@leyan62
|
Yeni bölüme hoş geldiniz.
Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın ballar!
İyi okumalar!
***
Ben bir araştırma gazetecisiydim ve işim gereği tüm şüpheli ölümleri inceler ve gerçeği tüm dünyaya duyururdum. Çalışmaya ise ölen kişinin morg fotoğraflarını inceleyerek başlardım. Bir gün bunu kardeşim için de yapacağım aklımın ucundan bile geçmezdi...
***
İnsanın umudu söndüğünde, yaşama hevesi gittiğinde geriye ne kalırdı? Bence hiçbir şey, bir insanın umudu sönmüşse o insan artık yaşamıyor demektir. O insan bir daha asla gülemeyecek eskisi gibi olmayacak demektir.
Göz kapaklarım benden izinsiz açıldığında ilk gördüğüm şey bembeyaz tavandı. Göz kapaklarım sızlıyordu, kalbimde anlamadığım bir sızı vardı. Neden kalbim sızlıyordu? Neden gözlerim dolmuştu? Bana ne olmuştu? Hatırlamıyordum. Hiçbir şey hatırlamıyordum. Göz kapaklarımı biraz daha zorlayarak gözlerimi daha fazla açtım. Başımı yana doğru çevirdiğimde gördüğüm kişi Enra'ydı. Siyah deri koltukta tek başına oturmuş dirseklerini dizlerine yaslamış ve yüzüne ellerini arasına almıştı ve... ve ağlıyordu. Enra neden ağlıyordu? Bir şey mi olmuştu?
Yattığım yerden doğrulmaya çalışarak etrafıma baktım. Bir hastane odasındaydım. Hey bir saniye ben neden hastanedeydim? Kolumda hissettiğim sancıyla koluma baktım ve koluma takılı olan serumu gördüm. Bana neden serum takmışlardı ki? Burada neler oluyordu? Enra neden ağlıyordu? Neden kalbimde nedensiz bir sızı vardı? Umut neredeydi?
Umut.
Kardeşim.
O neredeydi?
"Umut Milaza'yı bir sokak ortasında ölü olarak bulduk." Kulaklarımda yankılanan ses ile dona kaldım. Bu ses de neyin nesiydi? "Başından kendini vurarak intihar etmiş." Bir cümle daha yankılandı kulaklarımın içinde. Bu cümleler neden kulaklarımda yankılanıp duruyordu? "Başınız sağ olsun Mila Hanım." Aynı ses yine kulaklarımda yankılanırken bu sefer bu sesi nereden hatırladığımı anladım. Dün gece Umut'u beklerken kapı çalmıştı ve ben koşarak kapıya bakmıştım. Kapıyı açtığımda bir kadın, diğeri erkek olmak üzere iki polis vardı. Kadın olan hiç duraksamadan cümlelerini kurmuştu ve ben o daha cümlesini bitirmeden yere yığılmıştım.
O kadın bana...
Hayır. Ben yanlış hatırlıyordum. Hayır. Onun öldüğünü söylememişti. Ben yanlış hatırlıyordum. Değil mi? Evet, evet öyle ben yanlış hatırlıyordum. Benim kardeşim. Umut'um. Canım. Her şeyim ölmüş olmazdı.
"Mila?" Enra'nın sesi ile kafamı kaldırıp ona baktığımda ağlamaktan kıpkırmızı olan mavi gözlerine baktım. Gözleri ağlamaktan şişmişti. Neden ağladığını tahmin edip kafamı iki yana sallayarak, "Enra?" Diye mırıldandım. O bana gerçeği söylerdi. O bana Umut'umun ölmediğini söylerdi.
"Ben yanlış hatırlıyorum değil mi?" Gözümden bir damla yaş düştü. Kalbim sızladı. "O. Kardeşim. Umut'uma bir şey olmadı değil mi?" Ayağa kalkıp onunla aynı boya geldim. Gözümden akan bir damla yaşı elimin tersi ile silerken gülümsemeye çalıştım. "Dışarda bekliyor beni değil mi? Onu bekledim bekledim gelmedi bende endişeden bayıldım o yüzden beni buraya getirdiniz değil mi? Şimdi dışarda o," burnumu çektim. "Beni bekliyor. Öyle değil mi?" Kalbime ısıtılmış bir demir bastırılıyormuş gibi hissediyordum. Sanki kalbimi almışlar ve bin tane ısıtılmış demiri kalbime bastırıyorlarmış gibi hissediyordum. Canım yanıyordu. Canım çok yanıyordu. Enra'nin gözünden bir damla yaş akarken başını iki yana salladı.
"Üzgünüm," diye kekeledi. "Üzgünüm Mila ama..." gözlerini kapatıp kendine bir az süre tanıdı. Tekrar gözlerini açtığında bir damla gözlerinden firar etti. "Ama Umut'u kaybettik. Başımız sağ olsun."
Kulaklarımın içinde yankılanan ses ile kalbime bir kazık yedim. Karnıma bir yumruk yemiş gibi hissettim. Nefes alamadım. Ağlayamadım. O kadar canım yandı ki kalbimin saniyelik durduğunu hissettim.
"Hayır," kelimesi döküldü dudaklarımdan. Hayır yalan söylüyordu benim kardeşim ölmemişti.
"Hayır," Enra'nın ellerini tutup ona yalvararak baktım. "Lütfen bana yalan söyleme. Lütfen." Kafamı iki yana sallarken gözümden bir damla yaş aktı. "O ölmedi lütfen söyle sen söylersen inanırım. Lütfen söyle o yaşıyor, de." Bir hıçkırık kaçtı dudaklarımdan. Çenem titremeye başladı ve gözlerime yaşlar firar etti. Canım yanıyordu. Çok canım yanıyordu.
"Mila üzgünüm." Dedi Enra ağlamaya devam ederek. Kollarını boynuma dolayıp omuzumda ağlamaya başladı. "Mila çok üzgünüm ama o öldü." Dedi hıçkırıklarının arasında. Ben hareketsizdim. Gözlerimde yaşlar birikirken duyduklarımı idrak etmeye çalışıyordum. Ölmüştü.
Benim kardeşim, Umut'um, her şeyim, ailem... ölmüştü. Gitmişti. Beni bırakmıştı. Beni, ablasını kimsesiz bırakmıştı. Gitmişti. Beni bu dünyada yalnız bırakmıştı. Kimsesiz bırakmıştı.
"Öldü mü?" Dedim sanki yeni durumu anlamış gibi. Gözümden bir damla yaş yanağımdan Enra'nın saçlarına düştü. Bu da benim son duygusuz anım oldu. Enra'yı kendimden hızla uzaklaştırdım ve saçlarıma asıldım. "Hayır, hayır, hayır!" Kafamı iki yana sallayarak ağlamaya başladım. "Gidemez! Gitmez! O beni bırakmaz!" Sinirle daha yeni Enra'nın oturduğu deri koltuğa tekme attım. Başımı kaldırdığım gibi Enra'nın korku dolu bakışlarına maruz kaldım ama bunu umursamadım. "Hayır o beni kimsesiz bırakmış olmaz!" Ağladım. Omuzlarım sarsıla sarsıla ağladım. Sinirle önüme çıkan her şeye tekme atarken bir taraftan da ağlıyordum. "Ben onsuz yapamam ki!" Saçlarıma asılabildiğim kadar asıldım ve gür bir çığlık attım.
"Annem onu bana emanet etti." Gözümden bir damla yaş daha düşerken saçlarımı çekiştiriyordum. "Bana emanet o! Ben ona bakacağıma söz verdim! Bırakamaz o beni! Beni bırakıp gidemez!" Annem ölürken beni yanına çağırmıştı ve Umut'u bana emanet etmişti. O sana emanet onun zarar görmesini engelle, deyişi hala kulaklarımdaydı. Annem bana güvenmişti, babam bana inanmıştı, Umut bana sığınmıştı. Şimdi bana kalmış o gitti diyorlardı. Sana sığınan artık yok diyorlardı. Ben bu durumda nasıl sakin olabilirdim?
Hızla kapıya yürüyüp odadan çıktım. "Umut!" Diye hastane koridorlarında avazım çıktığı kadar bağırdım. O gitmemişti. Onun gittiğine inanmıyordum."Kardeşim!" Diye daha gür bir çığlık attım. Tüm insanlar bana bakıyordu ama bu benim umurumda değildi. Benim tek umurumda olan Umut'umdu. Kardeşimdi. "Umut! Neredesin kardeşim?!" Hızla koridorlarda Umut'u ararken ayağım bir yere takıldı ve ben dizlerimin üzerine düşüp ağlamaya başladım. "Gitmedin sen. Bırakmadın beni! Yalan söyledi bana!"
Her canım acıdığında kısardım sesimi, duymasın kimse diye. Bunu bana babam öğretmişti. Canım acıdığında sesimi kısmamı ve kimseye acı çektiğimi göstermememi söylemişti. Ama bu sefer yapamadım. Canım öyle bir yandı ki sesimi duymasınlar diye kısamadım. Avazım çıktığı kadar hastane koridorlarında kardeşimin ismini haykırıp durdum. Ses tellerimi koparmak istermiş gibi bağırdım. Öyle bir bağırdım ki ben bile sesimin bu kadar yüksek çıktığına şaşırdım.
"Umut! Neredesin kardeşim?!" Düştüğüm yerden kalkmaya çalışırken bir taraftan bağırıyor bir taraftan da sarsıla sarsıla ağlıyordum. "Gitme! Ne olur sen de beni bırakma!" Koluma dolanan eli sertçe itip ayağa kalktım ve etrafıma bakıp kardeşimi aradım. Bir kez daha kardeşimin adını haykıracaktım ki koridorun sonunda üzerinde beyaz çarşafla götürülen birini gördüm. Biri ölmüştü. Kardeşim. Ölmüştü. İçimdeki ses o çarşafın altında yatan kişiye bakmamı söyledi ve bende onun emrine uyarak adımlarımı hızlandırdım. Koşarak hemşirelerin götürmek üzere olduğu sedyenin tam yanında durup beyaz çarşafı açtım. Beyaz çarşaf yerle buluşurken benim gözlerim sedyede yatan bedendeydi.
"Umut." Diye fısıldadım. Kahverengi gür saçları, düzgün burnu, incecik dudakları olan bu ölen kişi benim kardeşimdi. Şakağında kan izleri vardı ama yine de benim için şu dünyada en yakışıklı olan kişi hala oydu. Kulağımda 'Çok yakışıklıyım değil mi abla?' sesi geldi. Kardeşimin, canımın sesi. Belki de bir daha asla duyamayacağım ses. Gördüğüm görüntü ile yutkunmam bir olmuştu. Kardeşimi bu halde görmek beni yerle bir etmişti. Dedikleri doğruydu. Kardeşim ölmüştü. Gözümden bir damla yaş süzülüp kardeşimin yanağına düştüğünde gücümü yitirdim ve dizlerimin üzerine düştüm. Ve bu yıkılışımla beraber hastaneyi inleten bir feryat döküldü dudaklarımdan, ellerimi yere dayayarak çığlık atmaya devam ederken Umut'un üzerinde olduğu sedye hareketlenmeye başladı.
"Hayır! Hayır! Ölmüş olamaz!" Yerde sürünerek ayağa kalktım ve sedyeyi götürmeye çalışan hemşirelerden birinin koluna yapışıp, "Lütfen bir şey yapın! O ölmüş olmaz! O daha çok genç! Lütfen, lütfen, lütfen!" Kafamı iki yana sallayarak, hemşireye yalvaran gözlerle baktım. "Benim ondan başka kimsem yok! Lütfen onu bana geri verin!" Hemşire bana acıyarak bakıp, "Hanımefendi üzgünüm." Dediğinde tekrar kafamı iki yana salladım.
"Lütfen ne isterseniz yaparım." Belime birinin kolu dolanıp beni geri çektiğinde ben çığlık çığlığa bağırıyordum. "Bırakın beni! O ölmedi! Ölemez!"
Hemşireler Umut'u götürmeye başladığında daha da fazla çırpındım. "Hayır, götürmeyin! Onu benden almayın! Yapmayın lütfen!" Yanıma hemşireler gelip bana iğne yapmaya çalışırken ben halen çırpınmaya devam ediyordum. "Götürmeyin onu! Benim canım o, canımı benden almayın!"
***
Konuşmayacaktım. Bağırmayacaktım. Her zaman yaptığım gibi kısacaktım sesimi duymasınlar diye. Susup acımı kendi içimde yaşayacaktım. Kimsenin bana acımasına izin vermeyecektim. Kardeşim ölmüştü ben de kendi duygularımı öldürecektim. Onun yaşamadı bir dünya da gülmeyecektim. Ağlamayacaktım. Bağırmayacaktım.
Saatlerdir bir sedyeni üzerinde hareketsiz bir şekilde yatıyordum. En son bana koridorda sakinleştirici verip uyutmuşlardı ve o zamandan beri uyumuştum ama yaklaşık iki saat önce gözlerimi açmış ve tepemde Enra'yı bulmuştum. Bana her şeyin düzeleceği gibi saçmalıklar anlatıp duruyordu ama ben ölüden farksızdım.
Ağlamıyordum, tepki vermiyordum sadece bakıyordum. Duygularımı hissetmiyordum. Yaşadığıma pek emin değildim. Sahi ben yaşıyor muydum? Artık yaşıyor muydum? Pek sanmıyordum.
"Mila ne olur bir tepki ver." Enra yanımdaki boş yere oturup elimi tutu. "Ağla, bağır veya yık ortalığı ama ne olur bir tepki ver. Beni korkutuyorsun." Elimin tersini baş parmağıyla okşamaya devam ederken benden bir cevap bekliyordu. Ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözlerimle onun mavi gözlerinin tam içine baktım ve dudaklarımı araladım.
"İyiyim Enra," diye mırıldandım. Ama bu söylediğim kocaman bir yalandı, bunu o da biliyordu. Benim bu saatten sonra iyi olmam mümkün bile değildi. Enra dolu gözlerle bana bakıp başını iki yana salladı.
"Mila ne olur yapma böyle kendini kasma yine ağla istersen ama bana yalan söyleme," elimi daha sıkı tutu. "Canın acıyor biliyorum ama acını dışa vurmazsan daha da canın acır. İçine atma lütfen daha fazla, acımasın canın." Dedi adeta yalvararak. Onun gözlerinden bir damla yaş süzüldü ama bende yaprak kımıldamadı.
Baktım sadece baktım. Yine bir tepki vermedim. Belki Enra doğru söylüyordu içime atınca acım daha fazla acıyacaktı, daha fazla canım yanacaktı. Ama onun bilmediği bir şey vardı, ben zaten canımın yanmasını istiyordum. Benim kardeşim ölmüştü, benim de canım acısın. Canım öyle bir yansın ki nefes alamayayım istiyordum. O gitmişti. Beni bırakmıştı. O yüzden benim canım yanmalıydı.
Yerimden yavaşça doğruldum. "Onu son bir kez görmek istiyorum." Gözlerimin dolmaması için kendimi zorladım ama ne kadar işe yaradı bilemiyordum. Tek bildiğim onu görmek istediğimdi. Onu, kardeşimi, Umut'umu son kez görmek, koklamak ve öpmek istiyordum. Bir yanım onun artık olmadığını kabullenmek istemese de gerçeği artık biliyordum. Onu şimdi görmeliydim çünkü bunun bir tekrarı daha olmayacaktı. Bir daha bakamayacaktım onun kahverengi gözlerine, dokunamayacaktım gür saçlarına, koklayamayacaktım o güzelim kokusunu.
"Tamam, tamam sen bekle ben bir hemşirelerle görüşüp geleyim." Diyen Enra yanımdan hızla kalkıp kapıya doğru ilerledi ve odadan çıktı. O çıktığına gözümü yere sabitledim. Onunla vedalaşmam lazımdı, bunu biliyordum ama onunla vedalaşmak istemiyordum. O daha çok gençti, benden küçüktü ama benden önce ölmüştü. Bu doğru muydu? Büyükler küçüklerden önce ölmez miydi? Peki o niye benden önce ölmüştü? Neden beni bu acıya maruz bırakmıştı? Neden ikimizin de umudunu söndürmüştü?
Kapının açılma sesi geldiğinde başımı kaldırıp içeri giren Enra ve yanındaki esmer hemşireye baktım. Hemşire beni görünce yüzünü buruşturmuştu. O kadar berbat bir haldeydim ki insanlar beni görünce yüzlerini buruşturuyorlardı. "Mila Hanım hazırsanız morga inebiliriz." Diyen hemşirenin sözleriyle anlık bir donma yaşadım. Morg mu? Orası soğuk olurdu, benim kardeşim soğuktan nefret ederdi. Aslına bakarsan o ölümlerden de nefret ederdi.
Yataktan kalkıp yüzümü ovaladıktan sonra dik durmaya çalışarak hemşireye başımı salladım. "Gidebiliriz." Dedim. Hemşire başını salladıktan sonra kapıyı açıp dışarı çıktı, tam bende odadan çıkmak üzereyken Enra kolumu tutup beni durdurdu. "Lütfen gardını düşürme, ne olursa olsun o seni üzgün görmek istemezdi. Sana ağlama demiyorum istediğin kadar ağla ama gardını asla düşürme." Diyen Enra'nın gözleri dolu doluydu. Ona sadece baktım. Tamam, demedim. Cevap vermedim sadece önümü dönüp odadan çıktım.
Hemşireyi takip ederek en alt kata kadar indim ve en sonunda koridorların birinin üzerinde morg yazan yerde durup, hemşirenin kapıyı açmasını bekledim. Hemşire kapıyı açtı, içeride olan soğuk yüzüme çarptığında irkildim. Soğuktu. Hemşire eliyle beni içeri geçmem için yönlendirdi. İçeri girdiğimde daha birkaç saat önce gördüğüm sedyeyi gördüm. Yine beyaz çarşafla örtülen bir beden vardı ve ben o bedenin kime ait olduğunu biliyordum. Ve bu gerçek kalbimi en derininden yaralıyordu. Yakıyordu, küle çeviriyordu.
"Beni yalnız bırakabilir misiniz?" Diye sordum sağımda duran hemşireye. Hemşire bana şaşkın bir bakış atarak söze başladı. "Ama Mila Hanım," Dediği an sözünü yarıda kestim.
"Lütfen!" Bu sefer sesim daha sert çıkmıştı. "Beni onunla yalnız bırakabilir misiniz?!" Hemşire yaklaşık bir dakika bana baktı ama ne kadar kararlı olduğumu gördükten sonra başını sallayıp, morgdan çıktı ve kapıyı da kapattı. Beni onunla baş başa bıraktı.
Gözlerim doldu. Çenem titremeye başladı. Karşımdaydı, cansız bir şekilde bir sedyenin üzerinde yatıyordu. Ben ise burada sapasağlam bir şekilde dikiliyordum. Bu adil miydi? Bir ablanın kardeşinin ölüsüyle karşı karşıya durması adil miydi? Bacaklarım, ellerim hatta tüm bedenim titriyordu, gözlerimden damla damla yaşlar akıyordu. Kalbimde bir sızı vardı ve bu sızı gittikçe büyüyordu. Yine de bunları bir köşeye itip zar zor bir adım attım. Daha sonra bir adım daha, ardından bir adım daha... Adımlarım durduğunda sedyenin önündeydim. Beyaz çarşafı ellerimin titremesine rağmen açtım ve beni yıkan görüntüyle tekrar karşılaştım. Kardeşim yine bu beyaz çarşafın altından çıkmıştı ve bunu tekrar görmemle dudaklarımdan bir inleme kaçmıştı. Onu böyle görmeyi kaldıramıyordum. Ben onun ışıl ışıl bakan gözlerine, durmadan gülümseyen yüzüne alışıktım cansız haline değil.
"Umut," diye firar etti ismi dudaklarımdan. Onun ismini her söylediğimde bakan gözler bana bakamaz oldu ve bunun için kalbim bin parçaya ayrıldı. "Kardeşim, canım..." göz yaşım yanağımdan süzülüp Umut'un gözünün üstüne düştü. "Neden beni bıraktın? Neden gelmedin kardeşim?" Burnumu çekerek başımı iki yana salladım. "Ben seni çok bekledim. Saatlerce bekledim ama sen gelmedin... Neden gelmedin? Neden senin yerine ölüm haberin geldi? Bana söz vermiştin erken gelecektin eve ama sen gelmedin." Elim bembeyaz olmuş yüzüne uzandı. Soğuk yüzünü okşadım bir süre eskiden sıcak olan yanağından öptüm defalarca.
"Umut," dedim sesimin titremesine engel olamayarak. "Ben sensiz ne yapacağım. Ben sensiz nasıl o eve tek başıma döneceğim. Ben sensiz nasıl yaşayacağım." Başımı Umut'un başına yaslayarak hıçkıra hıçkıra alamaya başladım. "Ben... ben yapamam ki... Sensiz yapamam Umut. Sensiz yaşamayı bilmiyorum ki ben." Umut'a sarılarak ağlamaya devam ettim dakikalarca. Yaklaşık yarım saat ona sarılarak ağladım ama bunu kimse görmedi, Umut bile. Kalbim yerinden söküldü defalarca bıçaklandı sanki.
"Özür dilerim kardeşim. Seni koruyamadığım için özür dilerim. Sen bana emanettin ama ben seni koruyamadım. Çok... çok özür dilerim." Anlına bir öpücük kondurdum. "Sana daha iyi ablalık yapamadığım için özür dilerim. Seni hayatta tutamadığım için özür dilerim. Affet beni kardeşim, affet beni bir tanem, affet beni Umut'um." Burnumu çektim. Elimin tersi ile göz yaşlarımı sildim. Umut'un anlına bir öpücük daha kondurdum. Ardından bir daha ve bir daha. Son kez öptüğümün gerçeğiyle defalarca öptüm.
"Neden?" Diye fısıldadım. "Neden beni bıraktın?" Gözümden bir damla yaş daha akarken hıçkırıklarımı kontrol etmeye çalışıyordum. "Umut niye yaptın bunu bana? Niye bıraktın beni ablacığım?" Gözlerimi sıkıca yumup başımı kardeşimin başına yasladım. "Ben-ben ne yapacağımı bilmiyorum Umut. Sensiz nasıl yaşayacağımı bilmiyorum. Nasıl yaşayacağım ben? Neden benim için yaşamadın sen?"
Bilmiyorum. Ben onsuz yaşamayı bilmiyorum. Hayatımın her anında o vardı, o güldürürdü beni, o silerdi göz yaşlarımı, o sarılırdı canım yandığında ama şimdi bunların hiçbirini yapmıyordu. Hayır yapamıyordu. Çünkü o artık yaşamıyordu.
Umut'um artık yoktu. Onu gülen yüzü sönmüştü ve benimki de artık gülümseyecek bir sebebim kalmamıştı. Umudum artık yoktu ve benimde gülümsemem gerek yoktu. Ellerimle Umut'un yüzünü okşamaya devam ederken parmaklarım Umut'un şakağına durdu. Yüzünü kan ile boyamasını sağlayan yara tam sağındaydı. Kurşun şakağından girmiş ve beynini paramparça etmiş olmalıydı. Titreyen parmaklarımla şakağına dokunduğumda gözlerimden yaşlar akmaya devam ediyordu.
"Çok acıdı mı?" Aklımdaki tek soru buydu. Canı yandıysa benim de canım yanardı. Aynı onun öldüğünde benim de öldüğüm gibi...
"Umut kim yaptı bunu sana?" Diye sordum cevap alamayacağımı bile bile. "Kim, neden yaptı bunu? Neden ayırdı bizi? Neden ayırdı seni benden? Neden ya neden?" Kardeşim intihar etmemişti. Öldürülmüştü. Bunu adım gibi biliyordum çünkü benimle daha dün eğlenen, gülen, trip atan kişi ondan başkası değildi. O saklayamazdı ki üzgün olduğunda benden. İlla gelir benim yanımda yaşardı acısını ama hiçbir zaman canına kıymazdı, biliyordum ben. Onu benden almışlardı. Kardeşime biri kıymıştı ve intihar süsü vermişti. Bunu biliyordum. Gözümden akan yaşlar akmaya devam ederken kardeşimin anlından bir kez daha öptüm.
"Bulacağım." Diye mırıldandım anlına bir kere daha öptükten sonra. "Seni benden ayıranı bulacağım. Benim Umut'umu söndüren kişiyi bulacağım ve intikamını alacağım kardeşim." Baş parmağımla Umut'un yanağını okşarken kararlılıkla başımı salladım. "Sana sözüm olsun ki katilini bulacağım ve kalbini delik deşik edeceğim aynı onun bana, bize yaptığı gibi. Sana onlarca, yüzlerce ve binlerce söz veriyorum ki senin hayatını karartan kişinin hayatını ben karartacağım. Senin gülen yüzünü söndüren her kimse onun bir daha gülmemesi için elimden gelen her şeyi yapacağım." Onun yanaklarını son bir kez öptüm ve ona son kez gülümsedim. "Söz veriyorum. Abla sözü." Yanağımdan akan son damla yaşı elimin tersi ile sertçe sildim.
"Seni bir daha görmeye geldiğimde katilini bulmuş olarak döneceğim. O güne kadar cenazene, mezarına bile gelmeyeceğim çünkü ben kardeşimin katilini öldürmeden kardeşimi gömemem. Yanına geldiğimde bil ki katilini de ben öldürmüşümdür ve intikamını almışımdır." Başımı dikleştirdim. "O güne kadar ağlamamak ve haykırmamak için elimden geleni yapacağım. Kısacağım sesimi duymasınlar diye, ama senin mezarına geldiğim gün haykıra haykıra ağlayacağım, tüm dünya bir ablanın feryadını duysun diye." Beyaz çarşafı tekrardan Umut'un yüzünü örtüp hızla çıktım morgdan. Ona son bir kez daha bakarsan verdiğim sözü tutamazdım.
Ne arkamdan bağıran hemşirenin sesi ne de hastanede çarptığım ve arkamdan küfür eden insanlar beni durdurdu. Onların bana bağırdığı gibi bağırmak istedim, benim canımı alanlara küfür etmek istedim ya da tekrar hıçkıra hıçkıra ağlamak istedim ama hiçbirini yapmadan hastaneden çıktım. Kardeşim bugün ölmüştü.
Bugün benim Umut'um sönmüştü. Onun intikamını almam lazımdı. Hem kendimin hem de kardeşimin hayatını karartan kişinin hayatını alt üst etmem gerekiyordu. Kanım intikam ateşiyle kaynıyordu. Beynim ve kalbim intikam istiyordu.
Ve ben o intikamı alacaktım. Gerekirse ölecektim ama yine de kardeşimin intikamını alacaktım. Ve söz verdiğim gibi bir gün kardeşimin mezarına gidecektim. Ha diri diri ha yanına ölü olarak da olsa ben kardeşimin mezarına gidecektim. Ve o zamana kadar ağlamamak için, avazım çıktığı kadar bağırmamak için elimden geleni yapacaktım. Kısacağım sesimi duymasılar diye.
***
Bölüm Sonu
Umarım begenmişsinizdir.
|
0% |