@leimdear
|
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.
Oy verip, yorum yapan herkese şimdiden teşekkür ederim.
☾☆
"Delilik, hassas insanların protestosudur." - VICTOR HUGO
Maneskin - THE LONELIEST
The Weeknd - FAITH
☾☆
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde yağmurlu bir gecenin karanlığında küçük bir kız çocuğu dünyaya gözlerini açmış; umut dolu heveslerle, gözlerinden akan yaşlara rağmen gözleri mutlulukla parlamış gecenin karanlığında.
Bilmiyordu ki hayatı kabuslar kadar karanlık, rüyalar kadar yalancı olacak.
İnsanlarla dolu hayatında yapayalnız yaşayan Okyanus Kordel. Hayatında her günü aynı sahneleri yaşarken sesini kimseye duyurmamak için çabalıyordu ama içten içe bir yerlerde sesini duyan birinin olduğunu ümit ediyor.
Hayatındaki ana sahnede yan karakterdi; şu an bulunduğu masadaki gibi. Yüzler tanıdık, bedenler yabancıydı.
"Bugün Gölgeye gidelim mi?" Okyanus saatlerdir yemek yerine didiklediği tabağından bakışlarını kaldırıp, karşısında heyecanla masadaki herkese sırayla bakan Ecrin'e çevirdi.
Birçok kişi vardı bu masada, bu masaya ait olan, tozpembe hayatlar yaşayan ve bu masayı bir bütün yapan. Fakat o hiçbir zaman ne bu masaya ne de bu hayata ait olamamıştı, yapbozun bozuk, eksik parçasıydı bu masada.
Bedeni bu masada oturuyordu ama ruhen yoktu, onlar için her şeydi; kendisi için ise hiçbir şey.
Ecrin'e cevap vermek yerine sırayla arkadaşları ne cevap verecek diye bekledi. Kimse hiçbir şey demezken sessizliği bozan Cem oldu.
Cem Yüksel; masanın playboy'u, magazin sayfalarından eksik olmayan yakışıklı yüzü. Eğlenceden eğlenceye koşarken, kolunda her gün farklı kadınlarla yakalanıp gündem olan Cem Yüksel.
Hızlı yaşayıp, hızlı tüketiyordu fakat farkında bile değildi. Farkına vardığında ise iş işten geçmiş olacaktı.
"Gidelim, zaten dönem sonuna geldik. Birkaç hafta sonra mezun olup farklı yerlere dağılacağız, hepimize iyi gelir." Dediğinde masadaki sessizlik bozulmuş, herkes ona hak vermişti. Tek bir kişi dışında; Okyanus hala bir cevap verememişti.
Veremezdi de hayatını o yaşıyordu ama yöneten o değildi. Babası Halil Kordel varken kendi kendine karar veremezdi.
Tek bir hatasına bakardı, her şeyin mahvolması. Tek bir hamle, tek bir hata tüm hayatına mâni olurdu.
"Okyanus, sende geliyorsun değil mi?" Okyanus, Ecrin'in sesiyle bir anda irkildi. Kafasındaki düşüncelerden sıyrılıp, dakikalardır bomboş baktığı boşluktan bakışlarını çevirip arkadaşına baktı.
Cevabını bildikleri sorular soruyorlardı. Masada ilk karar veren olmaz, eğer ki ilk karar veren ise plan ona aittir demek; babasının bir önceden söylediği planlar ve istekler.
"Saat kaçta gidileceğini kararlaştırdığınız zaman gruba yazın, ben duruma göre akşam haber veririm." Dedi soğuk, mesafeli bir ses tonuyla. Ecrin'in kinayeli bakışları tüm vücudunu delik deşik ediyor, paramparça olmuş bedenindeki görünmez yara izlerini bir de o kanatıyordu.
Yıllardır böyleydi o, masadaki herkesin tavırlarına alışmışken kimse onun bu tavırlarına alışamamıştı. Bu masada tek fazlalık ve uyumsuz olan o olmuştu. 6 yıl olmuştu ve artık Okyanus için bir sorun haline bile gelmiyordu. Onların, ona karşı örülen duvarlarına da alışmıştı.
Yabancıydı hepsi onun için, bir o kadar da tanıdık yüzlere takılmış maskeler vardı.
☾☆
Kafeden kalkalı birkaç saat olmuş, bir sonraki derse gireli asırlar olmuştu sanki. Oysa hepsi birkaç saat öncesine ait, o birkaç saat Okyanus'a asırlar gibi geliyordu. Zaman algısını yitirmiş, bir boşluğun içinde aynı yörüngede dönüp duruyordu.
Eve geldiğinden beri kendi odasına kapanmış, ensesindeki eceliyle düşüncelere dalmıştı. Akşam dışarı çıkacağını nasıl söyleyeceğini düşünüyordu.
Her bir düşünce çıkmaz sokaktı, her bir sokak hiçliğe çıkıyordu. Her bir hiçlikte bir kere daha kayboluyordu
Nasıl başlamalıydı cümleye? Ne demeliydi? Acaba günü nasıl geçmişti? Eğer şirkette bir sorun yaşadıysa sormadan cevabını almış olurdu. İşler yolunda gitmediği zaman babasının yanına yaklaşamazdı, ağzını açıp en ufak bir şey dahi söyleyemezdi. Söylediği dakika her an patlamaya hazır bombaya dönüşüyordu.
Babasına hangi zamanlar yaklaşması gerektiğini yıllar içerisinde yaşayarak, yeni deneyimler edinerek, zor şartlar altında öğrenmişti. Öğrenmek istemezdi ama yıllar ona, bunu zorla öğretti.
Aşağıdan açılıp kapanan kapının sesiyle ona tanınan sürenin sonuna gelmiş olduğunu anladı. Şifonyerin üzerinde duran saate baktığında saatin tam sekiz olduğunu gördü.
Asla sekmezdi, Halil Kordel her sabah saat dokuz dedin mi evden çıkar, akşam sekiz oldun mu da evde olurdu.
20:15'te ise herkes yemek masasında olmak zorundaydı. Yalancı çekirdek ailesi Halil Kordel, Miray Kordel ve içlerindeki şeytan, yabancı, yetim bir çocuk olan Okyanus Kordel.
Babası gibi değildi, hiçbir zaman onun gibi dakik bir insan olamamıştı. Babasının tam tersi, annesinin kopyası. Babası gibi olmayı çok istemişti ama hiçbir zaman başaramadı belki de ondan nefret etmesinin sebebi buydu; onun karakteri evdeki herkese zıt, siması ise annesinin gençlik maskesini takmış.
Birazdan evdeki çalışanlardan biri gelecek ve yemeğe çağıracaktı. Dakik olmayan Okyanus, konu babası olduğunda kendi kurallarına uyan biri değiş babasının kurallarına uyan, uymak zorunda olan ve hükmünün kanatlarına girmesi gereken Okyanus oluyordu.
Okyanus yattığı yerden kalkıp, dolabındaki boy aynasından kendine baktı. Eğer kıyafeti, saçı ve makyajı yapılı, düzgün, özenilmiş değilse babasından bir ton laf yerdi. Belli kurallar vardı, evde herkesin uyması gereken. O kurallardan biri ise o yemek masasına özensiz, yataktan çıkıldığı gibi gidilemezdi. Gün içerisinde kötü bir şey yaşamış dahi olsan yemek masasında kötü geçen günün belli etmeyeceksin ve daha birçok buna benzer kurallar.
Bu kurallara katlanmak zorunda olan tek kişi kendisiydi ve yıllardır bu kuralların neden var olduğuna anlam veremiyordu. Onca geçen zamanda kurallara alışmış olsa da zaman zaman anlam veremiyor. İlk zamanlarını hatırlıyordu, çok zorlanmıştı. Her gün babasına baş kaldırıyor, her günün sonunda ise babasının yeni bambaşka bir yüzüyle tanışıyor. Her düşen maskede, ruhuna yeni darbe inmişti. Ruhunda yer edinen yara izleriyle, cezalar babasının yaptıkları arasında en masum olandı.
Babasının en büyük kuralı evde olan evde kalır, tek bir yerde duyarsa ölüm fermanını imzalamış olur.
İstemeye istemeye babası tüm kurallara ve cezalara alıştırmıştı. Artık o kurallara uymadığı zaman kendini eksik hissediyordu. Bazen çevresindeki insanları babasının kurallarına göre şekillendiriyor, onların üzerlerinde hüküm sürmeye kalkıyordu.
Ne kadar kabul etmek istemese de zamanla üzerine babasının karakterini giyinmiş, insanlara babasının kızı olduğunu göstermeye başlamıştı. Elinde değildi bunları yapmak ama kimse anlamıyordu, tek gördükleri babasının kızı Okyanus Kordel, onun altındaki küçük kız çocuğunu ve gerçek karakterini görmüyorlardı.
Onu gören, duyan tek bir şey vardı o da canlı değil; dört duvardan oluşan bomboş odasına kazıdığı çocukluğu. Odayı dolduran ise ikisinin de zihninde yer edinen geçmişin yaşanmışlığı. Dört duvarın her köşesinde çocukluğu ayaklarının üzerinde durmuş, elindeki bıçaktan damlayan kan damlalarıyla çocukluğunun hesabını soruyordu.
Ellerini son kez elbisesinin üzerinde gezdirip, kırışan kısımları düzeltti. Dolabının yanında duran şifonyerin üzerinden tarağını alıp saçlarını düzeltirken odasının kapısı iki kere tıklatıldı ve kapıyı tıklatan cevap vermesini dahi beklemeden kapıyı aralayıp kafasını içeri uzattı.
"Yemek hazır Okyanus Hanım." Duyduğu sesle elindeki tarağı geri yerine bırakıp, hiçbir şey demeden kapıyı tamamen açarak odadan çıktı.
Aşağıya indiğinde henüz kimsenin masaya gelmediğini gördü. Sesini çıkarmadan her zamanki yerine, babasının baş köşedeki sandalyesinin sağında kalan sandalyeye geçip oturdu.
Masanın arkasındaki uzun şifonyerin üzerinde asılı duran saate baktığında, yemek saatinin birkaç dakika geçtiğini fark etti. Fakat onun dışında kimse yoktu ortada. Ne de olsa evin kuralları bir tek onun içindi. Aslında evin değil, babasının Okyanus'a koyduğu kurallardı.
Sesini çıkarmadan sessizce babasıyla, annesinin gelmesini bekledi. Şifonyerin üstünde duran çerçevedeki fotoğraflara bakışlarını çevirdiğinde, fotoğrafta ona gülümseyen annesiyle, babası ona nispet yaparcasına el sallıyordu. Bütün çerçevelerde sadece onların farklı konumlarda, farklı pozlarla gülen yüzleri vardı.
O karelerde kendine bir yer aradı ama orada da kendine bir yer bulamadı. Evin herhangi bir köşesinde fotoğrafı var mıydı? Sanırsam yoktu, her bir köşede annesiyle, babasının boy boy fotoğrafları vardı sadece.
Bu ev onlara aitti, bu yuva onlara aitti. O ise buradaki gelip geçici bir misafirdi boşuna kendine bir yer arıyordu. Hayal kurmaktan kendini alı koyamıyordu. Kuralların olmadığı, mutlu, huzurlu, annesiyle babasına ismiyle hitap etmek yerine 'anne, baba' diyebildiği bir ailesi olsaydı nasıl olurdu? Kendini oraya ait hisseder miydi? Yoksa yine bir şeylerin eksikliği olur muydu? Aslında onun bir yere ait hissetmesi için anne ve babasına ihtiyacı yoktu, tek ihtiyacı olan ufak bir sevgi kırıntısı.
Merdivenden gelen kahkaha sesleriyle oturduğu yerde kendine çeki düzen verip, sandalyesinde sırtını dikleştirdi. Annesiyle, babasının masaya gelip oturmalarını bekledi.
Sol tarafındaki sandalye çekildiğinde, Halil Kordel baş köşedeki kendi yerine oturdu, karşısındaki sandalyeye ise Miray Kordel oturdu. İkisinin de yüzünde güler açıyordu.
Günleri güzel geçmiş olmalı diye düşündü.
Yemekten sonra rahatça babasına sorabilir, izin almayı deneyebilirdi. Bir kere sorması yeterliydi, eğer ki hayır derse ikinci kere aynı soruyu soramaz, ısrar edemezdi.
Annesiyle, babası arasında giden bakışlarını sadece babasına odakladığında ondan gelecek olan "Afiyet olsun." cümlesini bekledi. Babası "Afiyet olsun." deyip, yemeğinden ilk lokmayı almadığı taktirde kimse yemeğe başlayamazdı.
Halil Kordel, "Afiyet olsun." Dediğinde yemeğe başlayabileceklerini dile getirmişti. Okyanus, tabağının sağ tarafında duran kaşığına elini götürüp babasının çorbadan ilk lokmasını almasını bekledi.
Bir yemek masasında değil, soykırım kampının ortasına kurulmuş yemek sofrasında gibiydi. Yemek yemek için izin alması gerektiği bir masaydı ve bu sadece işkencelerin görülüp, insanlara hükmedilen yerlerde görüldü.
Bazen unutuyordu bu dört duvarında soykırım kampından farksız olduğunu.
Babasının yemek yemeye başladığını gören Okyanus hiçbir şey demeden sessizce önündeki mercimek çorbasına kaşığını bandırıp, bir iki kere karıştırdı. Kaşığına aldığı çorbanın sıcaklığını kontrol etmeden ilk lokmasını aldı.
Salondaki tek ses kaşık ve çatalların tabaklara değme sesiydi. Okyanus çorbadan sonra hiçbir şey yiyememiş sessizce ailesinin yemeğini bitirmesini beklemişti.
Saniyeler, dakikalar ve saatler geçtikten sonra mutfak çalışanları girdi salona. Masada oturan Kordel ailesini rahatsız etmeden sessizce masayı toparlamaya başladılar.
Ne kadar da mutlu ve huzurlu görünüyordu üç kişinin bulunduğu masa. Çalışanların hayalini kurduğu masaydı, her gün uyumadan önce zihinlerinde hayalini kurdukları mutlu aile tablosuydu şahit oldukları masa.
Bilmiyorlar ki masanın en küçüğü her gün bu evden, bu masadan kurtulmak için dualar ediyor. Kapının diğer tarafında kalan gerçekleri görselerdi onlarda Okyanus gibi bu dört duvardan kurtulmak için dualar ederlerdi.
Sırayla götürülen tabak, bardak ve kaşıklardan sonra masa tamamen toparlanmıştı. Okyanus'un saatlerdir beklediği an gelmişti, artık izin almak için rahatça konuşabilirdi.
Tam dudaklarını aralamış konuşacakken, konuşmaya başlayan ilk babası oldu.
"Cem'le, Ecrin bugün beni aradı. Bu akşam toplu bir şekilde dışarı çıkacaklarmış. Senin de gelmeni rica ettiler benden." Okyanus duydukları karşısında şaşırmış, dudakları hafifçe aralanmıştı. Arkadaşları gerçekten bunu yapmış mıydı? Onları birkaç kez bu konuda uyarmasına rağmen bunu yapıp onu riske attılar mı gerçekten? Bunu kendi sormalıydı. Babası bu tarz şeylerden de nefret ederdi.
Okyanus'un dudaklarından cevap niteliğinde hiçbir şey çıkmadığında dudaklarını geri kapattı. Sakince başını onaylarcasına evet anlamında salladı, bakışlarını masanın altında birbirine doladığı parmaklarına çevirdi ve gelecek olan cezasını bekledi.
Masaya sertçe inen avuçlarla Okyanus oturduğu yerde sıçradı ve gözlerini sıkı sıkı kapattı. Bir sonraki hamleyi tahmin edebiliyordu; vücuduna inen bir fiske olacaktı ya da alacağı bir ceza.
Halil Kordel, sandalyesini geri iterek ayaklandı ve kızının çenesini sertçe tutup ona bakmasını sağladı. Ne olursa olsun, o bakışlar ondan ayrılmayacak.
Okyanus derin bir nefes alıp, nefesini tuttu. Bakışlarını babasına çevirdiğinde gözlerinden alev fışkırıyordu ama ne bir darbe ne de dudaklarından bir söz dökülüyordu. Bakışlarıyla infazını kesiyordu.
"Arkadaşlarına ne anlattın da belli ettin bilmiyorum ama bunun hesabını sonra soracağım. Şimdi çık odana hazırlan. Birazdan Ekrem seni gitmen gereken yere götürecek."
Her şeyi beklemişti, vücudunda veya yanağında oluşacak olan bir morluğa bile kendini hazırlamıştı ama bu tepki asla beklediği bir tepki değildi. Aslında sivri diliyle boynuna dolanan urganın cezasından kaçamayacağını belli etmişti ama infazı bugün değildi.
Okyanus için bu bile yeterdi, infazı ne zaman kesilecek bilmese de kendini hazırlayabilirdi infaz gününe. Babası kafasını sertçe iterek çenesini bıraktığında hiçbir şey demeden, tuttuğu nefesi vererek oturduğu yerden kalktı. Ne zamandır nefesini tutuyordu? Anlamış mıydı nefesini tuttuğunu?
Ciğerlerine anide nüfus eden oksijenle gözlerinin önü kararsa da hiçbir şey belli etmeden hızlıca merdivenleri çıkıp, odasına attı kendini. Özgürdü artık, rahat rahat nefes alıp verebilirdi.
Bedenini yatağının üstüne bırakıp, sakinleşmek için kendine birkaç dakika tanıdı.
Komidinin üstünde duran telefonunu aldığında, gruptan gelen mesajları gördü. Hızlıca mesajlara tıklayıp saat kaçta mekâna gideceklerine baktı. Bir an önce hazırlanıp evden çıkması gerekiyordu, babasını daha fazla sınamak istemiyordu.
GİRİŞ VAR ÇIKIŞ YOK
CEM: Saat 22:00'de Gölgede buluşuyoruz haberiniz olsun.
CEM: Gelmeyen olursa eğer CEM YÜKSEL'in işkencelerinden kendini korusun.
AKIN: Boş yapma amına koyayım, bilgi ver geç.
ECRİN: Aşkım kızma çocuğun boş yapma saati gelmiş.
CEM: Şşşt! Şşşt! Sakin ol
Şşşt! Şşşt! Sinirlerine hâkim ol.
Ya ilişkiler, vıcık vıcık.
ASLI: Cem o şarkı öyle değildi....
CEM: Aslı güzelim boş yapma, ben söylüyorsam doğrudur.
CEM: Yanlışsa bile artık doğru, çünkü ben söyledim.
ECRİN: Cem mekâna bir önden git istersen, bu enerji şu an bu gruba çok fazla.
CEM: Ya yellozlar kaparsa? Erkeğinizi kaybetmek istemezsiniz.
CEM: Grupta erkek çok da adam olan bir tek ben varım aşkolar korumam gerekiyor sizi.
AKIN: @HAKAN bu puşt bize mi laf yaptı?
HAKAN: Sike sürülecek aklın yok Cem, neyin erkekliğinden bahsediyorsun?
CEM: Aşkım lafım meclisten dışarı, alınma ben manitası olup da bir baltaya sap olamamış adam görünümlü erkeklere söylüyorum.
ECRİN-ASLI: YETER! YETER!
ECRİN: Sidik kavganız bitti mi?
ASLI: Her neyse, @OKYANUS geliyorsun değil mi bebeğim?
Okyanus son mesajı da okuduktan sonra, arkadaşlarına geleceğini söyleyip telefonu eski yerine koydu. Mesajların hepsi o yemek masasındayken gelmişti ve şu an onların yazmalarının üstünden neredeyse saatler geçmişti.
Bir an önce hazırlanıp çıkması gerekiyordu yoksa laf yiyeceği kişi sayısı çoğalacaktı.
☾☆
Rengarenk ışıklar hızlıca yanıp, sönüyor. Bir aydınlanıp, bir karanlığa gömülen mekânda ahenkle dans eden vücutlar zehirli bir yılan gibi pistte kıvrılıyordu. Köşede sakince duran insanlar zehire susamış gibi kıvrılan bedenleri izliyordu.
Girişlerdeki aynasızlar* sessizce köstebek gibi insanları dikizliyor, analiz ediyor. Barın üst balkonları ise parası ötenlerin bölümüydü, bir kısmı arkadaşlarıyla gelmiş eğlenirken, bir kısmı parasını yatıracak delik arıyordu sinsice.
Okyanus, barın üst kısmında kalan koltuklardan birinde sessizce oturuyor ve arkadaşlarını izliyor. Birkaç saatte olsa cehennemden azat edebilmek için kendi gelmek istemişti ama doğru bir karar mıydı şu an onu sorguluyordu.
Sarhoş bedenler ve suya susamış köpekler gibi yarı çıplak bedenleri dikizleyen insanlar ona rahatsızlık veriyordu.
Suya susamış köpeklerden biri de kendi arkadaşı; Cem Yücel. Göründüğü gibi değildi, dışa ördüğü zırhtan duvarlar onu bambaşka biri yapıyordu. Herkes onu ekranlarda gördüğü kadar tanırdı ama hiçbir şeyin göründüğü gibi olmaması Cem Yücel için de geçerli. Dışı kadınları, içi hayatındaki insanları yakıyor.
6 kişilik arkadaş grubuna dahil olanların hepsi adının altında iki hikâye taşıyordu; biri herkesin ekranlarda gördüğü, bildiği hikâye. Bir diğeri ise hiç kimsenin bilmediği, görmediği ve duymadığı bir hikâye.
Kendilerine özgü bir hayat döngüleri vardı. Herkesin dahil olduğu ama sadece kendilerinin yaşadığı.
Dünyanın en iki yüzlü arkadaş grubuna dahildi. Ülkedeki herkese rol yapan, kandıran bir arkadaş grubuna dahil. Oysa sadece kendini iki yüzlü sanırdı. Aslında yanılıyordu, melek sandığı herkes cennetten kovulmuş birer şeytandı ve o bunların hiçbirini bilmiyor.
Ecrin ve Aslı bir köşede oturmuş kendi aralarında sohbet ediyordu. Akın'ın bir kolu Ecrin'in omzundayken başka bir köşede oturan Hakan'la bir şeylere gülüyorlardı. Cem kısa bir süre önce aralarından ayrılmış, dans pistinde yavrularını arıyordu. Bu masadaki tek yabancı ve fazlalık olan Okyanus'tu. O da bir köşede kendi kabuğuna çekilmiş, arada önündeki yarısı içilmiş alkolsüz kokteylinden birkaç yudum alıyordu.
İstese herkesi burada bırakıp gidebilir ve kimsenin ruhu dahi duymazdı ama ertesi gün onun hakkında söyleyecekleri onca lafı şimdiden duyabiliyordu.
Başında onca dert varken üstüne bir bunu ekleyemezdi.
Bakışlarını arkadaşlarından çekip, pistte birbirlerine sürtünerek dans eden bedenlere çevirdi. Normalde hiçbir mekânda aynasızlar olmazdı, gecenin belli saatlerinde kontrol için gelirler ve insanların huzurlarını kaçırıp giderlerdi. İnsanlar daha onların isimlerini duydukları dakika topuklarını kalçalarına vurarak kaçarlar. Onların adım attığı hiçbir mekânda insanlar özgürce hareket edip, eğlenemezlerdi ama Gölge bu konuda farklıydı.
İstanbul'da bulunan çoğu barda sadece alkol ve eğlence olmaz, kapıların ardında birçok olay dönerdi. Eğlenmek için giden insanlar, gecenin sonunda huzursuzlukla ayrılırdı. Gölge'nin sahipleri mekânın girişine güvenlik yerine aynasızları koyarak bu mekânda sadece alkol ve eğlencenin olduğunu göstermek istiyordu. Aynasızlarla kurdukları düzende diğer mekanlara meydan okuyorlardı.
İnsanları güvende tutmak için oluşturdukları düzende, kapıların arkasında olanlardan ne insanların ne de aynasızların haberi dahi yoktu.
Dans eden bedenlerin arasında tanıdık bir yüz gördüğünde daldığı düşüncelerden ayrılıp, oturduğu yerden doğruldu. Hiçbir zaman arkadaş grubuna dahil olmamış olsa da her gün gördüğü yüzlerden daha tanıdıktı o beden.
İkra Araz, evlerinin yanında oturan Araz ailesinin biricik kızı İkra Araz. Geceleri sessizce odasının camından çatıya çıktığında, gizlice arkadaşlık kurduğu kızdı o. Ailesi, Kordel ailesi kadar ülkede nam salmış bir aileydi. İkisinin arkadaşlık kurması herhangi bir sorun oluşturmazdı ta ki bir yıl öncesine kadar.
Bir yıl önce İkra'nın bağımlı olduğuna dair tüm haberler ülkeye bomba gibi düşmüştü. Onca dedikoduya rağmen Okyanus kimseyi umursamadan arada onunla konuşmaya devam ediyordu. Arada geçirdikleri vakit, ikisine de çok iyi geliyordu. Ne kadar kabul etmeyip, bu arkadaşlığı gizleseler de o birkaç saat onlara her gün gördükleri insanlardan daha çok iyi geliyordu.
Etrafındaki insanlar bunu bilse bu durumun çok yanlış olduğunu konuşur, babası belki de aylarca aklına gelebilecek her türlü işkenceyi ederdi fakat o her defasında doğru olduğunu savunurdu.
Yanında hiç kimse yokken ülkenin bağımlı olarak gördüğü kız, ona destek olmuştu. Yıllardır evlerindeki balkonda neden bir Türk bayrağının asılı olduğuna anlam verememişti. İkra'nın tek kardeş olduğunu biliyordu, başka bir kardeşi daha olsaydı eğer asker olduğunu düşünebilirdi fakat tek kız çocuğu olarak ailesinin göz bebeğiydi. İki yıldır aklındaki soru içini kemiriyordu ama bir kere bile sormaya tenezzül etmemişti.
Onun anlatmasını bekliyordu, eğer bir gün gelir de anlatmak isterse seve seve dinlerdi nedenini. O anlatmadığı sürece Okyanus'un, ona sorma gibi düşüncesi yoktu.
Kalabalık bedenlerin arasında dans edip arkadaşlarıyla eğlenen İkra vücudunda hissettiği bakışlarla hareketlerini yavaşlatıp, onu izleyen gözlerin sahibini aramaya başladı.
Gözlerinin değdiği hiçbir beden ona bakmıyordu. Şüphelendiğini belli etmemek için hareket etmeyi tamamen kesmemiş, sakince arkadaşının elinden tutarak dans ediyorlarmış gibi yerlerini değiştirdi. Sırtının dönük olduğu balkon kısmını artık daha rahat görebiliyordu. Balkon kısmına göz atmaya başladığında göz göze geldiği gözlerle vücudundaki bakışların kime ait olduğunu bulmuştu.
Okyanus Kordel, arkadaşlarıyla oturmuş eğlenmesi gerekirken onu izliyordu ve sebebini az çok tahmin edebiliyordu. Vücudunda dolaşan bakışların yabancı birine değil de tanıdık birine ait olması onun rahatlamasına sebep olmuştu.
Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oluştu, hafifçe başını sallayarak balkondan onu izleyen kıza selam verdiğinde çok da açık vermemek için geri arkadaşının elini tutarak dans etmeye devam etti.
Okyanus, yakalanmış olmanın verdiği gerginlikle kızın verdiği selama bir karşılık bile verememişti. Arkadaşlarına baktığı zaman hala kendi hallerinde birbirleriyle konuştuklarını fark etmişti. En azından sadece İkra'ya yakalanmıştı, başkaları fark etmemişti.
Oysa bilmiyordu ki onları uzaktan izleyen genç adam olan biten her şeyi görebiliyordu. İki genç kız ise kimseye yakalanmadıklarını sanıp rahatlamaya çalışıyorlardı. Asıl hiçbir şey yakalayamayan iki genç kızdı.
Koca denizin ortasında yemek bulduklarını sanıp, oltaya takılacaklarını bilmeden hedefe giden balıklar gibiydi ikiside; kendilerinden emin, korkusuzlardı.
Okyanus biraz nefes almaya ihtiyacı olduğunu hissederek oturduğu yerden kalkıp arkadaşlarına tuvalette gideceğini söyledi. Birkaç dakika kendini boş bir tuvalete kapatıp sessizlikte kalsa kendine gelirdi ama biraz daha burada kalırsa kafayı yerdi.
Hızlıca balkonun merdivenlerinden inip, tuvaletlerin bulunduğu koridora girdi, karanlık loş ışıkların aydınlattığı koridorda ilerledikçe bardaki müzik sesi azalıyor ve boğuk bir ses haline geliyordu.
Okyanus, umarım tuvalet sırası yoktur diye düşünürken tuvaletlerin oraya gelmişti ve koridorda bir kişi dışında kimsenin olmadığını fark etti.
Önündeki kızın omzuna dokunup, "Sırada mısınız?" diye sordu kibarca. Tanımadığı kız elindeki telefondan başını kaldırıp, omzuna dokunan parmakların sahibine baktı. Karşısındaki naif, kızıl saçlı kız masallardan fırlamış, prenses karakterleri gibiydi. Dudaklarına yerleşen hafif bir tebessümle "Hayır, arkadaşımı bekliyorum." Dediğinde Okyanus karşısında ona hafif bir gülümsemeyle bakan kıza tebessüm edip teşekkür ederek tuvalete girdi.
Okyanus bulduğu boş kabinlerden birine girip kapıyı kapadı, klozetin kapağını kapatıp üstüne oturdu. Dirseklerini dizlerine yaslayıp, başını ellerine yasladı.
İnsanlar üstüne üstüne geliyordu, nefes alamıyordu. Gün geçtikçe etrafındaki insanlara tahammül seviyesi düşüyordu. Bazı günler o kadar çok tükeniyordu ki bir anda herkesi boş verip önüne bakmayı düşünüyordu ama hayatındaki baba figürü buna izin vermiyordu. Herkesi çıkarsa bile onu çıkaramazdı.
Sahte arkadaşlarıyla son vakit geçirmesiydi bunlar, bir iki hafta sonra onları kolay kolay görmeyecekti. Yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmişti, yolun sonunda pes edip onların ağzına laf veremezdi.
Bu yüzden birkaç haftayı daha sessiz sessiz geçirecekti, ondan sonra onları hiç tanımamış gibi hayatına bakacaktı. Kaç dakikadır tuvalette oturuyordu bilmiyordu ama bulunduğu süre zarfında birçok kişi girip çıkmıştı ama o kafasının içinde dönen kaosta o kadar çok kaybolmuştu ki kaç kişi girip çıktı farkında değildi.
Derin bir nefes alıp kapadığı gözlerini araladı, anlını avuçlarından ayırdığında eş zamanlı olarak tuvaletin kapısı açılıp kapandı ve konuşarak içeri kızlar girdi.
Okyanus zihninin bulanıklığından ayrılıp istemeden dışarda konuşan kızlara kulak kabarttı.
"İkra, dehşet'ül vahşet bir abin var ve neden yıllardır bunu bizden saklıyorsun kızım?"
Abisi mi vardı? Tek kardeş olduğunu sanıyordu. Yıllardır yakın olduklarını sanmıştı Okyanus. İkra ne kadar Pandora'nın kutusu gibi sır kutusu olsa da en azından ona yalan söylemeyeceğini düşünmüştü.
Herkes gibiydi demek ki, herkesten farklı görüp, farklı yerde tuttuğu İkra Araz bile çevresindeki herkes gibi; iki yüzlü, yalancı.
"Demet kapa çeneni, sırası değil. Üstelik o benim abim değil."
"Ama abi dedin? Nasıl abin değil?"
"Öz abim değil, kuzenim. Nereden buldu burayı of boku yedim gerçekten."
"Tamam sakin ol, çok da kızgın gibi değildi."
İkra yaslandığı lavabonun aynasından bakışlarını arkadaşına çevirip, gerçekten mi dercesine tek kaşını kaldırdı.
"Tamam tamam dehşet saçıyordu ama sadece gözleri değil." Demet imayla arkadaşına göz kırpıp, çapkınca gülümsedi.
İkra yüzünü buruşturup, "O benim ölüm fermanımın imzalandığına dair bir kanıttı." Dedi, arkadaşı izin verse şu an oturup burada ağlayacaktı. Çünkü abisini karşısında gördüğü dakika hayatı gözlerinin önünden geçmişti.
"İkra, kızma ama yıllarca böyle bir şeyi nasıl sakladın?Sakladığın için sana kızgınım. Gerçekten böylesine dehşet adamı saklaman günah, nasıl saklarsın ya?"
"Demet siktir git yoksa elimde kalacaksın, ben ne düşünüyorum sen neyin derdinsin ya."
İki kız tuvalette kendi aralarında konuşurken, sessizce onları dinleyin kızın farkında bile değillerdi.
Okyanus sessizce oturmuş, istemeden dışarıdaki kızları dinliyordu. Madem kuzeniydi neden ona bu kadar karışmasına izin veriyordu. Öz abisi olmayan birinin onun üstünde bu kadar hak sahibi olması saçma, en çok da öz abisi olmayan birinden bu kadar çok korkması saçmaydı. Herkese baş kaldıran, korkusuz kız gitmiş iliklerine kadar korkudan titreyen bir kız gelmişti.
"Abim daha fazla sinirlenmeden gidelim hadi." Adım seslerinin ardından, açılıp kapanan sesten kızların gittiğini anlamıştı.
İkra kendi canının derdine düşmüşken arkadaşının abisinin derdine düşmesi Okyanus'un bile sinirlerine dokunmuştu. Çünkü oradaki sorun adamın ne kadar yakışıklı olduğu değil, arkadaşının başına açılan dertti.
Okyanus bunları düşünürken oturduğu klozetten kalktı. Tam kapıyı açıp tuvaletten çıkacakken temiz kapının üstünde silikleşmeye başlayan bir yazı ve altında yazan bir numara dikkatini çekti.
Bir telefon numarasının hemen altında, ateşli geceler için... yazıyordu sadece. Ne kadar süredir o numara oradaydı bilmiyordu fakat uzun zaman olmuş olmalı, çünkü yazının devamı silikleşmeye başlamış yok olmak üzereydi.
Tertemiz kapının üstündeki tek lekeydi o yazı ve numara. Okyanus anlık bir düşünceyle numarayı alıp acaba yazsam mı diye düşündü. Hiç tanımadığı bir insana dertlerini anlatsa ne olabilirdi ki? Sonuçta ikisi de birbirlerine yabancı iki insandı ve kim olduklarını söylemedikleri sürece de öğrenemezlerdi.
Bazen tanımadığınız biri her gün gördüklerinizden daha iyi gelebilirdi size. Ya da cehennemi ayaklarının altına serer ve sen hiç fark etmeden zamanla yok olurdun.
Okyanus ani bir kararla yazan numarayı alıp telefonuna X yazarak kaydetti. Arkadaşlarının yanına gitmeden önce whatsappa girip profil fotoğrafını tanımadığı numaraya gizleyip, adını profilinden kaldırıp tanımadığı numaraya ilk mesajı attı.
Okyanus: Hiç ölmeyi diledin mi? Okyanus: Hiç var olmamayı? Okyanus: Varmış gibi gözükmektense hiç var olmamayı diledin mi? Okyanus: Biliyor musun ben her gün diliyorum.
(İLETİLMEDİ ✓) |
0% |