elime alıp gerileyerek Xin’in yanına gittim. Bacaklarımın önüne batırdım.

Arthur ona güvenmediğimi sanıp kılıcı aldığıma inandı ama asıl amacım Xin’e burada bir tehlike olmadığını belli etmekti.

Xin gerilediğinde Arthur anlık bir cesaretle öne çıktı. Sadece bir adım atabildi. İlk önce cesaretine hayran kaldığımı kendime söylesem de bakışlarındaki duygunun cesaret değil de öfke olduğunu fark ettim.

“Bunca zaman… her gün yanımdaydın. Her gün saraydaydın! Oyun oynadın, hem de çok başarılı bir oyundu. Ne istiyorsun Cassandra?”

Sabahki sözlerini, az önceki korumacı tavrını hepten unuttu, Ava’yı aklından silip attı.

“Söyleyecektim.” dedim bu kez kendime yakıştıramadığım bir tonla. İnanmadı. “Söyleyecektim Arthur.”

“Yalan söylüyorsun.”

Sabah seni öperken aklımdan geçirdim ve o gün, odanda içki içtiğinde, adım Cassandra diye bağırmak istedim diyemedim. “Peki, tamam. Söylemeyecektim.” dedim rahatça. “ama söylemek istedim.” Gözlerimi ağaçlara doğru çevirdim, ona bakamadım. “Sadece birkaç aya daha ihtiyacım vardı. Xilmari de sessizce geçireceğim birkaç ay… sonra gidecektim.” Carter’ın ve Philip’in gergin duruşları değiştirdiğinde onlara dönebildim. “Senin yanında çalışmamam gerekiyordu, şövalyelerle hiç konuşmamalıydım ama ben bile bunların yaşanmasına engel olamadım!”

“Bu, senin bizim yanımızda hizmetli gibi yaşamanın sebebi değil.” George ağzını açtığında şaşırarak izledim.

“Bana hesap mı soruyorsun?” dedim. Ağzımdan çıkanı yanlış anladı, öfkeleneceğim sandı çünkü onların bildiği Cassandra tek bir kelimeyle sarayları yakıp yıkardı. Tam tersini anlatmak istemiştim. Ormanda, ansızın karşılarına çıksaydım benimle bu şekilde konuşamazlardı lakin George’un bu tutumu hala bana biraz olsun inandıklarını gösteriyordu. “Yanlış anlıyorsun George.” Arthur’a döndüm ve onunla konuştum. “Her şeyi bilmek mi istiyorsun? Neden buradayım, neden Xilmari, yanınızda yaşamamın sebebi… Hepsini anlatırım ama ilk olarak beni dinlemeye istekli olman gerekiyor.”

“Ezra ne kadarını biliyor?” diye sorunca aklımdaki her şey yok oldu gitti, sıralayacağım nedenleri bile unuttum.

Ezra…

“Ne biliyor!”

“Her şeyi.” Arthur ihanete uğramış gibi gözlerini yumdu. “Ezra başından beri biliyordu. Siz beni merdivenlerde gördüğünüzde karşınızdaki kadının Cassandra olduğundan haberdardı ve bana yardım etti. Ezra sana tahmin edebileceğinden daha çok değer veriyor Arthur. Sence ben Xilmari’ye kaos çıkarmak için gelmiş olsaydım bunca zaman bana yardım eder miydi?” Ne düşündüğünü çözebilmek için bekledim ama hiçbir şey belli etmiyordu. Bir yanı Ezra’ya canını emanet edecek kadar güvenirken diğer yanı ihanete uğradığını bağırıyordu.

Saniyelerce süren sessizliği Philip bozdu.

“Raeran’a kargaları sen mi yolladın?”

“Başkası bunu yapabilir miydi?” dedim alınmış gibi. “Tabii ki ben yolladım!” Arthur’a bakmadan edemedim. “Ben Raeran’ı uyardım ve Xilmari’ye dokunmaması gerektiğini anladığını umuyorum. Sence krallığın umurumda olmasaydı bunu yapar mıydım?”

“Her şeyi duyuyordun, her zaman odamdaydın.”

“Her şeyi duyuyordum ve duymam, başına gelen en güzel bela oldu. Ben kargaları yollamasaydım Raeran seni tehdit edecekti.”

Başını iki yana salladı. “Cassandra sebepsiz savaşı her zaman durdururdu, sadece Raeran’ın başlattığını öğrendiğin için bunu yaptın. Sana kendi ağzımla Cassandra’nın buna müdahale edeceğini söyledim!”

“Cassandra’yla başından beri konuşuyordun zaten! Müdahale edebilecek olsam odanda elim kolum bağlı şekilde beklemezdim, değil mi?” Gözlerimi kapadım ve iç geçirdim. Dinlemiyordu. “Bu böyle olmaz… bu şekilde konuşmayacağım. Beni Xilmari’ye götür.”

Son dediğime Cassandra olmamdan daha çok şaşırdı.

“Seni geri götürmeyeceğim.”

“Beni ya sen götürürsün ya da kendim giderim.” Arthur’un ifadesi yerin içine girmek isteyeceğim kadar soğuktu. Yanlış bir yol izlediğimi biliyordum ama ikna etme kabiliyetime de elveda demiş gibiydim. İçimden ne geliyorsa onu söyledim, konuşmadan önce de ona yaklaştım.

Tam önünde durdum, bu kez geri çekilmedi.

“Hakkımda duyduklarını tahmin edebiliyorum Arthur. Benim için birçok şey söylediler ve bazılarında haklılar.” Sesimi yüksek tutmadım, tutamadım. “Aylardır yanında duruyorum, hepinizi her gün görüyorum ve hiç kimseye elimi sürmedim. Beni saraya götür ve Ezra’yı çağıralım.” Arthur’u tanıyordum ve içindeki anlayışlı adama ulaşmaya çalışıyordum. “Ezra’ya sen de güveniyorsun ben de. Geri dönelim, onun yanında konuşalım. Her şeyi öğreneceksin.”

Cevap vermiyor, sadece düşünüyordu. Eğer bu şekilde devam ederse güçlerimi uyandırmak zorunda kalacaktım ve artık bunu yapmaya hiç niyetim yoktu. Olabilecek en kötü senaryo gerçekleşmişti, yüzümü bile görmüşlerdi.

“Arthur,” Hemen bana döndü. “ben buraya gelmek istemedim, ben buraya gelmek zorundaydım. Sebebini öğreneceksin.” Arkamı döndüm ve Xin’e baktım. “Aksini kabul etmiyorum, Xilmari’ye dönüyoruz.” Bir şey diyecek gibi olduğunda onu durdurdum. “Herkesin gördüğü Cassandra’yı görmek istemezsin, ben de göstermek istemem.” Xin’e dereyi işaret ettim. “Izla’ya.”

Xin’in çimenlerin üzerine eğilmesiyle Carter “Ne?” dedi.

Kılıcı elimden hala bırakmamıştım. “Seni bir dertten kurtarıyorum. Kara büyücüyü Cassandra öldürecek. Şu durumda Izla’ya gitmemiz mümkün değil. Prens, krallığında kara büyücü istemiyor ve ben de kara büyücünün burada gezinmesine göz yummayacağım.” Xin’e başımı salladım. “Burada bir tehlike yok.” Kılıcı kaldırıp yere batırdım, elimde olduğunu görsün istedim.

Xin uzun uzun bana baktıktan sonra dereye doğru ilerledi ve suyun içine girip gözden kayboldu. Izla’ya gidip dışarı çıkma sebebimizi yok edecekti.

Elimdeki kılıcı destek gibi kullanıyordum, Arthur ise ona bakıyordu. “Güvencen bu mu?” dedim kılıcı hareket ettirerek. “Al.” Kabzasını ona doğru eğdim. “Al, Arthur. Kutsal kılıcı odana girdiğim ilk gün gördüm ve senin de ne olduğunu bildiğin belliydi.”

Elimden almadı, hareket bile etmedi.

Kılıcı yukarı kaldırdım ve kabzasından değil, ortasından kendimi kesmemeye özen göstererek tuttum. Ucu tam olarak gövdeme denk geliyordu. “Al dedim.” İttirirse göğsümü delip geçebileceği şekilde durdum.

Yavaşça elini kaldırıp kabzadan tuttu ve gözlerime baktı. Bir an olsun bakışımı kaçırmadım. Usulca kendine çekti. Xin’in burada olmadığını ve artık tehlike kalmadığını biliyor olduğu halde kılıcı bana doğrultmadı ve kınına soktu.

Bir adım geri gittim. “Anlaştık mı?”

“Xilmari’ye Ava olarak dönemezsin.” dedi George.

“Dönerim ve döneceğim.” Atlara doğru yöneldim.

Arthur duyduklarından hiç memnun değildi. Dişlerini sıkmıştı, çenesi kasılıyordu ve üzerime yürüyüp hesap sormamak için kendisini tutuyordu. Herkese gösterdiğim Cassandra karşısında olsaydı bana bu şekilde bakamazdı fakat görmesini istemiyordum. Kötü bilinen Cassandra’yı ben tanıtıyordum ama o bilsin istemiyordum.

Onları arkada bırakıp atların yanına yöneldim. Müsaade ettim, belki konuşurlar dedim ama hiç ses duymadım.

Arkamdan yürüdüler. Arthur atının yanına geldi, benim önümde durdu. Onunla birlikte gelmiştim ve onunla yol alacaktım fakat şövalyeler, prensleriyle aynı atı paylaşacağım için tedirgindiler.

“İstersen başkasıyla gideyim Arthur?”

Gözlerini siyah ata çevirdi. “Bu bir oyunsa ve yolun yarısında tutumunu değiştirmeye karar verirsen, onları öldüreceğine beni öldürmeni tercih ederim…” Biraz durduktan sonra ekledi. “Cassandra.” Hakaret edercesine söyledi.

Aynı acı tat tekrar ağzıma yayıldı.

Şövalyeler ancak prens başını salladığında atlara çıkabildi. Arthur atın üzerine bindikten sonra bana baktı, istemeyerek elini uzattı. Sadece destek amaçlı ona dokunduktan sonra elini bıraktım.

Ata vurduğunda dengemi sağlamak için kollarımı ona dolamak zorunda kaldım. Dakikalar önce, buraya geliş yolunda tuttuğum gibi tutamıyordum, aynı hislerle hareket edemiyordum. Gergindi, belki de benden nefret ediyordu.

Şövalyeler bilerek arkamızda kaldı, sanki gözlerinin önünde olmamı istiyorlardı.

Arthur dönüş yolunu hatırlıyordu, sadece yavaşladığında ona tarif ettim.

On dakika sonra, atlar yavaşladığında ve hepimiz birbirimize yakın kaldığımızda arkamı dönüp diğerlerine seslendim. “Neden döndüğümüz sorulursa Cassandra’nın çoktan olaya müdahale ettiğini söyleyeceksiniz. Ama bu soruyu soracak olan kişi gerçekleri çoktan öğrendi.” Ancak Ephraim sorgulayabilirdi, o da Arthur’a hesap sormazdı.

Xilmari’ye yaklaşana kadar bir daha konuşmadım. Ormandan çıktık, saraya geri döndük. Cassy yine yok oldu çünkü herkesin gözünde hala Ava’ydım. Bu şekilde kalmaya devam etmek en büyük önceliğimdi çünkü onlara açıklayamayacağım bir ordu yeniden doğacaktı ve karşılarında durması gereken iki kutsal büyücü olmalıydı.

Arthur atı durdurduğunda hemen aşağı atladım, bu kez Carter ya da bir başkası gelmeden önce hızlı davrandım çünkü yardımcı olmaya çalışıp çalışmayacaklarını görmek istemedim.

Arthur son sürat merdivenlere yöneldi, yanımdan geçerken bana bakmadı. Peşine takıldım. Odasına, kimsenin olmadığı koridora çıkıyordu. Sadece yanımızdan geçen çalışanı bir anlığına durdurmuştu. “Ezra’yı hemen odama yolla. Hemen.” Ardından onu bıraktı ve yukarı çıkmaya devam etti.

Sormalarını beklediğim soruların hiçbirini sormamışlardı, zaten Ezra olmadan anlatmayacaktım.

Arthur bu kez benimle yan yana yürürken endişe saçıyordu çünkü arkasında Cassandra olduğunun farkındaydı. Aklından neler geçtiğini merak ettim ama asla öğrenmek istemeyeceğim kadar kötü şeyler düşündüğünden emindim.

Odaya hemen arkasından girdim ve diğerlerini bekledim. Hepsi içeri girdi, kapıyı arkalarından kapattılar ve durup bana baktılar. Daha önce hiç görmemiş ve ilk defa karşılaşıyorlarmış gibi. Sıkıntıyla nefes çektim ve aralarından geçip her zaman oturduğum sandalyeye yöneldim. Sandalyeyi yan çevirdim, onlara doğru oturdum ve bacak bacak üstüne atıp başımı kaldırdım. Ortamdaki tek ses, sandalyenin koluna parmaklarımı tek tek vuruyor olmamdı. Yaptığım harekete kendim de şaşırdım, isteyerek yapmadım. Ancak bir başkasıyla Cassandra olarak konuşuyorsam yapacağım bir şeydi, Ezra bu sese sinir olurdu.

Ava’yı ben bile hemen silmiştim.

“Merakınızı gidereyim. On dakika önce kara büyücü Izla’nın sınırında öldü. Başka kara büyü kullanan kimse yok, krallığın tertemiz Arthur.”

“Bu kadar mı?” dedi George. “Onu buldun mu?”

“Ne bekliyorsun? Ben Cassandra’yım.”

Hiçbiri cevap vermedi, Ezra’yı beklemek ölüm gibi geldi.

Ayak seslerini duyana kadar parmaklarımı durdurmadım. Kapı yavaşça açıldı, Ezra haberi aldığı an koşarak prensin odasına çıkmış olmalıydı. İçeri girdi, arkasından kapıyı kapatana kadar bizi görmedi. Dört adam da ayakta duruyordu, sadece ben oturuyordum.

“Lordum,” dedi Arthur’a bakıp ve sonra beni gördü. “Ava?”

Elimi boş ver diyormuş gibi salladım. “Cassandra.” Ezra’nın gözleri kocaman açıldı. “Biliyorlar. Maalesef.”

Ezra, saraydan çıktığımızı çoktan öğrenmiş olmalıydı. Durumu hızla kavradı. “Bu…” devam edemedi, konuşamadı ve Arthur’a dehşetle baktı.

Yerimden fırladım. “Bu çok kötü oldu, değil mi Ezra?” Sesimi yükselttim. Karşısına geçtim, onun bir şey demesine fırsat vermedim. “Ne olacağını deminden beri düşünüyorum ve aklımdan neler geçti bilemezsin!”

Ezra ağzı açık bir şekilde izliyordu. Dediklerimi duymuyordu, burada bana karşı hala aynı davranan ve beni görmezden gelebilen tek kişi o’ydu. “Arthur,” Prense açıklama yapmak istiyor gibi döndü. Düşündüğü ben değildim, güçlerim değildi ama kendisi de değildi. Durumu açıklamak istiyor gibi duruyordu ve ona hak veriyordum.

Arthur başını iki yana salladı. “Her şeyi biliyordun.”

“Onun üzerine gitmeyeceksin.” dedim Arthur’a dönüp. “Onun üzerine gittiğini görürsem her şeyi bir kenara bırakırım Arthur.” Derin bir nefes çektim ve Ezra’ya bana yalan söyledin demesine müsaade etmedim. “Kimliğimin öğrenilmesini bir kenara bırakıyorum, sadece şimdilik. Bu şu an önemli değil.” Hafızaları her zaman silebilirdim ama bunu yapmak için güçlerimi açmam ve üstüne üstlük kara büyüye başvurmam gerekirdi. “Önemli olan ne benim yüzümün görünmüş olması ne de Ezra’nın sana yalan söylemiş olması. Onu suçlayacaksan sonra suçla. Bu küçük oyunun sona ermesinin ne demek olduğunu bilmiyorsun ve öğrendiğinde Ezra’yı suçlamak yerine ona teşekkür edeceksin.”

Tekrar geri gittim ve sandalyeye oturdum. Parmaklarımla alnımın kenarını sıktım.

Ezra ben susunca devreye girdi. “Arthur, onun neden burada olduğunu sana açıklamama izin ver. Ondan sonra bana ne demek istiyorsan de.” Hemen bana döndü. “Eğer açıklayabileceksem…”

Devam et der gibi elimi kaldırdım. “Bir şey fark etmeyecek. Öğrenebilirler.”

Onun Ezra’ya kızacağını düşünmüyordum ama aralarının beni sakladığı için bozulmasına izin vermeyecektim. Eğer Arthur, Ezra’yı bu yüzden saraydan attırırsa hafızalarını gece olmadan silecektim.

Ezra hemen anlatmaya başladı. “Kahinleri gördüm Arthur. Rüyama girdiler, Cassandra’nın Xilmari’ye geleceğinden bahsettiler ama tek başına burada barınabilmesi mümkün değildi. Cassandra ve Saya’nın yardıma ihtiyacı vardı.”

Gözler hızla bana kaydı. Şu güne kadar kutsal büyücülerin yardıma ihtiyacı hiç olmamıştı.

“Saya burada değil, bakma öyle.” diye araya girdim.

Ezra beni susturmak istiyor gibi göründü. “Cassandra’nın güçlerini uyutması ve uzun süre kullanmaması gerekiyordu. Bir büyünün etkisinde, gücüne güç katmaya çalışıyor ve bunu yapmasının sebebi kahinler. Kendi isteğiyle burada değil, tamamen zorunda kalmış.”

“Güçlerini mi uyutuyor?” Carter köşeden konuştu, en arkadaydı.

“Güçlerim benimle olsaydı burada olmazdım ya da sen Xin’i görmezdin.”

Ezra devam etti, “Ona yardımcı olacaktım. Buraya geldiği ilk gün bana hiç kimseye dokunmayacağına söz verdi, kargaşa yaratmayacaktı. Bu sözleri ondan ilk gün aldım Arthur ama eğer onu tanıyor olsaydım, söz vermesine gerek olmadığını anlardım.” Prenste tuttuğum gözlerimi yavaşça Ezra’ya çevirdim. “Duyduğum Cassandra ve gördüğüm Cassandra aynı kişi değil.”

Hepsinin arasında bunu söylediğine inanamadım. Kendisini değil, beni düşünüyordu.

“Burada ona bir iş bulacaktım. Herkes gibi yaşaması gerektiğini bana kahinler söyledi. Onu sen yanına istediğinde hayır diyemedim çünkü sebebini soracaktın ve ben sana onun Cassandra olduğunu söyleyemezdim Arthur.” Hayatında hataya yer vermeyen adam beni gördüğü ilk gün büyük bir hata yaptığını düşünüyor olmalıydı. “Yardımcı olmak istedim ama bir diğer sebebi de eğer ona yardım etmeseydim…” Lafını kestim.

“Ben ve kız kardeşim de dahil olmak üzere hepimizin ölecek olmasıydı.”

Ağzımdan çıkana inanamadılar. Bu kadar rahat bir şekilde söylemiş olmam onları şaşırttı, beklemedikleri bir durumun içinde olduğumuzu düşünmediler.

Durumu hızla açıklamam onların nefret dolu bakışlarını bir an soldurdu. “Ne?” dedi Philip.

Başımı bir kere salladım. “Öleceğiz Philip. Eğer ben ve Saya yeteri kadar güçlenemezsek, uykuda kalamazsak öleceğiz. Krallıklar veya başka hiçbir şey kalmayacak. Yok olup gideceksin.”

Bu çirkin gerçeği Arthur duyduğunda ormandaki duruşu ve gerçekleri hazmedemediği için suratında tuttuğu sabit bakışı bir an için yok oldu. Sebebini ona söylemek istedim, ikimizin de nefret ettiği kara büyü aramızda dolaşacak diyebilmeyi istedim ama söyleyemedim.

“Ezra sana yalan söyledi ama bunu yapmak zorundaydı. Ondan başka kimse bilmiyordu ama artık siz de dahil oldunuz. Bunu kimse bilmeyecek. Eğer ağzınızdan kaçırırsanız bunu bilirim, ben her şeyi bilirim. Sonucunun ne olacağını size söylememe gerek olduğunu sanmıyorum, tehdit etmek istemiyorum. Şu an güçlerimi uyuttum ve bir insan gibi yaşıyorum ama güçlerime kavuşmak, göz kırpmak kadar kolay olur. Bunu yapmama gerek kalmasın çünkü eğer yaparsam…”

Ezra ellerini kaldırıp “Bu sözlere gerek yok Cassandra.” dedi beni susturmak istiyor gibi. Bahsettiği şey aslında hiçbirinin ağzından bir şey kaçırmayacağıydı ama bir yandan da tehdit etmemi istemiyordu. Ezra sandalyemin yanına geçip elini omzuma koyduğunda herkes bana dokunuşuna baktı. “Gerçekten yapmak zorundaydı ve ben de yardımcı olmalıydım. Bir ara vazgeçmek istedi, yapamadı ve onu yolda tutmaya çabaladım. Arthur, başımızda ne gibi bir bela var bilmiyorum ama o Cassandra… güçlerini asla uyutmayacağını bildiğin kutsal büyücü.”

Arthur’dan bir tepki bekledim ama ruhsuz gibi görünüyordu. Onun yerine Philip konuştu. “Durum buysa bunu en başından söylemeliydin.”

Kaşlarım şaşkınlıkla kalktı. “Söylemeli miydim? Seni gördüğüm anda ben Cassandra’yım deseydim benden kaçacaktın. Ne burada durmama izin verirdiniz ne de bana bu şekilde yaklaşırdın. Cassandra kalede dolaşıyor, hem de elini kolunu sallayarak… Bilseydin buna izin vermezdin.” Arthur’u gösterdim. “Peşime yüz tane muhafız takardı.”

Karşı çıkamadı.

İç geçirdim ve Ezra’nın elinin altından çekilip ayaklandım. “Burada kalamam.” dedim ona dönüp. “Artık imkanı yok.”

Ezra “Ne saçmalıyorsun sen?” dedi, odasında yaptığımız küçük atışmalardan birisine girecekmiş gibi durdu. “Uykuyu bozarsan bir daha başlatmak zorunda kalacaksın ve ikimizde bunu birçok kez tekrarlayamayacağını biliyoruz.”

“İki kere yapılabilir, bu bir sorun teşkil etmez.”

“Ya bir daha sorunla karşılaşırsan?”

“Karşılaşmamayı umalım Ezra.” dedim lanet eder gibi. Arthur’a döndüm. “Güçlerimi açtığımda buradan gideceğim ve Raeran’a uğrayacağım. Bu seni rahatlatır mı?” Kollarını birleştirmişti, beni izliyordu ve mumya gibi duruyordu. “Savaş istemiyorum çünkü durduracak gücüm yok. Raeran’ı gördükten sonra ise…” Ne olurdu bilmiyordum. “Saya’nın yanına gitmek bir seçenek.”

“Cassandra…” Ezra mırıldandı. “en başından beri oraya yollanmamanın bir sebebi var.”

Yavaşça Ezra’ya döndüm, şövalyeler arkamda kaldı. Diğerleri suratımı görmediğinde tepkimi yansıtabildim. Ezra üzüldüğümü gördü, bakışları yumuşadı. Hiçbir zaman bu kadar kararlı olmamıştım ve beni zorlayacak kadar uğraş vermemiştim. Bir anda her şeyin sarpa sarması, bütün uğraşımın çöp olması beni hayal kırıklığına uğratmıştı.

Ezra gözlerini benden çekip Arthur’a baktı. “Burada kalabilir.” dedi, başka bir seçenek sundu. “Aynı şekilde devam edebilir Arthur. Ne olacağını biliyorsun ve onun uğraşı kendisi değil, hepimiz için verdiği bir çaba. Seni tanıyorum, buna hayır demezsin.” Yanımda durdu. “İçimden bir ses bir gün ortaya çıkacağını söylüyordu ve o gün sana durumu açıkladığımda anlayışla yaklaşacağını umuyordum.”

“Ezra,” Buna hiç gerek olmadığını ve yerime konuşmasını istemediğimi söyleyecektim ama o an Arthur uzun süreli sessizliğini bozdu.

“Cassandra olduğunu öğrendiğim halde her gün buraya gelecek ve ne yapıyorsa yapmaya devam edecek…” Komik bir şey demiş gibi tebessüm etti. “imkansız.”

“Arthur,” Ezra’nın da sesi değişti. “hayatımda ilk defa senden bir ricada bulunuyorum.”

Arthur, sadece önceden duyduklarıyla hareket ediyordu, geçirdiği ayları aklından silmişti. Onun bildiği güç tutkusuyla gözü dönen ve her zaman can alan Cassandra’ydı. Benim gösterdiğim ve göstermekten hiçbir zaman zevk almadığım kadını biliyordu. Onu suçlayamıyordum, bunu kendime ben yapmıştım.

“Hiçbir şeyden haberin yok.” dedi Ezra. Prensle değil, yıllar önce kapısına koşan bir çocukla konuşuyor gibiydi. “Raeran’ı nasıl durduracağını haftalarca düşündü. Her gün yanıma gelip bana sordu çünkü Ava’ya sen hiçbir şey anlatmayacaktın. Sana yardımcı oluyordu, hem de hiçbir şey bilmeden!”

Arthur’la göz göze geldim. Ezra’nın sözlerinin doğru olmadığını sadece o ve ben biliyorduk. Arthur bana her şeyi anlatırdı çünkü fikrimi duymayı seviyordu. Sadece bir hizmetçi bile olsam bana güveniyordu ve anlatıyordu. Onun benimle konuşmama sebebi tutku dolu anlar ve Ava’nın ondan kaçışıydı.

Bir bakışla aklından geçenlerin benimkiyle ortak olduğunu anladım.

Normalde ondan yardım beklemezdim, Cassandra ısrar etmezdi ama elimde seçenek yoktu. “Eğer burada kalabilirsem benim için çok daha kolay olur Arthur. Kim olduğumu biliyor olacaksın, yalan olmayacak, hafızaları silmeyeceğim… Aynı şekilde ilerler ve birkaç ay sonra buradan giderim. Beni bir daha görmezsin.”

“İstersen bunu zorla yaptırabilirsin. Bunu hepimiz biliyoruz.”

“Ama sana soruyorum.”

Oldukça memnuniyetsizdi ve aklı çok karışmıştı. Yaşadıklarımı ve yaşanacakları mümkün olan en kısa ve en açık şekilde anlatmaya çalışmıştım. Şimdilik elindekilerle yetinmek zorundaydı. Söylediklerim, Ezra’nın açıkladıkları, onu ve diğerlerini korkutmuştu. Duygularını saklayamıyorlardı fakat hepsinin aklı aynı çalışıyordu ve geleceği değil, şu anı düşünüyorlardı.

“Ezra’ya güvendiğini biliyorum ve ona ben de güveniyorum.” dedim ileri çıkıp. “Şu güne kadar ne kadar zorlandığımı hayal bile edemezsin Arthur. Seni endişelendiren köyleri yakan Cassandra fakat ben hiç kimseye dokunmadım.”

“En ufak bir sinirde neler yapabileceğini tahmin edebiliyorum. Krallıklara ne yaptığını biliyorum Cassandra.” dedi.

Hayretle ona baktım. “Ama yapmadım. Eğer öfkeme yenilmiş olsaydım şu güne kadar her şeye tahammül etmez ve susmazdım.”

Arthur hiçbir şey demediğinde sinirle soludum.

“Hayatımda ilk defa açıklama yapıyorum… kendime inanamıyorum. Biliyor musun, bu durum beni dehşete düşürdüğü kadar seni de düşürmeli çünkü benimle birlikte sen de öleceksin. Dua et, kız kardeşim uykuyu hiç bozmasın.”

Beni oyalamasına, sessiz kalmasına daha fazla katlanamadım ama asıl katlanamadığım bunca zaman konuştuklarımızı birden unutmuş olmasıydı.

“Bana seçenek bırakmıyorsun.” dedi sessizce. Herkes Arthur’a döndü. Ellerini saçlarından geçirip küfretti, ilk defa ağzını bozduğuna denk geldim. Yüzünü sıvazladı. “Xilmari’de kal. Uykuyu bozmana gerek yok.”

Rahatlamış gibi görünmekten son anda vazgeçtim. Kahinlerin yanında, tapınakta, aylarımı geçirmek istemiyordum. Burada kalmak ne kadar zor olursa olsun, kahinlerin yanında aylarımı geçirmekten iyiydi.

“Ciddi misin?”

“Ciddiyim.” Ezra’yla göz göze geldi. Bana değil, ona inandı.

Geriye doğru bir adım attım ve kalçalarımı masaya dayadım. “O zaman bana anlatmaya başla Arthur…” Gözlerimi bir an kaçırmadım. “Yanlışlıkla duyduklarımın yanında bana bilmediklerimi de söyle. Cücelerle anlaşabildiğini biliyorum ama diğerleri...” Krallıkların isimleri ağzımdan tek tek döküldü. “Madem yardımcı olacaksın… ben de Xilmari’ye yardımcı olayım. Raeran hakkında ne bilmek istiyorsun, Alec senin hakkında ne düşünüyor ve Raeran’la en son ne konuştu… Bana sor ve ben de sana söyleyeyim. Ancak bu şekilde bu gereksiz savaşı başlamadan bitirirsin ve ben rahatça burada kalabilirim.”

Loading...
0%