Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. Bölüm

@leeseaa

Kraliçe Mesmea saraya yaklaştığında içeride gürültü koptu. Merdivenlerden seri adımlarla iniyordum. Hemen yanımda Carter duruyordu, Arthur’u bir adım arkasından dimdik takip ediyordu. Ben ise prense ve şövalyelere yetişmek istiyor gibi sadece merdivenlere bakarak ilerliyordum.

Arthur dediğini yapmıştı, sözünü tutmuştu ve beni de karşılamaya indiriyordu. Tekrar aynı ifadesi yüzündeydi, sanki hiçbir şey hissetmiyormuş ve her an herkesi yakabilecekmiş gibi duruyordu lakin beş dakika önce odasında bana gülümsemiş, aşağı inmeden önce saçlarıma dokunmuştu.

“Kral Ephraim!” Merdivenlerin aşağısına, koca heykelin önüne geçerken tam zıddımızdan bağırıldı. Arthur sağ taraftaki merdivenlerden inerken sol kısımdan Ephraim bütün ihtişamıyla yürüyordu. Pelerini ve üzerindeki kıyafetleriyle muhteşem görünüyordu. Ona baktığımda hasta olduğunu ya da geceleri uyuyamadığını asla düşünemezdim. Belli etmiyordu, her zaman güçlü durmaya çalışıyor ve namını yürütüyordu.

Arthur babasını gördüğünde başını eğdi, Ephraim ise heykelin önüne geçerken elini kaldırarak oğlunu bekledi. Arthur yanına gittiğinde Ephraim onun omzunu sıktı, tebessüm etti.

Arthur, kralla birlikte at arabalarının girişini heykelin önünden izlerken bir anlığına durup bana baktı. Uzakta duruyordum, önümde bir sürü kişi bekliyordu fakat bu kadar kişinin arasından bile bana baktığını görebiliyordum.

Ephraim Arthur’a doğru döndü. Oğluna bir şeyler söyledi fakat Arthur duymadı. Kral, cevap alamadığı için Arthur’un gözlerini takip etti ve o sırada benimle göz göze geldi. Hemen başımı aşağı eğdim, bakmıyor izlenimi verdim. Arthur benim hareketimi görünce gözlerini kırpıştırarak babasına sorusunun cevabını verdi. Ephraim, benimle hiç göz göze gelmemiş gibi davrandı, gülümsedi ama bir kere daha bana bakmayı ihmal etmedi.

Vakit geldiğinde şövalyelerle birlikte kral ve prens merdivenlere yöneldiler. Onlar aşağı indiğinde hemen harekete geçtim. Heykelin önünden geçtim, tepede durdum ve göz ucuyla gelenleri takip ettim.

Orman tarafından bir sürü araba aynı anda çıktı. Sarayın girişine gelene kadar atlar durmadı. Gelenler görüldüğünde bir koşuşturma başladı, yanımda duran herkesin gerildiğini hissettim. Arabalar sıra olacak şekilde sarayın ana kapısının önünde dizildi. Ortada duran, bir sürü atın çektiği ve göz alan at arabasının kapısı açıldı.

Kraliçe Mesmea daha kimse yanına gelemeden hızla arabadan atladı. Gözlerimi ondan alamadım. Üzerindeki ince zırhı, belinde kendisine özel olarak dövülmüş kılıcı ve tepeden topladığı taçlarının tam ortasına iliştirdiği minicik tacıyla oldukça sıradan ama korkutucu görünüyordu.

Ephraim, onu gördüğü an gülümsedi fakat Mesmea çok daha önce davrandı. “Ephraim!” Sesi her yeri doldurdu. Mesmea, Ephraim’in elini öyle bir sıktı ki Ephraim eğilmek zorunda kaldı. Kraliçenin sert tutuşu Arthur’u da gülümsetti.

Onlar gülümsemeler eşliğinde ilk karşılaşmayı gerçekleştirirken gözlerim hemen arabalara doğru kaydı. Herkes aşağı iniyor, bir sürü hediye indiriyordu. Bu kadar kalabalığın içinde gözlerim sadece kız kardeşimi arıyordu ama onu görmek neredeyse imkansızdı.

“Onur verdiniz Kraliçe Mesmea.” Arthur’un sesini uzaktan duyduğumda kardeşimi aramayı bıraktım.

“Beni Modgrak’tan çıkarabilen tek sharlar sizlersiniz.” dedi kraliçe gülümseyerek. Cana yakın, sert ve beklenmedik davranışları vardı. Hiçbir çekincesi yok gibi duruyordu. İki elini de beline koyup arkasındaki kargaşaya baktı. “Ufak bir hediye daha.” dedi indirilen sandığı göstererek. Kemik kıranla doldurulmuş bir sandık olduğundan emindim, kraliçenin gülüşünden anlaşılıyordu. “Uzun bir yolculuk oldu ama gelmek için iyi bir sebebim vardı.”

Ephraim ona sarayı gösterdi. İkisi yan yana küçük sohbet ve bol gülümseme eşliğinde yukarı çıkmaya başladı. Arthur onlar yanından ayrıldığında aşağıda kalanlara talimat verdi, her şeyin çabucak taşınmasını istedi. Kral ve kraliçe yanımdan geçerken dizlerimi kırıp selam verdim.

Onlar geçtikten sonra arkamı dönüp Ezra’yla göz göze geldim. Yanımdan onlarca büyücü geçti ama benim gözlerim siyah saçlar ve yeşil bakışları arıyordu. Ezra başını Saya’nın gelip gelmediğini anlamak için iki yana salladığında omuzlarımı kaldırıp indirdim.

Carter da hemen sağımızda bekliyor, gelenleri izliyordu ama o da bana doğru kaçamak bakışlar atıyordu.

Carter’a Saya’nın gelmediğini belli etmek için uzunca bakıp başımı salladım. Merdivenlere arkamı gördüm, hala aşağıdan Arthur’un sesi geliyordu. Yukarı çıkmak için eteklerimi tuttum, Ezra’nın yanından geçecektim fakat omzumda belli belirsiz bir dokunuş hissettim.

“Affedersiniz, mutfağı arıyordum.” Ses kulaklarıma dolduğunda yüzümdeki kaslar gevşedi.

Hızla arkamı dönünce kız kardeşimle göz göze geldim.

Yeşil gözlerinde ışıltı, yüzünde bir gülümseme vardı. Tebessüm etmemek için kendimi tuttum.

Ezra bir basamak tepemdeydi. Saya’nın bakışları ona da uğradı ama hemen beni geri buldu. “Bu taraftan.” dedim hemen.

Yukarı çıkmadan önce son kez aşağı baktım ve Arthur’un bana, ayrıca kardeşime baktığını gördüm. Carter ise biz iki adım attığımız an yerinden ayrılmıştı. İkisi de Saya’yı gördü, artık onun yüzü de sır olmaktan çıktı.

Saya arkamdan ilerlerken kendimi bir an oyunun içinde değilmişim gibi hissettim. Cassandra ve Saya olarak sarayda bulunduğumuzu hayal ettim fakat merdivenlere tekrar çıkan prens ve peşimizden gelen şövalyeler bu hayali hemen yok etti.

Kapının önündeki kalabalık azaldığı an sola dönüp koridora yöneldim. Saya bir adım arkamdan geliyordu ama Ezra yanımdaydı. Omzumun üstünden arkama baktığımda Philip ve Carter’ın da belli mesafe bırakarak takip ettiğini gördüm. Ezra kalabalığın içine girip hiç dikkat çekmeden bizi yukarı çıkardı.

Saya çevreye mümkün olduğunca bakmıyor, başını saçlarının arasına gizliyordu.

Gülümsedim, biraz yavaşladım.

“Geleceğini biliyordum.”

“Şüpheye düşmen beni şaşırtırdı.” diye mırıldandı.

Ezra’nın odasına gidene kadar bir daha konuşmadık. Ezra, Saya’ya bakıp içeriyi gösterdi. Kız kardeşim beni beklemeden Ezra’nın minik çalışma odasına girdi, hemen ardından ben hareketlendim fakat kapı kapanmadı, Carter ve Philip de bize dahil oldu.

Saya onların içeri girişini kaşlarını çatarak izledi.

“Sorun yok.” dedim kapının kapandığını duyduğumda. “Biliyorlar.”

Saya’nın ağzı açık kaldı, kimliğimin bu kadar kişi tarafından bilinmesine çok şaşırdı. Bıkkınlıkla bir nefes verdi, şimdilik durumu kenara attı.

“Cassy,” Kollarını kaldırıp bana doğru koca iki adım attı. Sarılmasına hemen karşılık verdim. “seni özledim.”

“Ben de seni özledim Saya. Bu bir ilk.”

Kıkırdadığını duydum. Omuzlarımdan tutup geriledi. “Seninle gurur duyuyorum. Hiçbir şeyi bozmamışsın.”

“Her şey olması gerektiği gibi.” Onun gözünde burayı çoktan yok etmiş olmalıydım.

Saya’nın gözleri hemen arkamda hazır ol da duran adama kaydı. “Ezra?” dedi işaret edip.

Ezra başını eğdikten sonra arkamdaki iki şövalyeyi gösterdim. “Philip ve Carter,” Onlar da aynı şekilde selam verdi ve hemen ardından minik kapı bir daha açıldı.

Gelen kişiyi aynı anda gördük, aramızdan sadece Saya hızla tepki verdi ve eteklerini tutup eğilmeye yeltendi. Onu kolundan tutup eğilmesini engelledim. “Arthur?” dedim şaşırarak. Saya elleri eteklerinde kaldı, bir bana bir de prense baktı. “Biliyor.”

Arthur içeri girdi, kapıyı kilitledi.

Saya gözlerini ondan çekemedi. “Biliyor ve yaşıyor mu?” Hayretle konuştuğunda hepsi bana anlamsızca baktı. Saya oldukça rahat davranmaya devam etti. “Nasıl buna izin verirsin?” Kimlerle aynı odada olduğumuzu hatırlayınca onlara döndü. “Cassy, kimliğinin bilinmesine izin vermez.”

Ona kocaman gözlerle bakıp kaşlarımı kaldırdım ama anlamadı. Odada onlar yokmuş gibi davranıyordu çünkü ben bunu yapardım, tepede olduğumu hatırlatır ve canımın istediğini yapıyormuşum izlenimi verirdim. Kardeşim onlara karşı sergilediğim tutumdan şu an habersizdi.

“Prens Arthur, yanlış anlaşılmak istemem fakat Cassandra kendisini riske etmez.”

Saya’yı boş verdim ve Arthur’a döndüm. “Senin Mesmea ile olman gerekmiyor mu?”

“Dinlenecek.” dedi Arthur tek kelimeyle. Saya ise onunla bu kadar rahat bir şekilde konuşmamı dehşetle izliyordu.

Boğazımı temizledim, boşluğa düşmüş gibi görünen kardeşime hemen her şeyi açıkladım. “Öğrendiler, öğrenmek zorunda kaldılar. Birçok şeyi biliyorlar Saya.” Sadece orduyu bilmediklerini, kalanları öğrendiklerini açıkladım. Uyku dahil olmak üzere, Ezra ne kadar bilgiye sahipse onların da o kadar bildiğini fark etti. “Konuşabiliriz. Ağızlarından bir şey kaçmayacak.”

Saya küçük tabureye oturdu. “Bir ay dayanırsın sanmıştım ama beni çok şaşırttın.” Karşı çıkamadım çünkü doğru söylüyordu. Saya şövalyelerin ve Ezra’nın bizi kontrol amaçlı geldiğine inanıyordu ama tıpkı benim gibi umursamıyordu.

“Konuşmamız gerekiyor Saya.” dedim hızla.

“Bence de.” dedi. “Buraya gelmek zor olmadı, Raeran’ı duyduğum an gelmem gerektiğini zaten anladım. Uykuyu bozacağından neredeyse emindim Cassy, beni korkuttun. Ben bile bu şekilde yaşamaya zorlanıyorum ve sen…” Eliyle beni gösterdi. “tebrik etmem gerekiyor. Bunca aydır ne yapıyordun?”

Hemen cevap veremedim, dudaklarımın arasından mırıltı gibi kelime kaçtı. “Hizmetçilik.” Saya kıkırdadı. “Prensin getir götürü.” Gülümsemesini bastıramadı.

“Ah, harika.” dedi Arthur’a bakarak. “Bunu görmek isterdim.”

“Saya.”

“Affedersin.” dedi. Benimle yalnızken nasıl konuşuyorsak o şekilde konuşuyordu. Konuya dönmek istiyor gibi elini salladı. “Uğursuzluk getiren karga sürüsünü herkes duydu. Mesmea, Cassandra’nın Raeran’ın fikrinden hiç hoşlanmadığını düşünüyor.”

“Ben de bunu konuşacaktım.” dedim ve karşısındaki tabureye geçtim. Arkadakiler de hala bizi dinliyordu, duymaları gerekiyordu. Saya’yla geçirdiğimiz günleri konuşmak, ne yaptığını sormak istiyordum ama bu kadar kalabalıkken ilk önce konuşulması gereken onun buraya gelme sebebiydi, Raeran’dı. “Eğer kötüye giderse taraf tuttuğumu açıklayacağım.”

Saya dik oturuşunu bozdu. “Ne?” dedi. “Cassy, sen taraf tutmazsın.”

“Zorunda kalırsam.” diye düzelttim ve Arthur’un gözleriyle buluştum.

Saya mırıldandı. “Cassandra’nın taraf seçtiğini herkes duyarsa Raeran kalesinden asla çıkamaz. Onu korkutur.” Sonra bana imayla baktı. “Ya sonra?”

“Sonrasını kara büyüden sağ çıkarsak düşünürüm Saya.”

“Düşünemezsin.” dedi hemen. Tepkisiyle yüz ifadem değişti, ciddiyete büründüm. “Alınma Arthur ama Cassandra’nın Xilmari’nin yanında olduğu duyulursa bu seni dokunulmaz yapar. Kara büyüden sağ çıktıktan sonra bütün dengeler değişir. Bunu düşünmüş olmalısın Cassy.” Kendince haklıydı ama Arthur’u tanımıyordu. Arthur, ben yanında olduktan sonra Cassandra adını kimseye karşı kullanmazdı.

Saya’ya düşüncelerimi belli etmek istemedim, Arthur’a güveniyorum demedim.

“Haftalardır kafa patlatıyorum Saya ve başka bir çıkış göremiyorum. Eğer bir önerin varsa dinleyeceğim.”

Sadece birkaç saniye düşündü. “Hayır, haftalardır düşünüyorum ama ben de uykuyu bozmadan buradan bir çıkış yolu bulamadım.”

“Belki de uyku bittikten sonra herkese Xilmari’nin yanında olmamın sebebinin kara büyü olduğunu ve savaşı durdurmak için bunu söylediğimi açıklarım.” dedim onun içini ferah tutmak için ama samimi değildim. Carter’a ve diğerlerine baktım, anlamalarını umdum.

Başını yavaşça salladı. “Bunu konuşuruz Cassy, yalnızken.”

“Ne zaman gidiyorsun?”

“Bu akşam Modgrak’a geri dönen arabaya binmem gerekiyor.” Burada bir işi yoktu, gelmesi bile mucizeydi. “Sen ne yapacaksın?” dedi kaçamak bir bakışla. “Hafızaları silecek misin? yüzünü gördüler Cassy.”

Dilini tutamadı, açık açık konuşmanın beni rahatsız etmeyeceğine inandı. Arthur masaya dayanmıştı, Saya’nın savaş hakkında konuşmasını bekliyordu. Masmavi gözleriyle buluştum. “Bakacağız.” dedim ama yine hayır demek istediğimi anlasın istedim.

Saya şövalyelere ve en son Arthur’da göz gezdirdi. “Neden burada olduğunu biliyorum.” dedi tebessümle. “Kraliçenin ne düşündüğünü öğrenmek istiyorsun. Cassy sana kim olduğunu söylemişse benim de kiminle kaldığımı çekinmeden açıklamıştır. Mesmea, Xilmari’nin yanında duracak. Hem de her zaman. Bir an bile tereddüt etmedi.”

“Kayıp olmadan bitmesini umuyorum.” dedi Arthur.

“Hepimiz bunu umalım.” Saya gülümseyerek bana döndü. “Eğer karşı karşıya gelinirse Cassandra ortaya çıkar. En son ne yaptığını hatırlıyorum da.” İçten bir gülümseme değildi. “binlerce insanı aynı anda…”

“Saya!” Hemen onu susturdum. Gördüklerini anlatmasını istemiyordum. “Ezra’yla iyi anlaşıyorum. Bunları duymasına gerek yok.”

“Ablamın neler yaptığını elbet duymuştur.”

“Saya…” Dişlerimin arasından adını söylediğimde ciddi olduğumu anladı ve arkasına yaslanıp sustu.

Tıpkı benim gibi parmaklarını tek tek vurdu. “Değişmişsin.” dedi. Kısık gözlerle bana baktıktan sonra. “Sonunda değişmişsin. Bir şeylerin farkına vardığına inanamıyorum.” Ezra’ya minnettarmış gibi baktı. “Yıllardır ona insanların veya büyücülerin hepsinin kötü olmadığını, belki de anlaşabileceği birileri olduğunu söylüyordum. Beni dinlemedi, görmesi gerekiyormuş.”

“Tam olarak öyle diyemeyiz.” diye mırıldandım.

“Bu odada Ezra’dan başka üç kişi daha var.” Arthur, Carter ve Philip’i kastetti. “Yaşıyorlar. Her şeyi biliyorlar… Jhann’dan sonra hayatına başkalarını da mı almaya karar verdin Cassy?”

Söylediği şeyi sonradan fark etti.

Ellerimi bacaklarımdan çekip hemen diğer tarafa baktım. Saya gülümsemeye son verdi, bana doğru eğildi. Ezra’yla göz göze geldikten sonra Arthur’a bakmak zorunda kaldım. Daha önce hiç duymadığı bir isim Saya’nın ağzından çıkmıştı. Kız kardeşim bile Jhann’ı sadece anlattığım kadar bilirdi ve onun bildikleri benim Jhann ile yaşadıklarımın sadece bir kısmıydı. Sonunda ne kadar üzüldüğümün de farkındaydı.

“Cassy,”

“Hayır.” dedim ama sesim tam olarak çıkmadı. “Alakası bile yok.”

Saya’nın gözlerine baktığımda bilinçsizce konuştuğunu ve Jhann’ı hatırlatmak istemediğini fark ettim çünkü Jhann’ın bana sadece üzüntü verdiğini biliyordu. Jhann’a güvenmiştim ve beni yarı yolda bırakmıştı, şövalyeler ise arkasını dönüp gitmezdi.

Göz göze kaldık. Saya, Jhann’dan hiç bahsetmemiş gibi davranmayı seçti. Eğilip elimi tuttu. “Benim de taraf tuttuğumu duyurmamı istiyor musun?”

“Hayır. Buna gerek kalmaz.”

Başını yavaşça salladı. “Alec’i de duydum Cassy. Axilya’nın tutumu her şeyi değiştirmeye yönelik ama Mesmea ondan çekinmiyor. En azından bu şekilde gösteriyor.” Bıkmış gibi durdu. “Bunu dediğime inanamıyorum ama sana Alec’i rahat bırak dediğim için çok pişmanım.”

Yüzümü buruşturdum. “Sana söylemiştim.” Alec’i tanıdığımı bilmiyordu fakat ondan hoşlanmadığımdan haberdardı. Her şeyi kız kardeşime anlatamıyordum. “Alec anlaşılacak birisi değil.”

“Keşke biraz daha üstüne gitseydin.”

“Bir şey fark etmezdi.”

İkimizin arasında sessizlik oldu. Arthur masaya yaslanmayı kestiğinde ona aynı anda döndük. Az önce ne kadar rahatsız olduğumu anlamış gibi duruyordu ve aklından Jhann’ın kim olduğunu geçirdiğini düşünüyordum. Yüzüm değiştiği an fark etmişti, gözlerini benden çekmemişti.

“Mesmea’nın yanına uğrasam iyi olacak, sizler de benimle geliyorsunuz.” dedi Philip ve Carter’a. “Tanışmak istedim ve tanıştığıma memnun oldum.” dedi Saya’yla göz göze gelerek. Saya hemen oturuşunu düzeltip gülümsedi.

“Asıl ben memnun oldum Arthur. Cassandra’nın burada kalmasını anlayışla karşıladığın için ayrıca teşekkür etmeliyim.” Onu parmağımda oynattığıma inandığından emindim. “Cassy yardım edeceğim dediyse mutlaka edecektir. Elinizdekinin kıymetini bilin.”

Arthur başını eğdi. “Evet, biliyorum.” Bana döndü. “Siz yalnız kalın. Ezra,” Başıyla işaret verdi ve herkesin odadan çıkmasını sağladı.

Saya ile yalnız kaldığımda hemen ayağa kalktım. Odada dolandım, az önce Arthur’un durduğu yerde durdum ve kollarımı birbirine dolayıp ona baktım. Saya’yı sadece birkaç aydır görmüyordum ve çok daha uzun günler birbirimizi görmediğimiz olmuştu fakat artık istediğim zaman yanına gidemeyeceğimi bilmek onu daha çok özlemem sebep olmuştu.

Bana gülümseyerek baktı. “Değişmişsin. Doğru görüyorum.”

“Memnun değil misin?” dedim muzip bir tebessümle.

“Oldukça memnunum.”

Saçlarımdan elimi geçirdim. “O zaman kardeşim, seni daha fazla sevindirmeyeyim… hiçbir şey değişmedi.” Saya’nın kaşları çatıldı. “Her şey aynı, ben aynı Cassandra’yım.” İç geçirdim. “Hala korkutan ve acımayan Cassandra… bozmaya hiç niyetim yok.”

“Onlara değer veriyor gibiydin.”

Başımı salladım. “Ezra’nın bana yardımcı olduğu doğru ve bunu görmezden gelmeyeceğimi biliyorsun ama o kadar.” Onun bilmesini istediğim bu kadardı. Ben bile Arthur’a hissettiklerimi çözememişken, başkalarını hayatıma bu kadar hızlı almaya alışamamışken, Saya’ya açıklama yapmayı istemiyordum.

“Güçlendiğini hissediyor musun Cassy?”

Gözlerim dalıp gitti. “Tek bir hareketle bütün dünyayı ateşe verecek kadar.” diye fısıldadım. “Beni etkilemiyor, ne kadar güçlendiğimi uykuda olduğum için fark edemiyorum ama içimde biliyorum Saya ve hiç sahip olamadığım bir güç benimle.” Gülümseyişim sadece ona yabancı gelmedi. “Buradan çıktığım an Cassandra’yı herkes tekrar görecek.”

Ayaklandı, endişelenmiş gibi göründü. “Senin sorunun da bu Cassy. Yakıp yıkmak… başka bir şey bilmiyor musun sen?”

“Adının korkuyla bağırılmasının ne derece tatmin edici olduğunu bilmiyorsun.” Hiçbir zaman Saya burada diye bağırılmamıştı, her zaman Cassandra görülür ve zikredilirdi.

Başını yana eğdi. “Evet… ablam hala burada. Hiç şaşırmadım doğrusu.”

“Ayak uyduruyorum Saya.” Parmaklarımı masaya vurdum. “Güçlerime ihtiyacım var. Delireceğim. Biraz daha böyle yaşarsam delireceğim. Belli etmemeye çalışıyorum, kendime bile yalan söylüyorum ama benim de sınırlarım var ve insan gibi yaşamak… iğrenç.”

“Dediğim gibi, ben bile dayanamıyorum.” Normal hayatında benim aksime büyü bile kullanmıyordu. “Az kaldı Cassy. Biraz daha dayan.”

Elimi salladım. “Adımı öğrenmiş olmaları işime geliyor. Her şeyi bana söylüyorlar, her şeye müdahale edebiliyorum.” Sinirim sesime yansıdı. “Uyku tamamlandığında Raeran’ı geberteceğim. Beni bu duruma soktuğu için pişman olacak.”

“Krallara dokunamazsın.”

“Doğmamış olmayı dileyecek. Cassandra’yı hiç görmemiş olmayı dileyecek. Benim sözümün üstüne söz söylememeliydi.”

Saya baştan aşağı bana baktı. “Sinirlisin.”

“Duruma öfkeliyim.” Elimin kolumun bağlı olması, istediğim tepkileri verememek ve bir başkasının arkasına sığınmak benim yapacağım şeyler değildi.

“Cassy,” Karşıma geçip ellerimi tuttu. “Raeran’ı değil, gelecek olan orduyu düşünmelisin.”

Saya’nın endişesini anlayabiliyordum. Benim de orduyu düşünmem gerekliydi, Raeran’ı bir kenara ittirmeliydim ama içimde bir yerlerde kara büyünün ordusunu durdurabileceğimden emindim.

“O kadar güçlü olacağız ki Saya…” Sesimin tonunu beğenmemiş gibi elimi bıraktı. “Sadece kara büyüyle doğan bir ordu değil, bütün dünyayı yerinden oynatabiliriz. Birlikte her şeyi yapabilecek kadar güçlü olacağız kardeşim.” Korkacağını, güce olan tutkumun gün yüzüne çıktığını sanacağını düşünmüştüm ama tepki vermiyordu. “Uyku tamamlandığı an kara büyü ordusunu tek bir hareketle yok edebileceğiz. Sonra ne yapacağım biliyor musun? Kara büyünün bir daha kullanılmadığından emin olacağım.”

“Hayallerini yıkmak istemiyorum Cassy ama her zaman birileri olacaktır.”

“Eğer onu kendisiyle vurursam bir daha karşıma çıkmayacaktır.” Ne demek istediğimi anlamadı. “Uykudan uyanmış kutsal büyücünün kara büyüyü kullandığını düşün. Nasıl da muhteşem bir güç olurdu...”

Geriledi, kocaman açılmış gözlerle bana bakarak kafasını iki yana sallamaya başladı. “Mantıklı konuşmuyorsun.”

“Ancak bu şekilde engelleyebilirim Saya. Senden bunu yapmanı istemiyorum ve kendim de dozu aşmayacağım.”

“Gücünün üstüne güç olmasın istiyorsun, tek gerçek güç olmak istiyorsun. Cassy, saçmalıyorsun.” Korkusu tamamen aklımı kaybedeceğimi sandığı içindi.

“Ben aklımı kaybetmem, ben her zaman düşünebilirim. Sürekli kullanacağımı söylemiyorum Saya, sadece kara büyüyü kendisini takip etmek için kullanacağım ve bir daha bizi rahatsız etmeyecek.”

Onun sevinmesi, benim ise güçle tatmin olmam gerekirdi ama Saya tahmin ettiğim gibi hiç mutlu görünmüyordu. “Bu, ablamı kaybetmek olur.”

“Hiçbir zaman beni kaybetmeyeceksin.”

Karşıma geçti, umut vermek istiyor gibi konuştu. “Bizden yukarıda kimse yok Cassy. Kara büyüye bulaşma, bırak kendi kendine kaybolsun.”

“Mümkün olmadığını biliyorsun, her zaman burada kalacak.”

“Cassy,” Boğazını temizledi, çatık kaşlarını düzeltti ve sakinliğini sağladı. “en güçlü büyücü olmayı, kahinlerle bile yarışmak istediğini biliyorum, sende doyumsuzluk var. Kendisini üstün gören bütün büyücülerden nefret ediyorsun ama bayrağı sen taşıyorsun.” Sözlerinin üstüne homurdandım. “Ben de seninle birlikte güçleniyorum. En güçlü büyücü olmak isterken benimle yarışmadığını biliyorum.”

Fevri davrandım, ona doğru gittim. “Saçmalama!” Saya bağırmamı beklememişti. “Sen asla benim engelim olamazsın Saya. Ben güçleniyorsam bu hem senin hem de benim başarımdır. Ya ben ya da sen… hiçbir şey fark etmez.”

Sinirlendiğimi görünce kıkırdadı. “Sakin ol, ben de aynısını söylüyorum.” Ondan bile farklı olmak istediğimi düşündüğünü sanmıştım, konu ben olduğumda bunu düşünmesini doğal karşılardım fakat Saya ona ne kadar değer verdiğimi biliyordu ve onunla kıyaslanmayı kabul etmezdim. O, zaten benim bir parçamdı.

“Tek ailem sensin Saya. Kara büyüyü ikimiz için de kullanacağım ve sonra bırakacağım. Her pisliği temizledikten, burayı arındırdıktan sonra ben de ona elveda diyeceğim. Senin kötülük dolu bir dünyada yaşamak istemediğini biliyorum.”

“Beni mi düşünüyorsun?” dedi alayla. Uzun uzun suratıma baktı. “Değiştiğini görüyorum ama değişmemişsin de… Cassandra hala burada.” Sadece Ezra’ya değer verdiğimin farkındaydı. “Diğerleri? Burada yaşayanlar hakkında ne düşünüyorsun? Eski Cassandra onları umursamaz, prensi içeri almazdı. Ezra’yı anlayabiliyorum ama şövalyeler…” Dudaklarını ısırıp merakla cevaplamamı bekledi.

Önüme döndüm, ne diyeceğimi bilemedim. Onlar da Ezra kadar önemli demek istesem de ağzımdan çıkmadı çünkü Saya’nın güvencesi bendim, harekete geçen kutsal büyücü bendim ve benim de insanlar gibi yaşadığımı öğrenmesini istemiyordum. Hayal kırıklığına uğramazdı ama ben kimsenin gözünde değişmemeliydim. Özellikle onun ve kahinlerin beni aynı Cassandra olarak görmesi gerekiyordu. Saya değil, benim müdahale eden olmalıydım ve eğer Xilmari’de kalbimin yumuşağına inanırsa bu yumuşaklığın devam edeceğini de düşünecekti.

“Onlar sadece shar.” diye fısıldadım. Saya bu sözlerime şaşırmadı ama içimde bir shardan çok daha fazlasıydılar. “Ama yardımcı oldular ve taraf tutmak zorunda kalırsam kendimi Xilmari’den yana göstereceğim.”

Saya bu yardımı mecburiyetten yaptığımı bilirse her şey daha kolay olurdu çünkü onları sevdiğimi kendime bile birkaç gün önce itiraf edebilmiştim. Jhann ile yaşananların bir kere daha yaşanmasını istemiyordum. Jhann kaybolduğunda Saya bana acıyan gözlerle bakmıştı. Buradan ayrıldığımda da aynı bakışları suratında görmek istemiyordum.

Dudağının kenarı kıvrıldı ve gözlerime baktı. “Her zaman yanında olduğumu biliyorsun değil mi Cassy?”

“Biliyorum Saya. Her zaman yanında olacağım kardeşim, son nefesime kadar.” Küçükken birbirimize kurduğumuz cümleler bir kere daha ağzımızdan çıktığında tebessüm ettim.

Bir kere daha tekrar etti. “Beni göremesen bile ben hep yanındayım, sakın bunu unutma. Her zaman, ne olursa olsun.”

Loading...
0%