Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29. Bölüm

@leeseaa

Kız kardeşimle buradan uçup gitmeden önce arkamı dönmek, hemen geri geleceğimi söylemek istedim ama Saya beni ne kadar istiyorsa o kadar yanında tutabilirdi. Hiçbir şey anlayamıyordum, neden bu şekilde konuştuğunu çözemiyordum.

Arthur’un gözlerime baktığımda içim parçalandı. Saya’nın dediğini duymuştu ve yanlış anlaşılmaya çok açık bir cümleydi. Fakat yine de onun benim ağzımdan günler önce çıkmış kelimeleri yanlış yorumlayacağına inanmıyordum.

Saya’yla birlikte rüzgara karışırken gözlerimi onlardan çektim, sadece kız kardeşime odaklandım. Kara dumanlar bizi hapsetti, elimi bir an bile bırakmadı ve ikimizi de istediği yere çekti.

Gözlerimi açtığımda kendimi kurumuş toprağın üstünde buldum. Bizi çöle getirmişti. Çevremiz bomboştu, insanların adım atmadığı topraklardaydık.

Elimi bırakıp karşıma geçtiğinde suratındaki garip ifadeye takıldım. “Sorun ne Saya?” dedim.

Kaşlarımı çattığımı gördü. O beni nasıl inceliyorsa ben de onu inceliyordum çünkü bana dokunduğunda ondan aldığım enerji hiç normal değildi. Uykuyu şu an bozmuş olsa bile ondan bu kadar şiddetli bir enerji hissetmemeliydim.

“Anlatacağım Cassy.” dedi beni sakinleştirmek ve onu soru yağmuruna tutmamam için. “İlk olarak sadece beni dinle, tamam mı?” Başımı sakince salladım. “Çözüm buldum ablacım.” Gülümsedi. “Bana her zaman en güçlü büyücü olmak istediğini söylüyordun, bu senin hayalindi.”

“Sesinin tonu hoşuma gitmiyor.”

“Güçlerini uyandırmanı bekledim çünkü sana istediğini verebilmemin yolu buydu. Eğer Xilmari’ye geldiğim gün seninle bu konuşmayı yapsaydım güçlerini o gün açardın. Beklemek zorundaydım. Şimdi açıklayabilirim.” Biraz olsun konuşmasını yavaşlattı çünkü bölmeden dinliyordum. “Ben güçlerimi sadece iki hafta uyuttum.”

“Ne?”

“Anlamadın, geldiğimde de hissetmedin çünkü uykuyu bozduğum an bunu senden gizlemek için aceleci davrandım. Eğer anlasaydın bir sorun olduğuna inanıp Modgrak’a gelecektin.”

“Anlardım.” Ne olursa olsun fark ederdim çünkü Saya’nın bunu benden saklayabilecek kadar gücü yoktu.

“Algıların kapalıydı, uykuda olman da bunun bir sebebi. Anlayamazdın. Senden daha güçlüydüm Cassy.” İki haftalık uyku bile onun gelişmesine yeterdi.

Son sözünden sonra uzun uzun suratıma baktı ama hiçbir tepki göremedi.

“Bunu benden saklamamalıydın Saya.”

“Dinle.” dedi ve beni susturdu. “Seni görmeye geldim, ne durumda olduğunu merak ediyordum. Gördüğüm şey Xilmari’de kendine arkadaş edinmiş olduğundu. Her zaman hissetmeyi kendine yasakladığın duygulara ev sahipliği yaptığını düşündüm, değiştin sandım ama diğerleri gittikten sonra bana Cassandra’nın hala ayakta olduğunu gösterdin.”

Bu onun için neden sorun olmuştu anlayamadım. Beni insanlarla konuşmaya teşvik eden kendisiydi.

“Sen güçlerine, büyüye aşıksın Cassandra ve her zaman böyle olacaksın.” derken bana doğru bir adım attı. Ellerimi tuttu, gözlerimin içine baktı. “Kara büyü hepsinin cevabı. Her şeyin çözümü Cassy.”

Söylediği bende öyle bir etki yarattı ki vücudumdaki bütün kan çekiliyor sandım. Şaka yaptığına inandım ama Saya böyle bir konuda bile şaka yapmazdı. Gülümsemek istedim, beni denediğini ve son söylediklerimin onu tedirgin ettiğine inandım.

“Uykuyu tamamla Cassy ve sonra, bana dediğin gibi, kara büyüye kucak aç. O zaman gücünün üstüne güç olmayacak. Kahinlerden bile üstün olacaksın.”

Sesindeki ciddiyeti kavradığım an ellerini bıraktım ve geriledim. “Sen ne saçmalıyorsun!” İstemsizce bağırdım. Baştan aşağı onu süzdüm. “Sen kara büyüyle mi uğraşıyordun? Aklını mı yitirdin Saya?”

Temiz kalpli olarak görünen kutsal büyücü o’ydu, yok eden bendim. Saya’nın bu şekilde konuşabiliyor olması için ancak kara büyünün onu delirtmiş olması gerekirdi. Bu, benim kız kardeşim değildi. Böyle konuşmazdı.

“Bu dünyadan nefret ediyorum Cassy. Yıllardır nefret ediyorum ve hep edeceğim. Baştan yaratmak benim veya senin tek başına yapabileceğimiz bir şey değil. Ama birlikte…” Durdu ve tebessüm etti. “birlikte, kara büyüyü kullanarak dünyayı baştan yaratırız. Ölümsüzleri uyandırdığın zaman bu dünya temizlenecek, onlar hepsini yoldan çekecek. En baştan Cassandra… bu pislik dünyayı en baştan yaratabiliriz.”

Sözleri beni dehşete düşürdü.

Yıllardır insanların yaptıklarından yakınan, artık onları görmek istemediğimden, hepsinin bencil olduğundan ve açgözlülükle hareket etmesinden şikayetçi olan bendim. İyi görünen herkesin içinde bile kötülük var, herkes oynuyor dediğim günleri hatırlıyordum ama Saya bana onları savunurdu.

Ona inanmak istemedim.

Yumruklarımı sıktım. “Beni zorla uykuya sürükledin. Kahinlerin fikrini ilk sen kabul ettin.”

“Senin içindi.”

“Sana bunu yapanı bulacağımı ve onu öldüreceğimi, acı çektireceğimi söyledim.” Gözlerimi yavaşça ona çevirdim. “Her gün nefret ettim!”

“Nefret ettin çünkü bunu yapanın ben olduğumu bilmiyordun. Bu gücünün üstüne bir de kara büyü eklenirse…” Dudaklarını birbirine bastırdı, hayal etmemi bekledi.

Beni vurmaya çalıştığı yer her zaman hayalim olan güçlerdi.

O uyumamıştı, ben uyumuştum fakat süreç bile dolmadan kendimi muhteşem bir gücün içinde bulmuştum.

“Ha, bana sürpriz yapıyordun yani?” Nefretle güldüm. “Hayatımı cehenneme çevirdiğimi sandım! Saray, ilk başta benim kabusum oldu. Her gün lanet ettim, nefret ettim!” İçimdeki her duyguyu ona yansıtıyor, öfkemi kusuyordum. İleri atıldım, kolundan sıkıca tuttum ve sarstım. “Sen aptal mısın Saya? Ölümsüz bir ordu, kara büyü… bunlar ne demek, farkında mısın? Sen düzeni sağlamak için seçildin kardeşim, sen korumak için seçildin! Birimiz kötüyü oynamalıydı ve sen can alma diye bu görevi ben üstlendim! İnsanlar korktu, Cassandra veya Saya gelecek diye agresif yaklaşmadılar, önlerine geleni öldürmediler, katliam çıkarmadılar! Bizim görevimiz bu, kahinlerin görevi bu… ama sen bunun dışına çıkmaya çalışıyorsun. Sen dünyayı baştan yarabilecek kadar kutsal değilsin.”

Sakince “Bunu sen de istiyordun.” diye fısıldadı.

Kolunu bıraktım. Ona bir zamanlar keşke kahinlere bağlı kalmayıp herkesi öldürebilseydim demiştim fakat gerçekten herkes demek istememiştim. Amacım kara büyüyü kullananları kastetmekti, hiddetle hareket edenleri pişman etmekti.

“Uyumana izin verdim çünkü yanımda olacağını biliyordum. Birlikte neleri başarabileceğimizi bir düşünsene Cassy!”

Kahinlerin zıddını savunuyordu, bu düşünceler zehirliydi. Kralları öldürmek istemesini geçiyordum, çocuklar dahil olmak üzere yok etmekten bahsediyordu. Herkesi öldürüp baştan yaratamazdı.

“Çıkar şu büyüyü içinden.” dedim tiksinerek. “Kara büyü seni konuşturtuyor. Sustur onu.”

Ellerini aşağı indirdi, ağzımdan bu laflar çıkınca suratı düştü. “Kara büyü mü beni konuşturtuyor? Onu sen de kullandın.”

“Ben her zaman ihtiyacım olan kadarını kendime çektim, sen ise delirmişsin. Uzaklaştır onu Saya. Kara büyü seni delirtir, herkesi delirtir ve olmadığın bir kişiye dönüştürür. Bu sen değilsin kardeşim.”

Başını iki yana salladı. “Konuşan benim, kara büyü değil.” Kendisi bile söylediğine inanmadı. “Onları uyandıralım, sensiz bunu yapmam çok zor olur. Yeni bir dünya yaratırken yanımda ol. Onları tepeden, birlikte izleyelim.”

Tepeden… Benim yaptığım gibi.

“Kahinlerin bile olmadığı bir dünya Cassy. İstediğin gibi olacak, onları dinlemek zorunda kalmayacaksın. Sen, düzenin kendisi olacaksın. Bu kez sadece sen ve ben, başkası müdahale edemeden. Her zaman yanımda olacaktın, her zaman…”

“Bahsettiğim bu değil.” Sesim titredi, kız kardeşime bakmak bile istemedim.

“Onu kabul et.” Israrına şaşkınlıkla baktım. “Kara büyü Cassandra! İstediğini vereceğinden eminim.”

Ben bile ne kadar delirirsem delireyim bunları söylemezdim.

“Babam sana ne derdi?” diye sordu, düşüncelere dalmama izin vermiyordu. Babamın bahsini açmasını beklememiştim. “En güçlü büyücü olacaksın ve ancak bu şekilde olabilirsin.”

“Midemi bulandırıyorsun.” dedim ve arkamı dönüp saçlarımı çekiştirdim. “Çık şu büyünün kontrolünden. Çık Saya çık!” Bağırarak ona geri döndüm. “Yıllardır kara büyüyü yok etmeye çalışıyorum ve onu yok etmek için kara büyünün kendisini kullanmayı bile kabul ettim, delirmeyi göze aldım! Yok edebileyim diye!” Kendimi, sakinliğimi kontrol etmeyi bıraktım. “Lütfen kendine gel!” Hiç tepki vermediğinde onu parçalara ayırmak istedim. “Saya!” Ellerimi yüzünün iki tarafına koydum. “Yalvarıyorum aklını kullan. Kara büyüyü ne zamandır kullanıyorsun? Beni uyarırken kendin kullanıyordun, değil mi? Seni bu kadar çabuk etkileyemez, uzun süredir etkisinde olmalısın. Ben yanında olurum Saya. Buradan gideriz, kara büyüye birlikte karşı koyarız. Ben sana yardım ederim, düşüncelerini bile etkiliyor ama birlikte kurtulabiliriz.”

Bileklerimden yavaşça tuttu ve ellerimi aşağı indirdi.

“Kara büyüyü asla kabul etmeyeceksin.”

Beni tanımıyormuş gibi konuşuyordu. “Karşısında her zaman duracağımı biliyorsun.”

“Cassy,”

“Asla kara büyüye boyun eğmeyeceğim Saya! Ölümsüz ordusunu asla uyandırmayacağım, son nefesime kadar kara büyünün karşısında duracağım!”

Bakışları değişti, söylemek istediği her şeyi yuttu. Deminden beri kara büyüyü kullanmam için beni ikna etmeye çalışıyordu ama beni biraz olsun tanıyorsa bunu asla yapmayacağımı bilirdi. İkna etmek için girdiği çabaya, söylediklerinden dolayı şaşırmaya fırsatım olmamıştı.

“Boşa konuşuyorum.” dedi. “Seni yanlış tanımışım.”

“Duracağım tek yer kara büyünün karşısı olacaktır Saya. Senin de benim yanımda olman gerekiyor. Birlikte…”

“Birlikte hiçbir şey yapamayız.” diyerek sözümü tamamladı. Yukarı baktı, güldü. “Asla kabul etmeyecek.” Delirmiş gibi kendi kendisine konuştu. Nefesini yavaşça verip göz göze geldiğimizde bütün suratı değişti.

Sanki oyundan çıktı.

Omuz silkti. “Bilerek sormuştum. Xilmari’de değişip değişmediğini görmek istemiştim. İnsanlardan daha çok nefret edersin sanmıştım ama tam tersi oldu. Yapamayacağım, seni ikna edemem… O orduyu uyandıracağım ve sen bu yolda işime çok yarardın.”

“İşine mi yarardım?” dedim hayretle.

“Evet.” dedi masum bir çocuk gibi. “Herkesi bu dünyadan sileceğim. Onları yok ederken senin de kaybolduğunu göreceğim.”

Kalbimi hiç düşünmeden kırabiliyordu.

Bunu onun söylediğini sanmıyordum. “Kara büyü konuşuyor.”

“Kara büyü benimle beş yaşındayken de konuşuyordu!” Söylediklerine inanmadım ama sonra devam etti. “En güçlü büyücü sen olacaksın Cass. Adını duymayan kalmayacak. Herkes sana hayran kalacak. Annen seninle gurur duyardı Cass. Seni çok seviyorum, her zaman yanında olacağım…” Sesini değiştirerek yaptığı bu hareketler, babamın bana söylediği ve hafızama kazınan sözcükler onun ağzından lanetli kelimelermiş gibi döküldü. Nefretle bana baktı. “En güçlü olan benim! Gurur duyulması gereken her zaman bendim ama o, seni seviyordu.”

Gözlerim yanmaya başladı. Sesim çıkmadı. “Babam seni de benim kadar seviyordu. Bizi hiç ayırmadı.”

“Onun tek kızı sendin! Onun sahip olduğu her şey sendin!” Yanılıyordu. Babam benim için ne yaptıysa onun için de yapmıştı, bana ne söylediyse ona da söylemişti. İnancı hem ben hem de Saya’ydı. “Güçlü olan sendin çünkü! İlk doğan olmandan kaynaklıydı, sen her zaman benden yukarıdaydın Cassandra! Ve sonra… sonra başka bir şey oldu. Gücüne güç kattın ama bunu nasıl yaptığını asla anlamadım.”

Bunca zamandır içinde tuttuğu her şeyi bağırarak, çekinmeden ve nefretle söylüyordu.

“Bütün hayatım sana yetişmeye çabalamakla geçti. Babam beni de görsün istedim, ben onun tebrik edeceği kızı olmak istedim.” Ona şu güne kadar her zaman benim gücüm, senin gücündür demiştim. Kendimi onunla bir yarışa sokmamıştım çünkü onun başarısı beni mutlu etmişti. O tam tersine inanıyordu. “Beni ancak kara büyü güçlendirebilirdi.”

“Ben her zaman senin yanındaydım. Her zaman sana yardımcı oldum. Babam öldükten sonra sana ben baktım! Yerini dolduramayacağımı biliyordum ama elimden geleni yaptım!”

Dişlerinin arasından “Senden her zaman nefret ettim.” diye tısladı.

Tek ailem, her zaman yanımda olacağına inandığım kardeşimden bu kelimeleri duymak yirmi beş yılımı başıma yıktı.

Sözleri canımı yaktı.

“Onun gözüne girebilmek için kara büyüyü bir çocukken çağırdım. Senin kadar güçlenmek istedim ve bana kara büyü yardımcı oldu ama yine yetişemedim! Senden üstün olduğumda her şey için çok geçti, babam bunu göremedi!”

Aklında neler kuruyordu bilmiyordum ama her şeyi yanlış anlamıştı. Yıllardır içinde tuttukları onu delirtmişti.

Eğer dedikleri doğruysa kara büyüyü atamazdı çünkü onun beden bulmuş hali olmuştu.

“Deminden beri sana yalvarıyorum çünkü sen kara büyüyü kullanabilecek kadar güçlü değilsin. Elbet seni cezbedecekti, elbet seni delirtecekti. Benim bir oyuncağım olacaktın Cassandra. Orduyu canlandırdıktan sonra seni yolumdan çekecektim.”

Artık sözlerini kontrol edemeyecek hale geldi. Nefretle konuştuğu için her şeyi itiraf etmeye başlamıştı çünkü görüyordu. Söylediklerinin beni paramparça yaptığını görüyordu.

“Bana bak.” dedim ciddiyetle. “Bunca yıl yanında oldum. Konuşan sen değilsin. Ben seni kurtarırım Saya, eğer sen de bana yardımcı olursan seni kurtarırım.”

Kahkaha atacak gibiydi. Sözlerimi duymuyor, alay ediyorum sanıyordu. “Sen bu kadar aptalsın işte.” dedi bana doğru eğilip. “Seni her türlü gebertecektim. Sadece orduyu uyandırırken bana yardımcı olman gerekiyordu. Yolumda duramazsın.”

Onun istediği beni geçmekti, benimle olan yarışının bitmesiydi. Saya bu yüzden kara büyüyü kabul etmişti ve kara büyü onu tamamen kendisinin yapmıştı. Ölümsüzleri uyandırma, herkesten nefret etme… bunlar kara büyünün verdiği fikirlerdi. O, kara büyünün kendisi olmuştu.

“Bu kadar kötü değilsin.” dedim ona doğru.

“Ben bu kadar kötüyüm ve beni sen bu hale getirdin. Xilmari seni değiştirdi ama senin doğruları görmen gerekiyordu. Raeran sana hatırlatacak olan kişiydi. Ne kadar açgözlü olduklarını görüp hepsini silip süpürmen gerekiyordu. Kargalar onu korkuttu ve durdu ama sonra ablam ona bir not yolladı.”

Notu nereden biliyordu?

“Eline geçirmediği takdirde saldıracağına inandım ama Raeran ve Alec yine de sessizliği tercih etti, Cassandra’yı karşılarına almayacaklardı. Xilmari bir şey yapmalıydı…”

“Ne yaptın?”

Tebessüm etti. “Ancak senin yazdığın kadar tehditkar ve nefret dolu sözcükler Ephraim’in ağzından yazılırsa ve Raeran’ın bütün soyunu kurutacağını, sonra da Axilya’da hüküm süreceğini söylerse Raeran delirecekti.”

Her şeyi bir bir itiraf ediyordu çünkü artık elimden hiçbir şey gelmeyecekti. Güçlerimi açmıştım, yüzümü herkes görmüştü ve o, beni kendi tarafına çekemeyeceğinden emindi.

“Tam beş yıldır seni de mi öldürsem diye düşünüyorum. Kara büyü benimleydi, her şekilde seni yok edebilirdim ama kendini mahvetmeni izlemek, delirdiğini görmek çok daha tatmin edici olacaktı. Yanlış düşünmüşüm.”

“Seni parçalarım Saya. Seni mahvederim.”

Parmağını salladı.

“Hayır Cassy… Seni gebertecek olan benim, tıpkı Jhann’ı geberttiğim gibi.”

Dolu gözlerim topraklarda dondu kaldı. “Ne?” Sesim titredi.

“Ona hayrandın sen. O senin en yakın arkadaşındı. Bana değil, ona sığınıyordun ve Jhann’ın ne kadar iyi olduğunu anlatıp duruyordun. Cassandra olduğunu bile ona söyleyecektin, bunu bana itiraf ettin. Düşüncelerin değişiyor, insanları onun yüzünden başka tanıyordun. Bir gün seni kara büyüye çekecektim ama ilk önce bunu istemen gerekiyordu, Cassandra’nın tavrını koruman gerekiyordu. Jhann seni yolundan çıkaracaktı.”

Bunca yıl ona ve herkese oynamıştım. Yapmak zorunda olduğumu yapmıştım ve herkes benim duygusuz olduğuma inanmıştı.

O bile.

Bunu kaybetmek istememişti.

Nefretle ellerim titredi. “Yalan söylüyorsun.”

“Yalan mı?” Tebessüm etti. “Bundan sonra görüşemeyeceğiz Ava. Gitmek zorundayım, hayatıma bu şekilde devam edemiyorum. Seni unutmayacağım ama veda edebilecek cesareti kendimde bulamıyorum…” Elini salladı. “Bir şeyler daha vardı tabii. Duygusal olmalıydı.”

Jhann’ın bana en son yazdığı notu hatırladığı kadarıyla söyledi. “Sen yazdın.”

“Tabii ki ben yazdım. Onu bulmak zor olmadı. Jhann’ın başına bir şey geldiğini sanma diye onu birkaç ay öldürmedim tabii. Sen ona o kadar bağlıydın ki yaşayıp yaşamadığını bile kontrol etmek isteyecektin. Bu yüzden onu buzulun içine hapsettim ama tabii öleli çok oluyor… Önemli olan birkaç ay yaşamasıydı.”

Tırnaklarım avcumun içini kesti. Titretecek kadar öfkelendim, göz yaşlarım hücum etmek istedi ama kendimi o kadar çok sıkıyordum ki bedenim tepki veremiyordu. Boğazıma bir yumru oturdu. Benim en yakın ve tek arkadaşım, Saya’dan sonraki şansım olarak nitelendirdiğim adam… Onun şanssızlığı benimle tanışmış olmasıydı.

“Ava Bryann… Jhann’dan sonra bu ismi devam mı ettirmek istedin?”

Tek arkadaşımdı.

Öfkeyi birçok kez hissettiğimi sanıyordum, elflerin ordusu saldırdığında iliklerime kadar nefretle dolmuştum fakat o öfke, Saya’ya bakarken hissettiğim duyguların yanında artık bir hiçti.

Ses tellerim bağırdığımda acıdı. “Ben sadece seni sevdim!” Ona yaklaşmak istedim ama yaklaştığım an gözüm dönecekti.

İnanmak istemedim. Sevdiğim diğer kişiyi elimden kız kardeşimin aldığını düşünmek bile istemedim.

Ben onu düşünürken, yanında olurken o arkamdan planlar yapmış ve mutluluk sebebim olan her şeyi bir bir yok etmişti.

Nefretimin ta kendisi karşımda duruyordu. Bunca yıllık yalnızlığım, güvensizliğim ve her şey… hepsi Saya’ydı.

“Seni öldürürüm Saya!”

“Denediğini görmek isterim.”

“Sen delisin.” Ondan uzaklaşabildiğim kadar uzaklaşmak istedim. “Kara büyü seni kontrol ediyor sandım ama sen onu kontrol ediyorsun.”

“Anlaman zor oldu.” Gözlerini kıstı. “İmrenilecek bir gücüm var ve sen karşımda böcekten farksızsın. Herkesin korktuğu Cassandra… bir hiç. Sen benim yanımda hiçbir şeysin. Bu uyku seni güçlendirmeye yetmez. Elindeki gücü bile kullanamayan bir acizsin sen… Uyuyan canavarını, ormanda ne sakladığını bilmediğimi mi sanıyorsun? Onu kendine bağladığından bile haberim var ama sen onu uyandırmayacak kadar korkaksın. Benim karşımda asla duramazsın.”

Büyü yapmak için elini kaldırdığı an dudaklarımın arasından onun da bildiği büyünün ilk kelimesi çıktı. “Immorto…” Saya’nın gözleri hızla bana kaydı. “Onu uyandırırım Saya.”

Yanılıyordu.

Onu uyandırırdım.

“Vaassar uyanır.”

“Bunu asla yapamazsın çünkü onu kontrol edemeyeceksin.”

Vaassar’ı biliyor olabilirdi ama Vaassar’ın bana olan bağından asla haberi yoktu. Uyuyan, herkesin masalların içinde korkutucu canavar olarak andığı canavar benim aklımın içinde geziniyordu. Uykusunda bile ona dünyayı gösteren bendim.

Onun soyundan gelenleri koruyan, aile bilen bendim ve Vaassar bana minnettardı.

“Vaassar seni ve uyandırmaya çalıştığın bütün orduyu yok eder.”

Çünkü ona izin vermeyeceği hiçbir büyü işlemezdi. Vaassar’a kutsal kılıç bile işlemezdi. Vaassar bu dünyadaki en büyük güçtü.

“Bana hiçbir şey yapamaz.” diye fısıldadı ama sözlerinin tam aksine Vaassar’dan korkuyordu. Sadece uyandıracağıma inanmıyordu. “Tıpkı senin de yapamayacağın gibi.”

Elini hızla kaldırdığında önünden çekildim. Büyülü sözleri söylediği an, beni yere düşürüp hızla öldürecek kadar şiddetli bir büyü yaptığı an harekete geçtim. Onun aksine sadece onu yatıştırmak için büyü yaptım ama o canımı şuracıkta almak istedi.

Fakat hiçbir şey olmadı.

Parmaklarını yavaş yavaş kapatırken nefretle parlayan gözleri yüzüme kaydı.

Onun büyüsü bana işlemiyordu, benimki de ona.

Şaşırdı. Kara büyünün onu güçlendirdiğinden ve beni parçalayabilecek güce eriştiğinden emindi.

“Ben Cassandra’yım.” dedim ona doğru. “Ben Cassandra’yım ve beni sen bile durduramazsın.”

Bir daha denemedi. Konuşmadan önce sadece bir saniyeliğine düşündü. “Sen Cassandra’sın ama onlar sadece shar.”

Aynı nefret bir kere daha bütün benliğimi ele geçirdi. Onun kim olduğunu tamamen unuttum. “Eğer onlara dokunursan her acıyı sana misliyle çektiririm.” Beni daha önce hiç böyle görmedi. “Eğer bir kişiye zarar verirsen Vaassar’ın öfkesi seni bekliyor olur. Ama ondan önce benden kaçman gerekir Saya.”

Tehdidimi ciddiye aldığı barizdi ama geri adım atmadı. “Vaassar da seninle birlikte ölecek Cassandra.”

“Sakın bana karşı gelme!” Duymadı, ellerini dudaklarına götürüp fısıldamaya başladı. Hemen ardından kara dumanlar bacaklarından yükseldi. “Saya… Saya, dur!” Elimi kaldırıp ona koştum, çekip çıkarmak istedim.

Uzattığım elim dumanların içinden geçti, Saya kayboldu. Koca ıssızlığın ortasında tek başıma kaldım.

Nefes alamadığımı hissettim, ellerimi bacaklarıma koyup eğildim. Boğazımı parçalayacak şekilde bağırdım. Gözlerim sinirden karardı.

Her zaman yanımda olacağına inandığım ve her zaman iyiliği için uğraştığım kız kardeşim bana ihanet etmişti. İhanet bile affedilebilirdi, bu başka bir şeydi.

Tekrar doğrulurken acı içinde nefes aldım, boğuluyorum sandım. Gözlerim ağrıdı, yanaklarıma doğru bir yaş düşmek üzereyken kendimi tuttum ve arkamı döndüm.

Yapamadım.

Duygusuz olan kız kardeş bile bu kadarıyla başa çıkamazdı.

Yürümeye başladığımda kara dumanlar beni içine çekti. Çölün ortasından hızla kayboldum, yer değiştirdim. Titreyen bedenim Xilmari’nin sarayının koskoca taht odasında tekrar görünür oldu.

Onlarca kişinin tam ortasında belirdim. Ephraim tahtta oturuyordu, yanında Arthur duruyordu, şövalyeler ve Ezra da buradaydı, birkaç kişi daha köşelere çekilmişti.

Hepsi aynı anda bana döndü. Arthur suratımı görünce babasının yanındaki platformdan indi, bana doğru bir adım attı.

Dolu gözlerim onların olduğu yerden bile fark ediliyordu.

“Cassandra?” Ezra’nın ağzından adım endişeyle döküldü.

Her şeyi Ephraim’e anlattıklarını umdum ve ona doğru yürürken kimseye bakmadım. “Xilmari’yi kale olarak kullanabilir miyim?” diye sorarken herkes sessizleşti, sadece benim sesim çıktı. Ephraim suratıma değil, dolu gözlerime bakıyordu. “Burayı kullanabilir miyim Ephraim?”

Önündeki merdivenlerden çıktım, Arthur’a da iyice yaklaştım.

Yutkunamadım.

“Kız kardeşim bana ihanet etti. Saya herkesi öldürecek. Kara büyüyü kullanacak ve ölmüş olan herkesi uyandıracak, yaşayanları öldürecek.” Bunca zamandır sakladığım her şey ağzımdan birden döküldü. “Karşısında duracağım ama benim bir kaleye ihtiyacım var. Benim güvendiğim birisine ihtiyacım var. Sana söz veriyorum Raeran’ı durduracağım, şimdi onunla konuşacağım ve herkese her şeyi açıklayacağım ama ilk önce Xilmari’nin yardımına ihtiyacım var.”

Arthur’a bir an baktım. Hala ıslak gözlerime bakıyordu, soğuk bir ifade yüzündeydi ama beni böyle görmekten nefret etmişti.

Ephraim’e odaklanmaya çalıştım. “Herkesi, bütün kralları buraya toplamam gerekiyor. Alec, Raeran ve diğerleri… herkes. Yaşayan herkes. Güvendiğim kişiler burada. Ezra, şövalyeler ve oğlun, güvendiğim kişiler. Ölülerden oluşan bir orduyu tek başıma durduramam.”

Ephraim yerinden kalkacak gibi oldu. “Cassandra,” Sormak istediği bahsettiğim orduydu ama bunu anlayınca onu durdurmak istedim.

“Tek bir söz! Burada rahatça yürüyebilir miyim?”

Masmavi gözleri öfkeyle yanan bakışlarımda uzunca oyalandı. Arthur’a baktı, hemen cevap veremedi. Onun ne tepki verdiğine bakmadım, göremedim. Sadece krala bakıyordum.

Ephraim başını aşağı yukarı sallarken “Xilmari yanında olur.” dedi.

Elimi göğsüme koyup rahat bir nefes çektim. Başımı eğdim ve arkamı ona dönüp kapıya doğru ilerledim fakat birkaç adım attığım sırada Ezra durduğu yerden ayrıldı ve yanıma koştu. “Cassandra!” Herkesin önünde beni yakaladı. Ağlayacağımı sandı. “Nefes al.”

Başımı iki yana sallarken sesimi normal tutmaya çabaladım. Diğerleri de ne yapacağımı duysun diye sesimi yüksek tuttum. “Raeran’ın yanına gidiyorum, sonra kahinleri göreceğim. Her şeyi birazdan öğreneceksiniz. Her şeyi.” Arthur’a omzumun üstünden baktım. “Elfler?”

“Hala aşağıdalar.” dedi hiç beklemeden.

“Tamam, onlara dokunma ve geri yolla. Alec saldırmak istememiş, Saya oyun oynamış. Durumu öğreneceğim.” Burnumu sıkıp nefesimi topladıktan sonra Carter’ı gözlerim buldu. “Ormanda devriyeye gerek yok, siaxlar Xilmari’de gezecek ama toprağın altında olacaklar. Burayı ben koruyorum ve benden habersiz kuş uçmayacak.” Ezra’ya güven vermek ister gibi baktım. “Gitmeliyim.”

Beni bıraktığı zaman kara dumanları tekrar çağırdım ve Iolrath’a geçmek için hazırlandım.

Eğer birlik olursak durdurabilirdik. Saya herkese aynı anda karşı koyamazdı. Saklanan sır artık açığa çıkacaktı.

Gerekirse Vaassar uyanırdı.

Loading...
0%