Yeni Üyelik
27.
Bölüm

27. Bölüm

@leeseaa

Kapıdan içeri girdiğimde Arthur’un masmavi gözleriyle buluştum. Sabah beni sadece beş dakika görebilmişti, yanından o kadar hızlı kalkmıştım ki şaşırmıştı. Koşarak odama geçmiş, üzerimi değiştirmiş ve Mary’nin yanına inmiştim.

“Günaydın lordum.” dedim kapıdan girerken. Ona bu şekilde hitap etmeme güldü, masaya çayını bırakırken yanıma geldi.

“Günaydın Ava.” deyip bana doğru eğildi ve dudaklarıma küçücük bir öpücük bırakıp beni şaşırttı. “Bu aceleci tavrını neye borçluyum?”

Uyandığımda kıyafetlerim omzuma kadar çıkmıştı ve Arthur’un bütün sıcaklığı sırtıma yayılmıştı. Yarı uyanık bir şekilde elini karnımda ve göğsümde gezdirdiğini hayal meyal hatırlıyordum. Koşmuştum çünkü yanından kalkmak istememiştim, tehlikeli duruma gelmeden çıkıp gitmiştim.

Gözlerimi kısıp imalı bir şekilde ona baktım. “Konuşturtma beni Arthur.” Gülümsemesi yayıldı.

Kalkarken düzelttiğim yatağın başına geçtim, yapmam gerekenleri hızlıca yaptım. Arthur ise henüz güneş bile yeni doğduğu için odada oyalanıyor, beni izliyordu.

Karşısındaki sandalyeye geçtim. Önüme kağıtların bir kısmını çektim. “Yapacak bir şey yok.” dedim ve ilk zarfı öylesine parmaklarımın arasında tuttum. “Prensin verdiği görevi yerine getirmek gerekiyor.”

“İyi tarafından bak Cass…” diye mırıldandı ve zarfı elimden çekip aldı. “Okumasaydın olanı biteni bilemeyecektin.”

“Doğru.” deyip parmaklarımı kağıtların içine sokup hepsini dağıttım. “Ayrıca beni daha çok görebilmek için bana bu şekilde işkence ettiğini düşünüyordum.”

Kağıtlardan gözlerini çekmeden aynı benim gibi “Doğru.” diye mırıldandı.

Tebessümle işime döndüm, ona özel olarak gelen her şeyi artık okuyabiliyordum. Yaldızlı ve tanıdık yazılı bir zarfa uzandığımda gülen suratım hızla yok oldu. Tepeye kaldırdım, üstündeki isme yüzümü buruşturmamaya özen göstererek baktım. Arthur hareketsizliğimi sezmiş gibi suratıma baktı, bir sorun olduğunu anladı ama bozuntuya vermeden gülümsedim.

“Prenses Cecilia.” dedim içini açmadan. “Şu zamanda sana yazıyor.”

Gözleri elimdekine kaydı, sesimin tonundan rahatsız oldu.

“Aç.” dedi. Ona uzattığım halde elimden almadı. Açmaya yeltenmediğimi görünce ellerini masanın üzerinde birleştirip almayacağını belli etti. “Aç Cass.”

İsteksiz bir şekilde içini açtım, hızla göz gezdirdim. Sinirle gülümsediğimi gördü. “Shara’ya bir davet, özel olarak prensesin kendisinden.” Kağıdı hızla ona attım. “Olanı biteni bildiği halde seni oyalıyor. Bu, Raeran’la ilgili değil, tamamen seni çağırmak için yazılmış.”

Arthur önüne fırlattığım kağıda bakmadı. “Sesin değişti.”

“Çünkü aptalca. Aptallığa tahammül edemiyorum.”

Arkama yaslandım. Cecilia’nın mektubunu eline alıp hiç okumadan diğer tarafa koydu. “Eğer kralla ilgili değilse beni de ilgilendirmiyor.” Gözüme girmek için yaptığı hareket kısmen başarılıydı.

“Ephraim’i ilgilendiriyor. Baban onu sana uygun görmüştü, bunu herkes biliyor.”

“Hiçbir zaman ısrar etmedi.” Neredeyse gözlerimi devirecektim ama tutamadığı bir şekilde dudakları kıvrıldığında konuşmaktan vazgeçtim. “Prensesten nefret etmenin tek sebebi merdivenlerdeki karşılaşmanız mı Cass? Daha birkaç gün önce benden kaçıyordun. Ondan hoşlanmadığını görebiliyorum ama bu duyguların birkaç hafta önce gün yüzüne çıkmış olmalı. Haftalar önce Cecilia’dan hoşlanmaman için pek bir sebep yoktu.”

Burnumu kırıştırdım, ona bakmadım. Ava olduğumdan beri Cecilia’dan hoşlanmıyordum, bunu belirtmesinin sebebiyse ta o zamandan beri içimde bir şeylerin olduğunu kendisine itiraf etmemi istemesiydi.

“Evet, yoktu.” diye mırıldandım.

“Emin misin?”

Omuzlarım aşağı düştü ve sıkılmış gibi ona baktım. “Herkes onunla evleneceğini konuşuyordu Arthur. Prensesin sana olan düşkünlüğünü de gördüm. Hem yemekte hem de merdivenlerin önünde.”

“Nerede?” dedi lafıma girip. İsteyerek ağzımdan kaçırmıştım. Dudağımın kenarını gösterdiğimde neyi gördüğümü anladı. Kaşlarını kaldırıp muzip bir gülümseme takındı. “Karşılığını gördün mü peki?” Cevap vermedim, gizlice izlememe takılmadı. “O zamanlar ilgimi çeken prenses değildi, her sabah gördüğüm başka bir kadındı.”

“Açıklamak zorunda değilsin.”

Beni gösterdi. “Öyle gibi hissettiriyorsun, bütün konuşman değişti Cass.” Kıskandığımı belli ediyordum fakat o gün de aynı bu şekilde hissetmiştim. Aynamın karşısında kendime bağırmış, kendimden ve saklayamadığım duygularımdan tiksinmiştim. Şimdiyse duyguları kabullendiğim için yanında gelen kıskançlık çok daha ağır basıyordu. Masaya doğru eğildi, gözlerime bakarak “Sadece sen Cass.” dedi. “En başından beri böyleydi.”

Kötü düşünceler aklımdan uçup giderken dudağımın kenarı kıvrıldı. Zarflara tekrar uzandım. Arthur, Cecilia’nın mektubuna bir daha bakmadı ama ona bir cevap vermesi gerekiyordu. Ben gittikten sonra yazacağına inanıyordum.

Kapıya vurulduğunda ikimiz de başımızı kaldırdık. “Gel.” Arthur konuşmadan kapı açılmadı, bu dikkatimden kaçmadı.

Ezra içeri girdiğinde hemen gülümsedim ama arkasında üç şövalye de girince gülümsemem soldu ve ayaklandım. “Bir sorun mu var?” dedim Arthur’dan önce. Onları toplu halde görmeye alışık değildim.

Ezra elini ve başını aynı anda salladı. “Hayır Cassandra, bir şey yok. Üçü de peşime takıldı, buraya gelen bendim.” Onlara bakıp homurdandı. Bana doğru yürümeye başladı. “Aslında sana bir şey sormak için gelmiştim.”

“Tabii.”

Yanıma gelirken cebinden küçük bir şişe çıkardı. “Bunu panzehir haline getirmeye çalışıyordum. Ya da zehrin bedene hızla yayılmasını engellemesi için uğraşıyordum da diyebilirsin.”

Elime şişeyi aldım. “Ne zehri?”

“Elf.” Hemen ona döndüm. “Ama başarısız olduğumdan eminim.”

Şişeyi açıp kokladım ve yüzümü buruşturdum. “Ezra, bunun kurtarılabilecek hiçbir yanı yok.” Şişeyi hemen ona geri verdim. “Alec’in zehrine çare maalesef ki yok. Ben sadece büyüyle kurtarabiliyorum. İksir işe yaramaz Ezra.”

“Her şeye çare vardır.” dedi ama elindekinin tedavi olmadığını o da biliyordu. “Sadece bulması uzun sürecek.”

Ezra’nın samimiyetle parlayan gözlerine bakarken onu hayal kırıklığına uğratmamak için gülümsedim fakat başıma hızla giren ağrı, bedenimi titreten acı, gülümsememi anında yüzümden sildi. Ezra gerilediğimi gördü, masaya doğru düşecek gibi bir adım attım. Hızla elimi koydum, başımı aşağı eğip gözlerimi sımsıkı yumdum.

“Cassandra?” Ezra ileri atılıp elimden tuttu, aynı anda Arthur’u duydum ve hemen yanımda hissettim.

Masaya iki elimi de yasladım ama onlara cevap veremedim. Çevrem birden kalabalıklaştı, ansızın beni bulan ikinci acı verici ağrıydı. Yine damarlarım yanıyor gibi hissettim ama bu kez çok şiddetliydi. Kendimi bırakmak istedim, bacaklarım beni taşımayacak kadar güçsüzleşti.

Ellerim kayıp gidecek gibi olduğunda belimden sıkı sıkı tutuldum. Başımı Arthur’a doğru yasladım, dudaklarımdan bir kelime bile çıkmadı, iyi olduğumu söyleyemedim. “Cass?” dedi Elini yanağıma koyup. “Ezra, ne oluyor?”

Ezra hemen karşımdaydı. “İkinci kez oluyor.” dedi, tahmini doğruydu. “O gün, Ava’nın başının döndüğünü gördüğünde de bu olmuştu. Uykunun yan etkisi.”

Başımı belli belirsiz salladım.

Bütün bedenim sanki az önce bahsettiğimiz zehre tepki veriyor gibiydi, uykunun üzerimde bıraktığı etki bu kadar belirgindi. Bedenimi uyuşturuyor, cansızmışım gibi hissettiriyordu ama bunun yanında büyük bir acı veriyordu. “Dur artık…” diye fısıldadım. Uzun sürdü, öncekine göre daha şiddetli geçtiği için saniyeler ilerleyemedi.

Nefesimi tuttuğumu ancak acı hızla kaybolduğunda fark ettim.

Gözlerimi açtım, başımı Arthur’un omzundan kaldırdım. İlk olarak Ezra’yla göz göze geldim. Ağzım acıdan dolayı kurumuştu, kalbim içerde yarışa girmişti. “Cass?” Arthur nefes alışlarım normale dönünce beni sıkmayı bıraktı.

“İyiyim ve bu… bu muhteşemdi.” Başımı parmaklarımla sıktım. “Bedenim tepki veriyor, demek ki gerçekten güçleniyorum.”

Ezra durumdan hiç memnun görünmüyordu, arkasındaki şövalyeler de benim iki yanıma dağılmıştı. Ne olduğunu anlamadıkları için endişelendiklerini görmüştüm, dikkat edilmeyecek gibi değildi.

Ezra avuçlarını yanaklarıma koydu. “İyi misin Cassandra?” Bir daha sorma gereği hissetti. “Sadece yan etki miydi?”

Bileklerinden tuttum, beni sıkıştırıyordu. “Geçti.” dedim güven vermek istiyor gibi. “Birden duruyor Ezra. Sanki acı bastırılıyormuş gibi. Gücüm doruk noktasına ulaşıyor. Bunu biliyorum.” Baş ağrısı olarak başlıyor ve bedenime yayılıyordu ve saniyeler sonra birden kesiliyordu.

Ona açıklama yapmak için birkaç şey sıralayacağım sırada bir başka sancı beni buldu ama bu kez fiziksel değildi.

Xin’i hissettiğimde gözlerim pencereye kaydı. Ezra’nın ellerini ittirdim ve anlamaya çabaladım. Uzaktan, sınırlara yakın sayılabilecek mesafeden ses duyduğumu sandım. Sanki aklımın içinde sesler yankılanıyordu.

Ezra yaşadığım patlamadan sonra bir adım ileri atmamın sebebini bir daha baş dönmesi olarak yorumladı ama yan etki bitmişti, ben başka bir şey hissediyordum.

“Cassandra?” dedi Carter endişeyle.

Elimi kaldırıp onu susturdum ve yanından geçip gittim. Bana inanmayıp arkamdan ilerlediler ama dimdik duruyordum. Perdeyi kavradım, gözlerimi sarayın bahçesinde hızla gezdirdim. Başımı yan eğdim ve orman tarafına doğru baktım. Xin oradaydı, ben onu hissediyordum ama…

Aklıma yıldırım gibi düşen görüntüyle ve hissettiğim büyüyle perdenin üzerindeki ellerim titredi.

“Tekrar edecek.” dedi Ezra arkamdan.

Hiç kıpırdamadım, buz kesmiş gibi ayakta duruyor ve dışarı bakıyordum. “Hayır.” diye fısıldadım. “Hayır, hayır, hayır!” Arkamı hızla döndüm ve hepsiyle göz göze geldim. “Geliyorlar!”

İleri doğru atıldığımda Arthur bana delirdiğimi düşünüp seslendi. “Cass,” Durmadım, dışarı koşmak istedim. Bileğimi yakaladı. “Cassandra!” Beni kendisine çekti ve hepsine dönmeme sebep oldu. Masmavi gözleri anlamsızca bakıyordu. “Kim geliyor? Ne diyorsun?”

Onu hızla ittirdim. “Lanet olsun Arthur, üzerine bir ordu geliyor!” Öyle bir bağırdım ki hepsi geriledi. “Dışarı çık! Hemen hepiniz dışarı çıkın ve krala haber verin! Lanet olası elfler üzerine çökecek Arthur!”

Loading...
0%