Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22. Bölüm

@leeseaa

Ertesi gün Arthur’u ve diğerlerini ancak bahçeye çıktığımda gördüm. Kılıç tokuşturuyorlar, hantallıktan kurtuluyorlar, bir yandan konuşuyorlardı. Ben yanlarından geçerken ve Ezra’nın istediklerini almak için köye giderken hepsi durup bana bakmıştı. Onun dışında dördüyle de muhatap olmamıştım.

Akşam olana kadar odamda yalnız kalmayı seçtim, Ezra’nın yanına uğramadım. Hava iyice karardığında ve sokaktaki insanların yarısı evlerine çekildiğinde kendimi dışarı attım. Nereye gideceğimi bilmeyerek dışarı çıkmıştım ama kendimi Baraka’nın kapısında buldum.

İlk defa Ezra olmadan buraya geldim.

İçeri girdiğimde temiz hava yok oldu, ter kokusu burnuma doldu. Ayakta duran iri adamların arasından geçtim ve kendimi taburelerin üzerine attım. Bağıra çağıra konuşan herkes bana çok uzak geliyordu. Yorulmuştum, bıkmıştım ve molaya ihtiyacım vardı fakat Xilmari’yi yine terk edemiyordum.

Önüme bardak bırakıldı, hemen ardından omzumda ince parmaklar hissettim. Başımı kaldırdığımda Elanil’in gülümseyen suratını gördüm. “Bu saatte, burada, yalnız…” Gözlerini kıstı. “Başın dertte mi Ava?”

“Hayır, değil.” İçkiye uzandım. “Teşekkür ederim Elanil.”

Omuz silkti. “Bugün benden. Bir şey istersen seslenmen yeterli.”

Elanil gittiğinde çekinmeden içkiden koca yudumlar aldım. İçki içme sebebinin yüzümün görünmesi, kimliğimin ortaya çıkışı olmasını diledim fakat bambaşka durumlar yüzünden aklımı kaybedecek kadar içmek istiyordum. Cassandra olduğumu öğrendiklerinde her şeyin farklı olmasını hayal etmiştim ama gerçekler beni bulmuştu.

Diğer bir sebebimse eski Cassandra’yı ortaya çıkaramıyor, Arthur’a ben ne dersem o olacak tavrını takınamıyor oluşumdu. Ne istediğim gibi davranabiliyordum ne de hayal ettiklerim gerçekleşiyordu.

Düşünürken elimdekini sürekli kaldırıyor, su içer gibi içiyordum. Bardak boşalana kadar ağzımdan çekmedim. Midem ağzıma gelince zorla yutkundum ve sertçe masaya bıraktım.

O sırada arkamda bir başkasını hissettim.

“Oturabilir miyim?”

Burada olmasını beklemediğim bir sesti. Daha ben cevap vermeden arkamdan çekildi, karşıma değil, yanıma oturdu.

Carter’a göz kırpmadan baktım, oturuşunu takip ettim.

Bana hiçbir şey demeden arkasını dönüp Elanil’e işaret yaptı. Boş bardağım yenisiyle tazelendi. Carter büyük bardağı iki avucunun arasına alıp “Ben de buraya ne zaman geleceğini merak ediyordum.” dedi.

“Oturmak istediğinden emin misin?” dedim kötü bir tebessümle.

Benim gibi gülümsedi. “Neden, oturmamalı mıyım?” Biraz eğildi. “Yoksa korkmam mı gerekiyor?” Alaylı sözleri beni gülümsetemedi.

Bilerek karşıma geçmemiş, yanıma oturmuştu. Sesini duyurmamaya özen gösteriyordu, konuşmak için geldiği çok açıktı. “Hakkımda sen de birkaç şey biliyorsun Carter. Seni yanlış anlamam, burada bana denk geldiğin için yanıma oturmak zorundaymışsın gibi hissetme.”

“Bu şekilde hissetseydim yanına gelmezdim.” İçkisinden bir yudum alırken çevresine bakındı ve etrafımızın boş olduğunu gördü. Sandalyesini biraz daha bana yaklaştırdı. “Aylardır seninle burada oturuyorum. Akşamlarımız birlikte geçiyor Ava.” Adımı gözlerini büyüterek söyledi.

“Kim olduğumu bilmeden önceydi.”

“Pek bir şey değişmemiş.” Omzu omzuma değecek kadar eğildi. “Seni hiçbir zaman zorla dışarı çıkarmadım, beni genellikle sen buluyordun ve çıkmayı teklif ediyordun. Gülüyordun, benim duyduğum kutsal büyücüden farklı davranıyordun. Anlamaya çalışıyordum… hangisi gerçek Cassandra’ydı?” Adımı kullanırken çekinmedi. “Ben cevabı biliyorum ama senden duymak istiyorum.”

“İki gündür Ezra’yla konuşuyorsunuz. Tabii ki her şeyi öğrendin.” Benim hakkımda düşündüğü her şeyi Ezra’ya soruyor ve düşüncelerini onaylatıyordu. Ezra, tabii ki hakkımda kötü tek bir kelime söylememiş olmalıydı.

“Beni en çok ne şaşırttı biliyor musun? Ben daha hiçbir şey demeden, hakkında tek bir kötü söz söylemeden Ezra seni savunmaya başlıyordu. Ezra gibi iyi niyetli bir adam herkesi yakan bir kadını sevemez ve o… sana düşündüğünden daha çok değer veriyor.” Ezra’nın bana kıymet verdiğini zaten biliyordum, yoksa benimle kendimi iyi hissetmem için konuşmazdı. Kulağıma doğru eğildi. “Dün ne dedi biliyor musun?” Merakla ona döndüm. “İşin bittikten sonra bile Xilmari’ye geleceğini söylemişsin ve şimdi her şey öğrenildiği için bunu yapmayacağını düşünüyor.”

“Yanlış düşünüyor.”

“O zaman ona bunu söyle çünkü oldukça üzgün.” Kısa bir süre sessizlik oldu. Aynı anda bardaklarımızı kaldırdık, aynı anda geri bıraktık. “Ezra benimle konuşmasaydı da gerçekleri kendim görebilirdim. Benim aylardır vakit geçirdiğim kişi Cassandra’ydı.”

Onun samimiyetine güvendim. “Hayal ettiğim bu değildi Carter.” Sanki hiçbir şey olmamış, beni hep tanıyormuş gibi davrandım. “Bu olmayacaktı, bu şekilde ilerlemeyecektim. Sadece Ezra olacaktı, prensle veya seninle hiç tanışmamalıydım.”

“Kötü bir şey yaşamışsın gibi konuşuyorsun.”

“Kötü çünkü.” Kahverengi gözlerine baktım. “Kız kardeşimden başka kimse hayatımda yoktu. Bir yıl önceki Cassandra ormanda Xin’i çağırmaz, şövalyelere yardım etmezdi.” Kötü bir şey söylemişim gibi görünüyordu ama Carter ne demek istediğimi anlayacaktı. Benim için farklıydı.

Güldü, hem de gerçek bir şekilde. “Sana üzülüyorum.” İyice dibime girdi ve parmağı ikimizin arasında birkaç kere gidip geldi. “Buna ne deniyor biliyor musun? Arkadaşlık. Değer vermek. Bu yüzden yardımcı oldun çünkü önemsiyorsun ama bunun farkında bile değilsin.”

“Carter…”

“Cevabını bekliyorum. Tanıdığım kişi sen miydin, yoksa bir oyun muydu? Ağzından çıkan her şeyi zorla mı söyledin?”

“Hayır.”

“O zaman seni tanıyorum.” dedi. “O zaman herkes seni tanıyor. Buna Arthur da dahil. Bundan sonra öne Ava’yı değil de kendini çıkarırsan, kendini tanıtmaya devam edersen bir sorun olacağını düşünmüyorum.”

“Neden bunu yapıyorsun? Birkaç ay sonra gideceğim zaten.”

“Seninle konuşmamın sebebi mi? Senin Xin’i ortaya çıkarmanla aynı sebepten ötürü.” Buz gibi kalbimi sıcacık yapmayı başardı. “Beni asıl huzursuz eden ne biliyor musun? Burada tek başına oturuyor olman değil. Beni üzen, bu sorumluluğun sadece iki kişiye verilmiş olması. Saya’yı tanımıyorum ama aynı yük onun omuzlarında da var. Bahsettiğin ama açıklayamadığın durum her neyse hepimizi ilgilendiriyor ama bu yolda yalnız ilerliyorsun. Bu adil değil.” Geri çekilecektim ama ceketimden tutup beni çekti. “Cassandra bile bunu yapmamalı. Kendine acı çektiriyorsun ve bunu doğal karşılıyorsun. Ancak bir deli bunu normalleştirebilir.” Beni bıraktı ve suratıma bakıp “Anladın mı Ava?” diye sordu.

Gelmesinin, oturmasının sebebini Ezra’ya bağlamıştım fakat Carter ne olursa olsun bugün yanıma gelirdi. Ben ona Ava’yı tanıtmıştım fakat o hala aynıydı.

“Dün hiçbir şey demedin.” Aslında, kim olduğumu öğrendiğinden beri hiç konuşmamıştı.

“Düşünmeden konuşmak istemedim. Düşündüm, farkına vardım ve Cassandra’yı sevdiğimi fark ettim. Mutlaka bilmediğim çok şey var, mutlaka duyduklarım koca bir yalan.”

“Hepsi değil.”

“Birçoğu. Yaptığın çirkin şeyleri duymak istemiyorum ama elbet bir sebebi vardır.”

Gülümsedim. “Elbet vardır.”

Carter her zamanki gibiydi, ihtiyacı olan sadece iki günlük zaman olmuştu. Kendimi iyi hissettirmek için yanıma oturduğunu sanmıştım ama çıkar gütmeden, sadece samimi düşüncelerle konuşmuştu. O hala aynıydı, şaşırtıcı bir derecede iyimserdi. Geçmişe baktığımda son birkaç haftayla aynı olduğunu görebiliyordum.

Bir saat onunla oturdum. Bardak her boşaldığında Elanil’den yenisini istedi, hatta bir ara onu da yanımıza oturttu. Elanil bize çıkan kavgalardan sıkıldığının derdini yanarken gülümseyerek onu dinledim. Sonra yeni içkileri bize denetti, çirkin yorumlarıma maruz kaldı.

Ava’yken Carter her zaman kaçıncı bardağı istediğimi bana söyler, abarttığımı dile getirirdi ama şimdi hiçbir şey demiyor, Cassandra’nın alkole olan düşkünlüğünü biliyordu. Çok daha rahattı, çok daha rahattım. Yarım saatin sonundaysa onunla istediğim gibi konuşabileceğim kadar mayışmıştım.

“Haydi.” dedi içkinin son yudumunu zorla içerken. Bir yandan da eliyle kalk yapıyordu. “Gidelim, çok geç oldu. Uyanamayacağım.”

Benim sandalyemi de hızla çektiği için kalkmak zorunda kaldım. Baraka’ya girerken yalnızdım ve yalnız ayrılacağımı düşünmüştüm ama yanımda Carter’la çıkmıştım. Yürürken sesinin tonunu ayarlayamadan konuşuyordu ama Cassandra adını asla kullanmıyordu. Sadece bir saatlik muhabbet bütün yalanları yıkamış ve temizlemişti ama o yalan söylediğimi zaten düşünmüyordu.

Saraya dönerken iyice yavaşlamıştım. Soğuk havada oyalanabildiğim kadar oyalandım. Carter birkaç adım önümden gidiyordu. İleride gördüğüm karaltıyla gözlerimi kıstım. “Carter,” dedim onu da durdurup. Baktığım yere baktı, gördüğümü gördü.

Beni arkasında bırakıp sırtını merdivenlerin yanındaki heykele dayamış olan prense doğru ilerledi. İki adım arkasında kaldım. “Arthur?” dedi neden burada olduğunu anlayamadığı için. Arthur, Carter ona seslenince ormana doğru bakmaya son verip bize döndü. Carter’ın arkasında olduğumu fark ettiğinde gözlerini benden çekemedi. “Baraka’daydık.” dedi Carter daha o sormadan ama Arthur neden bu saatte dışarıda olduğunu açıklamadı.

Carter, onun konuşmak istemediğini fark edince geriledi.

“Onu odasına bırakacağım.” dedi benim için.

“Gerekli değil, kendim giderim. Siz konuşacaksanız konuşun.” dedim ve yanlarından yürüdüm ama çaktırmadan baktığımda Carter’ın bir şeyler fısıldadığını, Arthur’un da başını salladığını gördüm.

Carter beni merdivenlerin ortasında yakaladı.

“Kendim giderim dedim.”

“Her zaman odana kadar eşlik ettim, bir şey değişmedi.”

İtiraz etmedim. Son basamağa geldiğimde bile omzumun üzerinden dışarıda bekleyen prense baktım. Düşünceli görünüyordu ve hiç konuşmamıştı. Sabah onu elinde kılıçla gördüğümde gülümsüyordu, elinden geldiğince tebessüm etmeye çalışıyordu ama şu an yanına yaklaşılacak gibi değildi.

Odamın küçük kapısına yaklaştığımızda Carter’a teşekkür ettim. Eşlik ettiği için değildi, Baraka’da söyledikleri içindi. İmalı bir tebessümle başını eğdi. Arthur’un yanına gittiğini umdum. Ne derdi vardı bilmiyorum ama sadece Carter’la paylaşırdı.

Hemen kandilleri yaktım, üzerimdeki kıyafetten çabucak kurtuldum ve sadece ipli gömlekle kaldım. Saçlarımı açıp parmaklarımı aralarından geçirdim.

Perdeleri kapattıktan sonra yatağa döndüm, hemen uyumak ve bir sonraki güne geçmek istiyordum fakat örtüye doğru eğildiğimde kapı tıklatıldı.

Çektiğim örtüyü bırakıp kapıya döndüm. Carter olduğunu düşündüm, bana söyleyecek birkaç şeyi var sandım. Kapıyı hafif araladım, vücudumu arkasında tuttum. Gitmesi gerektiğini söyleyecektim lakin karşımda bir başkasını buldum.

“Arthur?” Kapımda duramazdı, hala saraydaydık ve ben hala Ava’ydım. Kocaman açılmış gözlerle kapının arasından başımı çıkardım ve koridora baktım. “Ne arıyorsun burada? Sen deli misin!” Bağırmamak için kendimi sıktım. “Git.”

Kıpırdamadı. “Konuşmamız gerekiyor.”

“Yarın da buradayım. Bir yere gitmiyorum.”

“Şimdi konuşmamız gerekiyor.”

Birisi görürse yanlış anlayacaktı ve benim adım kimsenin ağzından eksik olmayacaktı. Cassandra değil de Ava olarak anılacaktı, hiç istemediğim şekilde dedikodulara denk gelecektim.

Kapıya elini koyup ittirince istemeden geriledim. Hızla içeri girdi, kapıyı hemen kapattı. O da burada olmaması gerektiğinin gayet farkındaydı.

Hemen karşımda durup suratıma bakmaya son verdi ve içinde günlerimin, uykusuz gecelerimin geçtiği küçük odaya baktı. Hayatında ilk defa bu odaya giriyor olabilirdi. Bakışlarından bile odanın ona dar geldiği anlaşılabiliyordu çünkü kendi odasının yanında burası kutudan farksızdı.

İncelemeyi bırakıp tekrar bana döndü ama gözleri yüzümden aşağı kaydı. Gömleğin açık yakasından bacaklarıma kadar, hiç çekinmeden baktı. Kollarımı önümde birleştirdim, suratıma bakmasını sağladım. “Evet?”

Derin bir nefes çekip yanımdan hızlıca geçip gitti ve yatağıma oturdu.

Kollarımı birleştirmiş bir şekilde kaldım.

“Benim kim olduğumu yine bir kenara bırakıyorum… sen kim olduğunun farkında mısın? Burada ne işin var Arthur? Birisi görürse ne der biliyor musun?”

Başını kaldırdığında yüzündeki çaresizliği gördüm ve hızla sustum. Bahçeye çıkmasının bir sebebi vardı ve onu odaya getiren de yine aynı sebepti. Benim yalanlarımdan ötürü burada değildi.

“Yirmi dakika önce Benedict bana mektup yolladı.” Kollarım aşağı düştü. Onu daha önce bu şekilde görmemiştim. Suratım ve bütün kaslarım gerildi.

Dışarı baktım. “Alec.” diye mırıldandığım an gözlerini kapadı. “Benedict’in kızı, Reeran’ın kardeşiyle evli. Sana Benedict yazdı, kızından bilgi aldı.”

“Evliliğinden ve kocasından nefret eden bir kadın, oradan kurtulmak ve babasına geri dönmek istiyor. Bunun için her şeyi yapar.” İç geçirdi. “Her şeyi dinlemiş, Alec ve Raeran’ın her zaman birlikte olacağını duymuş.”

Gözlerimden ateş çıkacaktı, sinirden bağıracaktım. “Şerefsiz.” diye fısıldadım. “Asla Raeran’la bir olmazdı.”

Arthur mırıltılarımı duydu.

“Alec’i tanıyor musun Cassandra?” dedi, kendisi Alec hakkında hiçbir şey bilmiyordu.

Gözlerimi birkaç kere kırpıştırdım. Yalan söylemeyecektim, bundan sonra kendime söz vermiştim ama bu, tamamen özel hayatıma giriyordu. “Hayır.” deyiverdim. İstemsizce, asla öğrenmeyeceğini düşünerek. “Tanıştığımızı söyleyemem.”

Sesimin titrediğini fark etmedi. Bir kere değil, birden fazla kez onu gördüğümü dillendiremedim.

Arthur’un bana gelmesine şaşırmıştım fakat onun gururlu tavırlarından bile daha önemli bir durumun içerisindeydim. Alec, Raeran’la birlikte Xilmari’nin üzerine çullanacak, belki de Axilya’ya toprak bağlamak isteyecekti. Arthur bunu düşünüyordu, başarısız bir girişim olacağını umuyordu fakat Alec’i hafife alamıyordu. Alec, zehirli oklarını Xilmari’ye yağdırırsa hiçbir shar ayakta kalamazdı.

“Alec, açgözlü değildi. Alec her zaman hakkını alır ve çekilirdi.” dedi Arthur.

Elimle dudaklarımı kapattım, yumruğumu arkamı dönüp ısırdım. Kendime gelemedim. Hızla surat ifademi değiştirdim. İçimden Alec’e binlerce kez küfrettim. “Lanet olsun, Axilya’ya Xin’i yollayamam.” Buna oldukça şaşırdı. Daha dün Xin’i yollayacağımı söylemiştim. “Sebebini sorma, yollayamam.”

Alec bir deli, zaten bunu yapmamı bekliyor diyemedim çünkü onu tanımadığımı sanıyorlardı.

“Alec, on üç yaşından beri tahtta oturuyor, bu şekilde hareket eden birisi değildi. Sen onu yıllardır rahat bırakmıyorsun. Rearan kargaları gördü, Alec bunu duydu. Senin karşılarında duracağını bilerek bu kararı vermiş olmalı.”

“Arthur,” Karşısına geçtim. “Xin’i yollamayacağım çünkü hiçbir işe yaramayacak. Alec ve Raeran bu tutumundan vazgeçmezse karşılarında Cassandra’nın fırtınalarını ya da canavarını değil, Cassandra’nın ta kendisini görecekler.”

O kadar bitap görünüyordu ki… O kadar çaresizdi ki ilk işi bana gelmek olmuştu. Babasına gitmemişti. Mektubu okuduğu an kendisini dışarı atmış, nefes almak istemiş ve sonra bana gelmişti. Savaşlardan olabildiğinde kaçınıyordu çünkü görevinin bu olduğunu biliyordu. Halkını, krallığını yok yere can kaybına sürükleyemezdi, bundan nefret ediyordu ama öldürmekten çekinmeyeceğini de belli ediyordu. Xilmari, onun her şeyiydi ve artık Xilmari de benim için çok önemli bir yerdeydi.

Hem Ezra hem de onlar Xilmari’nin bir parçasıydı. Fakat, onlar burada olmasaydı bile Xilmari’yi sevecektim. İçindeki herkes kıymetliydi.

“Güçlerin yok Cassandra.”

“Uykuyu bozmaktan çekinmeyeceğim. Sana söz veriyorum, eğer Alec bunu başka bir yere taşırsa karşısında beni bulacak ama ona istediğini vermeyeceğim, birebir konuşmayacağım.” Ağzımdan çıkanı sonradan fark ettim, neyse ki Arthur kurcalamadı. Alec, zaten yanına gideyim diye bu işe kalkışıyordu. Eğer onu biraz tanıyorsam beklediği kişi Cassandra’ydı. “Beni ancak orduları çıkarırsa görebilir ve o raddeye gelirse Xilmari’nin karşısında kim duruyorsa benim lanetimi asırlar boyu üstlerinde taşırlar. Onları öldüremem. Krallara dokunamam, bu her zaman yasaktı ve…” Bilmediği bir başka şey daha vardı. “güçlerimi uyandırdığımda yaşayan herkese ihtiyacım olabilir.”

“Ne demek herkese ihtiyacım olacak?”

“Açıklayamıyorum Arthur. Konuşamadığımı biliyorsun.” Sormak istediği binlerce şey vardı ama hiçbirini soramadı. “Herkes sakin olmak zorunda. En azından önümüzdeki birkaç yıl herkes kendisini yatıştırmalı ve hiçbir şey yapmamalı.”

“Sessiz kalamam Cassandra. Buna sessiz kalamam.” Diğerleri başımızda ne olduğunu bilmiyordu ve Arthur’un sessizliğini korkaklık olarak nitelendireceklerdi.

“Ben de kalmayacağım.” dedim net bir sesle. “Eğer durmazlarsa beni Xilmari’nin tam yanında görecekler.”

Arthur sözlerime anlam veremedi. “Savaşı başlamadan durdurmak ve Raeran’ın yanlış yaptığını belli etmek başka, bu dediğin bambaşka.” Haklıydı. Kargalar veya Alec’e yapmam gereken uyarılar bundan hoşlanmadığımı gösterirdi lakin karşılaştıklarında Arthur’un hemen arkasında durursam… “Bu taraf tutmak olur. Gerçek anlamda.”

“Arthur,”

Başını iki yana salladı. “Buraya gelme sebebim yanımda dur demek değildi. Taraf tutman için konuşmuyorum.” Onu tamamen yanlış anladığıma inandı.

Kalkmaya yeltendiğinde yanına geçtim ve yatağa oturdum. İşaret parmağımı kaldırdım. “Bir ok,” dedim, omzumu gösterdim. “ufacık bir çizik. Bir damla zehir… Sadece Alec’in büyüsünü fısıldaması devasa bir adamı yere sermeye yeter. Gözlerimle gördüm. Panzehir yok, ancak ben durdurabiliyorum.” Oturuşumuza, yakınlığımıza baktım. “Taraf tutarım. Son seçeneğim bu olur.”

Bakışları değişti.

“Raeran’a bir not yollayacağım. İlk olarak bunu denerim. Her şeyi bildiğimden haberi olur, öfkemi belli ederim. Eğer hala ona dokunmayacağıma inanıp kararından ödün vermezse o zaman son seçeneğe başvururum.” Amacım herkesi canlı tutmak olmalıydı ama kalbimden geçen sebep bu değildi. Ezra ve diğerleri… hiçbirinin öldüğünü görmek istemiyordum. Bu benim kabusum olurdu. “Güçlerimi açabilirim.” dedim ve sonra pencereye döndüm. “Ya da ben uyurum ama o uyanmak zorunda kalır.”

“Ne uyanmak zorunda kalır?” Fısıltımı duymuştu.

Tebessüm ettim. “Önemli değil. Yanında olduğumu bilmen şimdilik yeter.”

Gözlerini benden çekmediğinde kendimi bakışlarında kaybolmuş olarak buldum. Arthur farklıydı, her geçen gün beni şaşırtıyordu. Adımı öğrendiğinde dinlemeden yargılamıştı fakat şimdi benim yanımdaydı. “Seni böyle hayal etmedim.” dedi. Daha önce Ava’ya kurduğu cümleleri şimdi bana kuruyordu. Aynı sözcükler ama bambaşka anlamlar.

“Böyle değildim.” dedim. “Ben bu değildim, ben senin duyduğun Cassandra’ydım ama beni tanıdığın dönem, her geçen gün beni de değiştirdi. İstersen sebebine Ezra de istersen başka biri… Bu ben değildim.” Bakışları gözlerimden aşağı kaydı, dudaklarıma baktığını fark ettiğimde içim kıpır kıpır oldu. Telaşla konuştum. “Mesmea’yı çağır.” deyiverdim. “Bunu zaten yapacaktın, öne çek.”

Baktığını yakaladığımı anladı. “Mesmea zaten misafirimiz olacak. Haftaya burada olur.”

“Mükemmel. Onun gibi bir kraliçe herkese boyun eğdirir.” Açık saçlarımdan sanki hareketlerimi kontrol edemiyormuş gibi elimi geçirdim. “Bana gelmekle iyi yaptın Arthur. Bunları bilmem gerekiyor. Sonunda mantıklı bir şey yaptın.” İmali lafıma kaşlarını kaldırdı.

“Kararlarımı mı sorguluyorsun?” dedi ama bu kez yumuşacık bir ses tonuna sahipti.

“Sorgulamak ne mümkün lordum…” diyerek başımı yana eğdim. “Ephraim’le konuştun mu?”

“Yarın sabah… şu an uyuyor olmalı.” İlk defa babasından bu kadar açıkça bahsedebildim ve ilk defa konuşurken babasını düşünüyor gibi durdu.

Konuşup konuşmamak konusunda kararsız kaldım ve sonunda kendime yenik düştüm. “Ezra’nın ona verdiği ilaçlar yardımcı oluyor mu?” Bana bakınca, “Yanındaydım, görüyordum.” dedim. “Birkaç iksiri ona ben hazırladım.”

“Sen mi hazırladın?”

“Ezra’ya yardımcı oluyordum, biliyorsun. Karışmayacaktım ama...” Karışmayacaktım ama Ezra değer verdiği dostunun ağrılardan dolayı uyuyamadığını görünce aklını kaybediyordu. Karışmak zorundaymışım gibi hissetmiştim. “Bunu bilmemen gerekiyordu.”

O çaresizliği ve az önceki tutumu yok oldu. Suratıma dalıp gitmiş gibi baktı, aklından bambaşka düşünceler geçti. Ezra’nın bana bu kadar bilgi vermesi onu sinirlendirir sandım ama iksirleri benim hazırladığımı, Ephraim’e benim yolladığımı duyunca bütün duvarları yıkılmış gibi göründü.

“Evet. İlaçlar yardımcı oluyor.” dedi yavaşça. “Bilmediğim başka şeyler de var mı?”

“Bir sürü… hangi birisini anlatayım ki Arthur?” Sadece birkaç gün önceki gibi konuştuğu için yabancılık çektim, kaçmak istedim, konuyu alaya çevirdim. “Ama arkandan çevrilen bir iş yok, merak etme.” Ayağa kalktığım ama o oturmaya devam etti. Bacaklarımın tepesinde biten gömleğe bakışları kaydı. “Geç oldu.” Bakmaya devam etti. “Arthur.”

Odaya girişinin tam aksi bir gülümseme suratında belirdi. Yanında olacağımı ve Raeran’a not göndereceğimi söylemem onu oldukça rahatlattı, onun ilk olarak bana gelmesi ise beni mutlu etti.

“Geç oldu.” Ayağa kalktı fakat kapıya doğru gitmedi. Tam önüme geçti. Bana doğru eğildi, bunu yaparken bir elini belime koydu. Kaskatı kesildim, bunu yapmasını beklememiştim. Yeni uzamış sakalları yüzü yüzümün yanında kalınca yanağıma değdi. Dudakları hemen kulağımın yanında kaldı. “Teşekkür ederim Cassandra.”

“Arthur, bunu hepimiz için yapıyorum.”

Çok az çekildi, dudakları yanağımdaydı. “Hayır. Aylar sonra babama deliksiz bir uykunun ne demek olduğunu hatırlatabildiğin için.” Dudakları tenime değdi. “Bunun için teşekkür ederim.”

Elini üzerimden çekip beni bıraktı. Son kez bana bakıp arkasını döndü ve odamdan hızla çıktı.

Öpücük bile denemeyecek kadar belirsiz bir dokunuştu. Yerimden kıpırdamadım, elimi yanağıma götürdüm. “Rica ederim.”

Loading...
0%