Yeni Üyelik
31.
Bölüm

31. Bölüm

@leeseaa

Bedenim tekrar görünür olurken çevremdeki bütün hareketliliğin durduğunu hissettim. Gözlerimi açtığımda ilk olarak merdivenlerin sonundaki büyük heykeli gördüm, ardından aralarında belirdiğim insanların hepsi durdu, muhafızlar bana döndü.

Hiç kimse hiçbir şey diyemedi.

Ne Cassandra diye bağırdılar ne de kaçtılar. Sadece bana bakıyorlardı çünkü bir saat önce hepsine gerçekleri fısıldamıştım.

Tam önümde duran çiçekçiyle göz göze geldim ve yolu işaret ettim. Kıpırdamadan suratımı inceliyordu. Ancak yolu işaret ettiğimde hızla ve korkuyla hareket edebildi.

Önümden çekildiğinde merdivenlere doğru ilerledim. Herkesin gözlerinin üzerime olmasına alışıktım fakat bu kez ifade barındırmayan suratımı, kırmızılaşmış gözlerimi görebiliyorlardı.

Kapının önünde bana bakmamak için gereksiz çabaya giren muhafızın tam önüne geçtim. “Arthur, kral veya Carter… Neredeler?”

Muhafız dimdik durdu. “Taht odasındalar efendim.”

“Elfler nerede?”

“Axilya’ya yollandılar efendim.”

Yanından geçip gittim. Sarayın içine girdiğimde de bahçedeki durumun aynısını bir kere daha yaşadım. Yaklaştığım herkes bana bakıyor, önceden birkaç cümle ettiğim insanlar az önceki konuşmama rağmen benden kaçınıyorlar ve yön değiştiriyorlardı.

Aklımı onların bu tutumuyla bulandırmadım, hiçbiriyle göz teması bile kurmadım. Daha fazlasını kaldıramayacaktım, zaten içimde dinmek bilmeyen fırtınalar kopuyordu.

Yukarıya hızlıca çıktım, taht odasının önüne geldiğimde muhafızlara elimde kapıyı açmalarını işaret ettim. Ne yapacaklarını bilememiş gibi baktıklarında kapıyı büyüyle kendim açtım ve aralarından geçip içeri girdim.

Çift kapı arkamdan gürültüyle kapandı. Ephraim karşımdaydı fakat ilk baktığım kişi Ezra oldu. Beni gözünü kırpmadan inceliyordu, iyi olup olmadığımı görmeye çalışıyordu. Bir anlığına ona sarılmak, gösterdiğim ve oluşturduğum kadının dışına çıkmak, ondan ayrılmadan içimi dökmek istedim çünkü sadece dinleyecekti ve ben rahatlatacaktı.

Nefesimi toplayıp Ephraim’e döndüm ama dikkatim kendisinde değil, oğlundaydı. “Artık biliyorsun.”

Arkamda bir hareketlilik hissettiğimde omzumun üstünden baktım. Carter arka taraflardan çekilmiş ve yanıma gelmişti, bir adım arkamda sanki destek gibi duruyordu.

“Saya kara büyüyü en başından beri, yıllardır kullanıyormuş. Beni uykuya mecbur eden o, orduyu uyandıracak isim Saya.” Diğer yanımda da Ezra vardı. “Bir ailem hiç olmamış.” Fısıltımı sadece o ve Carter duydu.

Her bahsettiğimde kendimi acınası duygulara teslim etmek istiyordum. Bu yüzden sustum ve onun adını bir daha anmak istemedim.

Ephraim’e anlattım. “Alec ve Raeran’ı da kandırmış. Raeren’a bir not göndermiştim, saldırırsa karşısında beni göreceğini açıklamıştım fakat eline hiç ulaşmamış. Onun yerine bir başka mektup almış. Senin ağzından yazılmış gibi gösterilen, tehditkar bir mektup… Hem Iolrath’ı hem de Axilya’yı tehdit ettiğini sanmışlar.” Ephraim’in kaşları çatıldı. “Artık doğruları biliyor.”

Ephraim tahttan yavaşça kalktı. Ne diyeceğini bilemedi, belki de Arthur onunla birlikte yaptıklarımızı çoktan anlatmıştı. Bakışlarını aşağıda tuttu ve sormak istemiyormuş gibi konuştu. “Gerçekten orduyu uyandırabilir mi?”

“Aylar sürecek.” dedim hemen. “Bensiz yapamaz, zaten beni yanına çekmek için buraya gelmiş.” Arthur’un bakışları karardı, Saya’nın bana elini uzatışını hatırladı. “Beni de kullanacaktı ama öfkesine yenik düştü ve her şeyi aptal gibi açıkladı. Sadece beni başka bir yerden yaralamak için… Bensiz orduyu uyandırması belki de yıllar sürer ama elbet karşımıza çıkacaktır.”

“Kara büyü kullanan bir kutsal büyücü o.” dedi Ephraim, gücünü tahmin bile edemiyordu.

Başımı kaldırdım. “Saya iki saat önce beni öldürmeye çabaladı Ephraim.” Ezra’nın bileğime dokunduğunu hissettim. Ruhsuz gibi söylediğim cümlenin bende ne tür bir etki yarattığını ancak onlar anlayabilirdi. “Ama büyüsü bana işlemiyor.”

“Çünkü Xilmari’de uykudaydın.” Her şeyi bildiğini bu şekilde belli etti.

Küçük sessizliğin ardından Ezra içinde tutamadığını sordu. “Vaassar?” dedi çekingenlikle. “Gerçekmiş.”

“Gerçek ve yıllardır benimleydi.” Philip’le göz göze geldim. “Saklanan gerçek.” Ormanda ne olduğunu sorduğunda ona her şeyi açıklayamamıştım fakat bakışımla içeride uyuyanın aslında Vaassar olduğunu anladı.

Hepsi onun yüceliğinden haberdardı fakat Vaassar ancak rüya kadar gerçek olabilirdi. Uyandığında ve gözlerini açtığında hepsi içinde bunu hissetmişti, yaşayan en kudretli gücün bir kere daha canlanması insanları iliklerine kadar titretmişti.

Benden korkmayacaklardı ama Vaassar herkesin kabusuydu çünkü efsaneler, canavarın yeryüzünü toza çevireceğini anlatır, şarkılara konu olurdu.

“Onu kontrol eden benim.” dedim güven vermek için. “Vaassar benim ve sadece bana hizmet eder. Onu uyandırmak zorunda kaldım çünkü Saya buraya geliyordu.” Arthur’a baktığımda sesimin tonu değişti. “Beni yaralamak istedi, bana büyüsü işlemiyordu ve ancak başkalarına zarar vererek beni parçalayabilirdi. Vaassar’ı hissettiği an yön değiştirdi çünkü Xilmari’nin altında olduğunu düşünüyor. Karşısına çıkacaktı.”

“Vaassar’ın bir efendisi yok.” dedi Ephraim. “O, kimsenin sözünü dinlemez.”

“Benim ona emir vermeme gerek yok Ephraim. Zaten aklımdan geçeni biliyor, zaten gördüğümü izin verdiğim müddetçe görebiliyor… Ben ona emir bile vermeden istediklerimi gerçekleştirecektir.” Ezra ve Carter’ın arasından çıktım. “Ben onu canlandırdım, o da beni canlı tutmak için her şeyini verir. O benim gardiyanım değil, o benim bir parçam. Tıpkı diğerleri gibi.”

George odanın bir köşesinden mırıldandı. “Onun dünyanın sonunu getirecek kadar büyük olduğuna inanılıyordu.”

“Zaten öyle.” Baştan sona ona bakmak saniyeler sürüyordu. “Ölümsüz ordunun karşımıza çıkacağını da düşünürsek Vaassar elbet uyanacaktı çünkü onsuz başaramam.” Söylediğim gerçekler onları ürpertiyordu. “Toprağın altında kalacak ve dışarı çıkmayacak. Şimdilik.”

Ephraim, Vaassar konusunda hiçbir yorumda bulunmadı.

“Saya uzun bir süre burada olmayacak. Bir şekilde Vetrax’a geçmeyi başarmış, orada hazırlanmak zorunda. Vetrax’a onun gibi geçebileceğime inanıyorum fakat her kapıyı aralamak beni oldukça yoracaktır ve kara büyü kullanmadan başka bir evrenin kapısını bu kadar seri bir şekilde aralayamam. Yıllar boyu kara büyü kullandım ve sonunda durmak zorunda kaldım çünkü beni etkilemeye başlamıştı.” Kendime zar zor itiraf ettiğimi bunca büyücünün içinde söylemek istememiştim ama yalan söylemeye artık lüzum yoktu. “Bir kere daha kullanırsam Saya bunu bana karşı çevirmenin bir yolunu bulabilir. Bir daha asla kara büyüye elimi sürmemeliyim.”

“O zaman yapma.” Arthur ilk defa konuştu, hep sessizdi ama bana birçok şey söylemek istediği barizdi. Basamaklardan inerken gözlerini benden çekmedi. “Kara büyüyü bir daha kullanma.”

Başımı yavaşça salladım. “Kullanmayacağım.” Babasının ve diğerlerinin yanında ona bu kadar uzun bakmak istemediğim için hemen gözlerimi kaçırdım. “Kralları ve kraliçeleri buraya çağırmak zorundaydım Ephraim. Onlar geldiğinde konuşmalara devam etmememiz gerekiyor. Xilmari’ye dokunan olmayacak, Saya da aylarca güçsüz olacak. Kara büyüye başladığında bunu hissedeceğime inanıyorum.”

Ephraim başını eğdi. “Xilmari’de istediğin kadar kalabilirsin Cassandra.” dedi hiç tereddüt etmeden. Elini kaldırıp Ezra’yı gösterdi. “Güven çoktan sağlanmış.” Ezra’ya canını emanet edebilecek kadar güveniyor ve inanıyordu. Ben Raeran’ın yanındayken ve kahinlerle konuşuyorken Ezra onunla Arthur’a göre çok daha başka konuşmuştu.

“Teşekkür ederim Ephraim. İzninizle.”

Başını eğdi, yaptığım her şeyi öğrendiği için bana çok başka yaklaşıyordu.

Selam verdikten sonra arkamı döndüm, buradan çıkmak istedim fakat Carter peşime takıldı. “Sana bir oda ayarlayacağım Cassandra. Burada kalacağının bilgisini vereceğim.” Kulağıma doğru fısıldayarak konuşuyordu.

Kapıdan çıkmadan önce Ezra’ya ve diğerlerine son kez bakıp kendimi koridora attım. Carter’la yalnız kaldım.

Konuşuyor, ne yapacağını anlatıyordu ama hiçbirini duymuyordum. Sadece düşünüyordum, sadece buradan kaçmak ve saklanmak istiyordum. Dışarıdan bakan herhangi biri beni ayaklarının üzerinde güçlü bir şekilde duruyor gibi görecekti ama içim parçalanıyordu. Düşündükçe boğuluyordum.

Kendimi ilk defa kötü hissediyordum.

“Cassandra?”

“Yalnız kalmak istiyorum.” dedim ona doğru. “Yalnız kalmam lazım Carter. Her şey üst üste geldi.”

Omuzları düştü, gözlerindeki bakış değişti. “Seninle gelmemi istiyor musun?” Titreyen sesimi saklamak için konuşmadım, sadece başımı sağa sola salladım. “Tamam… Sen ne zaman istersen Cassandra.”

Arkamı dönüp yürümeye başladım. İlk defa bilinçsizce kara dumanları çağırdım. Beni sarıp sarmaladılar, kaçmama yardımcı oldular. İçlerinden çıktığımda derin bir nefes çektim, nereye geldiğimi kendim bile bilmiyordum.

Dumanlar beni uzağa çekmemişti.

Kaçışım olan odanın içerisindeydim. Xilmari’den, herkesten uzaklaşmak istemiştim fakat dumanlar beni yine buraya getirmişti.

Hızlıca yürüdüm ve yatağa oturdum. Ellerimi iki yanıma koyup karşımdaki duvara gözlerimi kilitledim. İhanetten dolayı parmaklarım titriyordu, yatakta oturuyor olmama rağmen dengemi sağlayamayacak gibi hissediyordum.

Bana yaptıkları, bana söyledikleri, üzerimde kullanmaya çalıştığı büyü, sebepsiz yere aldığı can…

Gözpınarlarım ağrıyordu, artık dayanamıyordum.

Kapı hızla açıldığında başımı kaldırdım.

Arthur beni yatağında otururken görünce birkaç saniye hareket edemedi. Hiç kıpırdamadan onun yavaşça kapıyı kapatmasını izledim. Sakin adımlar atıp bana yaklaştı. Gözlerine bakıp “Nereye gideceğimi bilemedim.” dedim. Sesim kendimi zorladığım için titriyordu.

“Burada olacağını biliyordum.” Belindeki kılıcı kemeriyle birlikte çıkardı. Rahatsız olmamak için yere attı ve uzakta durmayı kesip yanıma geldi.

Hemen arkamdan çıktığını biliyordum. Babasıyla bile konuşmamıştı. En başından, Saya’yla konuştuğumdan beri bana şefkatle bakıyor, daha ne kadar kendimi tutacağımı anlamaya çabalıyordu.

Ona bakamadım. Duyduklarını düşününce yüzümü buruşturdum, göz teması kuramayacak kadar kötü hissettim. “Onlar sadece shar dedim ama bunu içten söylemedim. Saya beni bir başka görmesin diye uğraşıyordum. Ciddi değildim.”

Her şeyi duymuştu, Saya’yla gitmeden önce ona bakmıştım. Neden bunu dediğimi anlayamamıştı. Arthur suratına hiçbir şey yansıtmazdı ama gözleriyle anlatırdı. Biraz olsun onu hayal kırıklığına uğrattığımı sanmıştım.

Şu an, şu durumda, ağzımdan saatler öncesinde duyduğu cümlenin açıklamasının çıkmasını beklememişti.

Hiçbir şey demedi. Yatağa yaklaştı, elimi tuttu ve beni ayağa kaldırdı. Açıklamamı isteyeceğini düşünmüştüm, belki de Saya’nın neler dediğini bir kere daha soracak sanmıştım fakat beklemediğim bir şey yaptı.

Bana sarıldı.

Kollarımı belime dolayıp beni kendine çektiğinde bekleyemedim, buna ihtiyacım yok demedim. Ona sarıldım, başımı boynuna gömdüm.

“Biliyorum Cass.”

Tenimin üzerinde derin bir nefes çektiğinde ve deminden beri içinde tuttuğu duyguları artık yansıtmaya karar verdiğinde gözümün önüne Saya’nın elini tuttuğum an bana bakışı canlandı. “Gittiğimi sandın.” diye mırıldandım, parmaklarımı saçlarının arasına soktum. Saya kara dumanlarla ortaya çıktığı an her şeyin kız kardeşimin planı olduğunu Arthur anlamıştı ve Xilmari’yi, bütün herkesi bırakıp onunla gideceğime inanmıştı.

“Hayır.” dedi dudaklarını tenime dokundurup. “Gitmeyeceğini biliyordum. Seni tanıyorum Cass. Beni düşündürten bu değildi.” Geri çekilip saçlarımı avcuyla yanağımdan çekti. “Sana istediğini verebileceğini söyledi. O, herkesin gördüğü Cassandra’yı görüyordu, benim tanıdığım kadını bilmiyordu ve Saya’nın tanıdığı Cassandra açgözlüdür, güce tutkuludur. İstediğini ancak kara büyü sana verirdi Cass.”

Ben inanmamıştım ama o Saya’nın tek kelimesiyle her şeyi fark etmişti.

“Üzülecektin.” dedi hala tenimi okşarken. “Onunla gittiğin an üzülecektin ama onun sana sunduklarını kabul etmeyecektin.”

Korkusu taraf değiştirmek, Saya’nın aklımla oynaması hiç olmamıştı. Sadece beni düşünüyordu.

Gözlerim az önceki gibi dolduğunda hemen diğer tarafa döndüm, belli etmek istemedim. “Cass,” Çenemin altına parmaklarını belli belirsiz yerleştirdi ve yüzümü kendisine çevirdi. “senin de duyguların var.”

Eğer Arthur içeri girmeseydi kendimi çoktan gözyaşlarına bırakmış ve haykırmıştım. Öfkemi ve sinirimi atamıyordum fakat kabullenemediğim duygular bunlar değildi. O benim kız kardeşimdi. “Aramızda sadece iki yaş vardı. Ben kendime yetemiyordum. Babam öldüğünde ben de sadece bir çocuktum fakat Saya’nın yanında dik durması gereken birisi olmalıydı. Üzüntümü içime gömdüm, onu özlediğimi bile söyleyemedim. Saya’ya babamın yokluğunu hissettirmemek için numara yaptım.” Sesim titredi. “Onun için kendi duygularım yokmuş gibi yaşadım. Ve bana ihanet etti.”

Benden her zaman nefret etmişti.

Çabaladığım, kendimi harap ettiğim her şey bir hiç uğrunaydı. Kaldıramadıklarım geçmişte yaptıklarımdı. Tek ailem olarak onu bilmiştim, ne olursa olsun çağırdığımda yanıma gelir demiştim. Onu her gün görmüyordum, bazen aylarca birbirimizle konuşmuyorduk lakin hep yanımda olacağına inanırdım. Tek bir kelimemle Saya’nın beni bulacağını bilirdim çünkü ben de zorlandığını hissettiğimde her şeyi bir kenara atıp onun yanında olurdum.

Fakat düşününce kendimi koca bir yalana inandırmıştım.

Çünkü Saya ona ihtiyacım olduğunu hissettiğim, yalnız olmak istemediğim zamanlarda kendisini meditasyona kapatırdı. Bir anda, haber vermeden. Bana bunu söylüyordu, beni kendimle baş başa bırakıyordu. Yanına gidebileceğim, paylaşabileceğim hiç kimse olmadığını bildiği için, acı çekmem için beni tek bırakıyordu.

Bir zamanlar kaçışım Jhann’dı. Onu bile elimden almıştı.

“Sen kardeşinin yanında oldun.” dediğinde öfkeyle başımı iki yana salladım.

“Benim bir kardeşim yok. Hiç olmadı.”

Saatlerdir oradan oraya koşuyor, debeleniyordum. Raeran’ı görmüştüm, kahinlerle birlikte herkese fısıldamıştım lakin bunları yaparken aklım hep geçmişte kalmıştı, her geçen saniye daha da katlanılmaz olmuştu. Aklımdaki tek şey Saya’ydı.

“Ben onu sevmiştim.” dedim. Tutamadığım gözyaşı süzüldüğünde Arthur’un bakışları oraya kaydı. “Ben, hayatımla oynayan kişiyi sevdim! Beni buna o çevirdi, Cassandra’yı o yarattı! Ben yıllarca onun yüzünden yaşamadım!” Dayanamadım. İçimde tutamadım. “Jhann’ı o öldürdü!”

Kapı kilitlendi, odanın etrafını haykırışımdan önce büyü sardı, duvarlar ses geçirmez oldu.

“Jhann’ı sadece hayatıma kimseyi alamayayım, bir daha güvenmeyeyim diye öldürdü.”

Beni kendine çekti, acımı hafifletecekmiş gibi avucunu başımın arkasına koydu. Gözyaşlarım hem onun hem de benim üzerime döküldü. “Her şeyi mahvetti. Beni duygusuz bir kadına çevirdi. Onun yüzünden yalnız kaldım!”

Sadece öfkemi dillendirmemi dinliyor, hiçbir şey söyleyemiyordu. Bağıra çağıra itiraf etmek, her zaman savunduğum yalnızlığın aslında beni parçalayan olduğunu anlatmak bile üzerimdeki yükü hafifletiyordu.

Saçlarımın üzerinde dudaklarını hissettim. “Sen yalnız değilsin Cass.” Geri çekildi, parmaklarıyla ıslak yanaklarımı sildi. “Ben buradayım. Ben hiçbir yere gitmiyorum.”

Dışarıdan bakıldığında acımasız, duygusuz bir adam gibi görünüyordu fakat yanımda bambaşka birisine dönüşüyordu.

Dışarıdan bakıldığında can alan, umursamayan bir kadın olarak görülüyordum fakat onun yanında kendim oluyordum. Babamın tanıdığı, gülümsemeyi bilen küçük Cass gibi. Saklanmaya ihtiyaç duymuyordum, ağzımdan çıkan güzel kelimeleri tutamıyordum ve Arthur beni görsün, beni tanısın istiyordum. O, hiçbir yere gitmiyordu.

“Sana söyleyeceğim hiçbir şey acını hafifletmeyecek Cass. Ancak üzüntünü paylaşabilirim.” Yanağımın üzerine bir öpücük bıraktığında gözyaşlarım durdu. “Herkesten saklan, seni yaralamıyormuş gibi davran fakat içine atma. Benim yanımda ne hissediyorsan onu yaşa. Cassandra benim gözümde değişemez çünkü ben onu herkesten farklı tanıyorum.”

İnsanların beni bu şekilde görmesini istemiyordum fakat o, beni her halimle aynı bilecekti. O, benim kaçışımdı.

Parmak uçlarımda kalkıp ona sıkı sıkı sarıldım, boynuna yüzümü gömdüm ve ayrılmadım. Sırtımda ellerini hissettim, beni bırakmayacak gibi tutarken kulağıma fısıldadı. “Burayı sadece bir kale olarak görme. Bundan sonra burası içinde sen olmadığın sürece asla aynı olmayacak. Benimle kal Cass.” Bir kere daha dudakları dokundu ve tekrar etti. “Bundan sonra benimle kal.”

Başımı usulca salladım. Tek başıma olmak, burayı sadece kale ve merkez olarak kullanmak istemiyordum. Onunla kalmak istiyordum. Her gün onu görmek istiyordum.

“Bugün buradan çıkmak istemiyorum. Bugün sadece sessizlik istiyorum.”

Sözlerimden sonra hiç beklemeden beni kucağına aldı. Yatağının yanından geçti ve beni üzerine bıraktı. Dudağımın kenarına minicik bir öpücük bıraktı. “Sen nasıl istersen Cass.”

Kenara kaydım, yanıma geldikten sonra başımı ona yasladım, ayrılmak istemedim.

Gözlerimi yumdum.

‘Vaassar…’

Hareket etti, çölün içinde devasa bir yarık açıp içine girdi, toprağın altına gizlendi. Bu kez hareketi deprem etkisi yaratmadı, kendisini sakladı. Xilmari’ye görünmeden geliyordu, bana yaklaşıyordu ve her zaman sarayın altında bekleyecekti.

‘Xilmari bizim kaçışımız, evimiz olacak ve asla zarar görmeyecek.’

Loading...
0%