Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Bölüm

@leeseaa

Arthur sabah odasında olmadığı için oldukça rahattım. Sandalyelerden birisine oturmuştum ve kitaplığındaki eski günlüklerden birisini okuyordum. Ayaklarımı ileri uzatmıştım, keyfime bakıyordum.

Kapı açıldığında elimdekinden gözlerimi çekip yavaşça kapıya döndüm. Arthur’u görmeyi bekliyordum, bu yüzden ayaklarımı hala indirmemiştim fakat arkasında Philip, George, Carter ve Ezra da belirince elimden günlük kayıp gidecek gibi oldu. Bu sabah onunla konuşacaktık ama bu kadar kalabalık olmasını beklememiştim.

İçeri girdikleri gibi Arthur çevreye büyü yaptı, kapı kilitlendi. Diğerleri masaya yönelirken ayaklarımı indirdim. Arthur’la göz göze kaldım, en arkada bekliyor ve bana bakıyordu. Diğerlerine her şeyi anlatıp anlatmadığını çözmeye çalışıyordum. Başını sallayıp hepsinin Alec’i öğrendiğini belli etti.

Düzgün oturdum, hemen yanıma Ezra geçti. Arthur ise her zamanki gibi karşımdaydı.

“Cassandra,” dedi Arthur arkasına yaslanırken. Adımı gayet normal söylemiş olması, diğerlerini buraya toplaması ve bana öfkeyle bakmaması herkesin dikkatini çekti. Prensin fikirleri sadece bir gecede değişmiş gibi duruyordu. “sen açıkla.”

Kimsenin yüzü gülmüyordu, Raeran herkesin keyfini kaçırıyordu.

Artık adımın bilinmesi beni oldukça rahat bir konuma getirmişti. Yavaş yavaş buradaki herkes gerçeği hazmediyordu ve bana konuşmam için oldukça rahat bir ortam sağlanıyordu.

“Raeran’a savaşı durdurması gerektiğini söylemeyeceğim.” Hepsi bana delirmişim gibi baktı. “Ona beklemesini söyleyeceğim. Aynı şekilde Xilmari’yi de uyardığımı sanacak, önümüzdeki aylar sakin duracak. Tek amacım onu biraz oyalamak, uykuda olduğum sürede hain planlar yapmasını engellemek. Zaten uyku süreci tamamlandıktan sonra ona uğrayacağım.”

Hepsi bir anlığına durup düşündü. Philip, Arthur’un yanından masaya doğru eğildi, gözlerini kıstı. “Bu onu durdurmaz. Biliyorsun değil mi? Hazırlanacaktır.”

İnanılmaz rahat bir tavırla elimi salladım ve arkama yaslandım. “O zaman Xilmari’nin yanında olduğumu bütün dünyayla birlikte öğrenir.” Dün Arthur’a söylediklerimi bu kez onlar da duydu.

Ezra hayretle bana baktı, taraf tuttuğumu sadece kendilerinin bileceğini düşünüyorlardı. Carter, prense uzun uzun baktığında Arthur’un dün gece benimle konuştuğunu fark ettiğini anladım.

Cassandra taraf tutuyor, kahinlere karşı geliyor… bir ilk olacaktı.

“Bu yanlış değil mi? Bizim için hayal gibi olan kahinler için çalışıyorsun.” dedi Carter.

“Bana onlardan bahsetme Carter.” İçim titredi. “Şu durumda hiçbir şey diyemezler, seçeneğim olmadığını biliyorlardır ve hatta şu an geleceğe ufak bir bakış attıklarından eminim.” Kahinler onlar için sadece hayaldi. Asırlardır yaşıyorlar, burada olduklarını sadece hissettiriyorlardı ama gözlerinin her şeyi görebileceğini herkes biliyordu. İnsanlar, onları gerçek olduğu bildikleri bir hayal gibi görüyorlardı.

“Mesmea buraya geldiğinde Raeran’ın beklenmemesi gerektiğini söyleyecek. Onu tanıyorum, durmak istemeyecek çünkü Raeran Xilmari’ye göz koyduysa ardından sıra Modgrak gelecek.” dedi Arthur.

Hemen cevap verdim. “O zaman durdur onu. Cassandra’dan bilgi aldığını söyle. Bu, sadece sizin dostluğunu pekiştirmek için yapılan bir ziyaret olacak, Mesmea zaten benim tutumumu biliyordur.” Arthur gözlerini kıstı. “İyi bir kraliçe, kendisiyle hiçbir problemim olmadı.” Masanın üzerine parmaklarımı tek tek vurdum. “George, pencereyi açar mısın?”

George bunu neden dediğimi ilk başta anlamadı ama soru sormadan ayağa kalktı. Pencereyi açtığında içeri rüzgar girdi, o tarafa hiç dönmedim.

Arthur’un önüne doğru eğildim ve kağıtlardan birisini önüme çekip böldüm. Yazı yazacağımı anladıklarında mürekkebi önüme ittirdiler. Düşünmeden, içimden ne geliyorsa yazdım. Ezra solumdan, Philip sağımdan eğildi ve yazdıklarımı kendileri de okudular. Son kelimeleri yazmadan önce Philip arkasına yaslandı ve Arthur’a baktı.

“Ben olsam Xilmari’ye dokunmazdım.” Kağıdı işaret etti.

Tehditkar cümleleri ve acımayacağımı karalamıştım. Ezra da arkasına yaslandı. “Ben etkilendim.”

Kağıdı yuvarlarken Arthur’a başımı kaldırdım. “Eğer bu onu durdurmazsa Xin’i Iolrath’a yollayacağım. Diğer siaxlarla birlikte gidecek.”

“Diğer?”

“Sadece Xin mi var sanıyorsun?”

Şaşırıyordu. Onunla birlikte hareket edeceğimi tabii ki biliyordu fakat bu kadarını beklememişti çünkü Cassandra asla birden fazla siaxı krallıkların üzerine salmazdı. Katliam çıkabilirdi ama ben buna gerek kalacağına inanmıyordum. Rearan notu ciddiye alırdı.

Sarayın dışında hareketlilik hissettiğimde elimi kaldırdım. Açık pencerenin önünden kanat sesleri geldi, sonra kuzgun içeri girdi. Masanın üzerinden uçarken her şeyi havalandırdı, herkes arkasına yaslandı. Kaldırdığım elimin üstüne konduğunda onu kendime çekip siyah gözlerine baktım.

“Pekala…” dedim masaya kuzgunu bırakırken. Parmaklarımda duran minicik kağıdı Arthur’a uzattım. “düşmesin. Benim için büyü yap.” Kuzgun ona döndü, masanın üzerinden Arthur’a doğru ilerledi. Arthur küçük kağıdı kuzgunun üzerine sabitledi ve sıradan büyüyü yaparken gözlerini benden çekmedi. “Iolrath’a.” Pencereyi gösterdiğimde kuzgun kanatlarını açtı, Arthur’un tepesinden uçarken sarı saçlarını kanatlarının şiddetiyle havalandırdı.

Carter kuzgun çıktıktan sonra konuştu. “Bu birkaç ay sakinlik sağlayacak diyorsun. Ya sonra? Yine de seni dinlememeyi seçebilir.”

“Mümkün olacağını sanmıyorum çünkü güçlerimi açtıktan sonra herkese başımıza ne geleceğini anlatacağım. Nasıl bir belada olduğumuzu bildiğinizden eminim. Kutsal büyücüler gücünü sadece karşı koyamayacakları bir başka büyü için uyutabilir ve o da kara büyü.” Kara büyünün hakim olacağını ben söylememiştim ama onlar ilk günden anlamıştı, şaşırmadılar. “Raeran’a ve diğerlerine açıkladığım takdirde kimse bir şey yapmaz. Uyku bittiğinde hayallerin ötesinde gücüm olacak. Raeran bunu oturduğu yerden bile hisseder.”

Ben konuşuyordum, onlar dinliyordu fakat onlara öyle bir güven vermiştim ki akıllarındaki her soruyu bana çekinmeden sorabiliyorlardı. Bu kez ben değil, onlar bana soruyordu.

Philip boğazını temizledi. “Cassandra…” Hemen ona döndüm. “Saya nerede?” diye sorunca yüzüm düştü. “Kız kardeşin de olan bitenden haberdardır ve o da aynı senin sergilediğin tutumu sergiliyor olabilir.”

Hemen başımı salladım. “Saya karışmaz. O, her zaman sessiz kaldı. Durduran, can alan benim.” İki saniye kadar düşündüm. “Ama her şeyi biliyordur ve benim sessiz kalmayacağımın da farkındadır, içi içini yiyordur. Güçlerimi açacağıma inandığına şüphem yok.” Elimle alnımı sıktım. “Mesmea’nın yanında.”

Gözlerini kocaman açtılar ama ben elimi önemsiz der gibi salladım.

“Modgrak’ta kalıyor. Onu birazcık tanıyorsam Mesmea buraya geldiğinde kendisi de bir şekilde yanıma gelmenin yolunu bulur. Benim kimliğimi Ezra biliyordu, onun kimliğini de Mesmea’nın danışmanlarından birisi biliyor. Mutlaka benim Xilmari’de kaldığımı ona söyler ve buraya gelir.”

Carter’ın kendisini geriye attığını gördüm. Hayretle “Xilmari’de iki kutsal büyücü mü olacak?” dedi ve Arthur’a döndü. “Hayal edemedim.”

“Kız kardeşim kimseye dokunmaz Carter. O, bana benzemiyor.”

“Geleceğinden emin misin?” dedi Arthur.

“Saya çok ikna edici olabiliyor, gelecektir.” Hiçbir zaman güç kullanmayı sevmemişti ama konu beni görmek ve durumumu kontrol etmek olursa güçlerini bile bir kerelik açmayı düşünecekti. Buna gerek kalacağını sanmıyordum, kız kardeşim beni büyü kullanmadan da görmeye gelebilirdi. “Benimle konuşmak istediğini biliyorum, ne yapacağımı öğrenmek ister.” Hemen devam edemedim, Saya’nın ne düşündüğünü bilmelerini istemedim ama gerçekleri öğrenmeleri gerekiyordu, artık yalan yoktu. “Xilmari’nin yanında duracağıma inanmaz.”

“İnanmaz mı? Raeran bunu başlattı.” dedi Ezra.

Hemen konuşamadım. “Taraf tuttuğumu düşünmeyecektir.” Boğazımı temizledim. “Buraya geldiğimde herkesi öldüreceğimden emindi.” Sona doğru sesim kısıldı. “İki tarafında üzerine lanet gibi çöktüğümü bilir, hep böyle olmuştur. Eğer Xilmari’nin yanında olduğumu benim ağzımdan duymazsa asla inanmayacaktır.” Duysa bile inanacağını sanmıyordum.

“Bunu geleceği kurtarmak için yaptığını bilir.” dedi Carter.

Başımı iki yana salladım. “Umursadığımı sanmıyordur Carter.” Sözlerimden sonra beni tanımadan önce duydukları her şeyin doğru olduğunu anladılar. “Geleceği düşünmez, Iolrath ve Xilmari’yi de yoldan çekerdim, kimin haklı olduğunun bir önemi olmazdı. Saya hala eskisi gibi düşündüğümü sanıyordur. Beni görmek ve benden duymak zorunda, yoksa inanmaz.”

Saya, gücümü açtığımı düşünmüyor olmalıydı çünkü uykuyu bir kere bozmuş olsaydım hemen onun yanına giderdim ama ilerleyen günlerde sinirime yenileceğimi tahmin ettiğinden emindim. O, ablasını öfke nöbeti geçiren ve gözü dönen bir kadın olarak görüyordu. Saya, bütün inancımın tepetaklak geldiğini hala bilmemeliydi. Onun gözünde aynı Cassandra olarak kalmak istiyordum.

Arthur, “Seni onunla konuştururum.” dedi. “Karşılamada sen de olursun, benimle birlikte aşağı inersin. Seni orada göreceğini düşünüyorum.”

“Onunla herkesin içinde konuşamam.”

“Ezra, sizi odasına götürür.” dedi hemen. Yüzümü ekşittiğimi fark etti. Ezra’nın da yanımda olmasını istemiyordum çünkü Saya benimle açık açık konuşurdu. Cassandra yanındakilerin ondan korkmasını umursamaz diye düşünür ve eskiden yaptıklarımı da bir bir sıralar, anlatırdı. “Ne oldu?”

“Yok. Yok bir şey. Tabii, Ezra bizi götürür.”

Gülümsediğimde üzerime gelmekten vazgeçti.

“Bundan sonra yapılacak olan tek şey beklemek.” dedi Arthur ama eli kolu bağlı durmayacaktı.

Mesmea ve Raeran konusu burada kapandı. İçimi ferah tutmaya çalıştım, bir yandan da onları rahatlatıyordum. Carter başka bir noktaya değindi. “Raeran’ı bir kenara bırakırsak, eğer uyku süreci tamamlandıktan sonra herkese gerçekleri söylersen kara büyüye karşı bir olacaklarını düşünüyorum. Kimse buna göz yummaz.”

“Bu son seçenek.” dedim hemen. Ordudan haberi yoktu, birçok insanı ölüme yollayacağımı bilmiyordu. “Eğer ben ve Saya durduramazsak diğerlerine ihtiyacım olur.”

George alay ediyor gibi “Sen kara büyücüleri zaten öldürüyorsun.” dedi. “Kolaylıkla.”

İç geçirdim. “Bu aynı şey değil. Durdurmam gereken kara büyüyü kullananlar değil, kara büyünün kendisi olacak. Nasıl işlediğini biliyor musun?” diye sorduğumda hiç kimseden ses çıkmadı. “Bilmiyorsun çünkü onu kullanmadın ama ben kullandım. O kadar kolay değil. Seni insanlıktan çıkarıyor.”

Hepsi şaşırdı, Cassandra’nın kara büyüye ihtiyacı olabileceğini düşünmemişlerdi.

“Kullandın mı?” dedi Arthur karşısında durduğu güce bir aralar sahip olduğumu düşününce.

“Sadece birkaç kere. Bende büyücülerin üstünde bıraktığı etkiyi bırakmıyor.”

“Sen neden kara büyü kullanırsın ki?” dedi Carter.

“Zihin kontrolü.” dedim ama sadece bu değildi. “Hafıza silmek, bağlamak ve büyük büyüleri kolaylıkla yapabilmek. Xin’i de kara büyüyle güçlendirdim ama üzerinde kara büyü taşımıyor, hepsini temizledim. Aklım onun aklıyla bir, bu kolay bir büyü değil.”

Ve bir başka canavarı da aynı şekilde yaşama döndürttüm diye içimden ekledim.

Kaşlarını kaldırıp indirdi, devamının da olduğunu anladı. “Çok fazla kullanmışsın Cassandra.” dedi Arthur hoşnutsuz bir sesle.

“Etki etmiyor. Benim aklımı bulandırmıyor.”

“Benim bildiğim her şeyi biliyorsun ve birden etkilemeyeceğinin farkındasın. Ne kadar kullanırsan kurtulması o kadar zor olur.”

“Artık kullanmıyorum Arthur. Asla kullanmayacağım.” dedim güven vermek için.

Yarım saat kadar konuştuk. Cassandra’ya sormak istedikleri her şeyi sorular, hiç çekinmediler. Güçlerimi ne zaman açabileceğim bile soruldu ama onlara net bir zaman dilimi veremedim, zamanı gelince anlayacağımı söyledim. Arthur bir yerden sonra sessiz kaldı ve arkasına yaslanıp göz kırpmadan beni izledi, dinledi. Arada sırada gözlerim ona kaydı. Bakışları haftalar öncesinde ikimiz konuşurken nasılsa aynı o şekildeydi.

İlk defa kendimi eskisi gibi korkutucu Cassandra olarak hissetmedim ve ilk defa benden çekinilmemesi hoşuma gitti, onların sorularına cevap olabilmek tatmin etti.

Konuşmalarımız bittiğinde şövalyeler dışarı çıktı, en sona Ezra kaldı. Ayakta, kapının hemen önünde durup karşıma geçti. Arthur’un masanın yanında olduğunu görünce kulağıma doğru eğildi. “Arthur düşüncelerini değiştirmiş ve diğerleri de hala aynı kadınla konuştuğunu biliyor. Başaracağını söylemiştim. Çok iyi gidiyorsun Cassandra.”

“Bu benim başarım değil, senin başarın.” dedim çekilmeden önce. “Onlara neler söylediğini tahmin edebiliyorum.”

“Yanlış olan hiçbir şey söylemedim.” Ezra son kez tebessüm etti ve kapıyı kapatıp bizi yalnız bıraktı.

Derin bir nefes alıp prense döndüm. Göz göze geldiğimizde hafif terlemiş olan ellerimi elbiseme sürttüm. Odanın ortasına kadar ilerledim. “Ben gidemiyorum çünkü çalışıyorum.” diye mırıldandım.

Masanın üzerinde kalmış olan günlüğe gözlerim değdi. Kaldırmak için birkaç adım attım ama Arthur masanın önünden çekildi, hareketiyle beni de durdurdu. “Yine şaşırtıyorsun.” dedi karşıma doğru yavaşça ilerlerken. “Adın ne olursa olsun, beni sürekli şaşırtıyorsun.”

Koskoca odanın tam ortasında kaldık. “Ne demek istiyorsun?”

“Söylediğin hiçbir şeyi söylemek zorunda değildin, yaptıklarını yapmak zorunda değilsin.” Bakışları uzak görünüyordu ama onun içten konuştuğunu sadece ben anlayabilirdim. İçindeki öfkesinin söndüğünü görebiliyordum, Cassandra olduğumu öğrendiği günden çok uzaktı.

“Kimse ne yaptığımı bilmiyor Arthur.”

“Herkesin öğrenmesinin önemi yok Cassandra. Ben biliyorum. Sen yapmak zorunda değildin.”

“Ben bunu yapmak istediğim için yapıyorum, zorlama olmadan. Kara büyü olmasaydı bile yardımcı olacaktım çünkü Xilmari’ye değer veriyorum, burada değer verdiğim birçok kişi var.” Nefes çektim. “Sen de onlardan birisin.”

Dudaklarımdan dökülen son cümleye şaşırmasını beklemiştim fakat ne duruşunu değiştirdi ne de yüzündeki ifadeyi. Hiçbir şey demedi. Dürüstlüğümün ve içimden geçenleri açıkça söyleyebilmemin onu şaşırttığını biliyordum ama dışarı yansıtmıyordu.

“Şunları kaldırayım.” diye mırıldandım.

Masadaki günlükleri gösterdim. Hızlı adımlarla yanından geçecektim fakat Arthur yanından tam geçerken kolunu kaldırdı, elini karnımın üzerine koydu ve yürüyüp gitmeme izin vermeden beni kendisine çekti. Kolunu tamamen belime doladığında göğsüm göğsüne dokundu. Bu kez şaşıran ben oldum.

Avucunu sırtıma açık bir şekilde tutuyor, kıpırdamama müsaade etmiyordu. Aşağı eğildi, çekici bir güzellikle fısıldadı. “Sana olan sinirim sebebi Cassandra olman değildi.” İlk defa bu konu hakkında açıkça konuşacaktı. Gözlerine bakmak için başımı kaldırdım. “Sana olan sinirim sana kapıldığımı bildiğin halde çekip gideceğini söylemendi. Her şeyinle beni çektiğini biliyordun ve benim gerçek olmayan bir kadına hayran kaldığımı bile bile bu yalana devam ettin.”

Uzaklaşmak istemedi, sadece yüzümü görmek için çekildi.

“Ama haklıydın, ben başından beri Cassandra’yla konuşuyordum. Aynı kişi, sadece adı farklı.”

Ben onun düşündüklerini en başından beri biliyordum. Ava’yı değil, benimle konuşmayı sevdiğini en başından anlamıştım ve asıl canımı acıtan Cassandra’yla konuşmayı sevdiğini bilmiyor olmasıydı.

“Sen gücü seviyorsun Arthur.” diye mırıldandım. “Ama ilgimi çeken bu gücü kendine istiyor olman değil. Sen bunu izlemeyi seviyorsun. Sadece büyü değil, güçlü olmak için büyüye ihtiyaç yok. Zaten elindeki gücün farkındasın ve çok daha fazlasını yapabileceğini bildiğin halde kendini kaybetmemek için bunu kullanmıyorsun. Farklı olanı sadece kendine istemiyorsun, başkalarında görmeyi de seviyorsun. Sana olan ilgimin en büyük sebebi de bu.”

Benden korkusu yoktu, belki de yıllardır Cassandra’dan korkmuyordu. Büyünün kullanıldığını izlemeyi seviyordu, onun için göz kırparak her yeri ateşe verebilmem dehşete düşüren bir korku değildi, tapılası bir güçtü.

Elini yavaşça kaldırıp yüzümün önündeki dalgalanmış bir tutam saçı kulağıma sıkıştırdı ama elini çekmedi, parmağının dışı yanağımda dolaştı. “Büyü değil, senin düşüncelerin ilgimi çekiyor. Sen benim ilgimi çekiyorsun.”

Çenemin ucundan nazikçe tuttu ve başımı kaldırdı. Gözleri dudaklarıma kaydığında kalbim sadece birkaç gün önceki gibi hızla atmaya başladı.

Artık kim olduğumu biliyordu ve Cassandra’ya diğerleri gibi yaklaşmıyordu. Ne bir korku ne de bir çekingenlik vardı. Sadece öğrendiklerini kaldıramamış, birkaç gün üstüme gelmiş ve ardından kendisini geri çekmişti, öfkelenmişti. Haklıydı, ona başından beri hak veriyordum. Hiçbir şey yaşanmamış gibi davranmasını bekleyemezdim ve hatta çok daha büyük tepkiler göreceğimi düşünmüştüm.

Hazmettikten ve ona söylediklerimde tamamen samimi olduğuma inandıktan sonraysa tekrar karşıma aynı adam olarak çıkmıştı.

Koluyla beni sıktı, dudaklarıma doğru yaklaştı. Bu kez Ava olmadığımı bilerek beni öptü. Cassandra’nın kollarının arasında olduğunun gayet farkındaydı.

Küçük dokunuşuna tepkisiz kalamadım. Parmak uçlarımda kalkıp öpüşüne karşılık verdim. Bunu bekliyormuş gibi davrandığımın ve istekli göründüğümün farkındaydım ama tam aksine beni şaşırtmıştı, yaklaşmasını beklememiştim.

Duygularımı harekete geçiren fiziksel temas, düşüncelerimi hızla kenara attı.

Kollarımı boynuna doladığımda iki elini de belime koydu. Dudaklarımı araladım, yumuşak dokunuşu onun saçlarını kavradığım an değişti. Şu güne kadar birçok kişi bana yakınlaşmış, Cassandra olduğumu bilmeden hareket etmişti ama hiçbirisi onun gibi etkilenmemiş, sadece uzaktan görüp beğenmişti. Arthur ise başka duygularla bana dokunuyordu, bu dokunuş bambaşka hissettiriyordu.

Dudaklarımın her santimini öptü, dili dilimi okşadı. Geriye doğru adımlar atarken elleriyle beni çekti. Masanın yanına geldiğimizde ellerini kalçalarıma indirip beni kucağına aldı ve masanın üzerine çıkarttı. Geri çekilmesini istemedim. Eteğimi ittirip bacaklarımı ona doladım. Üzerime doğru geldi ama geriye yatmamam için sırtımdan tutuyordu. Boşta kalan eli bacaklarıma indi, dizlerimden başlayıp yukarıya kadar okşadı.

Ava’ya bunu yapamazdı. Cassandra olduğumu bildiği için dokunuşu bile değişmişti.

Kim olduğum hiçbir şey değiştirmiyordu. Bu durum Ava için tehlikeliydi, Cassandra’ya ise yasaktı.

Koskoca yanlışın içinde kulaç atıyordum ama ondan ayrılmak istemiyordum. Bacağımı sıktığında dudaklarına doğru inledim, bir anlığına dudaklarını bıraktığımda fırsat bilip boynuma ıslak öpücükler bıraktı. Aşağı indi, göğsüme doğru yol aldı.

“Arthur,” dedim saçlarını sıkarken. “tehlikeli sularda yüzüyorsun.”

Yine de durmadı. Boynumdan yukarıya, çeneme doğru ıpıslak bir yol çizerek çıktı. “En başından beri tehlikeliydi.” dedi çenemin üzerinde. Konuşmamı istemiyor gibi dudaklarımı buldu, agresif öpücüğünden dolayı konuşamadım.

Nefesim kesilene kadar ondan ayrılamadım. Parmaklarımı dudaklarının üzerine koyup geri çekildim. “Şimdi kimi öptüğünü biliyorsun.” Hala onunla bu şekilde ilerlemem mümkün değildi. “Ve bunun ne kadar yanlış olduğunun farkındasın.” Elini eteğimin içinden bacağıma dokunarak çıkardı. Masmavi gözlerine sonu gelmeyecekmiş gibi baktım.

“Yanlışı yapan sadece ben miyim Cassandra?”

Ne diyeceğimi bilemedim. Ava’yken ondan kaçıyordum ve şimdi geriye dönmüştüm, yine kaçacaktım.

Dün bana gelmiş olması, davranışları ve en başından beri yaklaşıyor olması ama en önemlisi karakteri beni etkiliyordu. Adım ne olursa olsun bu etki devam edecekti lakin gerçeklere döndüğümde ben Cassandra, o ise prens Arthur’du.

Gözlerimi kıstım. “Çay istediğini duyuyor gibiyim. Gidip alacağım, sana da getireyim.”

Söylediğim saçma sapan cümleye yüzünü ekşitti, anlamadı. Fırsattan yararlanıp masadan atladım ama tam yanından geçerken beni durdurdu. “Cassandra bu şekilde mi kaçıyor?” dedi hoşnutsuz bir sesle. “Kutsal büyücünün hiçbir şeyden kaçmadığını sanıyordum.”

“Ben kaçmalıyım çünkü sen kaçmıyorsun.” dedim kapıya bakarak.

“Neyden kaçacağım?” Bu sözleri çıkıp gitme isteğimi tamamen yok etti.

Nefes verip yüzüne baktım. “Bundan Arthur. Benimle konuşmuyordun, sessizlik hoşuma gitmiyordu fakat bu…” Parmağımla ikimizi gösterdim. “bu başka bir şey. Kral olacaksın, hem de küçümsenemeyecek kadar güçlü bir kral… Ben ise Cassandra’yım. Bütün dengeyi kahinler adına sağlayan, vakti gelince kendi düzenini krallara belli eden kutsal büyücü. Benim taraf tutmamam gerektiğini biliyorsun, yanında olacağımı söylediğimden beri bunu garip karşılıyorsun, her şeyin farkındasın. Ben dengeysem herkes eşit olmalı. Eğer bana karşı bir şey hissedersen…”

“Sadece ben hissedersem mi?” Lafıma öyle bir müdahale etti ki hiçbir şey diyemedim.

Bir şeyler hissettiğimi ima ediyordu. Ona hiçbir şey söylememiştim ama içten içe kendime itiraf etmiştim. Beni her öptüğünde kalp ritmim değişiyordu, bana gözünü alamadan bakarken hayatımda ilk defa kızardığımı hissediyordum, ateş basıyordu. Fakat bunlardan haberi yoktu.

“Ben yıllardır duygularımı gömerek yaşıyorum, aynısını sen de yapmalısın.” dedim.

Ona ters gitmem hiç hoşuna gitmedi. Çenemden tuttu, bana doğru eğildi ve hızla dudaklarıma dokundu. Küçücük dokunuşa bile sanki bekliyormuşum gibi karşılık verdim. “Bana pek öyle gelmedi.” dedi dudaklarımın üstünde. “Bekliyorsun. Benim sana yakınlaşmamı bekliyorsun ve sonra devamını kendin getiriyorsun çünkü tek başına yapacak cesaretin yok.”

“Bu kadar olayın içinde bunları düşünmememiz gerekiyor Arthur.”

Sözlerimi işitiyordu, aklında tartıyordu ama umursamıyordu. “Neyden korkuyorsun?” Korku kelimesi bana pek yakışmazdı. Gerileyecek gibi oldum, uzaklaşmak istedim ama izin vermedi. “Hissetmekten mi korkuyorsun Cassandra? Gömülemeyecek kadar büyük hislere sahip olmaktan korkuyorsun.”

“Benimle bu şekilde konuşamazsın. Sen…” İğneleyici baktı, ona karşı Cassandra olduğumu kullanacağımı sanıp kaşlarını kaldırdı. Ne söylersem söyleyeyim başarısız sonuçlanacaktı. “Evet. Mutlu musun? Saçmalıyorsun ve benden de saçmalamamı istiyorsun. Gömemeyeceğim kadar büyük duygulara dönüşmesinden korkuyorum.”

İtiraf ettim ama hala içimde tutabileceğimi de belli ettim. Yalan olduğunu anlamayacaktı.

“İçimden geçenleri söylüyorum Cassandra.”

“Geçirme, düşünme.” dedim ve tutuşundan kurtulup karşısına geçtim. “Bahsettiğin her şey kural dışı. Benim hissetmem yasak Arthur. Ve senin bir prensese ihtiyacın var.” Son sözüme az kalsın gülecekti.

“Ava olsaydın da bunları söyleyecektim.”

“Senin sorunun da bu! Gerçekleri öğrenmemiş olsaydın da benden kaçman gerekiyordu.”

“Demek ki cevap sensin Cassandra, adının ne olduğu değil. Sensin. Senden kaçamıyorum.”

“Mantıklı düşünmüyorsun.”

“Mantıklı düşünmeyi reddettiğim tek konu da sensin.” dedi, kendisine engel olamadığını belli etti ve üsteledi. “Yaptığın her şeye hak veriyorum, bana Cassandra olduğunu söyleyememene, Ava olarak yanımda durmana ve saklanmana… her şeye hak veriyorum Cassandra. Ama söz konusu sen olunca ne yaptığımı bilmiyorum.”

Aklım bambaşka çalışıyordu. Eğer o en başta Cassandra olduğumu bilseydi belki de sırf çıkarları için bana yaklaşacaktı. Cassandra onun yanında olursa Arthur’un sözünün üstüne söz söylenemezdi, kimse kararını sorgulayamazdı. Raeran bile boyun eğerdi. Fakat bütün benliğimle biliyordum ki; o, bana Cassandra olduğum için yaklaşmıyordu.

“Ben yapmam gerekeni yapmak zorundayım ve sen kutsal büyücüye ilgi duyuyorsun, bunu itiraf ediyorsun.”

“Bana sürekli kim olduğunu hatırlatacaksın.”

“Hatırlamaya ihtiyacın var gibi.” Küçük bir öpüşme, derin bakışlar çok başkaydı, onun bana söylediği bambaşka.

“Ağzından çıkanlarla hissettiklerin asla uyuşmuyor.” dedi farkına varmamı istiyor gibi. Konuşuyordum, hayır demeye çalışıyordum ama o itiraf etmediğim her şeyin farkındaydı.

Gözlerimi yumdum. “Bana biraz izin verir misin?” dedim, bu konuşmayı şu an yapamayacaktım. “Düşünmek istiyorum. Sana yardımcı olayım, bu dertlerden kurtulalım veya buna çabalayalım… daha sonra konuşabiliriz.”

Konuşmaya devam etmek istedi ama devam ederse beni boğacağını fark etti. Başını belli belirsiz salladı. “Nasıl istersen Cassandra.”

Loading...
0%