Yeni Üyelik
30.
Bölüm

30. Bölüm

@leeseaa

Dumanlar etrafımdan çekildiğinde görüş açıma sadece üzerime tutulan kılıçlar girdi. Taht odasındaydım.

Başımı yavaşça onlardan çekip tam karşımda oturan krala baktım. Elimi kaldırdığım an çevremi sarmak için koşan onlarca muhafız aynı anda geriye uçtu, sırtları duvara yapıştı. Çevrem tekrar bomboş kaldı.

Raeran, tahttan kalkmak için hareketlendiğinde “Kıpırdansan seni öldürürüm.” diye mırıldandım. Sıktığı parmakları yavaşça gevşerken arkasına korkuyla yaslandı, nefes bile almadı.

Suratıma bakıyordu, kim olduğumdan gayet haberdardı ama başlığımın olmaması ve onun yanında hiddetle gelmeme çok şaşırmıştı. Asla beklemiyordu.

Ona yaklaşmamı duvara yapışmış olan muhafızlar gözleriyle takip etti ama hiçbir şey yapamadılar. Tahta çıkan iki basamağın önünde durdum ve gözlerine baktım. “Notu aldın mı?” dedim direkt olarak. Gözlerime beni anlamıyormuş gibi baktı. “Sana yolladığım notu aldın mı? Benim yazdığım not!”

Başını hızlıca iki yana sallamaya başladı. Gözlerindeki korku suratına da yansımaya başlamıştı. Belli etmek istemiyordu ama benden korkuyordu, krallara dokunamayacağımı bildiği halde sınırı aşabileceğimin farkındaydı.

“Ephraim bana…” diye cümleye başladığında sessiz odada bağırdım.

“Ephraim sana hiçbir şey yazmadı! Sana notu yollayan bendim fakat Saya seni zıvanadan çıkarmak için Ephraim’in ağzından bir not yazdı.” Söylediklerim ona çok saçma geldi. “Kız kardeşim bana ve size ihanet etti Raeran.”

Aklından neler geçirdiğini biliyordum, ihanet edecek ve bu işe kalkışacak olan kutsal büyücünün ben olduğumu düşünüyordu.

“Sen kargaları yolladın.” Karşı çıkmadım. “Karışmayacağına inandım çünkü sessizliğe çekildin.”

Dişlerimin arasından “Sebepsiz yere Xilmari’ye savaş açtın.” dedim. “Eğer saldırsaydın karşında beni bulacaktın.”

“Alec’i tehdit ediyorsun. Bu senin yapacağın bir işti, ancak sen bu kadar ileri gidebilirsin! Kaos çıktığında bunu izleyecek olan kişi Cassandra!”

Gözlerimi kapattım, acıyan kalbimi bir kenara bıraktım. Basamakları çıktığım an sırtını iyice geriye yapıştırdı, tahtın içine girecekti ama hala konuşabiliyordu. Ellerimi hemen ellerinin önüne koyup ona doğru eğildim. Nefesim üzerine düşecek kadar yakınlaştım, gözlerime çok yakından bakmasını sağladım.

“Alec’e sorsana Raeran.” diye fısıldadım. “Sevgili dostuna bir danış… Sor bakalım ben bu savaşı izleyecek miydim? Yapacağıma inandığın hiçbir şeyi yapmayacaktım ve o geçitleri hiç açmamalıydın, o geçitler ancak kara büyüyle açılabilir ve eğer kara büyüye bir daha bulaşırsan son gördüğün gözler benim gözlerim olacak, ellerimde can vereceksin.”

“Ephraim onu da tehdit etti.” diye fısıldadı.

“Alec sana ne dedi?” yutkundu, cevaplamak istemedi. “Ne dedi!” diye bağırana kadar konuşmadı.

“Bu şekilde saldırırsak senin dikkatini çekeceğinden emindi. Bunu söylediği halde elfleri yolladı.”

“Şerefsiz.” diye homurdanıp doğruldum. Basamakları bir daha inerken konuşmaya devam ettim. “Şu dakikadan itibaren hiçbir şey yapmayacaksın. Eğer Xilmari’ye dokunursan Iolrath’ı haritadan silerim.”

Sonunda hareket edebildi, uzaklaşmam ona güven verdi. “Xilmari’nin tarafını tutuyorsun.”

“Sen sağır mısın? Ephraim sana hiç bulaşmadı.” Anlayamıyordu, Saya’nın böyle bir şey yapacağına olan inancı yoktu. Öfkeyle dudaklarımı ıslattım. “Birazdan her şeyi öğreneceksin Raeran. Bütün dünyaya açıklayacağım ve sen de onlarla birlikte öğreneceksin. Eğer aklında başka bir geçit açmak gibi plan varsa yapmamanı öneririm. Yaparsan krallığını siaxların yeni yuvası yapacağım.” Başını endişeyle iki yana salladı.

“Cassandra ancak ortalık kızıştığında ortaya çıkar. Kahinler bunu sana yasakladı.”

Raeran beni delirmeye uğraşıyordu ve başarıyordu. “Savaşacağın kişi ölüler olacak!” Bağırdım ve muhafızları tutan büyüyü çözdüm. Ağzımdan çıkan kelimeler onları zaten kilitlemişti. Raeran kaşlarını çattı. “Saya ölmüş olan herkesi uyandırıyor. Kara büyüyle savaşacaksın Raeran, benim yanımda savaşacaksın, yoksa hepimiz öleceğiz.” Kısa ve açıklayıcı cümlelerim onun için asla gerçekleşemeyecek bir kabustu. Alnımı sıktım. “Sadece bekle Raeran. Yarım saat içinde her şeyi öğreneceksin.” Parmağımı ona doğrulttum. “Benden gizli iş yapma. Ağzımdan duymadığın hiçbir şeye inanma. Sana yazılı olarak ulaşmayacağım, konuşmamız gerekirse direkt olarak yanına gelirim. Anladın mı?” Cevaplaması için sesini yükseltmem gerekiyordu.

“Anladım Cassandra.”

“Güzel.” dedim ve arkamı döndüm. Muhafızlara göz ucuyla baktım. Odada yürümeye başladığımda hepsi kılıçlarını kınlarına sokup geri çekildi.

Kara dumanlar bir daha beni sardığında nereye gideceğimi aklımdan geçirdim. Bedenim yok oldu, görünmeyen dağlara sadece bir saniyede ulaştım.

Ayaklarım tapınağın merdivenine dokunduğu an hiç beklemeden yukarı çıktım.

Kahinlere sormam gereken bir sürü soru vardı. Saya ne zamandır oynuyordu, güçlerim ne durumdaydı, en başından beri bunu nasıl görememişlerdi, ölüleri tek başına uyandırmayı nasıl başaracaktı?

Düşüncelerimde boğulmaya başladım. Hala ıslak ve yanan gözlerimi elimin tersiyle sildim ve tapınağın içine girdim. Dar koridorda ilk defa bu kadar aceleyle yürüdüm, ilk defa onların yanına hızla gitmek ve dinlemek istedim.

İçeri girdiğimde yedisi de beni bekliyordu. Daha karşılarına geçmeden adımı söylediler. “Cassandra,”

“Biz de seni bekliyorduk.”

Önlerine geçerken hiçbirine bakmadım. “Bundan haberdar mıydınız?” diye sordum. “Bunu biliyor muydunuz!” Bağırmaya engel olamıyordum, kendimi kontrol edemiyordum.

Öfkemi hissediyorlardı, tapınağı bile parçalayacak kadar güçlüydüm ama kontrol edemeyecek kadar tutarsızdım. “Aklında çok soru var, hepsinin cevabını alacaksın.”

Ellerimi yumruk haline getirip sakinleşmek için derin bir nefes aldım. “Kardeşimden haberiniz var mıydı?” dedim bir kere daha. Yavaş ve tane tane anlatmalarını istemiyordum, seri bir şekilde her soruma cevap almak zorundaydım.

Bir tanesi sakin bir dille cevapladı. “Biliyorduk.”

Gözlerimi açtım. “Bile bile beni onunla uykuya soktunuz!”

“Sabırlı ol Cassandra.”

Söylediğine hayret ettim. “Sabrım tükendi artık.” Fısıldadıktan sonra başımı aşağı eğdim, içimdeki duyguları bastırmaya çabaladım. “Kız kardeşim bana ihanet etti.” Sesimin çıkmadığını duydular. Hissettiğim öfke değildi, çok daha kötüsüydü.

“Cassandra,” Kahin başlığını yavaşça çıkardı ve gözlerini görmeme izin verdi. İleri çıktı, önceki kadar duygusuz bakmıyordu. “Saya’nın bunu yapacağını gördük. Kara büyünün ordusu neredeyse her gelecekte, her olasılıkta yer alıyor.”

Diğeri sözü devraldı. “İki kesinlik vardı. Cassandra ve Saya orduların başında duruyor ve amaçları ortak oluyordu.” Bunu gördüklerine inanamadım. “Ama inancımız başka bir görüş oldu, Cassandra ölmüş olanların ve kara büyünün karşısında yer alacaktı.”

“İki kız kardeş ya birlikte dünyayı değiştirecek ve ölüm getireceklerdi ya da Cassandra ve Saya karşılaşacaktı.”

İki kız kardeşin karşılaşması… En başından beri bunu beklemişlerdi.

“Bana yalan söylediniz.”

“Senin gözlerini açtık!” En sağda bekleyen kahin başından beri sessizdi. Çekindiğim, benimle açıkça her zaman konuşabilen kişiydi. Öne çıkarken başlığını aşağı çekti, gözlerimin içine baktı. “Eğer Xilmari’ye yerleşmeseydin, eğer değer verdiğin büyücülerle hiç tanışmamış olsaydın Saya kadar insanlardan nefret edecektin. Kendin görmeliydin, kendin onları tanımalıydın. Sözler hiçbir işe yaramayacaktı Cassandra.”

Bana doğru ilerledi.

“Cassandra öldürür, Cassandra yok eder!” Tam önümdeydi. “Ama Cassandra asla gösterdiği kişi değildir.”

Ona bakamadım. Hiçbir zaman itiraf etmemiştim fakat o ve diğerleri her zaman her şeyin farkında olmuşlardı.

Arkasındaki kahin konuştu. “İki kutsal büyücüyü durduracak gücümüz yoktu Cassandra. Saya kara büyüyle hareket ediyor ve onun karşısına çıkabilecek tek kişi uykudan uyanmış olan diğer kutsal büyücüydü.”

Anlayamıyordum. “İki gelecek gördünüz. Benim de onunla olabileceğimin her zaman farkındaydınız. Madem bu da bir seçenekti, neden uyumama izin verdiniz?” Saya’nın isteklerini kabul etseydim ve kara büyüyü kendime çekseydim beni hiç kimse durduramazdı. Sonunda aklımı da kaybettiğimde kız kardeşime istediğini vermiş olurdum. Benliğimi kaybettiğimi zevkle izlerdi. “Kara büyüyü kabul etseydim orduya bile ihtiyacım kalmadan herkesi yok edebilirdim.”

“Umduğumuz gerçekleşmeliydi, insanlara değer vermeni sağlamak zorundaydık ve görüyorum ki bunu başarmışsın.”

Arthur’u gördüğüm ilk an farklı olduğunu anlamıştım, Ezra’ysa her zaman benim iyiliğim için uğraşmıştı. Beni her gördüğünde canımı sıkacak kadar dürüst oluyordu ama bir şekilde moralimi düzeltebiliyordu. Bakış açımı değiştiren tek şey Xilmari’ydi.

Kahinler işi tamamen şansa bırakmıştı. Ya onları yarı yolda bırakacak ve Xilmari’de başarısız olup oradan nefretle ayrılacaktım, uykuyu bile tamamlayamayacaktım ya da şimdiki gibi korumak için her şeyi feda edebilecek kadar bağlanacaktım. Onların şansı Ezra olmuştu. Beni bilerek Xilmari’ye yolladıklarını ise yüreğimde biliyordum.

“Sadece seni uykuya sokmuş olsaydık Saya şüphelenecekti.” Açıklamaya başladı. “Saya, ölümsüz ordusunu uyandırmayı sizi uykuya sokmadan haftalar önce planlamaya başlamıştı. Kendisini uykuda tutamadı çünkü onun gücü artık kutsal büyücünün sahip olduğu saf büyü değil, kara büyüden besleniyor. Onun uykuyla güçlenmesi mümkün değildi.”

Sonra diğeri söze girdi. “Saya bizden hiç şüphelenmedi. Kara büyünün kahinlerin üzerinde etkisi olabileceğini sanıyordu. Geleceği görebilirdik fakat gelecek kara büyü tarafından ele geçirilirse bunu anlayamayacağımızı sandı. O, bize kara büyünün işleyeceğini biliyor.”

“İşlemiyor mu?” dedim şüpheyle.

Başını iki yana salladı. “İşlemiyor ama Saya tam tersine inanmalıydı. Yazılan ilk büyü kitabı, kahinlerin geçmişi… Kitaba yeni bir sayfa eklenmeliydi ve eskisi kirletilmeliydi. Kitap artık doğruları göstermiyor çünkü bizzat bizim tarafımızdan değiştirildi.”

Yanımdaki kahin devam etti. “Kara büyünün kahinlerin görüşünü değiştirebileceği kitaba eklendi. Eğer kitaba kara büyünün gelecek görüşünü değiştirebileceğini yazmasaydık Saya en başından beri ondan haberdar olduğumuzu bilecekti. Fakat kitabı buldu, bulmasını sağladık ve inandıktan sonra kahinlerin görüşüne kara büyüyle müdahale etmeye çabaladı. Orduyu görünür kıldı çünkü senin uyumanı istiyordu fakat kendi görüntüsünü sakladı.”

Kız kardeşimle oyun oynamışlardı. En başından beri bana hiçbir şey söylemiyorlar ama her adımı planlıyorlardı. Onlar düzeni bozmazdı, engellemezdi. Ancak Saya’nın istediği son, geleceğe hakim olacaksa yollarından şaşarlardı.

“Bizim üstümüzde bile kara büyü kullanmaya kalkıştı.” İlk defa seslerinde öfke sezdim. “Ama engelleyemedi, yanıldı ve bizim görüşümüzü açtı.”

“Peki ya uyku?” diye sordum. “Ne kadar ilerledim? Güçlerimi açmak zorunda kaldım.”

Başlığını çıkaran kahin ellerini önünde birleştirdi. “Başında bir ağrı hissettin mi Cassandra?” Sözleriyle hemen ona döndüm ve kaşlarımı çattım.

İki kere.

Delirtecek kadar şiddetli ağrılar.

“Seni güçlendiren bizdik.” diye ekledi. “Uyumalıydın, ancak uyurken güçlerine müdahale edebilecektik. Eskisinden katbekat güçlüsün Cassandra. Uyku ancak seni sahip olduğunun iki misli ilerletebilir fakat bizim müdahalemizle çok daha ileri gittin. Süreç kısaldı, her şey tamamlandı. Bir daha uyumana gerek yok.”

Onca ağrı, geçmek bilmeyen saniyeler boyu damarlarımın yanması, gözlerimin kararması… tek umutlarını aylardır, hissettirmeden, güçlendiriyorlardı.

Ne diyeceğimi bilemedim, beni bile yorumsuz bırakmışlardı ve büyük bir kumar oynamışlardı. Eğer istedikleri yolda ilerlemeseydim sonlarını kendileri getirmiş olacaklardı fakat alınması gereken bir riskti çünkü sadece iki seçenek vardı.

“Bana güvendiniz ama...” dedim fısıltı gibi fakat tamamlayamadım. Bir daha aynı sızıyı kalbimde hissettim. Anılarım, geçirdiğim yıllarım, gözümün önünden geçip duruyordu. Küçücük kardeşimin her yerine çiçekler sardığım ve onun kıkır kıkır güldüğü o günler…

“Saya’nın amacı hiçbir zaman seninkiyle bir olmadı.”

Bilmediğim daha neler vardı, tahmin bile edemiyordum. Yaşadığım her berbat günün arkasında kız kardeşim vardı. Onu affedemiyordum fakat kendimi de suçluyordum. Jhann’ın ölümünün tek sebebi bendim. Onunla arkadaş olmak istemem, onu sevmem, güvenmem… Benimle hiç tanışmamış olsaydı hala yaşıyor olacaktı.

İçten içe kendimi suçlamak için sebep arıyordum fakat mantığım ağır bastığında sadece öfke hissediyordum.

Jhann’ı bile öldürmüştü. Tanıdığım en iyi adamın bile canını alabilmişti.

Ama ne olursa olsun Saya’yı gözü kara bir şekilde öldüremeyeceğimi biliyordum.

“Orduyu durduracağım.” dedim buz gibi bir sesle ve sonra istemeyerek ekledim. “Ama Saya’yı öldüremem. Bunu yapamam.” Önümde duran kahinin bakışları değişti. “O benim kardeşim. Ne olursa olsun, kolaylıkla karşısına çıkamam.”

“Şu anda Xilmari’ye giden kız kardeşinin canını mı önemsiyorsun?” dedi gözlerime bakarak.

“Ne?” İleri gidecek gibi oldum. “Ne demek Xilmari’ye…” Yürüyüşüm kesildi, yerime çakılı kaldım.

Saya, Ezra’yı ne kadar sevdiğimi biliyordu ve Arthur ile olan bakışmalarıma şahit olmuştu. Onu uyarmıştım, tehdidini ciddiye almamıştım çünkü bu kadar ileriye gitmez, kucağıma bir daha gelmez demiştim. Beni değiştiren kişi Ezra’ydı, gözümü açan ve bundan sonra yanımda olacak olan da… Onun teninde açılan bir çizikle Saya’yı canlı canlı toprağa gömerdim.

“Benim kardeşim…” Dışarıya açılan koridora döndüm. “Saya…” Yürüdüm. “Jhann’ı benden aldıktan sonra bir de Xilmari’ye saldıracak… Öldürmek ve yok etmek için.” İçimdeki her şey yavaş yavaş ölüyordu. “Benim sevdiklerimin canını almak için!”

Bütün damarlarım patlayacaktı. Sakinliğimi korumaya bu kez çabalamadım çünkü bu onun atabileceği son adımdı. Xilmari’ye gidiyorsa bile onu ancak oraya ulaştığında engelleyebilirdim. Bana büyüsü işlemiyordu fakat diğerlerine istediğini yapabilecekti.

Benden çekinmiyordu.

Ama göstermediğim yüzüm onu tir tir titretiyordu.

Mümkünmüş gibi daha çok nefret ettim. Onu bir kutuya kapatmak ve çürüyene kadar orada tutmak istiyordum fakat artık kabul edilemezdi.

Kız kardeşim benden ve benim olanlardan korksun istedim. Bu dünya ona dar gelsin, burada adım atamasın, her zaman arkasını kollasın ve yaşadığına pişman olsun istedim. Boğazımı parçalayacak kadar gür bir sesle bağırdım.

“Immorto Vaassar Siax.”

Görüşüm bir an değişti ve kıpkırmızı bakışların hızla açıldığının görüntüsü zihnime düştü. Ona dar gelen mağarada, karanlığın içinde, insanların göreceği son bakış…

Tapınak zangırdadı, her yer titredi. Dengede durmak için ellerimi bile kaldırmadım. Asırlardır ayakta duran tapınağın taşları yerinden oynadı, tepeden küçük parçalar düştü.

Bütün dünya aynı anda sallandı.

Düşüncelerim Vaassar’ın uyanışıyla alev alev yanan öfkeye dönüştü. Bunlar benim hislerim değildi, bunlar Vaassar’ın hissettikleriydi. Asırlardır uyuyan siax gözlerini açtığı gibi öfkesini ve gördüklerini bana da yaşattı.

Saya, Vaassar’ın gücünü biliyordu ve ona hep inanmıştı. Ağzımı aramış, onun bedenini bulup bulamadığımı sormuştu ama hiçbir zaman cevap alamamıştı. Sadece küçücük bir tebessümle karşılık vermiştim. Vaassar’ı bulduğum gün onu kendime bağlamış, uyuyan canavarı bir yandan yaşatmıştım ve onun çocukları olan siaxları korumuştum. Xin her zaman benimleydi ve Vaassar, Xin’in gözlerinden de izlemişti. Xin’in benimle olan bağı kuvvetlendikçe Vaassar da bana güvenmişti.

Efsanelerin içinde yaşayan yaratık her zaman benim evimdeydi çünkü o ve diğerleri ikinci ailemdi. Şato, argentavis, çölün ortasındaki orman… Hepsini onu saklamak içindi. Kendime seçtiğim ama asla yaşayamadığım evimi de Vaassar’ın gücünün gölgesine kurmuştum.

Saya’nın korkulu rüyası Vaassar’ın ta kendisiydi. Göreceği son şey onun gözleri olacaktı.

Bütün yeryüzünü aynı anda sarsan sarsıntı durduğunda kahinler adımı söyledi. “Cassandra,” Onlara dönerken parlayan gözlerimden Vaassar çekildi ve tekrar yeşil rengini aldılar. “Siax…” Kahinler bile bunu yapabileceğime inanmamıştı.

“Siaxlar benim.” dedim güçlü bir sesle. “Her zaman benim oldular, her zaman onları korudum. Ve Vaassar…” Onların bile tapabileceği kadar kudretli siax. “ancak benim tarafımdan uyandırılabilirdi.”

Onu ilk gördüğümde yanında bir karınca kadar küçük kalmıştım. Kapalı gözleriyle bana Xin’i andırmıştı, sadece akılların alamayacağı kadar devasaydı. Bir kalenin etrafına sarılabilecek kadar büyük olan yılan, benim gözlerimi yıllarca kullanmıştı.

“Saya yön değiştirdi.” Kahin konuştuğunda Vaassar’ın hareketliliğini takip etmeyi bıraktım. “Xilmari’ye gitmiyor. Kayboldu.”

“Ne demek kayboldu?”

“Burada değil.” dedi hızla. “Vetrax’a geçti.” Şüpheyle ona baktım ama Saya, Vetrax’ın merkezine ilerleyecek kadar güçlü değildi çünkü Vetrax kara büyü kabul etmezdi. Ancak kendisine Vetrax’ın karanlık kapısını açabilmiş olmalıydı. Sadece kendisinin olacağı küçücük bir oda gibi.

Vaassar toprağın altındaydı. Xin gibi ilerliyordu ve tıpkı onun gibi, yürüdüğünü kimse anlamıyordu. Saya, onu Xilmari’ye çektiğimi sanmış ve hızla yön değiştirmişti çünkü Xilmari’ye gittiği an Vaassar’ı göreceğine inanıyordu.

“Saya…” Kahin onun adını söylediği an sinirlendim.

“Saya benim için ölü.” Koridorun önünden çekildim ve onların yanına ilerledim. “Benim bir kardeşim hiç olmadı.” Sözlerimi Vaassar da duydu ve amacıma ortak oldu. Eğer Saya’yı benden önce bulursa ve onunla karşılaşırsa onu yok edecekti.

Kahinlerde gözlerimi gezdirdim ve endişelerini gördüm.

“Vaassar benim kontrolümde, hiçbir şey olmaz.” Kahinleri bile durdurabilecek kadar kudretliydi ve onları korkutacak kadar saldırgandı, büyük bir tehditti. Kahinler, Vaassar uyuduğu için minnettardı çünkü onu engelleyemeyeceklerini biliyorlardı. Ama Vaassar, kara büyü ordusunun karşısında benimle duracaktı. “Orduyu durduracağım ama tek başıma yapamam. Vaassar’la bile başaramam.”

“Söyle Cassandra.” dedi kahin.

“Sesimi duyurmak istiyorum.” dedim onlara arkamı dönüp. “Bu sarsıntının sebebini, neden onu uyandırdığımı herkese açıklamak istiyorum. Saya’nın gerçek yüzünü herkes bilsin ve gelecek olan kara büyüye karşı benimle birlikte dursun. Yaşayan herkesi kullanacağım ve herkes canı için savaşacağını anlayacak.” Kimsenin seçme şansı yoktu. Yaşamak ve yaşatmak için öldürmek zorundaydılar. “Saya orduyu ne zaman uyandırabilir?”

“Yıllar sonra.” Söylediği ilgimi çekti. “Seni bu yüzden yanında istedi. Seninle birlikte orduyu canlandırması çok kolay olacaktı ama tek başına bu aylar sürer. Güçlenmeli, kendisini kara büyüye tamamen teslim etmeli.”

“Boyunu aşan büyülere bulaşırsa Saya ölür, bedeni bunu kaldırmaz.”

Kahin beni onayladı. “Bu yüzden meditasyon yapacak ve tek bir büyüye yoğunlaşacak. Aylarca aynı büyü üzerinde çalışacak. Ordu, düşündüğü tek şey olmak zorunda. Bu yüzden Vetrax’ın içinde saklanması gerekiyor. Onu kimse bulamaz.”

İki yıla yakın bir süre, belki de daha fazlası önümdeydi. Herkesi uyarmak ve hazırlanmak için oldukça yeterliydi.

“Herkese sesleneceğim ama yardımınız gerekiyor. Bunu tek başıma yapamam.”

“İstediğin yardım olsun Cassandra.”

Yedi kahin de bana doğru hareketlendiğinde yere oturdum ve tam aralarında kaldım. Raeran’a ve Ephraim’e her şeyi açıklayacağımı söylemiştim ve bütün insanlarla aynı anda öğreneceklerdi. Bağdaş kurup gözlerimi yumdum ve dışarıya olan bağlantımı koparmaya çalıştım. Bütün dünyada gezinmek istedim, sesim herkesin zihninde yer alsın diye uğraştım.

Kahinlerin büyüme ortak olduğunu hissettiğim an kelimeleri fısıldamaya başladım, ilk defa kendimi aşan bir büyüye bu kadar içim rahat yaklaştım. Uykudan önce bu şekilde herkese seslenmem mümkün değildi, şimdiyse zorlanmamam için yanımda kahinler vardı.

Büyüyü bütün dünyaya yaydım.

Adım kahinlerin sesleriyle birlikte herkesin aklına fısıldandı. Kimin seslendiğini duydular. Benden korkarak kaçan herkesin aklında Cassandra adı yankılandı.

“Savaşın önemi nedir ki yaşayanların arasında olduktan sonra? Bir lanet çöküyor üzerimize, hepimizi içine çekecek karanlık günler.

Sizlere sesleniyorum, herkesin beni duymasını ve birlik olmasını istiyorum. Kara büyünün ordusu doğuyor, yok etmeye hazırlanıyor. Bu topraklarda gezinmiş herkes, çürümemiş bedenler, kaybettikleriniz… toprağın altından çıkacak ve yaşamı öldürmek için saldıracak. Kara büyünün ölümsüz ordusu gelecek olacak.

Onlardan tek farkımız bizim kalbimizin atıyor olması fakat bu lütuf bizim zayıflığımız olacak. Bu dünya ölülerin yaşamaması gereken bir dünya, bu bizim hayatımız. Bizim düzenimiz.

Onlar hepimizi öldürmek için canlanacaklar. Kara büyü içimizde gezecek. Söyleyin bana, ölüler tekrar doğduğunda yaşayanların birbirine girmesi bize ne kazandıracak?

Toprak tutkusuyla açılan bu savaşın bir kazananı yok çünkü uğruna savaşılan toprağın üzerinde yürüyebilecek hiçbir canlı olmayacak.

Iolraht ve Xilmari’ye sesleniyorum… toprak için başlayan bu savaş kan dökülmeden bitmeli. Yaşayan herkese sesleniyorum, bu dünya bizim ve bizi öldürebilecek tek güç var. Onlar birlik olacak ve karşılarında aynı amaç uğruna savaşan insanları, büyücüleri görecekler.

Karşısında durduğumuz kara büyü uyanıyor. Kız kardeşim Saya tarafından uyandırılıyor.

Yanınızdayım ve son nefesime kadar yanınızda olacağım. Önümüzde uzun bir yol var ve yolun sonu ordunun uyanışıyla kapanacak. Aylarca sürecek olan kara büyü hazırlığına hep birlikte cevap vermek zorundayız. Ancak birlikte bunu başarabileceğiz.

Ben Cassandra, bu dünyada dolaşan tek kutsanmış büyücü…

Her zaman sizinle olacağım.

Düşündüğünüzden çok daha güçlüsünüz. Asıl güçsüz olan kara büyüyü kullanan ve ona sığınandır.

Birlik olduğumuz müddetçe bizden güçlü hiçbir şey olamaz, kara büyü karşımızda duramaz! Çatırdamalar ancak birbirimize olan güvensizliğimiz sonucu olabilir. Krallara ve kraliçelere sesleniyorum, sebepsiz savaşlar geride kaldı, yön değiştirmenin vakti geldi. Kan, ortak bir amaç uğruna dönülecek.

Bu kez yaşamak için savaşacaksınız. Bu kez sessiz kalmayacaksınız çünkü sizin sessizliğiniz herkesin sonu olacak.

Efsanelerde yer alan siax uyandı. Vaassar gücünü kara büyüye duyurdu ve gözlerini açtı. Ondan korkmayın, tıpkı benden korkmayacağınız gibi. Sonu getireceğine inanılan siax ancak kara büyünün sonunun geldiğini görmek için yol alabilir. Vaassar benimle ve sizinle birlikte.

Xilmari benim kalemdir, Xilmari beni bulabileceğiniz yerdir.

Hepiniz siaxların ve benim korumam altındasınız. Aranızda gezecekler, benim gözlerimden görecekler. Tıpkı benim gibi sizin yanınızda olacak ve sizin için savaşacaklar.

Krallara ve kraliçelere sesleniyorum, herkesi Xilmari’ye davet ediyorum. Artık barış ve bütünlük zamanı. Bu, hepimizin savaşı ve bu kez savaşı izlemeyeceğim…

Onu yöneteceğim.”

Loading...
0%