
Herkese merhabalar
bölümle karşınızdayım.
Sizden tek ricam beni motive eden karakterler hakkında fikir ve düşüncelerinizi yazmanız.
Bölüm size emanet, iyi okumalar.
●●●● 9. Bölüm ●●●●~
Annesigili çarşıdan alan Aslan yol boyunca yüzündeki tebessümle arabadaki kadınların şaşırmasına neden olmuştu. Elif sandı ki yüzü onun için gülüyor, o da onun gibi bu evliliği istiyor.
Konağın önüne gelip arabadan indiler. Herkes önden konağa girerken arkada kalan Elif elini Aslan’ın eline doğru uzattı. Aslan, teninde hissettiği dokunuşla çekti elini hızla.
"Sakın. Sakın yeltenme bile."
Elif karşısındaki adamın ani değişimine şaşırmış, gözleri dolmuştu. Gözlerini kaçırarak:
"Ben sandım ki sen de mutlusun."
"Ben mutlu falan değilim Elif! Hâlâ hatırlamadığım gecenin hesabını sorarım kendime. Seninle evleneceksem de bu sadece kâğıt üzerinde olacak. İlerisini sakın düşünme, sakın!"
Karşısındaki kadının gözünden birkaç damla düştü yere.
Hızla konağa giren Aslan çıktı odasına. Kapıyı sertçe kapattığı anda tekrar açıldı odanın kapısı.
Odaya giren annesinin yüzüne baktı. Sultan Hanım’ın gözlerinden ateş fışkırıyordu. Konağın kapısında duyduklarından ötürüydü tüm öfkesi oğluna. Yanaştı oğluna. Ömrü hayatı boyunca etmeyeceği laflar çıktı ağzından:
"Sen… Altına alıp kirlettiğin kıza nasıl davranırsın öyle?"
Aslan annesinden duyduğu sözle gözlerini açtı bir anda. Sultan Hanım’ın yerde duran alyans kutusu çarptı gözüne. Gitti aldı kutuyu yerden. Oğlunun avuç içini açıp koydu eline.
"Bu yüzük bu parmağa girmezse sütüm helal değildir sana."
"Ana, bu evlilik sadece kâğıt üzerinde olacak. Dahasını beklemeyin benden."
Anası baktı oğluna. Üzülürdü haline, bilirdi Elif’i sevmediğini ama elinden bir şey gelmezdi. Nigar’ın kocası öldüğünde himayesi altına almıştı kardeşiyle çocuklarını. Nigar’ın oğlu Serhat’ı evlendirip işini kurmuş, kurtarmıştı hayatını. Elif’i de gelini olarak isterdi ama oğlunun istemediğini bildiği için üstelemezdi. Taa ki yeğenini oğlunun odasında görene kadar. Onu oğlunun gelini edip namusunu temizlemeliydi. Başka türlüsü olmazdı, olamazdı.
Aslan daha fazla konuşmadan giden annesinin ardından elindeki kutuya baktı. Açtı içini, taktı yüzüğü parmağına. Babasının emaneti, canından çok sevdiği annesini üzemezdi daha fazla.
Tüm aile akşam yemeğini yemiş, salonda çaylarını içiyorlardı. Elif’in yüzü gülüyordu. Sofrada Aslan’ın parmağında söz yüzüğünü görmüştü. Yemekten sonra Aslan evde durmamış, işim var diye çıkmıştı dışarı. Sultan Hanım ve Nigar kendi hallerinde düğün hakkında konuşuyorlardı.
Gülfem yemekten sonra ders çalışmak için odasına geçmiş, Narin de her zamanki gibi elindeki telefonuyla uğraşıyordu.
Narin, telefonunun çalmasıyla ayağa kalkmış, annesine dönüp:
"Arkadaşım arıyor." deyip salondan bir hışımla çıkmıştı.
Gerçekte arayanın kim olduğunu bilen Halime hala da Narin’in arkasından çıkmış, mutfağa giren kızın ardından onu dinlemek için kapının arkasında beklemişti.
"Cahit, önce ben konuşayım abimle sonra gelin istemeye. Öyle pat diye olur mu?"
Kızın sözleriyle halası gözlerini kocaman açmış, bir hışımla mutfağa girmişti. Halası Cahit’in kim olduğunu bilirdi.
Halasını karşısında gören Narin şok olmuş, elindeki telefonu yere düşürmüştü.
"Hala…" diyebilmişti sadece.
Mutfağın kapısını kapatıp kızın kolundan tuttuğu gibi karşısındaki sandalyeye oturttu.
"Narin, kimle konuşursun de bana."
Narin ne diyeceğini bilmez halde halasına baktı. Söylerse kızardı, düşmanlarının oğluydu çünkü.
"Kızım, bu Miran aşiretinin oğlu Cahit mi dedi?" Yumuşacık sesiyle… Kızı korkutmak değildi amacı. Korkmasın ki söyleyebilsin her şeyi.
"Halaa…" dedi derin bir nefes alıp. "Evet o. Senelerdir çok severiz birbirimizi. Cahit isteyecek beni abimden. Bilirsin abim kıyamaz, bana verir. Hem böylece iki aşiretin düşmanlığı da biter."
Halası duyduklarına şok oldu.
"Ne dersin sen! Bu düşmanlık ölene kadar gider. Abin vermez seni Miranlara."
"Hala ama biz çok seviyoruz birbirimizi. Hemm ben…" dedi, sustu. Narin bakamadı halasının gözlerine. Duysa öldürürlerdi kendisini de sevdiğini de. Gözlerindeki yaşlar süzüldü yanaklarına doğru.
Sinirlendi halası, düşman oğlu için akıttığı göz yaşlarına:
"Söyle Narin, sen neee!" diye çıkıştı yeğenine.
"Hala… Benim günüm geçti." dedi hıçkırıkları arasında.
Halası, başındaki şalın ucunu tutup şaşkınlıktan açılan ağzına götürdü.
"Ne dersin kız sen?"
"Hala, abimle konuşacak. Cahit isteyecek beni."
Halası bilirdi Aslan Ağa’yı. Canından öte sevdiği kardeşlerine verirdi canını. Kardeşi “istiyorum” desin, telli duvaklı gelin ederdi.
Ama Halime istemezdi düşmanlık bitsin.
"Sakın abin duymasın Narin, sakın. Vurur ikinizi de." Şefkatli sesiyle tuttu yeğeninin elini. "Sen git odana, ben abinin ağzını ararım. Buluruz hal çaresini."
Narin başını olumlu yönde sallayıp çıktı mutfaktan.
Halime yüzüne yerleştirdiği sinsice gülümsemeyle baktı yeğeninin ardından. Yılların intikamı alınacaktı sonunda.
~~~~~~~~~~~~~~~~
Aslan, dün açılan mekânın gidişatını kontrol etmek için şirketten erken çıkıp konağa gelmişti. İki gündür eve sadece yatmak için geliyor, kimseye görünmeden çıkıyordu. Annesinin bu duruma üzüldüğünü bilse de daha fazlasını yapamıyordu.
Aslan, gömleğinin üst düğmelerini açtığı esnada eli göğsüne gitmiş, orada kalmıştı. Gözlerini kapatıp çarpıştığı kızın kokusunu hissetmek istedi. O mavi gözler, gün ışığı gibi parlayan saçları ve teni... Derin bir iç çekti Aslan Ağa.
Kimdi o kız diye düşündü. Keşke arkasından gitseydi de öğrenseydi. Sadece adını bilmek de yeterdi. Hiç değilse düşlerinde adıyla seslenirdi.
Parmağındaki alyansın soğuk hissiyle kendine geldi Aslan Ağa. İstese de nişanlıydı artık; yakışmazdı başka kadının hayali ona.
Hemen gömleğini çıkarıp siyah takımını giydi. Koluna gümüş saatini, parmağına baba yadigârı bordo renk yüzüğünü de takıp çıktı konaktan. Kendi arabasının arkasından gelen korumalarla birlikte mekânın arka kapısından girdi içeri. Bir süre alt katta eğlenen insanlara baktı. Yanından ayırmadığı koruması Samet’e dönüp, "Yukarıya içecek bir şeyler söyle," diyerek mekânın merdivenlerinden çıkıp yerleşti kuytu köşesindeki masasına. Buradan hem aşağıyı hem de yukarıdaki insanları rahatça görebiliyordu.
Masaya viskisini koyan Samet’in önünden çekilmesiyle, "Cahit!" diye bağıran kadının sesiyle başını karşısında dans eden gruba çevirdi Aslan.
"Cahit, masaya çıkmama yardım et!" diye bağıran kadınla, elindeki viskisiyle donup kaldı Aslan Ağa. Bu o kızdı. Ne işi vardı onun burada? Masaya çıkan kıza kısık gözlerle bakmaya başladı.
Masanın üzerinde dans mı ediyordu o?
Saçından tokasını çıkaran kızla göz göze geldi Aslan Ağa. O da görmüştü onu. Belki tanımıştır beni, diye geçirdi içinden.
Saçları gün ışığı gibi beline süzülen kadın dans etmeye başladı, Aslan Ağa’nın gözlerinin içine bakarak.
Aslan sinirle etrafına baktı. Kadını süzen piç kurularıyla doluydu mekân. Kadından gözlerini ayırmadan, "Samet!" diye seslendi. Başıyla kadının olduğu masayı işaret edip, "Onlar hariç herkesi indirin aşağıya. Siz de aşağıda bekleyin."
Hızla yanından ayrılan Samet, mekânın üst katını boşalttı.
Aslan kanepeye yaslanıp izledi kadının kışkırtıcı bedenini. Uzun bacakları, kıvrımlı beli, dolgun göğüsleri... Bu kız adamı katil ederdi. Her dans edişinde biraz daha yukarı kalkan elbisesi...
Kadının her belini kıvırışında, her saçını savuruşunda kendinden geçiyor, içindeki yangını elindeki viskiyle söndürmek istiyordu.
Aslan, şimdiye kadar hiçbir kadına hissetmediği duyguyu ve arzuyu bu kadına duyuyordu.
Aslan’ın kendine yakıştıramadığı bakışlarını mümkün mertebe kadının gözlerinde tutmaya çalışıyordu.
Aslan kadının gözlerine baktıkça içinde kaybolmak, yok olmak istiyordu.
Kadının eline alıp içtiği şarabın dudağının kenarından akıp çenesine ve boynuna süzülmesiyle kendini daha fazla tutamayan Aslan, "Siktir!" deyip onu delice öpme arzusuyla elindeki viskiden son bir yudum alıp hızla ayağa kalktı. Bugün bu kadının kim olduğunu öğrenmeliydi.
Yanına hızla yaklaşan Samet’le olduğu yerde kaldı Aslan. "Size yukarı çıkmayın demedim mi, Samet!" öfkeyle bağırdı.
"Ağam, Mustafa burada mekâna giriş yaptı."
"Ne işi var onun burada, Samet!" Başını yerden kaldırmadan eliyle karşıdaki kızları gösterdi. "Oradakiler, biri kardeşi, biri de gelinleri."
Aslan neye uğradığını şaşırdı.
Gelinleri... Hangisiydi gelinleri? Yoksa o kız mıydı diye düşündü bir an. Öfkeden bastıramadığı sesiyle, "Engellemeyin, çıksınlar yukarı!" dedi.
Yukarı çıkan eski dostunu oturduğu yerden izlemeye başladı Aslan Ağa. Mustafa, masanın üzerinde oynayan kıza, "Asyaa!" diye bağırmış, ona doğru yürümüştü.
O an Aslan Ağa’nın yüzünde ufak bir gülümseme belirdi. "Asya," dedi içinden. "Demek adın Asya... Günışığı."
Masanın üzerindeki kızın ona, "Mustafa abi!" diye bağırmasıyla keyfi daha da yerine geldi.
Yanındaki Samet’e bakıp, "O kız Mustafa’nın kardeşi mi?" diye sordu.
Samet başını yerden kaldırıp o tarafa doğru baktı. "Yok ağam, kanepede yatan kızın pembeli olanı kardeşi, diğeri gelinleri. Masadaki kıza gözüm ilişti, hemen bakışlarımı yere çevirdim. O kızı bilmem ağam, düğün için gelen akrabalarından olabilir," dedi.
Aslan karşısındaki kıza baktı. Mustafa onu belinden tutmuş, yere indiriyordu.
Aslan’ın tüm bedenini kıskançlık kaplamış, dişlerini sıkmış, boynundaki damarlar gittikçe kendini belli etmeye başlamıştı.
Kalkıp gitmek istedi yanına ama hangi sıfatla "dokunma" diyecekti kadına? Kim oluyordu ki o? Gözleri parmağındaki yüzüğe takıldı. Tekrar lanet etti o geceye.
İzledi kadını Aslan Ağa. Bir daha görmemek için uzun uzun baktı gözlerine, sağa sola saçılmış saçlarına, gülüşüne...
Yakıcı bir kor düştü Aslan’ın yüreğine.
Mustafa’nın omzuna aldığı kızı izledi.
Elindeki viski bardağının parçalandığını bile hissetmeden, ona ait olmayanın gidişini seyretti.
Giden kızın ardından baka kaldı karşısındaki masaya.
Kalktı ayağa, gitti masanın yanına. Kızın yere düşürdüğü tokayı aldı eline. Uzun uzun inceledi. Kendisi bir kere bile dokunamadığı saçlara dokunan tokayı bile kıskandı o an.
Götürdü yavaşça tokayı burnuna. Kapattı gözlerini, derince çekti kokuyu ciğerlerine. Bu koku onu sarhoş edecek derecede döndürdü başını.
Açtı gözlerini Aslan. Yerdeki kızın çıkarmış olduğu topuklu ayakkabılar ilişti gözüne. Hafif bir tebessüm kondurdu dudaklarına.
Aslan daha fazla duramadı orada, mekânın arka kapısından çıkıp gitti.
Sığdıramadı yüreğini hiçbir yere. Sabaha kadar dolandı durdu Mardin sokaklarında.
~~~~~~~~~~~~~~~
Gece boyu evine gitmeyen Aslan Ağa güne gözlerini şirketin koltuğunda açarak başladı.
Yerinden kalkıp masasına doğru ilerledi.
Kapısını çalmadan içeri giren Begüm’e baktı.
Begüm, karşısında dağılmış vaziyette gördüğü patronuna şaşkın gözlerle baktı. Telaşlı sesiyle
“Özür dilerim Aslan Bey, burada olduğunuzu bilmiyordum. Bugünkü toplantılarınızın planlarını getirmek için gelmiştim.” dedi, elindeki dosyaları göstererek.
Aslan başıyla onayladı.
“Dosyaları masaya bırak Begüm. Bana da sert bir kahve getirmelerini söyle.” deyip önündeki dosyaları incelemeye başladı.
“Tamam efendim.” diyerek onayladı asistanı.
Bugün İtalya’dan gelecek olan misafirler Aslan Ağa için çok önemliydi. Eğer bu işi bağlarsa, şirketi adına büyük bir yatırım yapmış olacaktı.
Eline telefonunu alıp Samet’i aradı. Misafirleriyle bizzat ilgilenmesini ve sonrasında şirkete getirmesini söyledi.
Başını yorgunlukla yasladığı koltukta kolundaki saate baktı. Saat ikiye geliyordu. Odanın kapısı açıldı.
“Kükreyen Aslan hazır mı toplantıya?” diyerek girdi içeri Metin.
Aslan kaşlarını çatıp, sinirlendiği arkadaşına bağırdı.
“Oğlum, bir gün belanı sikeceğim. Dingonun ahırı mı lan burası da pat diye giriyorsun odaya.”
Aslan’ı pek takmayan Metin, dişlerini göstererek
“Aslanımın mağarası.” deyip masanın karşısındaki koltuğa oturdu. Bacaklarını ortadaki sehpaya uzatmayı da ihmal etmedi.
“Yaa sabır...” diyerek derin bir nefes aldı Aslan Ağa.
Aslan arkadaşını severdi ama bu laubali hareketleri de onu alnının ortasından vurmayı düşündürtmüyor değildi hani.
Aslan Ağa ve Metin, toplantı saatinin gelmesiyle kendilerine çeki düzen verip toplantı odasına girdiler. Karşılarındaki İtalyan müşterileriyle şarap üretimi ve ihracatı hakkında uzun uzun konuşup işi bağladılar. Karşılıklı imzaların atılmasıyla el sıkışıp ayrıldılar.
Toplantı odasından çıkan iki dostun da yüzü gülüyordu. Aslan için son zamanların en iyi şeyi bu olmuştu.
Metin toplantıdan sonra mekana gitmek için şirketten ayrıldı.
Aslan da odasına geçip önündeki kağıtlara son imzaları attı, arkasına yaslandı.
Saate baktığında akşamın yedisi olmuştu bile. Şimdiye kadar ailesini akşam yemeklerinde yalnız bırakmamış, onlarla birlikte yemişti. Son yaşananlardan sonra ise eve adım dahi atmak istemiyordu.
Sıkıntıyla bir nefes alıp deri kaplama koltuğundan kalktı, askıdaki ceketini eline alıp çıktı odasından. Mesai saatinin bitmesinden dolayı şirkette pek kimse kalmamıştı.
Bugün hiç araba kullanacak hali olmayan Aslan Ağa, kapıda onu bekleyen Samet’e elindeki araba anahtarını fırlattı. Anahtarı havada yakalayan Samet, arabanın arka kapısını açıp Aslan Ağa’nın binmesiyle geri kapattı.
Aslan’dan bir iki yaş büyük olan Samet, yıllardır Aslan’ın korumalığını yapan sadık, gözü pek biriydi. Aradaki mesafeyi her zaman koruyan, sınırlarını bilen bir adamdı. Aslan da ona güvenir, ailesini gözü kapalı emanet edebilecek sayılı kişilerden biri olarak görürdü.
Arabanın direksiyonuna geçip sürmeye başlayan Samet, patronunun bu olağan dışı hallerine şaşırıyordu. Son zamanlarda hiç iyi gözükmüyordu.
Samet arabayı sürmeye devam ederken telefonunun çalmasıyla dikiz aynasından ağasına baktı. Aslan’ın “Açabilirsin.” bakışını aldıktan sonra telefonu eline alıp yanıtladı.
Samet panikle konuştu.
“Nasıl yani, baktınız mı her yere...”
...
“Arkadaşlarının evine peki?”
..........
"Tamam, kapat" deyip telefonu kapattı.
Sıkıntılı bir nefes veren Samet dikiz aynasından Aslan’a baktı.
"Ağam, Narin hanım hiçbir yerde yokmuş."
"Ne diyorsun Samet, nasıl hiçbir yerde yokmuş?"
"Bilmiyorum ağam, korumalar arkadaşlarının evine bile baktı."
Aslan elini ensesine koyup neler olduğunu anlamaya çalıştı.
Hızla konağa gelen Aslan ağa kapıdan bir hışımla içeri girdi. Avludaki kalabalığa göz gezdiren Aslan, çardakta oturup dizlerini vura vura ağlayan annesini gördü.
"Narin nerede, ana?" diye yükselen sesiyle anasına doğru yürüdü.
Sultan hanım ağlayan sesiyle, "Bilmiyorum oğlum, ikindiden sonra çarşıda arkadaşımla işim vardı diye çıktı, gelmedi." dedi.
"Tek başına mı çıktı bu kız evden, ana?"
Yanına gelen korumanın, "Ağam" diye seslenmesiyle başını ona çevirdi Aslan.
"Ağam, ben vardım yanında ama bir anda gözden kayboldu. Her yerde aradım, bulamadım."
Aslan dişlerini sıkmaktan gerilen çene kaslarıyla gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Yumruk yaptığı elini adamın çenesine doğru hızla indirdi.
"Ben size canımı böyle mi emanet ediyorum lan!" diye bağırdı. Yere düşen adam hızla kalktı, ellerini önünde bağlayıp başını yere eğdi.
Karşısında yan yana sıralanan korumalara bağırdı:
"Çıkın, arayın! Bakmadığınız delik kalmasın. Bulmadan gelmeyin!"
Amcası Arif de olanları duyup konağa geldi. Aradan saatler geçti, Narin hâlâ bulunamadı. Sinirle yerinde oturmayan Aslan’a dönüp, "Merak etme yiğenim, Berat’la Furkan tüm aşirete haber saldı. Her yer didik didik aranacak." dedi.
Olayların başından beri sessizliğini koruyan Halime hala sıkıntılı bir nefes verip, "Aslanımın, galiba ben nereye kaybolduğunu biliyorum." dedi.
Avludaki herkes Halime halaya baktı.
Aslan öfkeli gözlerle döndü halasına. "De hala, nerededir Narin?"
"Miran aşireti."
"Ne ilgisi var bunun Miran aşiretiyle, hala!" diye bağırdı Aslan.
"Onların oğlu kaçırmış olabilir."
Aslan donakalmış gözlerle elini ensesine götürdü.
"Ne dersin sen, hala!"
Yerinde oturup ağlayan Sultan hanım ayağa kalkıp Halime’nin karşısına geçti. "Anlat abla, kızımın ne işi olur onlarla!" diye ağlamaklı sesiyle bağırdı.
Halime derin bir nefes alıp, "Miranların oğlu Cahit midir nedir, kızı rahatsız ediyormuş. Kaçıracağım seni diye sıkıştırıp duruyormuş. Narin geçen gece söyledi bana da." dedi Aslan’ın yüzüne bakarak.
"Ağzından çıkanı duyuyor musun, hala sen! Bunu şimdi mi söylüyorsun bana!" diye yürüdü halasının üstüne.
Halime kaşlarını çatıp, "Yüzünü gördüğümüz mü var da anlatalım sana, Aslan!" diye çıkıştı yiğenine.
Aslan sinirle elini saçına götürüp geriye verdi.
Cebindeki telefonu alıp Samet’i aradı. Telefon açılınca, "Miran aşiretine ait nere varsa didik didik arayın Samet. Cihan denilen it kaçırmış olabilir Narin’i." deyip sinirle kapattı.
Karabeyli konağında gün çoktan ağarmış, hava kararmaya başlamıştı. Aslan ağa da yerinde durmamış, amcasıyla birlikte tüm Mardin’i aramıştı.
Elleri boş konağa dönen Aslan hızla odasına gidip üstündekileri çıkardı, dolaptan aldığı gömlek ve kumaş pantolonunu giydi. Miran aşiretinin konağını basma vakti gelmişti.
Samet, Miran konağında çalışanlardan birinin ağzını aramış ama evdekilerin haberi olmadığını Aslan’a iletmişti. Aslan’ın kesin emriyle olayın Miran aşiretinin kulağına gitmemişti. Beline de silahını takıp aşağıya indi.
Avluya indiği esnada telefonu çalan Aslan, Samet’ten gelen çağrıyı cevapladı.
"Bulduk onları ağam." diyen Samet’e, "Narin iyi mi?" diye sordu. "İyidir ağam." cevabını alınca rahatlamış bir nefes aldı Aslan ağa.
"Ben Miran konağına geçiyorum, o iti oraya getir." deyip kapattı telefonu.
Konuşmayı duyan konak halkı ayaklanmış, Aslan’dan bir cevap bekliyordu.
Sultan hanım ağlayarak oğluna baktı. "Kardeşine kıymayasın sakın oğlum." diye akıttı gözyaşlarını.
"Merak etme ana, ben kardeşime değil, kardeşime kıyana kıyarım." deyip konağın kapısına doğru yürüdü.
Bu olanlardan tek mutlu olan Halime kadındı. Her şey istediği gibi gitmişti sonunda.
Yılların intikamı geç de olsa görülecekti.
~~~~~~~bölüm sonu~~~~~~~~
Buraya kadar okuduysanız lütfen karakterler hakkındaki fikirlerinizi yazabilir misiniz.
diğer bölümdeki mesaj ve oy azlığı biraz moralimi bozmadı değil.
yinede sadık okuyucularımı kırmayıp bölümü paylaşıyorum.
Not: gönlümü almak kısa bir yorumdan geçer 🥰🥰
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 56.3k Okunma |
4.68k Oy |
0 Takip |
31 Bölümlü Kitap |