
Herkese merhabalar, yeni bölümle karşınızdayım.
Yorum ve oylamayı unutmayın.
İyi okumalar.
Bölüm size emanet.
●●●● 10. Bölüm ●●●●
Yattığım yataktan kalkmayan bedenim.
Açılmak istemeyen gözlerim.
Yanıma gelip gidenlerin hissiyatı. Çaresizliğimin vermiş olduğu yok olma hissi.
Gözlerini açmaktan korkar mıydı bir insan? Ben korkuyordum. Dün gece olanları bir kabus olarak kabul edip, gerçeklerle yüzleşmek istemiyordum.
Annemin yanıma gelip ağlayarak saçlarıma dokunuşları. Babamın defalarca özür dileyişi. Hiçbirine tepki verip açılmadı gözlerim.
Başıma gelen babaannemdi bu sefer. Demek ki son çare olarak o denemek istedi.
"ASYAA. Açasın gözlerini."
Benim suskunluğuma rağmen devam etti.
"Bilirim. Hak etmedin bunları. Başkasının günahını omuzlarına yüklendin. Senin kadar benim de içim yandı kızım. Zamanında baban da küstü bizlere, tıpkı senin gibi." Derin bir nefes aldı babaannem.
"Sen Miran aşiretinin torunusun, yakışmaz sana kaçmak. Kalk, kendine gel. Savaşacaksak birlikte savaşalım. Üzme ananı babanı. Helak oldu ikisi de. Kalk güzel kızım, hadi açasın gözlerini."
Savaşmak... Bir insan karşısındaki düşmanını tanımadan nasıl savaşırdı ki?
Kapalı gözlerime inat aktı gözümden yaşlar. Nasıl savaşacaktım ben?
Gözyaşlarımla birbirine yapışan kirpiklerim aralandı yavaşça. Babaannemin gururla bakan gözleriyle karşı karşıya geldi gözlerim.
Yavaşça üstümdeki örtüyü kaldırdım. Kendimi yatakta doğrultup ayaklarımı yere sarkıtarak oturdum. Babaannemin gözlerine bakarak:
"Karşımdaki düşmanımı tanımadan nasıl savaşacağım ben babaanne?"
Babaannem derin bir nefes aldı.
"İlk önce kendini tanı. Bırak sen onları değil, onlar seni düşmanı olarak görsün. Onlar senden korksun. Karşındaki adama korku vermek eldeki topla tüfekle olmaz. Bazen bir bakış bile yeter. Kaldır başını, dimdik dur. Konaklarına kimi gelin ettiklerini görsünler." Sert çıkan sesiyle konuştu.
Gözümdeki yaşlara engel olamıyordum. Zorla çıkan sesimle:
"Babaanne, ben evlenmek istemiyorum" diyebildim.
Üzgün bakışlarını yüzümde gezdirdi babaannem.
"Bilirim evlenmek istemediğini ama elden ne gelir sen söyle kızım. Aslan Ağa dursa, amcası durmaz, aşireti durmaz."
Çaresizliğim tekrar yüzüme tokat gibi çarptı.
"Ama o nişanlı... nasıl olacak? Kuma mı olacağım ben babaanne?" diyerek gözlerimdeki yaşlar tekrar tekrar akmaya başladı. "Ben nasıl bir başka kadının nişanlısıyla evlenirim?"
Babaannem elindeki bastonu yere vurdu.
"Ne kumalığından bahsedersin sen. Dün görmedin mi Aslan Ağa’nın sana olan bakışlarını? Senden başkasını karı diye almaz o." Şefkatli gözleri bu sefer sinirle bakmaya başladı.
Susmayan dilim, "Ama o kız" dedi bu sefer.
Babaannem bastonuna dayanarak kalktı ayağa.
"Madem berdel istediler, gerisini de onlar düşünsünler. Haydi toparlan, iki lokma geçsin boğazından, sonra da kendine yakışır şekilde hazırlan." Ağır adımlarla çıktı odamdan.
Babaannemin sözleri kulaklarımda tekrar tekrar dönüyordu.
"Madem berdel istediler, gerisini de onlar düşünsünler."
Hızla kalktım ayağa. Gözümdeki yaşları elimin tersiyle sildim. Onlara Asya’nın kim olduğunu göstermeliydim.
Madem berdel istedin Aslan Ağa, gör bakalım evlenmek istediğin kız kimmiş.
İlk işim banyoya girip güzelce yıkanmak oldu. Duşakabinden çıkıp aynadaki buğuyu elimle sildim. Uzunca baktım yansımanıma. Göz altlarım morarmış, dudaklarım ağlamaktan şişmişti. Elime diş fırçası ve macunu alıp dişlerimi fırçaladım. Banyonun kapısını açıp odama girdim.
Yatağın üzerinde oturan Zehra’yla göz göze geldik. Gözleri dolmuş, bana bakıyordu. Hafifçe tebessüm ettim ona. Kalktı, bana doğru gelip sıkıca sarıldı boynuma.
"Ağlama Zehra, iyiyim ben" dedim ona sarılırken.
Zehra bedenini benden ayırıp,
"Gerçekten iyi misin?" diye sordu.
"İyiyim ya deli kız" deyip hafifçe gülmeye başladım.
"Dün olanlar..." dediği esnada,
"Zehra, dün olanlar hakkında konuşmayalım lütfen. Hadi ben giyinip geliyorum aşağıya, sen çık" dedim.
Zehra olumlu şekilde başını sallayıp dudağını iki yana kıvırdı.
"Tamam o zaman, ben sana yiyecek bir şeyler hazırlıyorum" deyip çıktı odadan.
Zehra’nın çıkmasıyla iç çamaşırlarımı almak için bir gün önceden hazırladığım valizimin fermuarını açtım. Gözüme o gün aldığım kırmızı takım çarptı. Sütyenin kopçasından tutup havaya kaldırdım.
O adamı ilk o gün görmüştüm.
"Keşke o gün onun gözünü oysaydım da bana bakacak gözü olmasaydı. Hayvan herif."
Elimdeki sütyeni valize tıkarcasına geri koydum. Siyah iç çamaşırı takımını alıp giydim.
Bacaklarımdan kot pantolonumu geçirirken üzerime oversize kazağımı giydim. Havluya sarılı saçlarımı açıp kurutma makinesiyle güzelce kurutup taradım. Öylece bıraktım.
Ayağıma spor ayakkabılarımı giyip aşağıya inmek için odamın kapısından çıktım.
Konakta büyük bir sessizlik hâkimdi. Merdivenlerden inerken ayakkabımın çıkardığı sesten başka ses yoktu etrafta.
Merdivenleri inip oturma odasının kapısında durdum. Bir iki adım içeri atmamla herkes kafasını kaldırıp bana baktı.
Annem, "Asya... kızım" deyip ayağa kalkıp boynuma sarıldı. Babam da annemin ardından kollarını sıkıca bedenime sarıp üzgün sesiyle defalarca "özür dilerim" diye fısıldadı kulağıma. Kalender amcam, Nihat amca, Meryem yenge ve Fatma yenge de ayağa kalkmış bana sarılmayı bekliyorlardı.
Babamın kollarından tutup karşıma geçmesi için bir adım geriye çekildim. İçimin yangını bedenime anlamsız bir titreme saldı. Gözlerim doluyordu, içimden gözyaşlarımın akmaması için yalvarıyordum.
"Baba" dedim, düz tutmaya çalıştığım sesimle. "Yeter artık. Şu saatten sonra kimsenin özrü olanları silemez." Derin bir nefes alıp gözlerimi tavana diktim. İnadına yaparmış gibi sessizce aktı gözyaşlarım.
Amcalarıma dönerek,
"Sizin hatalarınızın bedelini ödemek bana kaldıysa, ödeyeceğim bu bedeli. Şimdi karşımda böyle durmak yerine zamanında önlem alsaydınız işler bu raddeye gelmezdi."
Bakışlarım Nihat amcama gitti.
"Amca, oğluna sahip çıksaydın da başka bir annenin canının yanmasına neden olmasaydın."
Ardı ardına akan gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim.
Nihat amcam kırgın ses tonuyla,
"Bilmiyordum kızım... İnan, Cahit’in böyle bir şey yapacağını bilsem müsaade etmezdim bunlara."
Benim için her şey geçmişti artık. Kimsenin kırgın ya da üzgün olması, benim berdele kurban gitmeme engel değildi.
Bakışlarımı babama çevirdim, gözlerinin içine baktım. Kırgınlığım en çok da onaydı aslında. Korusun istemiştim herkesten, her şeyden. Şimdi bile sadece özür dilemekle kalıyordu. Neydi bu Karabeyli aşiretiyle olan düşmanlık ki, eli kolu bağlı kalıyordu böyle? Cevabını alamayacağımı bildiğim soruları soramadım babama.
Tekrar tekrar sildim gözyaşlarımı. Hepsinin üzerinde gezdirdim bakışlarımı. Duruşumu dikleştirip başımı kaldırdım.
"NE DURUYORSUNUZ, AKŞAMA İSTEME VAR. YAPIN HAZIRLIĞINIZI."
Herkes şok olmuş gözlerle baktı bana. Babaannem ise aferin der gibi gururla gözlerimin içine baktı.
Oturma odasından hızla çıkıp mutfağa girdim. Dün akşam yemeğinden sonra ağzıma tek lokma girmemişti. Mutfakta Zehra, Emine ablayla birlikte masaya benim için bir şeyler hazırlıyordu. Kapıda beni gören Zehra, yüzündeki kocaman gülümsemeyle,
"Gel canım, hadi sofra hazır, bir şeyler ye" diyerek kolumdan tutup masaya oturttu.
"Emine abla, sen çıkabilirsin. Ben gerisini hallederim" dedi.
Emine abla başını tamam dercesine sallayıp çıktı mutfaktan.
Önüme koyduğu çorbaya kaşığımı daldırıp içmeye başladım. Zehra, ne konuşacağını bilemez halde bana bakıyordu. Başımı kaldırıp kafamı ‘hayırdır’ der gibi salladım.
"Şimdi ne olacak Asya?" diye gözlerime bakarak konuştu.
"Bir şey olacağı yok Zehra. Madem herkesin canı benim evliliğime bağlı, ben de evleneceğim" deyip yemeğime devam ettim.
Zehra, "Akşam istemeye gelecekler, biliyorsun değil mi?"
"Biliyorum Zehra, ben de oradaydım ya hani" kızgın ses tonumla verdiğim cevap onu üzmüştü.
"Öyle demek istemedim. Nasıl olacak, bu akşam normal bir isteme değil. O yüzden şey ettim" dedi.
Zehra’yı tabii ki anlayabiliyordum. Ama ben bile ne olacağını bilmezken nasıl cevap verebilirdim ki?
Bir anda başımı Zehra’ya kaldırdım.
"Senin istemen nasıl olduysa, benimki de öyle olacak Zehra."
Bitirmiş olduğum çorba kasesinin içine kaşığımı koyup önümden ittirdim.
"Yengemlere söyle, olması gereken neyse öyle hazırlansınlar."
Zehra, sözlerimin şokuyla yüzüme baka kaldı.
"Aklından ne geçiyor?" diye sordu bu kez.
"Bir şey geçtiği yok. Sadece düşmanımdan korkmadığımı onlara göstereceğim, o kadar."
Yemeğim bitmiş, mutfak masasında otururken avludan gelen seslerle sandalyeden kalkıp pencerenin oraya geçtim. Zehra da ‘ne oluyor’ diye yanıma geldi. Avlunun kapısından elinde paketler ve kutular olan birkaç adam girdi. Amcamlar da avluya çıkıp karşılarındaki adamlarla konuşuyordu.
Emine abla mutfağın kapısından girip,
"Asya Hanım, Kalender Ağa’m sizi çağırıyor" deyip kenara çekildi.
Adımlarımı mutfaktan çıkıp avluya yönelttim.
Amcam, "Gel kızım" diye seslenip yanına çağırdı. Yanına gittiğimde karşımda duran adama hayır dercesine başımı salladım.
Elindeki kırmızı büyük kutuyu açıp,
"Yenge, Aslan abim bunları size gönderdi" diyerek elindeki kutuyu ve diğer adamların paketlerini gösterdi.
Sinirden elim ayağım titremeye başlamıştı bile. Bu adam kim oluyordu da birkaç parça altınla, kıyafetle dün geceyi unutacağımı sanıyordu?
Benden küçük duran adama doğru birkaç adım yaklaştım.
"Senin adın ne?" diye sordum yüzüne bakarak.
"Benim adım Furkan yenge, evin küçük oğluyum" deyip sırıttı yüzüme bakarak.
Elindeki kutuyu alıp incelemeye başladım.
"Çok güzelmiş bu takı seti. Abin zevkli adammış" dedim.
Furkan, "Öyledir, abim zevkli adamdır" deyip dudağını kıvırıp beni onaylarcasına başını salladı.
Bana ikide bir ‘yenge’ demesi iyice sinirlerimi zıplatmaya başlamıştı.
"Furkan" dedim adını bastırarak.
"Ben saygılı ve benimle nasıl konuşması gerektiğini bilen insanları severim. Ama senin gibi laubali ve cıvık cıvık konuşan insanlardan hiç haz etmem.
Benim adım Asya. Bana Asya de, benden küçük gösteriyorsan abla de. Ama bana ‘yenge’ demeye devam edersen o dilini koparırım."
Sesimin yüksek ve kızgın çıkması onu korkutmuş, bir iki adım geriye gitmişti. Furkan başını onaylarcasına salladı, yanındaki adama baktı ve hızla,
"Ta-tamam... Asya... aman abla" diye afallayarak konuştu.
Kaşlarımı çatarak baktım ona. Sinirle kadife kutunun kapağını kapatıp Furkan’ın üstüne doğru fırlattım.
"Furkan! O abine selam söyle. Bu aldıklarının üzerine bir o kadar daha alsın. Günahının bedeli olarak fakire fukaraya dağıtsın."
Furkan şaşkın gözlerle baktı yüzüme.
Arkamı dönüp içeri yürüdüm. Konaktaki herkes avluya çıkmış bize bakıyordu.
Kalender amcam, Furkan’a dönüp,
"De haydi, ne beklersin, götür ağana bunları" diyerek tersledi. Onlar da toparlanıp çıktılar.
■■■■■■■■■■■■■■■■
Dün gece olanlar Karabeyli konağına da bomba gibi düşmüştü.
Sultan Hanım, kızının hamile olduğunu öğrenip üstüne oğlunun berdel yapacağını duyunca baygınlık geçirmişti.
Berdel olacağını öğrenen Elif, gözyaşları içinde odasına kapanıp sabaha kadar ağlamıştı.
Bu işten hoşnut olmayan bir diğer kişi ise Halime halaydı. O, kan dökülsün isterken, yiğeni Miranlardan bir kızı konağa gelin edecekti. Hem de Salih’in kızını!
Sabah olduğunda kimsenin yüzü gülmüyor, odalarından çıkmıyordu. Çalışanların hazırladığı kahvaltı sofrası öylece bekliyordu.
Aslan Ağa, üstüne giydiği jilet gibi takım elbisesiyle evin merdivenlerinden inip kahvaltı sofrasındaki baş köşeye oturdu.
Aslan, mutfakta çalışan kadına bağırarak:
"Figen, herkese söyle gelsinler sofraya."
Figen, "Tamam ağam" diyerek çıktı merdivenlere.
On dakika sonra Sultan Hanım dahil herkes sofradaydı. Kimseden ses çıkmıyor, kahvaltı yapılmıyordu.
Aslan derin bir nefes alıp,
"Herkes başlasın kahvaltısına" dedi düz tutmaya çalıştığı ses tonuyla.
Herkes yavaş yavaş bir şeyler yemeye başlamıştı. Sultan Hanım gözlerini oğluna dikmiş, ona bakıyordu.
Aslan, elindeki çatalı masaya bırakıp,
"Söyle ana, ne söyleyeceksen" diyerek annesine baktı.
Sultan Hanım oğluna dönüp,
"Sen nasıl kabul edersin berdeli? Akşam olanları amcandan öğreniyoruz, tek kelime dahi etmiyorsun bize" diye çıkıştı.
Aslan’ın sinirleri iyice gerilmeye başlamıştı. Elini ensesine koyup,
"Ne diyeyim ana! Kızın hamileymiş, zorla kaçmamış mı diyeyim? Kızın o Cahit için silahın karşısına geçti, ‘hamileyim’ dedi. Amcam zaten dünden razı adam vurmaya. Kardeşim falan demeden ikisine de sıktırsam mıydım! He ana, söylesene!" diye bağıra bağıra konuştu annesinin yüzüne bakarak.
Sultan Hanım’ın gözlerindeki yaşlar bir bir akmaya devam etti.
"Berdeli neden kendinle yaparsın Aslan? Bu konağa Salih’in kızını gelin getirmek nedir" diyen Halime, elindeki çay bardağını masanın üzerine bıraktı.
Aslan’ın öfkeden dönen gözleri halasını buldu. Elini masaya sertçe vurdu.
"Asya" dedi. İşaret parmağını masaya vura vura, "Bu eve gelin gelecek. Kabul eden eder, etmeyen defolup gider!"
Aslan’ın sözlerini üzerine alınan Elif başını kaldırıp ona baktı. Dudaklarından histerik bir gülüş koyverdi.
"Asya..." dedi alaycı bir şekilde.
Aslan, Elif’in kalbini kırmamak için hızla masadan kalktı. Giderken masadakilere dönüp,
"Akşam için hazırlığınızı layıkıyla yapın."
Furkan’a dönüp sert sesiyle,
"Sen de benimle geliyorsun" dedi.
Furkan, abisinin korkusuyla ağzına götüreceği çatalı hızla masaya bırakıp ayağa kalktı. Abisinin arkasından onunla birlikte çıktı.
Aslan Ağa konaktan çıkıp kardeşiyle birlikte arabasına bindi. Arkasından gelen korumalarıyla birlikte direksiyonu çarşı yoluna kırdı.
Furkan abisine bakarak,
"Şirkete gitmiyor muyduk?" diye sordu.
Aslan, gözünü yoldan ayırmadan,
"Ufak bir işimiz var" deyip yola devam etti.
Çarşıya geldiklerinde arabayı park edip abi kardeş indiler. Arkalarından gelen korumalarla birlikte oldukça eski bir kuyumcunun önünde durdular.
Aslan, Samet’e dönüp,
"Siz burada bekleyin" dedi ve Furkan’la birlikte kuyumcuya girdi.
Aslan Ağa’yı gören yaşlıca bir adam yerinden kalkıp,
"Ooo Aslan Ağa’m, siz buralara uğrar mıydınız?" diyerek ona doğru yürüdü.
Aslan dudaklarını kıvırıp samimi bir gülüşle,
"Haklısın Ramazan amcam, hayırsız olduk bu aralar" dedi ve Ramazan Amcası’nın elini öpmek için uzandı.
Ramazan amca, elini öptürmeyip omzuna samimi bir vuruşla,
"Canın sağ olsun Aslan’ım, o yeter" dedi. Sonra eliyle sandalyeyi gösterip, "Gel oturasın."
Furkan da Ramazan Amca’nın elini öpüp abisinin yanına oturdu.
Ramazan amca, yanında çalışan çırağına dönüp,
"Oğlum, üç çay kap gel" dedi.
"Tamam ustam" deyip çıktı dükkândan çocuk.
"Söyle bakalım Aslan, hangi rüzgar attı seni?"
Aslan, tüm yaşananları kabaca anlattı. Ramazan Amca anladım dercesine ağır ağır başını sallayıp yerinden kalktı.
Aslan, çırağın getirdiği çayından bir yudum alıp sehpanın üzerine bıraktı.
Ramazan Amca ve çırağı, ellerindeki kutularla Aslan’ın yanına geldiler. Kutuları tek tek açıp önüne dizdiler.
"Seç bakalım Aslan Ağa, gelinimize hangisini istersin?"
Aslan, takı setlerinin üzerinde uzun süre gezdirdi gözlerini. Hepsi birbirinden güzeldi. Hepsi Asya’ya yakışır diye düşündü.
"Ramazan amcam, hepsi" dedi. "Sen bunların hepsini ayarla bana."
Furkan şok olmuş gözlerle baktı abisine.
"Abi, ne ettin gözünü seveyim. Daha istemedik bile kızı. Sen istemede böyle çıtayı yükseltirsen, düğünde ne edeceksin?"
Aslan, kardeşinin ensesine bir tane yapıştırdı.
"Kes lan, döl israfı" deyip Ramazan Amca’ya dönerek, "Kusura bakmayasın amca" dedi ve başını eğdi.
Aslan, Ramazan Amca’nın yanında çalışan küçük çırağın cebine yüklü miktarda harçlık bıraktı. Sonra Ramazan Amca’yla tokalaşıp kuyumcudan çıktı.
Aslan, kuyumcudan aldığı takıları korumaların eline verip birkaç mağazadan da Asya’ya uygun elbiseler aldı. Furkan, abisinin bu hallerini çarşı boyunca ağzı açık bir şekilde izledi. “Abimi bu hale getiren kız bize neler etmez acaba.” diye düşündü. O, aşiret ağası Aslan Karabeyli’ydi. Bugüne kadar ağanın bir kadına elbise aldığı nerede görülmüştü?
İki kardeş arabanın yanına geldiler. Aslan, Furkan’a dönüp:
“Bunları Miran konağına götür, Asya’ya teslim et.” dedi.
Aslan ağa her “Asya” deyişinde içi titriyor, gözleri parlıyordu.
Furkan kendini tutamayıp:
“Vah vah abi, biz seni kaybetmişiz de aramayı unutmuşuz. Nerede bizim kükreyen Aslan ağamız?” dedi abisinin yüzüne bakarak.
Aslan kardeşinin sözlerine sinirlenip kaşlarını çattı:
“Sikicem şimdi belanı Furkan! Siktir git, dediğimi yap!” diye bağırdı. Yanındaki Samet’e dönüp:
“Samet, sen de git şununla. Eline yüzüne bulaştırmasın.” dedi.
“Tamam ağam.” diyen Samet, Furkan’ın kolundan tutup kendi arabasına bindirdi.
Aslan çarşıdan çıkıp şirketin yolunu tuttu. Birkaç küçük işini halledip konağa geri döndü.
Dün olanlar Aslan’ı ne kadar üzse de bir yanı seviniyordu. Daha birkaç gün önce adını bile bilmediği kızı şimdi isteyeceklerdi.
Odasına girip üstündeki takım elbiseyi çıkardı ve banyoya girdi. Lavabonun önüne geçip aynadan kendisine baktı. Elini sakallarına götürüp çenesini sıvazladı. Banyo dolabından çıkardığı tıraş malzemeleriyle sakalını kısaltıp kesti. Ardından temiz bir duş alıp belindeki havluyla banyodan çıktı.
Banyodan çıktığında pencereden dışarıyı izleyen Elif’i odasında görmesiyle gözleri büyüdü, sinirlendi.
“Ne işin var burada senin, Elif!” diye bağırdı.
Elif yüzünü Aslan’a dönüp ağlamaktan şişen gözleriyle onun gözlerine baktı.
“Söylesene Elif, ne işin var burada?” dedi Aslan. Karşısında susan kıza gittikçe sinirleniyordu.
“Ne işim mi var Aslan? Bir açıklama yaparsın diye düşündüm.” dedi Elif imalı bir ses tonuyla.
“Ne deyim sana Elif, söylesene…” dedi Aslan, sesini düşük tutmaya çalışarak. Üzülüyordu o da. Elif’e yaptığı yanlışı biliyordu, o yüzden kırmak istemezdi onu.
Elif bir iki adım yaklaştı Aslan’a doğru.
“O kızı kuma mı getireceksin üstüme, Aslan?” diye sordu.
Aslan kaşlarını çattı. Elini ensesine götürüp bağırdı:
“Ne kumasından bahsediyorsun sen Elif! Kuma falan olmayacak!”
Derin bir nefes aldı, kendini sakinleştirmeye çalıştı.
“Sen o gece bu odaya gelerek ne yapmaya çalıştın bilmiyorum Elif. Ama sen saf bir kız değilsin. Eğer istememiş olsaydın, girmezdin bu odaya. Merak etme, seni ortada bırakmak bana yakışmaz. Ama ilerisi yok Elif, benden başka bir şey bekleme. İstersen sana bir ev açayım, teyzeyi de al yanına. Para pul düşünme. Belki bir başkasını seversin, evlenirsin. Ama seni sevmeyen bir adama bel bağlama. Yazık etme kendine de bana da.”
Elif duyduğu sözler karşısında gözyaşlarına boğuldu. Tutamadığı hıçkırıklarla:
“Hiçbir yere gitmeyeceğim Aslan! O nikâhı bana kıyacaksın. Bu konağın gelini ben olacağım!” dedi. Sinirli gözlerle Aslan’a bakıp odadan çıktı.
Aslan bir girdabın içine girdiğini biliyordu. Asya’ya olan sevgisi ağır basıyor, girdiği bu yoldan ne pahasına olursa olsun dönmek istemiyordu.
~~~~~~~~~~~~~~~
Aslan giyinme odasına girip üstüne siyah gömlek ve kumaş pantolonunu giydi. Kravatını gömleğinin üzerine taktı. Ceketini üzerine geçirdi. Aynanın karşısına geçerek saçlarını geriye doğru taradı, şekil verdi. Koluna saatini ve bordo yüzüğünü taktıktan sonra odasından çıktı.
Konağın merdivenlerinden avluya indi. Annesi ve halası çardakta oturmuş konuşuyorlardı. Onların yanına doğru birkaç adım atmıştı ki konağın kapısı açıldı, korumalarla birlikte Furkan içeri girdi.
Aslan, Furkan’ın elinde bugün aldığı takıları ve paketleri gördüğünde kaşlarını çatıp kardeşine baktı. Annesi ve halası da ne olduğunu anlamak için Aslan’ın yanına geldi.
Furkan abisinin karşısına geçip aval aval yüzüne baktı.
“Abi aç elini.”
Aslan sinirle kardeşine diktiği gözlerle,
“Ne diyorsun oğlum sen? Beceremediniz mi bir işi?” diye çıkıştı.
“Açsana abi sen elini.”
“Hasbinallah.” Aslan elini açtı.
Furkan elindeki takı kutularını abisinin avucuna bıraktı. Samet’in elindekileri de aldı, kendi koyduğu kutuların üzerine ekledi.
“Ne yapıyorsun oğlum sen?” diye çıkıştı Aslan.
“Abii… Asya yengem… ayy pardon, yenge demeyecektim değil mi?” Furkan Samet’e dönüp onay bekledi. Samet başını aşağı yukarı salladı.
“Neyse… Asya ablacığım dedi ki, ‘Abin çok zevkli bir adammış.’”
Aslan dudaklarını iki yana kıvırarak güldü. Meraklı gözlerle kardeşine baktı.
“Eee?”
“Sonra dedi ki… tabi o arada kutuyu bana fırlattı… ‘Al bunları abine selam söyle, bir bu kadar daha alsın fakire fukaraya dağıtsın. Günahlarının bedeli ödenir belki.’”
Samet’e dönüp sordu:
“Değil mi Samet abi? Eksik bir şey söylemedim.”
Samet yine başını salladı.
Aslan, kardeşinden duyduklarıyla tek kaşını yukarı kaldırdı.
“Demek öyle dedi.” Dudaklarına çarpık bir gülümseme yerleşti.
Sultan Hanım ve Halime bu olanları ağzı açık dinliyordu.
Halime hışımla,
“O kim oluyor da Aslan Ağa’nın hediyesini geri gönderiyor?” diye çıkıştı.
Aslan halasına kaşlarını çatıp kızgın gözlerle baktı. Halası gözlerini kaçırıp sustu. Sultan Hanım ise oğlunun bu tavırlarına şaşkındı. Yüzü nadiren gülen oğlunun gülüşünü seyretti öylece. Bir an için merak etti, oğlunun yüzünü güldüren kızı...
Aslan elindeki kutuları Samet’e verdi.
“Samet, git Ramazan Amca’nın yanına. Bir bu kadar daha altın al. Ederi neyse bozdur, fakire fukaraya dağıt. Madem yengeniz öyle istedi, bize de yapmak düşer.”
Avludakiler şok üstüne şok yaşıyordu. Furkan elini ağzına götürüp,
“Aboww…” diye seslendi.
Elini ağzından çekip kafasını sağa sola salladı.
“Aslan abii!” Annesine dönüp bağırdı. “Annee, sen Aslan abimi gördün mü? Hani şu kaşları çatık gezen, her şeye kükreyen!” Parmağıyla abisini gösterdi. “Bu benim abim olamaz anneee!”
Aslan cebinden sigara çıkardı. Çakmağını çakıp derin bir nefes çekti. Elinin birini cebine sokarak avlunun ortasında sırıtarak içti.
Annesine döndü.
“Hadi hazırlanın. Geç olmadan gidip isteyelim Asya’yı.”
●●●●●bölüm sonu●●●●●
Buraya kadar gelip okuduysan kitap hakkında görüşlerini yazabilir misinn.?
sizin yorumlarınızı severek okuyorum.
yorumlamayı ve oylamayı unutmayalım
Bir dahaki bölümde görüşmek üzere.
Sizi seven yazarınız😘😘
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 56.3k Okunma |
4.68k Oy |
0 Takip |
31 Bölümlü Kitap |