@leeseaa
|
Hızla yukarı çıkmaya başladım, bir başkası bana ulaşmaya çalışıyordu. Gözlerim Vaassar’ın gözleri olurken kimsenin suratına bakamadım. “Bekle Vaassar.” diye fısıldadım ve koşar adım koridorlardan geçtim. Yüzümü saçlarımın arasına gizlemiştim, kimse bunu görsün istemedim. Sarayın içindeki en yakın yere gitmem gerekiyordu, Ezra’nın çalışma odasıysa hemen ilk kattaydı. İçeri girdim, kapıyı hızla kapattım ve sırtımı yasladım. Başımı yukarı kaldırarak derin bir nefes çektim. Vaassar görmek ve yaşadıklarımı hissetmek istiyordu. Gözlerimi açtığımda ben karanlığı gördüm, o Ezra’nın odasını. Beklediğini izleyemediği için hemen görüşümden çekildi ama düşünceleri hala benimleydi, iletişimdeydi. “Korkaklar aramızda geziniyor ve ulaşamayacakları insanlara kıskançlıkla bakıyorlar Vaassar. Öfkemin sebebi zirvede olmayı hak eden adamın canını almaya çabalamaları.” O, sadece benim hislerimi önemser ve benim dediklerimi yapardı lakin benim aklımda sadece yapılan saldırı vardı. Önemsiz, başarısız teşebbüs iliklerime kadar nefretle dolmamı sağlarken bir yandan da yüreğimi ağzıma getirecek kadar korkutmuştu. “Ya ok zehirli olsaydı? Ya ben yanında olmasaydım ve Arthur bunu göremeseydi?” Konuşurken hala onu hissediyordum. Ben sinirlendikçe sinirleniyordu, dışarı çıkmak istiyordu. “İzin veremem Vaassar. Aklımda şüpheyle yaşayamam. Hastalıklı bir düşünce olduğunu biliyorum fakat elimde değil. O, sıradan birisi değil.” Benim için önemli olan her şey Vaassar için de değerliydi. Arthur bunun bir parçasıydı. “Yukarı çıkabilirdin ve belki de bir gün dışarı çıkacaksın. O, benim hemen yanımda duruyor. Ya sana dokunursa!” İstemeden sesim yükseldi. Vaassar’ın dikenleri zehirliydi, Vaassar’ın varlığı bile öldürücüydü. Tek bir dokunuşla zehri vücuda yayılırdı. Vaassar her zaman Xilmari’nin savunması olacak, burada bekleyecekti ve eğer ben sınırların içinde olmazsam Arthur burada olacaktı. Vaassar’a yaklaşacak ve hatta dokunacak cesareti yoktu fakat günlerin ne göstereceğini kimse bilemezdi. “Tek sebebi korkum değil, aynı zamanda ona güveniyorum. Ben burada değilsem prens burada olacak. Benim aklıma giremiyorsan onun aklına izin verdiği müddetçe girebilirsin Vaassar. Korunmayı hak eden biri, yaralanırsa onu iyileştirmene değecek bir adam. Sana yaklaşabilmesini istiyorum, senin onun düşüncelerine erişebilmeni istiyorum. İzin ver siax zehrini onun bedenine de kabul ettireyim. Bağışıklık kazansın Vaassar.” Düşüncelerimin arasında geziniyordu fakat sözlerim onu sessiz bıraktı. Kabul edip etmediğini anlayamadım. Onun tek bağlantısı bendim ama Arthur’la bu şekilde bağlanmasını istemiyordum, sadece onu koruyacak kadar yanında olmalıydı. “Sen bana istediğimi ver, ben de sana istediğini vereyim. Birlikte güçlenelim Vaassar.” Tekrar canlandığını hissettim. “Sana Zioldra’nın pençelerini vereceğim. En başından beri bunu istiyorduk. Ertelemeyeceğim, onu hemen bulacağım. Fakat bana istediğimi ver.” Haykırışlarını neredeyse duyacaktım. “Onun gücü senin olacak, kanı ise benim. Toprağın altından çıkacaksın Vaassar. İstediğimizi alacağız. Ama ancak Arthur’un güvende olduğunu bildikten sonra, içimi tamamen ferah tuttuğumda onu bulup istediğimizi alabilirim.” Kara dumanlar ayaklarımın altından çıktığında şaşırarak başımı eğdim. Ben yapmıyordum, Vaassar yapıyordu. Beni içine çekti, bedenimi sürükledi ve bambaşka topraklara çekti. Yıllar önce onun mağarasında bıraktığım kutuya koşarak ilerledim, içindeki hançeri aldıktan sonra tekrar dumanlara kapıldım. Xilmari’den yalnızca bir dakikalığına çıkıp geri döndüm. Kabul etti, hatta o kadar sabırsızlandı ki beni kendisi çekti. Ezra’nın odasından fırtına gibi çıktım. Koridorda hızla ilerlerken karşıma George çıktı. “Neredeler?” dedim fakat aynı yöne ilerliyorduk. Koridorun sonundaki büyük salonu gösterdi. “Sen iyi misin?” diye sorduğunda sadece başımı sallayabildim. “Diğeri, sağ bıraktığın… Carter ona dokunduğu an konuşmaya başladı. Ephraim onun yarını görmesini istemeyecektir fakat şu an zindanlarda tutuluyor. Saldırıyı istemediğini bağırıyor, sadece kardeşini vazgeçirmek için geldiğini söyleyip af diliyor.” “Az önce de söyledim, affı yok.” “Kral da böyle düşünüyor Cassandra. Ephraim’i tanıyorsun.” İç geçirdi. “İntikamla alınan bir karar, aslında Ephraim’e saldırmak istenilmiş fakat kral dışarı çıkmıyor. Çözülemeyen toprak sorunu, kasabadaki karışıklığa krallıktan bir cevap gelmediği için öfkelenen iki kardeş.” Benim için sebepsiz bir girişim olarak kabul edilebilirdi. Onunla birlikte içeri girdim. Ephraim’i otururken buldum, yanında Arthur duruyor ve Ezra’yla birlikte bir şeyler anlatıyordu. Buraya gelme sebepleri Ephraim’in yanına çıkacağımı tahmin etmeleriydi, sadece biraz gecikmiştim. Ephraim karşısında konuşan herkesi elini kaldırarak susturdu. Yavaşça ayağa kalktı. Sinirli ve agresif tavırlarıyla biliniyordu ve her zaman öfkeyle bakıyor gibi görünüyordu, aklından geçenler asla anlaşılmıyordu. Onun gülümsediğini bile zar zor görüyordum. Ve şimdi bu bakışları benim üzerimdeydi. “Vaassar dışarı çıkmadı, hala aşağıda.” dedim bir şey demesine müsaade etmeden. Fakat yine de konuştu. “Vaassar’ın nerede olduğunu önemsemiyorum. Yaptığını önemsiyorum. Senin hareketlerin benim için önemli çünkü krallığımda kalan, özgürce dolaşan sensin.” Aramızda birkaç adım kaldığında durdu. “Öfke, ancak bu kadar anlamlı kılınabilirdi. Arthur zaten herkesin içinde teşekkür etti, yapılması gereken buydu.” Söylemesini beklediğim her şeyin tam tersini söylediğinde şaşkınlığım suratıma yansıdı. “Her zaman.” dedim. “Burada yaşayan herkes benim için önemli majesteleri.” Gözlerim Arthur’a kaydı. Başını eğmekle yetindi, Vaassar çıksa bile bunu umursamayacak kadar minnettar görünüyordu. Önemli olan hedefin tutturulamaması değildi, karşısında verdiğim tepkiydi. Boğazımı temizledim, odadaki herkesle konuştum. “Aslında paylaşmak istediğim birazdan buradan gitmem gerektiğiydi.” Arthur kaşlarını çattı, daha önceden gideceğimi söylememi beklemişti fakat yapılacak olanı öne çekmek zorunda kalmıştım. “Gidecek misin?” diye sordu Carter. Ardından Arthur onu duymamış gibi ekledi. “Nereye?” “Tapınağa gideceğim. Kahinleri görmek zorundayım. Daha fazla güçlenebilir miyim bilmiyorum ama deneyeceğim. Ben ne zaman doruk noktasına ulaştığımı düşünsem kahinler bir şekilde bana başka bir yol açmayı başarıyor. Saya güçlü, başka bir yerde gücüne güç katmaya devam ediyor ve hayatımda ilk defa bir başkasına yetişmeye çalışmak zorundayım.” İçinde bulunduğum pozisyondan rahatsız oluyordum fakat odada bulunan kişilere dürüstçe açıklama yapmak beni rahatsız etmiyordu. “Meditasyona girmem gerektiğini söyleyeceklerdir. Bu kez gerçekten uyumam gerekebilir. Hem zihnen hem bedenen.” Arthur duyduklarından hiç memnun olmadı. “Ne kadar süre?” “Bilmiyorum Arthur. Belki de bir ay.” Geçmişte öğrendiğim ama gerçekleştirmeye yüreğimin olmadığı büyüleri hatırladım. “Onlarla birlikte bu sürece gireceğim, yanımda olacaklar. Haftalar süreceğini biliyorum. Eğer Saya’yı hissedersem uykudan hemen çıkacağım ve Vaassar burada kalacak.” Ephraim’e güven vermek istedim çünkü kız kardeşimin dikkatini çeken kişiler onun yakınlarıydı, benim yüzümden tehlikedelerdi. “Saya, Vaassar’dan korkuyor ve eğer Vaassar onu hissederse yukarı çıkmaktan çekinmeyecektir. Vaassar buradayken Saya gelemez.” Diğerlerinin yanından çekilip Arthur’a doğru yöneldim. Sadece onunla konuşuyordum, herkesi ilgilendiren bir olayı ona anlatıyordum. Ephraim neden Arthur’a yaklaştığımı merak ediyordu, şimdi anlayacaktı. Masmavi gözlerine baktım. “Sana güveniyorum.” diye fısıldadıktan sonra sesimi normal tuttum. “Eğer Vaassar yukarı çıkarsa bir yol göstericiye ihtiyacı olur. Vaassar’ın öfkesini henüz hiç kimse hissetmedi ve onu dizginleyen ancak bir başkasının düşünceleri olabilir. Ben burada olmayacağım, uykuyu bozup Xilmari’ye gelene kadar Vaassar dışarı çıkabilir. Eğer çıkarsa kimin dost, kimin düşman olduğunu bilmesi ve hissetmesi gerekir.” Nereye varmak istediğimi hepsi anladı. “Seni beni dinlediği gibi dinlemez ve ne düşündüğünü ancak sen ona göstermek istediğinde görür. Sana güvenir çünkü ben sana güveniyorum. Bir başkasını dinlemez.” Onun duyabileceği şekilde fısıldadım. “Sadece sen.” Bunları duymayı beklemediği barizdi. Sabit tutmaya çalıştığı ifadesi değişti, kasları gevşedi. Vaassar’ın ve diğer siaxların benim olduğunu ve sadece benimle yol alabileceklerini biliyordu. Onlarla aramızdaki bağa başka kimseyi dahil etmezdim fakat endişe ve verdiğim değer beni ileri gitmeye mecbur etmişti. “Kabul ediyor musun?” Düşünmesi için ona süre vermek isterdim çünkü Vaassar’dan herkesin çekindiği kadar o da çekiniyordu. Belki de istemeyecekti ve hayır derse bunu anlayışla karşılayacaktım. Yeşil gözlerime gözlerini kilitledi, konuşmadan önce bekledi. “Bunun ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum.” Hemen açıklama gereği hissettim. “Senin düşüncelerinin ona verdiği duygularla hareket eder. Emir almaz, aklından geçirdiklerinin onu ikna etmesi gerekir. Vaassar’la benim aramdaki bağa kimse erişemez. Sen ona sadece öldürme ve geri dön diyebilirsin Arthur. Önlem için.” Göz ucuyla babasına baktıktan sonra Arthur’a yaklaştım, kimse duymasın istedim. “Kötü bir etkisi olsaydı bunu teklif etmezdim. Sana değer veriyorum Arthur ve senin için bunu istiyorum. Sen ve krallık için.” Vaassar hala aklımda geziniyordu, Arthur’u ben nasıl görüyorsam aynı şekilde görüyordu. Bu cezbedici fikre hemen atlamadığının farkındaydı. Eğer Arthur bana izin verirse Vaassar onun korunmaya değer birisi olduğunu görecekti ve istediğim bağ onun ve efsanevi canavarın arasında da sağlanacaktı. Prens yaralanırsa Vaassar onu tek bakışıyla ayağa kaldırabilirdi, kudretli büyüsünü Arthur’un üstünde uygulayabilirdi. Ölüm getiren canavarın iyileştirici bir yanı vardı, ailesine dokunulmasına asla müsaade etmezdi. Babasına hiç bakmadı çünkü onayına ihtiyacı yoktu. Sadece onun kararı önemliydi. Başını yavaşça salladığında gülümsemek istedim ama mutluluğumu gizlemeyi tercih ettim. Elimi uzattım. “Büyüyü yapayım.” Elini avucu yukarı bakacak şekilde elimin üstüne koydu. Sakinliğimi bozmamak için sessizce derin bir nefes çektim, ardından belime sıkıştırdığım, az önce aldığım hançere uzandım. Simsiyah hançerin üzerinde kan lekeleri duruyordu. Arthur ilk defa gördüğü hançere kaşlarını çatarak baktı. “Küçük bir kesik, Vaassar için verilecek bir damla kan.” diyerek açıkladım. Hançeri yan tutup avucunu az önce söylediğimin aksine boydan boya hızlıca kestim. Arthur’un üzerinde yara açtığımda yüzüm ekşidi, kendi canım yandı lakin o mimik oynatmadı. Büyülü sözcükleri mırıldanmaya başladığımda gözlerini kaldırdı, kelimelerden birkaçını yakalamaya çalıştı ama daha önce hiç duymamıştı. Büyüyü bilmiyordu. Arthur’un kanı benim avucuma da aktığında hançeri belime geri sıkıştırıp endişeyle yüzüne baktım. İzledim. Onu neden bu kadar dikkatli incelediğimi anlayamadı. Yere düşmedi, gözleri kararmadı, bayılmadı. Rahatlamış görünmeyi engelleyemedim. Soru sormadan istediğimi yapmıştı, nasıl olacağını açıklamamı bile beklememişti. Bana sonsuz güven besliyordu. “Bundan sonra Vaassar sen ne zaman istersen o zaman düşüncelerine girebilecek, onunla iletişim kurabileceksin.” Kanayan avucuna baktım. Ona yalan söylemiştim. Elini bıraktıktan sonra gözlerimi yumdum. Asıl amacım Vaassar’ın onun düşüncelerine girebilmesi değildi, asıl amacım zehri ona verebilmek ve bağışıklık kazanmasıydı. Hançerin üzerindeki kan Vaassar’ın kanıydı. Mağarasında uyurken onunla kan aracılığıyla bağlanmıştım. Kaç yıl geçerse geçsin üzerindeki zehir kalıcıydı, Vaassar’ın zehri her zaman ölümcüldü. Hem kanı hem de zehri Arthur’un bedenindeydi fakat haberi yoktu. “İyisin, değil mi?” diye sormadan edemedim. “Evet.” Babasına iyi olduğunu göstermek için bakış atıp bana döndü. Boğazını temizledi, diğerlerinin duymasını istemedi. “Tam olarak açıklayamam Cass fakat… damarlarımda akan kanı yakıcı bir şekilde hissettim. Sadece bir anlığına.” Normaldi çünkü öldürmesi gereken zehir onu öldürmemişti. Ben çok daha beterini yaşamıştım. “Beklenen bir şeydi.” Yıllar içinde ani kararlar almak zorunda kalmıştım fakat bu verdiğim en zor kararlardan birisiydi. Düşünmeye bile fırsatım olmamıştı. Zehri ona verdiğimde ölmeyeceğinden emindim, etki etmiş olsaydı bile kurtarabilirdim. Canını almazdı ama acı çektirebilirdi. Küçücük bir hisle bunu atlatmış olması zincirlerimden kurtulmuş kadar rahatlatmıştı. Vaassar’ın onu korumasına ihtiyacım vardı, ona dokunursa ölümü benim elimden olurdu. Arthur’a kendim zarar vermezdim, beni bu öldürürdü. Verdiğim kararın tek sebebiyse ona duyduğum sevgiydi. Artık benim gibiydi, Vaassar’ın kanı da damarlarında akıyordu. Gözlerini iki saniye fazla kapalı tuttuğunda endişelendim. “Arthur?” Hemen açtı. “Yok bir şey Cass. Neden bu kadar endişeleniyorsun?” “Vaassar’ı az önce kabul ettiğin için.” diye fısıldadım. Dudaklarını araladı ve aşağı baktı. “Şu an tam altımda olduğunu hissedebiliyorum.” “Onu bulmana izin veriyor, sebebi bu.” Vaassar isterse ondan saklanabilirdi. Yılan onun aklında gezinebilirdi fakat Arthur bunu asla yapamayacaktı. İyi olduğundan emin olduktan sonra geriye doğru bir adım attım fakat gözlerimi ondan çekemiyordum. “Gitsem iyi olur, kahinler yanlarına gideceğimi çoktan görmüştür.” Ephraim’e döndüm. “Herkesin buraya gelmesi gerekiyor. Önceden konuştuğumuz gibi.” Ephraim başını eğdi. “Bir ay sonra herkes burada olacak.” “Pekala…” Arthur’un elini tuttum. “İzninizle, prensle yalnız konuşmalıyım. Yürüyecek vaktim bile yok.” Ona dokunduğum an kara dumanlar yükselmeye başladı, hemen önümde duran Carter geri geri adımlar attı. Dumanlar ikimizi de yuttu, sarayın içinde yerimizi değiştirdi. Bu kez Arthur’un odasına değil, bana verilen odaya geçtik. Elini bırakmadan önüne geçtim. Kanayan avucunu yukarı kaldırdım, ellerimin arasında tuttum. Fısıldayıp yaraya doğru üfledim. Kan lekeleri kaldı fakat yara hızla kapandı. Arthur nerede olduğumuza bile bakmadı, elindeki yarayı kapattığımı sonradan fark etti. Yaptığım büyü ve ona verdiğim yetki şu an umurunda değildi. “Bir ay sonra mı geleceksin?” dedi takıldığı noktayı vurgulayarak. “Daha fazla güçlenemeyeceğini söylemiştin Cass. Uyku tamamlanmıştı.” “Bu uyku sadece güçlenmek için değil Arthur. Kahinlerle birlikte alacağım bu yolda geçmişi de görmem gerekecek. Tek başıma yapmam mümkün değil, onların yardımına ihtiyacım var. Yaşadığım günlerde gözlerimin önünde olanları bile göremedim ben. Saya’nın ne yaptığını, arkamdan başka ne işler çevirdiğini görmek zorundayım.” Çünkü bir parçam hala yaptım dediği şeytani davranışları yapmadığına inanıyordu. “Göremediğimi görmeliyim Arthur. Geçmişimi tekrar yaşarken bir yandan da geleceği düşünmek zorundayım. Orduyu sıradan büyülerle durduramam. Belki bir yol daha görürüm, belki kaçırdığım bir şey vardır.” İç geçirdim. “Büyük ihtimalle boşa uğraşıyorum ama denemek zorundayım.” Diğer bir uğraşım Vaassar’a istediğini vermek olacaktı fakat ancak emin olduktan sonra Arthur’a bunu açıklayabilirdim. Sözlerimden memnun görünmedi. Bir ay boyunca ben uyuyacaktım, o yaşayacaktı. Günler benim için hızlıca geçecekti, zaman kavramım kaybolacaktı fakat Arthur koca bir ay bensiz kalacaktı. “Arthur,” Ne düşündüğünü öğrenmek istedim. “Mecbur olduklarını yapacaksın Cass. Aylar önce sorsaydın bir ayın göz açıp kapayıncaya kadar geçeceğini söylerdim fakat şimdi…” Temiz elini kaldırıp parmaklarının dışıyla yanağıma dokundu. “Yanında olacağım. Seni izliyor olacağım.” “Seni bekliyor olacağım.” Yanağıma dokunmayı bırakıp elimi tuttu. “Yokluğunda herkesi toplayacağım Cass.” Tebessüm ettim. “Vaassar burada, seninle birlikte olacak. Xilmari’yi asla yalnız bırakmam.” Beni kendisine çekip saçlarımın üzerine dudaklarını yasladı. “Bunu yapabileceğini bilmiyordum.” Gözlerimi yumup kollarımı ona doladım. “Beni şaşırtan Vaassar’ın nerede olduğunu göremeden biliyor olmak değil, senin bunu yapmış olman.” Ona değer verdiğimi bildiği halde bu kadar ileri gidebileceğimi düşünmemişti. Atmayacağım adımları bir bir atıyordum ve hiç pişman değildim. Kız kardeşimin ihanetinin beni sarsması, bir daha güven duymamam gerekirdi fakat beni güçsüzleştireceği halde sağlamlaştırmıştı. Saya’nın beni sırtımdan bıçaklaması, Arthur’u yanıma tamamen çekmişti. Ona güvenmiştim, sonsuza kadar güvenecektim. Fakat sonsuzluk uzun sürmeyecekti. Kalbini kırmama sadece haftalar kalmıştı. Rüya gibi geçen günlerin sona ereceğini benim kadar iyi biliyordu. Konuşmayı ikimizden birisi başlatacak ve ikimizi de uyandıracaktı. Kollarımı yavaşça ondan çekerken gözlerine baktım. “Yokluğumda başına bela almasan iyi olur lordum çünkü Vaassar seni izliyor olacak. Sebepsiz yere dışarı çıkmasını istemeyiz.” Her kelimemin altında ona duyduğum sevgi gizliydi ve artık benim için ne kadar önemli olduğunu gocunmadan açıklayabiliyordum. Herkes ona verdiğim değeri hissedebilirdi, az önce kralın ta kendisi bile oğlunun canını en az onun kadar önemsediğimi fark etmişti. Arthur çenemin altına parmaklarını yerleştirip yüzümü kendisine kaldırdı ve dudaklarıma kocaman bir öpücük bıraktı. Ayrılırken fısıldadım. “Sadece bir ay.” “Sadece bir ay.” Ve sonra çok daha fazlası. ** Tapınak merdivenlerinin en tepesindeydim. Güneş bulutların arasından parlayarak gözlerimi kısmama sebep oluyordu, ormana istediğim gibi bakamıyordum. Vaassar hala benimleydi, uzaklaşmış olsam bile aramızdaki mesafe aynı kalmıştı. Göklere uzanan ağaçların üstünde bakışlarımı gezdirirken aslında her canlının gözlerine hükmediyordum. Dolaşıyordum, onlarla birlikte özgürlüğe koşuyordum fakat benim hissetmek istediğim onların zevkle koşuşturmasını izlemek değil, şimdiye kadar gördüklerini görebilmekti. Bastıkları her toprağa ben de eriştim, dünyevi olmayan güç aradım. “Neredesin?” diye fısıldarken Vaassar’la aynı anda büyü yaptım. Esen rüzgar eteğimi ve saçlarımı aynı anda uçuşturdu. Bu rüzgar bütün dünyada aynı anda esti ama havaya karışan büyünün benden kaynaklandığını hiç kimse anlamadı. Rüzgar esmeyi bıraktığında gözlerimi açtım. Hiçbir şey bulamadım, iliklerime kadar hissettiğim tek güç Vaassar’dı. Bildiğim, yıllar önce öğrendiğim bilgi doğru olmalıydı. Ejderha bu dünyada değildi. Zioldra’yı bulmak imkansızdı. Gücünün sadece bir parçasına ihtiyacım vardı. Vetrax’a kendisini kapatmıştı, belki de geçen yıllar içinde çoktan fosilleşmişti fakat böyle bir güç çürümüş olsa bile hiçbir zaman ölmezdi. Uykunun ardından edindiğim güç küçümsenemezdi. İstediğim her yere erişebiliyor, herkesi kontrol edebiliyordum fakat Zioldra benim sınırlarımın dışında kalıyordu. Vaassar bana istediğimi vermişti, Arthur’u kabul etmişti. Borcumu ödemem gerekiyordu, onun hayalini gerçekleştirmem gerekiyordu. En büyük parçam olan canavarı topraktan çıkarmak zorundaydım. Öfkesini hissettiğimde tenim karıncalandı. Merdivenlere doğru iki adım atıp ormana doğru gözlerimi kıstım. Zioldra burada olmasa bile aynı Vaassar gibi aramızda gezmeye devam ediyordu. “Seni bulacağım.” diye fısıldadım. Yaşadıklarımı yaşasın, nefretimi hissettin istedim. “Pençelerini, kanatlarını alacağım ve ona vereceğim.” Duyduğunu biliyordum. “Ölümsüzlüğün ise benim olacak.” Onun laneti sonsuza kadar yaşamaktı fakat kendisini bir şekilde ölüme götürmeyi başarmıştı. Ölüm gibi hissettiren derin bir uykudaydı ve asla kalkmak istemiyordu. Her şeyi görmüş, bir zamanlar dünyada bile dolaşmış olan ejderha artık yaşamak istemiyordu. “Bir ejderha istemiyorum Zioldra. Seni uyandırmak, yaşatmak istemiyorum.” Onu tekrar kaldırabilecek kadar güçlü olduğumu biliyordu, Vaassar’ı bile uykuya girmeden önce uyandırmayı başarmıştım. “Ben Vaassar’ımı özgürleştirmek istiyorum, ben yaşamak istiyorum… ancak bu şekilde yaşatmam mümkün olacak. İstesen de istemesen de seni bulacağım Zioldra.” Saya’nın karşıma ne çıkaracağını hala tahmin edemiyordum ve eğer beni kendisinden güçsüz görür, gözümü korkutmayı başarırsa savaşı baştan kaybederdim. Benim kumarım Vaassar’dı, ancak o bizi kurtarabilirdi. Beni de her zaman yanında isteyecekti. “Kanını istiyorum.” Ağaçların arasındaki tek bir noktaya gözlerimi sabitledim. Aklımda canlanan görüntü gerçeküstüydü. Yeşilliklerin küle dönüştüğünü, ormandan yayılan ateşin bütün dünyaya yayıldığını hayal ettim. Çığlıklar sonsuzluğa uzanıyor, bizi yaşatanlar yok oluyordu. Herkese huzur veren ormanlar bir bataklığa dönüşüyor ya da külleri rüzgara karışıyordu. “Sevdiğin her şeyi yok ederim.” Sözlerimdeki ciddiyeti ne kadar uzakta olursa olsun kavrayabilirdi. Ona yok oluşu göstermiştim. Zioldra doğanın merkeziydi, kendisiydi. Vetrax’ta özlem duyduğu tek şey dünyanın güzellikleri olabilirdi. Bir başka evrende olsa bile hala ağaçların arasında dolaştığını biliyordum. “Ölümsüz olmak için ölmek gerekir Zioldra. Sen, hiçbir zaman istediğin gibi olamadın.” Geriye doğru bir adım atıp yaydığım enerjiyi geri çektim. “Saya benim yanımda bir hiç. Onun öfkesi ancak sıradan insanları korkutabilir fakat benim öfkem Vetrax’ın kapılarından geçecektir. Ya bana kendini gösterirsin ya da göstermek zorunda kalırsın.” Tapınağa döndüm, içeriye yürüdüm. Kahinler söylediğim her şeyi duymuş olmalıydı. Tapınağın içine girdim, mumların havada uçtuğu karanlık koridordan daha geçemeden ayak seslerini duydum. Kahin, ilk defa odasından çıkmıştı. “Cassandra!” Ona doğru hızla yürüdüm, suratına bakmadım. Beni durdurmak için dışarı çıkıyordu fakat yürüdüğümü görünce sadece arkasını işaret edip geri döndü. “Zioldra rahatsız edilemez!” İçeri girmemiştik lakin başka bir kahin bağırmıştı. Ejderha, onlar için kutsaldı. Gücüm her zaman aklımla oynamıştı, benim imtihanım kendi açgözlülüğüm olmuştu. İmrenilecek gücüm bana hiçbir zaman yetmemişti ve yetmeyecekti. Uyku, meditasyon ya da başka bir şey… Doruklara ulaşsam bile hiçbir zaman yeterli gelmiyordu. Ama bu kez farklıydı. Kara büyüyle gerçekleşecek savaş sırasında ölürsem herkes kaybederdi. En büyük koz bendim, başaracak olan kişi bendim. Eğer hayatımı kaybedersem benimle birlikte yol alan herkes ölecekti. Zioldra’nın kanını kendime katabilirsem kutsal kılıç bile beni öldürmezdi. Yanımdaki kahin diğerlerinin arasına doğru ilerlerken bir tanesi yüksek sesle konuştu. “Zioldra’nın kanı lanetlidir!” Cevap bile vermeden karşılarına geçtim. “Bahşetmeyeceği bir güç istiyorsun.” Yavaşça ona döndüm. “Bu yüzden tehdit ediyorum.” dedim sakince çünkü kendi isteğiyle bana kanını vermeyecekti. Kahin başını iki yana salladı. “Seni bulacak olsa bile bu sözlerinin ardından asla onu göremezsin! Ejderha tehdit edilemez, ejderha Vetrax’ın içinde! Ona ulaşmanın tek yolu temiz düşüncelerden geçer fakat sen kardeşin gibi pisliğe batmak için çabalıyorsun!” Kaşlarımı çattım. “Sakın beni Saya’yla kıyaslama.” “O zaman Saya gibi konuşma Cassandra.” Dilimin ucuna gelen kelimeleri haklı olduğu için yuttum. “Zioldra’nın kanı lanetli olabilir ama lanetin kendisi zaten benim. Beni asla etkilemeyecek, beni başka birisine çevirmeyecek, sadece güçlendirecek.” “Saya’nın başlangıcını yaşıyorsun Cassandra!” Dişlerimi sıktım. “Saya benim yanımda bir hiç!” Ellerimi arkamdan çözüp ileriye doğru sinirle yürüdüm. “O, sadece bir büyücü. Asla benim gibi olamayacak, benimle kıyaslanabilecek birisi bile değil. Ben tekim, ben Cassandra’yım.” Kahinler ilk defa susmayı seçti. Onlar beni uyarmadı, benim söylediklerimin farkına varmamı beklediler. Yutkunup boğazıma oturan yumruyu yok etmeye çalıştım. Geriye doğru bir adım atarken gözlerimi kapatıp derin bir nefes çektim. “Yanlış bir yola gireceksin Cassandra.” “Doğru tarafta ilerlediğim için bu haldeyim zaten.” Gözlerimi ondan kaçırmadım. “Bir zamanlar sadece kız kardeşim vardı, artık değer verdiğim birçok kişi var. Beni bu hale getiren beş kişi var. Birinin bile teninde kesik açılmasın diye uğraşıyorum.” Sesim sakinledi, öfkem çekildi, Vaassar sadece sözlerimi dinledi. “Dünya bir yana onlar bir yana. Demek istediğimi anlıyor musun? Bu savaşın başında ben olacağım fakat bunu herkes için yapmıyorum, önceliğim o beş kişiyi yaşatmak. Çırpınışım bu yüzden.” Düşündüklerinin aksine tek istediğim kendimi yüceltmek değildi, ben güçlenmeyi diğerlerini korumak için arzuluyordum. “Zioldra bunu anlar.” “Az önce onu tehdit ettin.” dedi kahin. Dürüstlüğümden sonra benimle farklı konuştu. “Eğer Zioldra bu hislerini bilseydi belki sana ulaşmaya çalışırdı. Yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyorsun Cassandra. Vetrax’a geçmek başka, çoktan Vetrax’ta olan bir dünyaya girmek bambaşka.” Elimi kaldırdım. “Zioldra benim problemim. O, tıpkı Vaassar gibi ve ona da ulaşmanın bir yolunu bulurum.” dedim. “Buraya gelme sebebim ejderha değil. Neden geldiğimi çoktan gördünüz ve öğrendiniz. Görmek istiyorum. Geçmişi görmek istiyorum, bilmediğim büyülere ulaşmak istiyorum.” Hepsi bugünün geleceğinin farkındaydı. “Bilmediğin kapıları açmaya kalkışma. Seni oradan çıkaramayız Cassandra. Görmemen gerekeni görmeyeceksin. Hafızandaki boşlukları doldurmaya kalkışmayacaksın. Ancak, fark etmediğini öğrenebilirsin.” Kaşlarımı çattım. “Ne boşluğu?” Kahin yanıma doğru ilerledi. “Kara büyüye ulaşmaya çabalama, sadece geçmişte gezintiye çık. Bu süreçte uykun devam edecek. Geleceği kutsal büyücüler göremez, bunu sakın aklından çıkarma.” İstediğim olasılıkları görmek değildi, kendimi uykunun içinde yaralamayacaktım. “Orduyu durdurmanın bir yolunu bulursam uykudan çıkacağım. Eğer göremezsem bir ay boyunca süreci devam ettireceğim. Çıkamazsam elimi tutacak olanlar siz olmalısınız. Kaybolmak istemiyorum.” Kahin başını eğdi. “Daha sonra Zioldra’yı davet edeceğim. Ona ulaşmayı başardığım an aklımdan çıkın, zihnimi terk edin. Sadece o, ben ve Vaassar olacak.” |
0% |