Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26. Bölüm

@leeseaa

Önüme koca siyah şişe bırakıldığında başımı kaldırıp George’un gülümseyen suratına baktım. “Biliyor musun eskiden de bunu yapıyorduk ama bu şekilde değildi.” dedi George sandalyelere yönelip. Hemen Arthur’un yanında oturuyordum, benim hep oturduğum sandalyede Carter vardı. George şişeyi dudaklarına götürdü. “Prens saraydan kaçıyordu.”

Parmaklarımın arasındaki içkiden gözlerimi çekip Arthur’a kaşlarımı kaldırarak baktım. Bardağa koyduğu kemik kıranı önüne çekti, gülüyordu. Arthur cevaplamadığı için Philip açıklamak istedi. “Bambaşka kıyafetler, sıradan cübbelerle. Kasabaların içine farklı kimlikle girdiğimizde kimse prensin aralarında oturduğunu anlamıyordu. Küçük birkaç kaçamak, birçok insanın sıradan bir günüydü.”

“Öyle mi yapıyordun?” diye sordum.

“Bazen. Nadiren.”

Konuşurken prensin isteği adı altında yukarı çıkardığım yeşil üzümlere uzanmama baktı. Ağzıma bir tane üzüm attıktan sonra kemik kıranı bardağa dökmeden içmeyi tercih ettim.

Philip ben içki içerken ağzımın içine bakıyordu. “Ben de nasıl oluyor da Ava yüzünü ekşitmeden öz içebiliyor diye sorguluyordum.” Arkasına yaslandı. “Meğer Cassandra Modgrak’ta içki içmeye bayılıyormuş.”

“Belli edemezdim.”

“Ama şüphelendim.”

Gülümsedim, şişeyi bacaklarımın üzerine koyup arkama yaslandım. Üzümlere doğru elimi kaldırdığımda Arthur uzanamadığımı fark edip koca tabağı bana doğru çekti. Diğerleri konuşmaya daldığında ona baktığımı görüp bana doğru eğildi. “Yeşil üzüm?”

“Sana getirirken mutlaka içinden birkaç tanesini alırdım. Haberin bile olmuyordu.” En sevdiğim meyve, her zaman elimde bir salkım olurdu. Bu bilgiyi yıllar sonra bile hatırlayacakmış gibi baktı. Ben de ona doğru yaklaştım. “Bu kaçamak, gizli saklı plan… oldukça düşüncelisin.”

“Krallığımda bir kutsal büyücü kalıyor, onu rahat ettirmek benim görevim olmalı. Cassandra her ne kadar belli etmese de sürekli dolaşır, sürekli küçük hanlarda görülür ama kimse onu gördüğünü bilmez.” Kaşlarını kaldırdı. “Doğru bildiğime şüphem yok. İçki içmeyi seviyor.”

“Doğru biliyorsun.” Biraz daha yaklaştım. “Güzel bir kaçamak oldu ama çok riskli.”

“Büyüyü hissedebildiğini sanıyordum?” İmayla söyledi ve geri çekildi. Kapı kapalıydı, ses dışarı çıkmıyordu. Kimse içeri giremeyecekti ama zaten kat komple boştu.

Carter elindeki bardağı kaldırıp benimkine vurdu, sabahı unutmuş gibi davranmayı seçti. “Dün gece Mesmea senden konuşmuş.” dedi bana. “Cassandra’nın kendisine hiç uğramadığından bahsetmiş, Raeran’ın karşısına çıkacağını düşünüyor.”

“Beni tanıyor. Hal böyle olmasaydı da Raeran’a merhaba diyecektim.” Küçük bir yudum alıp şişeyi elimden bıraktım. Kemik kıranla bir geçmişim olsa bile hala aynı etkiyi bırakıyordu. Baş döndürücü bir sertliği vardı, Mesmea ise çok bonkör davranmıştı.

Philip deminden beri dönen konuşmaları sessizce dinliyordu. Bir şey söylemek istiyor ama bir türlü konuşamıyor gibiydi. Ağzındakini uzun süre yutamadı, gözlerini bana kilitlemişti. Aynı şekilde ona bakmaya başladığımda dayanamadı ve bardağı önünden ittirip masaya doğru eğildi.

“Bir şey soracağım.”

“Gayet belli ettin Philip.” Suratıma bakmaya devam edince sor der gibi elimi salladım.

“İlk günden beri kafamı kurcalıyor, ilk günden beri sormak istiyorum…” Henüz başı dönmüyordu fakat öyle konuşuyordu. Merakla devam etmesini bekledim ama sadece beni meraklandırmamıştı, yanımızdakiler ona dönmüştü. “Bana çölde ne olduğunu söyle.” dedi tek nefeste.

“Sana çölde ne olduğunu mu söyleyeyim?” dedim şaşkınlıkla. Bunu bana sorması hoşuma gitti, yüzüme de yansıdı. “Ne var ki çölde Philip? Ne duydun?” Onunla alay ettiğimi fark edince arkasına tekrar yaslandı.

“Lütfen.”

Kaşlarımı kaldırıp indirdim. “Büyük bir sır.”

“Ama öğrenildi.” Birazdan patlayacakmış gibi duruyordu. “Çölün ortasında bir orman var. Kurumuş toprağın içinde bir orman. İçinde bir şey var, sen öğrenilmesini engelliyorsun.” Şu ana kadar söyledikleri doğruydu. “Kabileleri durdurdun Cassandra. Ormanın yanından geçtikleri için.” Gözlerimi devirdim. Yıllar önce yaşanan ve sadece hikaye olarak anlatılan olaydan bahsediyordu. “Çölün ortasındaki küçük ormanın hemen girişinde kabile reislerinin hafızasını sildiğini söylüyorlar.”

“Yanlış. Hafızalarını silmedim, dillerini kilitledim. Sadece reislerin değil, hepsinin dili kilitli.”

Bu onu daha çok meraklandırdı.

İki grup çölün ortasında bir araya geldiklerinde ve ortalık kan gölü olduğunda ormana doğru çekilmeye başlamışlardı. Kimsenin içine girmeye cesaret edemediği orman Cassandra tarafından saklanıyordu. Kabile üyeleri o gün ormanın içinde ne sakladığımı görmüşlerdi. Hepsine değil, sadece bir kısmına şahit olmuşlardı ama görülmemesi gereken bir güzellik olduğu için hepsinin dilini kilitlemiş ve bilinmeyeni saklamaya söz vermiştim.

“Onlar gördüklerini unutmadı fakat kimseye anlatamıyorlar Philip. İçeride ne olduğunu sadece ben ve hayatta kalan üyeler biliyor. Anlatamıyorlar, bahsetmek istedikleri an dilleri tutuluyor.”

Şişeye sarılıp bir kere daha eğildi. “Lütfen Cassandra. Söz veriyorum kimseye bahsetmeyeceğim, benim de dilimi kilitle ama bileyim. Yıllardır bunu düşünüyorum.”

“Yıllardır bunu düşünüyor olamazsın.”

George başını salladı. “Yıllardır bunu düşünüyor. Doğru.”

Kıkırtıma engel olamadım. İçeride ne olduğunu asla bilmeyecekti, asıl saklananı göremeyecekti. Uyuttuğum ve kimsenin bilmediği canavar o ormanın içerisindeydi. Kabileler onu görmemişti çünkü içeri girmeye fırsatları olmamıştı. Philip’in bahsettiği bu değildi.

Arthur da Philip’i susturmaya çalışmadı ve ısrar etmesine müsaade etti. Kendisinin de meraklandığını görebiliyordum. Sır veriyormuş gibi yaklaştım.

“Tahmin et.” dedim.

“Koca bir akrebin içeride olduğunu duymuştum.” Başımı iki yana sallayınca dudaklarını büzdü. “Bir ejderha.”

“Bu evrende bir ejderha yok.” Lafa böyle girmemi beklemeyip kaşlarını çattı ama neyden bahsettiğimi anlamadı. Ben de açıklama gereği duymadım.

“Xin?”

Bir şey tutturunca başımı salladım. “Orada siaxlar olduğu doğru ama Xin ormanda değil, burada.” O merak ettikçe ben şenleniyordum. “Ayrıca benim evim orada.” Philip’in gözleri kocaman açıldı. “İçeride bir şato var ama yıllardır uğramıyorum.” İstediğini söylemeden önce “Eğer bu sırrı ağzından kaçırırsan seni pişman ederim.” dedim.

“Asla.”

Sadece onunla konuşuyordum ama sözüm hepsineydi. “Yüzyıllar önce nesillerinin tükendiğini düşünüyorsun. Zaten böyleydi, ta ki ben çürümüş bir yumurta bulana kadar. Tekrar yaşama döndürmek ne kadar zor oldu bilemezsin.” Philip’in gözleri kocaman açıldı, söylememi bekledi. “Kocaman kuşlar Philip… Argentavis. Bir insan kadar büyükler. Kabileler birbirine girdiklerinde seslerini duydular. Hepsi savaşmayı durdurdu ve tepelerinden geçen kuşları gördüler. İnanılamayacak kadar muhteşem güzelliktelerdi ama bilinmemeleri gerekiyordu. Bu yüzden dillerini kilitledim.”

“Ciddisin.”

Başımı eğdim. “Evet ve oraya girmeye kalkarsan siaxlara kurban gideceksin. İçeride bilmediğin bir sürü şey var, fazla tehlikeli.” Derin bir nefes çektiğini gördüm. “Rahatlamış gibisin.”

“Öğrenmek için can atıyordum.”

“Tekrar ediyorum, eğer bunu bir başkasından duyarsam…”

Elini söz veriyor gibi kaldırdı. “Benimle birlikte mezara gidecek Cassandra. Sana söz veriyorum.” Asıl amacım insanları oradan uzak tutmak, uyuyanı rahatsız etmemekti. Devasa kuşları herkes görmek isterdi, aptallık edenler olup ormana girmeye çalışacaklar mutlaka olurdu.

Arthur bardağı çevirirken aklına takılan cümlemi tekrar etti. “Ejderha burada değil?” dedi aradan ince detayı seçip. “Bu evrende değil…”

“Bunu ben bile açıklayamam.” diyerek iç geçirdim. “Kahinler bile bize bunu zar zor açıkladı.” Anlatabileceğim en basit şekilde anlatmaya çalıştım. “Ejderha, Vetrax’ın içinde.” Ne olduğuna aşinaydı, herkes Vetrax’ın bir başka dünyaya açılan kapı olduğunu bilirdi ama o kapıların her biri başka bir yere açılıyordu. Vetrax içinde bölünmüştü. “Ejderha, Vetrax’ın içinde yani burada hiç yaşamadı. Ayrıca ölü.” Gülümsedim. “Başka bir soru?”

“Cassandra’yı bulmuşken sormam gerekiyor gibi hissediyorum.” dedi George ama birden karşısına bu fırsat çıktığı için aklına bir şey gelmedi.

Carter içkisi dudaklarında gülümsedi. “Bir yere kaçmıyor ya.”

Bana göz kırptığında tebessümümü gizleyemedim. Burada tanıştığım ve vakit geçirdiğim ilk kişiydi, gözümde bambaşka bir yerdeydi. Vakti geldiğinde gidecek bile olsam buraya geri gelecektim ve bu kez istediğim gibi olacaktı. Ava olarak değil, Cassandra olarak buraya adım atacaktım.

“Vetrax’a geçtin mi?” dedi Philip, konuya hakimlerdi. Sadece, Vetrax onların gözünde ulaşılamayacakları bir konumdaydı.

“Geçmek mi? Bu neredeyse imkansız Philip. Denemedim bile.”

Küçük sohbetler eşliğinde Modgrak’ın meşhur içkileri içilmeye devam etti. Sınırımı bildiğim için diğerlerinin aksine oldukça yavaş ilerledim. Arthur da benim gibi arada sırada küçük yudumlar alıyor, dozu kaçırmıyordu. Burada kendisine hakim olamayan ve olmak istemediğini belli eden tek kişi George’du, hemen arkasından da Carter geliyordu.

Olağandışı tek şey Philip’in on beş dakikada bir devasa kuşların ortalama boyunu sorması, içeride kaç siax olduğunu öğrenmek istemesi ve ormanın içinde yaşayanların dışarı çıkmamasını nasıl sağladığımı sorması oldu. Beni boğduğunu sandı ama sadece gülümsetiyordu.

Daha fazla içki içmek istemedim, gözlerim yanmaya başladı. Son yudumdan sonra başımı silkeleniyormuş gibi salladım, fakat yaptığım büyük bir hata oldu. Alnımın kenarını sıktım, kemik kıranı ileri ittirdim.

“Benden bu kadar.”

“Benden de bu kadar.” dedi Carter, parmağının ucuyla bardağı ittirdi. Masaya düşecek gibi görünüyordu.

Philip onları beklemeden sandalyesini ittirdiğinde gıcırtı çıktı. Bir elini Carter’ın omzuna, diğerini de George’un üzerine koyup bize gülümsedi. “Çocukları yatıracağım.” İkisi de hiçbir şey demedi. Arthur’a bakıp başını eğdi. “Güzeldi, bana bir şişe ayır.”

Philip ilk önce George’u kaldırdı, ardından Carter’ı tuttu. Onlar ayağa kalkınca ben de yerimden kalktım fakat Arthur’la konuşmak istediğim için onlarla çıkmaya yeltenmedim.

Hiç konuşmadım, diğerlerinin çıkmasını izledim. Philip, George’u dışarı ittirdikten sonra kapıdan bize baktı. “İyi geceler lordum,” deyip bana döndü. “İyi geceler Cassandra.” Adımı dudaklarını belli belirsiz kıpırdatarak söyledi.

Üçü de çıktığında hemen Arthur’a döndüm. Kalmamı garipsemedi, bunu beklemiş gibiydi. Yürümekte biraz olsun zorlandığım için elimi destek amaçlı masada tuttum, ona doğru gittim. “İhtiyacım olan küçük bir kaçamaktı, bunu benim için yaptığını biliyorum. Teşekkür ederim lordum.”

“Buna gerek yok.” dedi, yarım bıraktığı bardağını eline aldı. “Herhangi bir isteğin burada kaldığın süre boyunca gerçekleşecektir Cass.”

“İsteklerinin gerçekleştirilmesi gereken kişi sen değil miydin?”

Tebessüm etti. “Aklından geçen birçok şey benimkilerle aynı, ters gideceğimiz bir durumla karşılaşacağımızı sanmıyorum.”

Elindekini aldım ve son yudumumu içip bardağı masaya bıraktım. Yutkunmakta zorlandığımı gördü. Kendi bardağını elinden çekmeme hiçbir şey demedi, gözünü ayırmadan gözlerime bakıyordu. “Bana bakıyorsun.” dedim.

“Bakıyorum. Sebebini de gayet iyi biliyorsun.” Omuzlarım düştü, adını mırıldandım. Gecenin bu kadarla kalacağını düşünmüştüm ama Arthur günlerdir geciktirdiğim konuşmayı artık ertelemek istemiyordu.

“Sen bir şey demeden önce ben konuşmalıyım.” dedim ona izin vermeden. “Gözlerini kapat ve düşün. Kral Arthur olacaksın, mutlaka bir gün babanın yerine geçeceksin. Sen Xilmari’yi yöneteceksin, ben ise Cassandra olacağım. Bunu söylemekten bıktım Arthur ama…”

“Jhann kim Cass?”

Lafımı bu şekilde bölmesini beklememiştim. Bütün ifadem değişti, bir adım gerilemek zorunda kaldım ve gözlerine bakamadım. O gün Saya konuştuktan sonra benim değişen ifademi ve sesimi fark etmişti. Sabah konusunu açmadığı için bir daha sormaz diye düşünmüştüm ama o doğru zamanı beklemişti.

“Sebebi o mu?”

Gözlerimi sıkıntıyla yumdum. “Arthur, Jhann çok başka birisi.”

“Ona güvenmediğin için, seni yarı yolda bıraktığı için mi kaçıyorsun Cass? Herkesin aynı olacağını düşündüğün için mi?”

Bağırmak, ondan konuşmak istemediğimi söylemek istedim lakin durum tam tersi olsaydı aynı soruları ona ben de soracaktım. “Jhann benim arkadaşımdı. Sadece arkadaşım. Yıllarca onunla görüştüm, Cassandra olduğumu bilmiyordu, sıradan birisi sanıyordu ve bir gün çekip gitti.” Hiçbir duygu barındırmayan bir ifadeyle dinliyordu. “Jhann’la yaşadıklarım sadece başta beni etkiledi, buraya geldiğim anda kimseyle samimi olmak istemedim çünkü aynısını yaşayacağımı düşündüm ama Ezra benimle konuştu. Jhann ve sen… çok farklısınız. Her anlamda.”

Aslında o kadar da farklı değillerdi ama dillendirmek istemedim. Jhann’a hissettiğim şeyler tamamen dostçaydı. Ölmüş bir dostluk.

“O zaman sorun ne Cass?” dedi, anlatmak istemediğimin farkındaydı. Sevdiğim özelliklerinden birisiydi, asla beni zorlamıyordu ve Jhann’ı öğrenmeye çabalamayacaktı. Konuşmadığımı fark edince bileğimden tutup beni kendisine çekti, hemen önüne geçtim. Elini yanağıma koydu. “Isrardan nefret ederim ve senin de hoşlanmadığını biliyorum. Fakat günlerce dil dökebileceğim tek konu sensin.”

“Arthur… bu çok mantıksız. Burada korkusuzca konuşabilen sensin ve aynısını ben de yaparsam çıkmaza gireceğiz.”

“Seni tutan ne?”

Söylediklerimin ve hissettiklerimin farklı olduğunu itiraf ettim. “Büyük bir hata olması. Çok ama çok büyük bir hata… Elle tutulabilir hiçbir yanı yok.”

Elini aşağı indirdi, tenimde gezdirdi. “Mantıklı olmaması gerekiyor zaten.” Söylediği ona çok ters bir cümleydi. “Uzaktan izledim Cass. Her zaman kendi ailemi küçük bir çocukken uzaktan izledim ve ne gördüm biliyor musun? Bana benzeyen koca iki insan. Baş başa kaldıklarında çocuktan farksız iki kişi. İdamların kralı, acımayan Ephraim bile annemin yanında başka birisine dönüşüyordu. Aynı hisleri birbiri için hisseden herhangi başka çifte baktığımda değişen tek şeyin kişiler olduğunu gördüm, duygular aynıydı. Tertemiz duygularla hareket eden iki kişi… Senin yaptığın gibi, benim yaptığım gibi.”

Babamın bana annemi anlatırken yaptığı hareketleri, gülümsemesini ve bir çocuk gibi heyecanla yaşadıkları anıları anlattığını anımsadım. Sadece o bir anlığına gülümsesin diye evin her yerini çiçeklerle kapladığını bile bana anlatmıştı.

“Bu belki de büyük bir hata olur ama hatasız yaşayabilen bir kişi bile bulamazsın.” Elini kolumdan aşağı indirdiğinde parmaklarını tuttum. “Onlar gülümseyebiliyordu, içten ve samimi bir şekilde ve en önemlisi sebepsizce gülüyorlardı.” Parmaklarımı dudaklarına götürüp minicik bir öpücük bıraktığında tebessüm ettim. “Her sabah seni gördüğümde olduğu gibi.”

“Söylediklerin bana hiç yabancı değil.” dedim çünkü gördüklerini ben de hayal dünyamda canlandırmıştım.

“Ne istiyorum biliyor musun Cassandra?” Ellerini belime koydu, fısıldadı. “Temiz duygularla, bencillik olmadan karşımdaki kadının yanında durmak istiyorum. Onun on saniye önceki gibi gülümsediğini görmek istiyorum. Bu yasak ve büyük bir hata diyorsun ama bu yasağın kuralını bile kendine sen koydun. Mutlu olmamak için elinden ne geliyorsa yapıyorsun. Bana bu şekilde yaşamak istediğini söyleme.”

Benden farklı değildi, hatta benimle aynıydı. Güvenmiyordu, yanında sadece birkaç dostu vardı ama hiçbir zaman bir kadını sevmemiş, onun için hiçbir şey yapmamıştı. Bugün yaptığıysa önümüzdeki birkaç saat gülümsememi, ileride hatırladığımda tebessümle anlatacağım bir jest olacaktı.

“Herkesin görmeyi beklediği kişi olmaktan yoruldum Cass.”

“Ben de yoruldum Arthur.”

Beni kendisine çekti. “O zaman kaçışım ol.” Saçlarımın üzerine dudaklarını bastırdı. “Doğru olması için mantıklı olmasına gerek yok.”

İçimden geçenleri söylemedim, onun yerine kollarımı kaldırıp ona doladım. “Çok saçma…” dedim başımı ona kapatıp. “Herkes Cassandra prensin yanında diyecek.”

Kendi söylediğime gülümsedim. Deseler ne olacak ki? Şu güne kadar demedikleri kalmamıştı.

“Ama söylediğin her şey doğru.” Sözlerime şaşırdı ve çekilip ciddiyetimi ölçtü. “Ne olacak Prens Arthur’un yanında dursam?” diye mırıldandım. “Zaten bunu yapıyorum.”

Beni tanıdıkça benden uzaklaşacağına içimdeki bir parça inanıyordu. Fakat diğer parçam ise bu duyguların mümkünmüş gibi katlanabileceğini düşünüyordu.

Önümüzdeki aylar Xilmari’de olacaktım ama benim düşünmem gereken önümüzdeki yıllardı. Eğer kara büyüden sağ çıkarsak ve Arthur’a aynı şekilde duygular beslersem, o zaman büyük bir sorunum olurdu çünkü o kral olacaktı ve ben bir gün yanında duracağı kraliçe asla olamazdım. Fakat düşünmek istemedim. Ne olacağını düşünmeyecektim, her zaman yaptığımı yapacak ve sadece yaşadığım ana odaklanacaktım.

“Duymayı beklediğin bu değil miydi?” dedim şaşırdığını görünce.

Gülümsemesi neredeyse utangaçtı. “Buydu.”

Onu beklemeden parmaklarımın ucunda kalktım, dudaklarına bu kez kendim dokundum. İçimde kaçamadığım her duyguyu itiraf etmek, Arthur’un istediklerini bana söylemesi, beni tamamen hafifletmişti. Masum istekleri bulunamayacak kadar değerliydi, kaçındığım duygular birçok kişinin tadamadıklarıydı.

Ellerini sırtımdan kaydırıp aşağı indirdi, bacaklarımı saran pantolonun üzerinden avuçlarının sıcaklığını hissettim. Beni kucağına aldı, geri geri yürüdü. Yatağına oturduğunda bacaklarım iki yanında açık kaldı.

“Benimle uyu Cass.”

Fısıldadığında kendimi geri çektim. Kollarım boynunda kaldı. “Ya birisi içeri girerse?”

“Sabah bizi görebilecek olan tek kişi Ava Bryann.”

Tekrar beni öpmeye devam etti, konuşmama fırsat vermedi. Düşünmeye fırsat yaratmak istedim, elimde olsaydı odasından zaten çıkmazdım fakat daha önce yaşadıklarıma benzemiyordu, daha önceki gibi hiç düşünmeden bir başkasıyla birlikte olmak istemiyordum.

Ellerimi göğsünden kaydırıp gömleğinin ucundan tuttum ve yukarı çektim. Aklım ve bedenim tamamen farklı hareket ediyordu. Üzerinden çıkardığım gömleği arkama doğru fırlattım ve üzerine doğru dizlerimin üstünde kalktım. Sırtı yatakla buluştuğunda ellerini kıyafetlerimin içine soktu, sırtımda gezdirdi.

“Uyurum.” dedim nefes nefese.

Yerimizi değiştirdi, kaldırdığım bacağımın üstünde avcunu gezdirdi. Saçlarıma parmaklarını sarıp dilimi emdiğinde vücudum ona doğru kalktı, dudaklarına doğru inledim. Üzerimden biraz kalkıp saniyelerdir çekemediği nefesi çekti. Pantolonuma bakıp gözlerini yumdu. Düşünceleri benimkilerle ortaktı ve yine aynı şekilde yapmak istediğini tıpkı benim gibi yapamıyordu. Dokunmaya devam etmek istediği aşikardı ama kendisini durduruyordu. Ondan bir an kopmak istemiyordum fakat aceleci davranmak her şeyi mahvedecek gibi hissettiriyordu.

Uzun bir öpücüğü dudaklarıma bıraktı. “Benden bıkacaksın Arthur Warren.”

Başını iki yana salladığında dudakları dudaklarıma sürttü. “Senden bıkmayacağım Cass. Mümkün değil.”

“Kiminle dans ettiğini biliyorsun, neler yaptığımı biliyorsun… Ne kadar tehlikeli olabileceğimin farkındasın. Yanında olsam bile olduğum kişiyi bırakamam Arthur. Ben acımıyorum, ben değişmeyeceğim. Bunu kabul edebilecek misin?”

Güçlerime kavuştuktan sonra onu görmeye devam edersem, Cassandra’nın çevrede dolaşacağını ve her şeyi aynı devam ettireceğini bilmek zorundaydı.

“Umurumda değil.” dedi ve beni öptü. “Ne yaptığın umurumda değil çünkü neden yaptığını biliyorum, hep biliyordum. Cassandra sadece gerektiği yerde ortaya çıkıyordu. Bilmediğin bir sürü şey var Cass, hakkında ne düşündüğüme dair bir fikrin yok. Cassandra’nın ne yaptığını hep takip ettim ama diğerlerinden bir farkım vardı; ben Xilmari’ye gelmemesi için dua etmedim çünkü gelseydi bile zarar verebileceği hiçbir şey olmayacaktı. Herkesin söylediğinin aksine, can sıkıntısından yakıp yıktığına inanmıyordum. Sadece kara büyünün adı geçtiğinde senin adın arkasından anılıyordu.”

“Takip mi ediyordun?” dedim inanamayarak. Tıpkı Ezra gibi konuşmuştu.

“Buraya daha önceden geldiğine emindim ama hiç kimseye dokunmadın çünkü sebebin yoktu. Mesmea’ya dokunmadın çünkü orada kötülük yoktu. Bu yüzden seni herkesten farklı tanıyorum.” Tekrar bir öpücük… “Ama istersen her yeri yok et, umurumda değil. Kime ne dediğini önemsemiyorum, eğer yanımda hala bu şekilde kalacaksan ne yaptığının önemi olmayacak. Cassandra tehdit etsin, müdahale etsin… ama yanıma geldiğinde herkesten sakladığı kişi olsun.”

Masmavi gözlerine uzun uzun baktım. Başımı yataktan kaldırıp ona uzandım. “Yanında durmamın değiştirmeyeceği tek kişisin.” Küçük bir öpücük bıraktım. “Başından beri farklıydın, beklediğim kişi olmadığını gördüğüm an başımın belada olduğunu anladım.” Dudaklarım dudaklarında kaldım. “Ama bu bana yasak olmalıydı.”

“Ne yasak olmalıydı?”

“Sevmek.”

Kendime itiraf ettiğim her şey yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Ona söyleyemiyordum ama Cassandra olduğumu öğrendiği gün bana olan bakışını gördükten sonra bütün dünyam başıma yıkılmış gibi hissetmiştim, ertesi gün olsun istememiştim. Ona belli etmesem, sanki umursamıyormuş gibi davransam bile Ava olduğum günlerden beri ona kapılıp gidiyordum. En baştan hata yapmıştım, en baştan onu öpmemeliydim ama dediği gibiydi, bu belki de bir hata değildi.

“Kendime koyduğum yasağı çiğnemek düşündüğümden daha güzel hissettiriyor.” diye mırıldandım.

“Bu yasak başından beri hatalıydı. Bunu benim yanımda fark etmen ise tamamen şans…”

Elini göğsümün üstünden sürterek aşağı indirdi, pantolonuma dokununca bir daha aynı şekilde durdu.

Doğrulurken vücuduma istekle bakıp geri çekildi. Gülümsememi saklamaya çalışırken “Kendi getirdiğim kıyafetlerden birini giymeme lordum laf etmeyecektir.” diye söylenip ayağa kalktım.

Kaçtım ama bu kez çok farklı bir sebepten dolayıydı.

Yatağın ortasında oturuyordu, gözleriyle beni takip ettiğini biliyordum. Dolaba doğru yürürken üzerimdeki gömleği hızla çıkardım ve yere attım. Çıplak sırtıma bakıyordu, ben ise gülümsüyordum. Sabah getirdiğim kıyafetlerden birini bakmadan dolaptan çıkardım ve ona dönmeden giyindim.

Rahatsız eden pantolonumu aşağı hızla indirdiğimde sadece onun uzun kıyafetiyle kaldım. Yatağa tekrar döndüm ve beklediğim manzarayı gördüm, beni izlemişti. Geniş omuzlarına, yapılı vücuduna ve dağınık saçlarında bakışlarımı oyaladım.

“Kapıyı kilitlemelisin.” dedim yatağa tekrar yürürken. Elini kaldırdığı an kapının kilit sesi duyuldu, içeri hiç kimse giremeyecekti.

Diğer taraftan dolaşıp yatağa oturduğumda belimin iki yanında ellerini hissettim. Beni kendisine çekti, yatağın ortasına doğru kaydım. Açtığım saçlarımı tek omzuma atıp boynuma bir öpücük bıraktı, nefesini üzerime üfleyerek “Korktuğun hiçbir şey başına gelmeyecek Cass.” dedi. Ona itiraf etmediğim terk edilme duygusunun üzerimde yarattığı baskıyı anlayabiliyordu.

“Biliyorum.” dedim başımı geriye atıp, burun buruna kaldık. “Her şeyin farkındayım.”

Dudaklarına küçük bir öpücük bırakıp kendimi geriye çektim. Boş tarafa geçtim, örtünün içine bacaklarımı soktuğumda yanıma geldi. Elini belimin üzerinde gömleğin içinden sokup yerleştirdi.

Sıradan bir uyku, benim gibi birisi için ancak bu kadar garip olabilirdi. Gülümsememe engel olamadım, başımı yastığa koydum. Kemik kıranın da etkisiyle uykuya dalmam oldukça kısa sürdü. Dapdaracık odam hariç Xilmari’ye geldiğimden beri ilk defa başka bir yerde uykuya daldım. Diğer gecelerin aksine sadece bir kere uyandım ama benim kıpırdanışım onu da uyandırdı. Sadece beş dakika uyku sersemi beni öptüğünü hatırlıyordum, mayışmış olsam bile kollarım ona sarıp dudaklarından kopamamıştım. Ansızın uyanışım tutkulu bir öpüşmeye dönüştüğünde ve Arthur çıplak göğsümü avuçladığında uykum açılacak gibi oldu ama devam etmedi. Beni kendisine çektiğinde göğsüne yattım ve sabaha kadar ikimiz de bir daha uyanmadık.

Loading...
0%