@leeseaa
|
Uzun kumral saçlarımı ensemin hemen üzerinde toplamıştım. Ellerimi arkamda birleştirmiş, karşımdaki şahesere bakıyordum. Xilmari’ye önceden gelmiştim fakat saraya bu kadar yakından bakma fırsatım olmamıştı. Boy boy heykeller her yere özenle yerleştirilmişti, sarayın koca bahçesi çiçeklerle süslenmişti ve bir an bile bakımı aksatılmıyor olmalıydı. Xilmari’nin şövalyeleri grup halinde arkamdan geçti. Seyisler atları ahıra taşıyor, bir grup ise ormana çıkan yola gidiyordu. Köylüler arkamdan gülümseyerek kalenin surlarının içinde kalan küçük evlerine gidiyor, kimisi de çalışıyordu. Her yerde insanlar vardı. Çok kalabalıktı. Kimisi sıradan insanken kimisi yanından geçtiğimde bile hissedebileceğim kadar yüksek büyü salgılıyordu. Hiç kimseyle muhatap olmadan Ezra’yı bulmam gerekiyordu. Kabarık eteklerimi tutup saraya açılan merdivenlere yöneldim. İçeri giren o kadar çok kişi vardı ki yanından geçtiğim muhafızlar beni fark etmedi. Merdivenlerin sonunda sağa ve sola açılan koridorlar vardı fakat içerideki, boyumun üç katı kadar olan ve tavana uzanan şövalye heykeli koridorlara yönelmemi engellemişti. Warrenlar şaşa içinde yaşıyorlardı. Sağıma ve soluma üst üste baktım. İçgüdülerimi dinlemeye karar verip sağa giden kısma döndüm. Ayaklarım eteklerime takılınca homurdandım, korsenin sıkılığı yüzünden elbisemi parçalara ayırmak istedim ama yüzüme hiçbir şekilde yansıtmadım. Saray bir günde gezilemeyecek kadar büyüktü ve sayılamayacak kadar odası vardı. Büyü yapıp Ezra’yı bulmak istesem de sürekli yanımdan geçen sharlar bana engel oluyordu. Hissedebilirlerdi. Önümdeki koridor ilerliyordu fakat yukarı çıkan merdivenler de vardı. Nereye gideceğime karar vermeye çalışırken merdivenlerin ortasından bir adamın gülme sesi geldi. Kalabalık grubu görünce panikledim ama durumun bir o kadar da sıradan olduğunu aklımdan tekrar ettim. Ben ellerinde kılıçlar olan, pelerinlerini takmış adamları uzaktan izlerken onlar çoktan son basamaklara ulaşmışlardı. Aceleci davrandım ve az önce güldüğünü duyduğum, siyah uzun saçlarını toplamış olan ve gülümseyerek yanındaki arkadaşına bakan adama yöneldim. “Pardon, affedersiniz…” Sesimin tonuna kendim bile şaşırdım. Gülümsemeye zorladım. “Merhaba.” Adam gözlerini yavaş yavaş bana çevirdi. Şaşırdı, anlam veremedi. “Merhaba.” dedi değişik bir tonla. Şövalye oldukları uzaktan belliydi ve kendisiyle konuşulmasını veya bu şekilde önüne atlanmasını beklemiyor gibiydi. Yanındaki dört kişi bana bir vahşiymişim ya da delirmişim gibi bakmaya devam edince tedirgin oldum. Unuttuğumu fark ettiğim reveransı yaptım ve gülümsememi abarttım. Sadece ona Ezra’nın yerini soracaktım, bir tek onu durdurmak istemiştim lakin hepsi merdivenlerin son basamağında takılı kalmıştı. Konuşamadığımı fark ettiğinde “Kayboldunuz sanırım?” dedi. Boğazımı temizledim. “Şey… aslında birini arıyordum. Ezra’yı.” Adamın tek kaşı yukarı kalktı, hemen yanında duran sarışın, ondan daha uzun boylu olan adamla göz göze geldi. “Ezra?” Tanıdığını mimiklerinden anladım. Kahinler doğruyu söylemiş olmalıydı, Ezra sarayda bilinen bir adamdı. Sarışın adam bir basamak yukarıda durmayı kesip benimle aynı yere indi. Bana öyle bir baktı ki önünde bir kere daha eğilmem gerektiğini hissettim ama bu saçma içgüdüye engel oldum. “Ezra’nın bir kızı olmadığını biliyorum. Onu nereden tanıyorsun?” diye sorunca ağzım aralık kaldı, aklımdan geçen onlarca yalandan birisini seçmeye çalıştım. “Ben…” “Ah!” Arkaya uzanan koridordan yüksek bir ses gelince bütün gözler oraya döndü. Yine uzun siyah saçlı bir adam, bir kolunu kaldırmıştı ve bize doğru koşar adım geliyordu. Adamın koyu gözlerinin uzaktan bile dehşetle açıldığını görebiliyordum. Bana ve sonra önümdekilere baktı. “Ben de seni bekliyordum.” dedi daha yanıma ulaşamadan. Ezra’ydı. Cassandra olduğumun son derece farkındaydı fakat bana bir kere bakmıştı. Nefesini topladığı gibi eğildi. “Kendisi yeğenim olur. Benimle birlikte kalacak. İzinleri çoktan aldım ve saraya haber verdim efendim.” Öylesine selam vermiş gibiydi, oldukça normal konuşuyordu. İlk durdurduğum adama bakmıyor, arkasındakilerle ilgilenmiyordu. Gözleri sadece sarışındaydı. “Ava Bryann efendim.” dedim, Ezra yanlış bir şey demesin diye adımı önceden söyledim. Sarışın, masmavi gözlere sahip adam bana baştan aşağı baktı ama hiçbir şey demedi. Onlardan yayılan enerji çok yüksekti. Hepsi shardı. Ezra, elini omzuma koyduğunda şaşırdım. Bir kere daha eğildi. “Sizi tutmayalım lordum. Vaktinizi aldığımız için özür dilerim. Aceleniz olduğunu biliyorum.” Ezra’ya olan gözlerim aradan seçtiğim kelimeyle birlikte önüme döndü. Lordum mu demişti o? Ezra omzumu hafifçe sıktığında bunun gitmemiz için bir işaret olduğunu anladım. Siyah saçlı şövalye önümden geçerken “Arthur, seni bekliyorlar.” deyip Ezra’ya gülümsedi. Arthur hareket ettiğinde omzumdaki el bir kere daha sıkılaştı. Görüp görülebilecek en kötü şekilde eğildim, tekrar doğrulduğumda Arthur’un eteklerimi bacaklarıma kadar çekişime baktığını gördüm. Bunlara yabancı olduğumu anladı. Şövalyeler ve prens koridordan dönünce gözlerimi kapatıp uzun uzun nefes aldım. “Çok kötüydü.” Prensi ve şövalyelerini durdurmak aklımın ucundan geçmemişti. “Ava,” Konuştuğumu ve sinirlendiğimi gören Ezra hemen beni bırakıp önüme geçti. Baştan aşağı süzdü, sonra merdivenleri işaret etti. “Eşlik edeyim.” dedi ama yürürken bile gözlerini benden çekemedi. Benim kim olduğumu bilen tek kişiydi ve bu şekilde karşılaşmayı beklememişti. Yukarı çıktık, bordolarla süslenmiş ve kalın perdelerle örtülmüş koridordan geçtik. Ezra, odasının önüne gidene kadar hiç konuşmadı. Oldukça sakindi, korkusuzdu. Kahinler rüyayı ona yeni göstermiş olmasına rağmen durumu hemen kavramış ve hızlı davranmıştı. İlk katın en köşesindeki küçük odanın kapısını benim için açık tuttu ve geçmemi işaret etti. Duvarları raflardan görünmeyen, her yerde dağınık şişeler olan ve kurutulmuş bitkilerle kaplı, darmadağınık bir odaydı. Oldukça karanlıktı çünkü güneş ışığı küçücük iki pencereden girmeye çalışıyordu. Raflardaki şişeler dikkatimi çektiği için hemen onlara yöneldim. Çeşitli büyüler, panzehirler ve bir sürü şey… “Cassandra,” Adımı söylediğinde omzumun üstünden ona baktım. “seninle tanışmak bir onurdur.” Gözlerindeki heyecanı görebiliyordum. Bu adamın büyünün içinde yüzdüğü beni getirdiği odadan bile belliydi. “Kahinleri duyup ricalarını kırmadığın için sana teşekkür etmeliyim.” Gülümsedi. Hayalindeki kadından teşekkür beklemediği aşikardı. Ona ufak da olsa minnettardım çünkü beni şövalyelerin önünde küçük düşmekten kurtarmıştı. “Güçlerin seninle mi?” dediğinde başımı salladım. Hala bendim. “Pekala, sana bir şeyler anlatsam iyi olur.” Saraya adımımı attığım an zaten tek başıma ilerleyemeyeceğimi anlamıştım ve Ezra’nın yanımda olmasına ihtiyacım olacaktı. Kahinler haklı çıkmıştı. Ezra kırılmaya yüz tutmuş tabureyi çekip “Oturmaz mısın?” diye sorunca kaşlarımı çattım ama gösterdiği yere geçtim. Ayakta durmayı tercih edince onu iyice inceledim. Saçlarının birkaç teli ağarmıştı, ellili yaşlarda olmalıydı ama oldukça fit duruyordu. Üzerinde deri bir yelek, altında aynı tonlarda bir pantolon vardı. “Benden hiç çekinmiyorsun.” dedim ve Ava olmaktan çıkıp kendim oldum. Bacak bacak üzerine atıp arkama yaslandım. “Sebep?” Sorum onu gülümsetti. “Kahinlerden bir görüş alıyorum ve Cassandra’ya yardım etmek için seçildiğimi öğreniyorum. Korkmaktan çok onur duymam gerekir.” Sözlerinden bile bu adamın neden seçildiği anlaşılıyordu. İlk olarak benden çekinen birisi olsaydı bunu kullanırdım ve korkarak bana yardımcı olamazdı. Ezra rahattı, sanki onun için Cassandra sıradandı. “Yine de bir şeyden emin olmalıyım.” deyince gözlerimi kıstım. “Ne?” “Burası benim için çok önemli. Burası benim evim.” Yanılmıştım. Cassandra ile oturduğunu unutmamıştı. “Sana sebebini bilmeden yardım edeceğim, yanında olacağım ama karşılığında Xilmari’ye hiçbir şey olmayacak. Herkesin duyduğunu ben de duyuyorum, krallıkların gördüğü yıkımlar da buna dahil. Cassandra’nın yaptıkları… Seni tanımıyorum ve belki de krallar başlarına gelen her kötü durumu senin üzerine yıkıyordur. Bunu bilemem ama sen şunu bil Cassandra; Xilmari, kral ve prens benim için çok önemlidir. Kendi canımdan daha çok onların canına önem veririm.” Arkama yaslanmayı kesip eğildim. “Prensin karşısında olmamdan tedirgin oldun.” “Tek istediğim sorun çıkmaması.” Kralı nasıl seviyordu anlamıyordum çünkü Ephraim yıkılmaz kuralları olan, her zaman sinirli ve oldukça katı bir kraldı. Dostu olduğuna bile şaşırıyordum. Onu incelerken parmaklarımı dudaklarımda gezdirdim. “Yakıp yıkmayacağıma söz veriyorum Ezra.” En azından bunu yapabilirdim. “Burada yaşamama yardımcı ol, yeteri kadar saklanabileyim, göze batmayayım… Sen bana bunları ver, ardından karşılığını alacaksın. Zarar vermeden buradan ayrılırım. Sen de yeğeninin geri döndüğünü, sarayın ona uymadığını söylersin.” Rahatlamış gibi bir nefes aldı. Sakince konuşmam onu mutlu etti. Bana içinde bulunduğum odanın çalışma odası olduğunu, vaktinin çoğunun burada geçtiğini anlattı. Saraydan bahsetti, şövalyelerin isimlerini söyledi. Arthur’un yanındaki adamın adının Carter olduğunu öğrendim. Ezra’nın şifalı bitkilere ilgisi gözle görülebiliyordu ve şifacı olmaktan çok, kraliyet üyelerinin yakın dostuydu. Arthur’la çocukluğundan beri ilgileniyor, Ephraim’e dostane fikirlerini sunuyordu. Ama tabii ki bir danışman kadar önemli değildi. “Sana bir oda ayarladım. Sarayda kalmalısın ve sana bir iş lazım.” Yüzümü ekşittim. “Para hiçbir zaman sorunum olmamıştır.” Bacağımın üzerinde tuttuğum elimi çekip avucumu yukarı kaldırdığımda tepe tepe aldın belirdi. Ezra bunu yaptığım an gözlerini kocaman açıp sandalyeden fırladı. “Hayır!” Sesini yükseltmesini beklemediğim için geriledim. “Bunu yapamazsın, burada olmaz. Ezra’nın yeğeninin çalışmak için geldiğini herkes biliyor ve kimse bir sürü altın ya da mücevher görmeyi beklemez! Sarayda yaşayacaksın ve özel odan olsa bile içeri gidip çıkan olacaktır. Bulunmasını riske edemezsin.” Konuşmak için ağzımı açtım ama müsaade etmedi. “Kahinler bana insan gibi yaşaman gerektiğini oldukça belli etti ve buna çabalaman gerekiyor.” Altınları hemen yok ettim. “Tamam, pardon!” Ellerimi kaldırıp boş olduklarını gösterdim. “Altın yok.” Yan gözle baktım. “Gümüş?” Onaylamaz sesler çıkardığında gözlerimi devirdim. “Aklında ne gibi bir iş var acaba? Temizlik ve yemek konusunda oldukça kötüyümdür Ezra çünkü asla bu işleri yapmıyorum, büyü gücüm var. Dikkat çekmek istemiyorum.” Başını birkaç kere salladı. “Yarın sabah ilk işin Mary ile tanışmak olacak. İki gün sonra görev dağılımı yapacak ve seni de iyi bir işe yerleştirmesini istedim. Önceden bileceksin ve şanslıysan iyi bir maaşın olacak.” “Sana yardım edemez miyim?” dedim odayı göstererek. Hemen ayaklandım ve eskimiş büyü kitaplarını işaret ettim. “Ben bunların içinden çıktım Ezra. Bilmek istediğin her şey benim zihnimin içinde.” Ellerini bacaklarına sürtüp sıkıntıyla nefes çekti. “Açık olmak gerekirse Cassandra… bunu kesinlikle istemiyorum.” Ellerim aşağı düştü. “Ben öğrenmeyi seviyorum, ne kadar geç olursa olsun doğruyu kendim bulmak isterim. Yanımda kutsal büyücünün olması işime gelmeyecektir ve bu odaya kendini hapsedemezsin.” Yirmi beş yıllık hayatımın en zorlu dönemi önümdeki birkaç ay olacaktı. Başımı usulca salladım. “Tamam. Marry ile tanışırım.” “İlk önce odanı halledelim.” Çalışma odasından birlikte çıktık. Bana ilk önce kendi odasını gösterdi ve saat kaç olursa olsun rahatsız edebileceğimi belirtti. En ufak bir sorunda onu bulmam gerekiyordu. Kimliğimin ortaya çıkmasını riske edemezdim çünkü yüzümün bilinmesini kesinlikle istemiyordum. Odam Ezra’ya yakındı ve şaşırtıcı bir şekilde zeminde değildi. İlk katta kalıyordum. İçeri benimle birlikte girip incelemem için fırsat verdi. Oldukça sıradandı. Sadece bir yatak, küçük bir dolap ve ayna… “Alışık olduğuna benzemediğini biliyorum.” dedi kapıyı kapatırken. Yatağa bakıp güldüm. “Değil çünkü benim bir evim yok. Olana da yıllardı uğramadım.” Bilinçsizce konuştuğumu fark edip kendimi toparladım. “İdare eder.” Ezra işleri olduğunu söyleyip odadan çıktı fakat işi olduğunu sanmıyordum, beni yalnız bırakmak istemiş olmalıydı. O gittikten sonra ilk işim dolabı büyüyle kıyafetle doldurmak oldu, ardından geçinebileceğim kadar altını yaratıp en arka kısımlara saklamak zorunda kaldım. Aynadaki halimi görünce öfkeyle saçlarımı açtım. Sadece birkaç saat olmuş olsa da bu kadar insanın ve sharın içinde yaşayabileceğimi hiç sanmıyordum. Aynanın karşısına geçip alev gibi yanan yeşil gözlerime baktım. Sinirim ne kendime ne Ezra’ya ne de kahinlereydi. Beni buraya yollayan kara büyüye ve onu kullanmaya cesaret edeneydi. Rezil durumdaydım. Aynadaki görüntüme bakarak elimi kaldırdım ve yüzümün sol tarafına götürdüm. Hemen kaşımın yanından aşağı doğru bir çizgi çizerek parmağımı indirdim ve yıllar önce olmuş, tenimi yakıp geçmiş ama şimdi sakladığım yara izini görünür kıldım. Ben ölümsüzdüm, beni kutsal kılıç hariç hiçbir şey yaralayamazdı ama o kılıç bana dokunduğunda acıların en beterini yaratıyordu. Burada bir kılıç olduğunu sanmasam bile korumayı elden bırakmayacaktım. Aynaya tekrar dönüp yüzümdeki izi yok ettim. Bu benim ilk ve son yara izimdi, dikkatsizce davranmam sonucu aldığım ufacık çiziğin bana ne derece acı çektirebileceğini tahmin edememiştim. “Xin.” Fısıltı şeklinde çıkan sesim odamda değil, ormanın içinde yankılandı. Yoldaşım, dostum ve koruyucum olarak seçtiğim siax sesimi duydu. “Buraya, Xilmari’ye gel.” Xin, toprağın içinde beni bekleyen ve Cassandra’nın canavarı olarak bilinen, metrelerce uzanan, bir damla zehirle insanları öldüren yılan, siax… Kara büyüyle onu kendime bağlayalı yıllar oluyordu. Düşüncelerimi bile hissediyor, gördüğümü görüyordu. Her şeyim, diğer bir parçamdı. Sarayda görünmeyecekti ama beni ormanın içinde bekleyebilirdi. Saklanacaktı. Başımı belaya sokarsam da saklandığı delikten çıkacaktı. Üzerimi değiştirmeden önce omzuma astığım küçük deri çantayı çıkardım. Ufak tefek eşyalar, bazen gezerken yanımdan ayırmadıklarım… Çantayı dolaba atmadan önce duraksadım ve elimi içine sokup yıllardır orada duran kağıda uzandım. Minicik, dörde katlanmış kağıdı yavaşça açıp içindeki yazıya baktım. Neredeyse silinmişti. ‘Pazar günü saat sekiz, aynı yerde bekliyor olacağım.’ Gözlerimi yumup kağıdı yumruk yaptığım elimde buruşturdum. Parmaklarımın arasında yıllarca sakladığım kağıdı kül ettim. İnsanlara, kimseye, güvenmemem gerektiğini bunca yıl bana o hatırlatmıştı. Pazar günü onu saatlerce beklemiştim. Sokağın sonundan çıktı çıkacak diye umutla, o soğukta dikilmiş durmuştum. Saya’dan başka tek dostum bana söz vermişti fakat o pazar günü hiç gelmemişti. Bir daha beni bulmaya bile çabalamamıştı. Kız kardeşimden başka kimseye güvenemeyeceğimi de acı yoldan öğretmişti. “Pekala Cassy… Şunca yıl yaptıklarının acısını kahinler sana bir yıl boyunca çektirecek. Bir yıllık cehennemim…” Kendimi yatağa sırt üstü attım ve Saya’yı hayal ettim. Rüyamızda buluşacaktık. |
0% |