Yeni Üyelik
6.
Bölüm

🕊

@leyan62

Yeni bölüme hoş geldiniz.

Resimde gördüğünüz Mila Malaza'nın modelidir.

Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın ballar!

Size iyi okumalar!

Bölüm şarkısı; NKBI x Yapamam

***

Yazarın anlatımıyla

Dört sene önce

Bu dünyaya geldiğin ilk zaman ilk gördüğün annen ve babandır. Anneden şefkati, babadan sevmeyi öğrenirsin. Bu dünyada ilk gördüğün kişiler sana şefkati ve sevmeyi öğretirken başka bir kişi sana bağlılığı öğretir. Ne yaparsan yarsa yapsın bağlı kalmayı öğrenirsin, sevmeyi daha derinleştirir bağlılık. Eğer bir kişiyi seviyorsan ama bağlı değilsen o kişiden ellinde sonunda ayrılırsın, birine şefkat gösteriyorsan ama o kişiye bir türlü bağlanamıyorsan o şefkatin sonu bir gün gelir. Ama eğer ki sevdiğin ve şefkat gösterdiğin kişiye bağlıysan işte o zaman gerçekten birini seviyorsun demektir. Bağlılığı öğreten kişi bu dünyada sahip olabileceğiniz en değerli varlıktır. O kişi ise kardeştir. Canla, kanla bağlı olduğun kardeştir. Bazen kan bağı bile olmaz ama yine de bağlılık olur. Bağlılığın diğer anlamı kardeştir. Ve bir kardeş bin arkadaşa bedeldir.

“Abla ya!” Diye bağırarak Mila’nın odasına kapıyı çalma zahmetine bile girmeden daldı Umut. Bu ani kapı açılmasıyla odasında araştırma yapan Mila olduğu yerden sıçraması bir olmuştu. Umut ise ağzının içerisinden minik bir küfür savurmuştu çünkü ablasını bu halde bulmayı beklemiyordu. Çünkü ablası şu anda pek iyi bir durumda değildi. Üzerinde yarım kol beyaz bir crop, altında gri bir eşofman ve kırmızı ojeli ablası vardı. Üzeri güzeldi ama Umut aynı şeyi yüzü için söyleyemezdi. Kahverengi saçlarını en tepeden dağınık bir topuz yapmış, kim bilir ne zaman sürdüğü maskara akmış ve göz altlarına bulaşmış, gözlerine taktığı gözlükle ve kemirdiği kalemle aşırı korkutucu duruyordu. Umut’un ablasına ne olmuştu? Bu kadın onun ablası mıydı? Daha çok cine benziyordu.

“Tövbe bismillah!” Diye mırıldandı Umut, ablasının bu haline bakarak. “Abla, ne oldu sana?” Dedi gözlerini kocaman açmış bir biçimde. Korkmuştu. Evet gerçekten korkmuştu, çünkü ablasını ilk defa bu kadar dağılmış görüyordu. Normalde ablası değil saçlarını topuz yapmak bağlamazdı bile, o saçlarının açık olmasını severdi. Özgür olmasını sevdiğini söyleyip bağlamazdı çoğunlukla. Ama şimdi topuzdu, hem de dağınık topuzdu. Kesinlikle bir şey olmuştu. Mila kafasını kaldırıp gelen kişiye yani kardeşine bakınca gülümsedi. Boştan yere korkmuştu. Gece boyunca uykusuz kaldığı için gözleri kapanmak üzereyken kardeşinin odaya çat diye girmesi haliyle onu korkutmuştu.

“Bir şey yok ablacığım. Çalışıyordum.” Dedi Mila gözlerini ovuşturarak. Odasında olan koltuğun ve minik masanın üzerinde olan kağıtları toparladı ama asıl dağınık olan kişinin kendisi olduğunu bilemedi. Ortalık oldukça topluydu, dağınık olan sadece Mila’ydı. Ve bu durum oldukça garipti Umut için. Ablasını böyle görmeye alışık değildi. Haliyle şaşırmıştı bu yüzden.

“Abla yüzünün hali ne?” Diye sordu Umut göz kırpıştırarak. Halen şaşkınlık içerisindeydi, gerçek manada şaşırmıştı çünkü ablasını asla bu kadar dağılmış görmemişti. O hep güçlü olandı, yıkılmayandı. O ablasıydı, o her şeye bir çözüm bulurdu. Umut’a göre Mila asla yıkılmazdı. Çünkü o ablasıydı. Bir tanecik olan ablasıydı. Ailesinden geriye kalan tek kişi, her şeyiydi. Mila, Umut’un sorusuyla kaşlarını hafifçe çattı. Ne olmuştu ki yüzüne?

Mila hemen masanın üzerindeki telefonunu aldı ve kamerayı açtı. Kamerada gördüğü yüz karşısında ise birkaç saniye boş boş göz kırpıştırdı. Bu o muydu? Korkunç haldeydi. Saçlarını normal topuz yaptığını sanmıştı ama şu anda gördüğü dağınık bir topuzdu. Hem de bayağı dağınık bir topuzdu. Göz altlarına bulaşan maskara ise onu aynı çarpılmışa çevirmişti. Gözündeki gözlük sayesinde de maskaranın göz altlarına oluşturduğu manzara daha vahşet bir hal almıştı. Kısacası gerçekten korkunç bir haldeydi. Yüzünü buruşturdu Mila bu görüntü karşısında.

“Bu hale nasıl geldim ben ya?!” Dedi kendi kendine. Umut’ta ablasını onaylayan mırıltılar çıkardı. Gerçekten bu hale nasıl gelmişti? Nasıl geldiği açıktı oysa, gece boyunca uyku uyumadan çalışırsa her halde bu hale gelirdi. Mila hızla elindeki telefonu koltuğa bırakıp ayağı kalktı ve çalışma masasına ilerledi, masanın üzerinde olan ıslak mendili alıp gözlüğünü çıkardı ve göz altlarını sildi. Mendili geri çektiğinde simsiyah olmuş olan mendili görünce tekrar yüzünü buruşturdu, mendili çalışma masasının altındaki çöp kutusuna attı. Çıkardığı gözlüğünü çalışma masasına koyup kardeşine dönmeden önce yüzünü ovuşturdu. Yorulmuştu ama bunu kardeşine göstermek istemiyordu. Yüzüne yorgun ama gerçek bir gülümseme kondurup kardeşine döndü. Umut hala boş boş göz kırpıştırarak ablasına bakıyordu. Umut hala şaşkındı. Az önce gördüğü kişi onun ablası mıydı gerçekten?

“Bakma öyle arda bende dağınık olabiliyorum.” Dedi Mila gülümseyerek. Saçlarını açtı, kahverengi saçlarının omuzlarına dökülmesine izin verdi ve dakikalar önce kalktığı yerine geri oturmak için adımlamaya başladı. Koltuğa oturduğunda yanındaki boş yere bir iki kere vurdu ve Umut’u yanına çağırdı. “Ne oldu da bağırıyordun?” Diye sordu.

Umut şaşkınlığını üzerinden zor da olsa attı. Olduğu yerde kıpırdanıp ablasının gösterdiği yere kendini bıraktı. Fazla şaşırmamalıydı bu gibi durumlara, ablası artık iş insanıydı. Dağılabilir ve yorulabilirdi. Mila Malaza yaklaşık iki aydır bir gazeteciydi. Hem de araştırma gazetecisiydi. İşi zordu ama Umut inanıyordu ki işini layıkıyla yerine getirecekti. Araştırma gazetecisi olmasını istemiyordu ama yine de abasının kararına saygı duyuyordu. Lakin yine de korkuyordu. Ya ona, ablasına bir şey olursa? Araştırma gazeteciler kimsenin cesaret edemediği şeyleri yapıyorlardı. Mafyaları, hırsızları, katilleri bulan kişiler aslında onlardı ve onların haberini yapıp bitiren, yakalatan kişiler aslında onlardı. Polis gibi bir şeydiler. Aslına bakarsan bazen polisle çalıştıkları bile oluyordu. Bu meslek hem güzel hem de korkutucuydu. Umut ablasına bir şey olmasından korkuyordu, çünkü gazetecilerin peşine takılan psikopatlar da oluyordu. Ama unuttuğu bir şey vardı o Mila Malaza’ydı. Yaptığı iş tehlikeli olabilirdi ama Mila Malaza zaten tehlikenin ta kendisiydi. Umut’ta zaten buna güvenerek ablası hakkında fazla endişelenmemeye çalışıyordu.

“Abla fallara inanır mısın?” Diye sordu Umut oflayarak. Bu soru karşısında Mila’nın kaşları havalandı. Şu an ne alakaydı?

“İnanmam da bunun neden sordun şimdi?” Dedi Mila yarım ağız gülerek. Umut ablasına bakarak bir kere daha ofladı. Gülecekti, biliyordu ablasının güleceğini. O yüzden buraya gelip gelmemek arasında kalmıştı, lakin sonunda cesaretini toplayıp gelmişti. Ama geldiğine pişman olmak üzereydi. Dalga geçilesi bir konuydu söyleyeceği ve Umut’ta bunun farkındaydı.

“Abla gülme ya!” Diye homurdandı. “Ciddi bir konu konuşmaya geldik buraya! Azıcık ciddi olur musun?” Mila kardeşinin azarına karşılık gülümsemesini bastırdı ve daha dik oturarak kardeşine yönünü döndü. Şimdi ciddiydi. Artık kardeşini dinleyebilirdi.

“Tamam, anlat bakalım ne anlatacaksan?” Dedi gönder gelsin anlamına gelen hareketini yaparak. Umut gülümseyip, başını salladı. Sonunda anlatması gereken şeyi anlatabilirdi. O da oturduğu yerde dikleşti ve yönün ablasına döndü. Bir süre sessiz kaldı çünkü konuya nereden gireceğini tam anlamıyla bilemiyordu. Lakin daha fazla konuşmazsa ablasının dinlemeyeceğini de anlayabiliyordu. O yüzden faza uzatmayarak derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.
“Abla ben hani iki gün önce gece dışarı çıkmıştım hatırlıyor musun?” Diye sordu Umut ablasına o günü hatırlatmak isteyerek. Mila ise o günü dün gibi hatırlıyordu. Nasıl unutabilirdi ki? Korku dolu o günü ölse unutmazdı.

“Hatırlamaz olur muyum?” Dedi Mila büyük bir imayla. “Hani gece gece o ergen tayfası arkadaşlarınla dışarı çıkıp bana da haber vermediğin günü nasıl unutabilirim?” Bunu söylemesiyle Umut’un yüzü düştü. O günün akşamını hatırlamasını istemiyordu oysaki. O gece ablasından iyi bir azar yemişti ve sanırım şimdi de yemek üzereydi.

Lakin sesini çıkarmaya hakkı yoktu. Ablası haklıydı haber vermemesi büyük hataydı. O gece arkadaşlarıyla beraber dışarı çıkmışlardı ve Umut bunun haberini ablasına vermemişti. Daha doğrusu verememişti çünkü telefonunun şarjı bitmişti ve ablasını arayamamıştı. Mila ise o gece Umut’u arayıp durmuş ve ulaşamayınca çok korkmuştu. Kardeşine bir şey olduğunu sanarak ortalığı ayağa kaldırmıştı ama gün sonunda Umut gecenin yarsını eve geldiğinde saatler sonra derin bir nefes almış ve kardeşine sarılmıştı. Tabii sonrasında azarlamayı da unutmamıştı. Umut ise ablasını bu kadar korkuttuğu için ablasının bağırmalarına da ceza vermesine de bir şey dememişti çünkü aynısını ablası ona yapsa o da çok endişelenir ve korkardı. Mila da onca şeyi korkusundan yapmıştı normalde olsa Umut’a sesini bile yükseltmezdi.

“Abla biliyorum suçluyum.” Diyerek söze başladı Umut. “Ama şu an konumuz bu değil, lütfen önce derdimi dinle sonra azarla azarlayacaksan.” Diye adeta yalvardı. Mila, Umut’un bu halini görünce daha fazla dayanamayıp yelkenleri suya indirdi. Başını sallayıp Umut’un anlatması için yine gönder gelsin hareketini yaptı.

“Tamam hadi anlat!” Dedi yatışmış bir sesle. Onun bu halinden faydalanarak hemen konuşmaya başladı Umut.

“Abla ben o gün arkadaşlarla takılırken bir kadın geldi yanıma,” dedi sanki bir sır veriyormuş gibi fısıldayarak. “Böyle nasıl desem?” Bir süre düşündü. “Ha fal bakan ablalar olur ya böyle üzerinde anlaşılmadık kıyafetler, bilezikler falan olur işte, aynı ona benzeyen bir kadındı. Saçları karman çorman gözlerine kalem çelmişti. Yani garip bir kadındı.” Mila duydukları karşısında kaşlarını çattı ama ses çıkarmadan kardeşini dinlemeye devam etti. “Birden böyle karşıma belirdi. ‘Umut,’ diye adımı fısıldadı, birden ne yapacağımı bilemedim. Beni tanıyor sandım benim, dedim. Kadın birden bana yaklaşıp elimi tutu. ‘Adın gibi umutsun sen, birine yaşama umudu veriyorsun.’ Dedi, ben anlamadım baktım kadına aval aval, kadın ise sanki bana acıyormuş gibi bakıyordu.” Umut derin bir nefes aldı ve dertli bir şekilde geri verdi. Onun bu halini ise Mila çatık kaşarla izledi. Neden morali bozuktu? Ve bu kadın meselesi de nereden çıkmıştı?

“O kadın başka ne dedi?” Diye sordu Mila şüpheyle. Daha fazlası vardı biliyordu ama garip bir şekilde duymaktan da korkuyordu. Umut yine derin bir nefes alıp, verdi. Bakışları abasının ela gözlerine döndü ve gözlerini ablasının gözlerinden hiç çekmeden anlatmaya devam etti.

“Kadın sanki ellerimde elektrik varmış gibi birden elini hızla çekti. Ben ne olduğunu anlamadan kadına bakarken birden geri geri gitmeye başladı ama bir taraftan da gözlerimin içine bakarak konuşuyordu. Bir de şey, ‘Son yıllar, sönen umutlar, kısılan sesler, yüreğinde iz taşıyanlar...’ diye mırıldanmaya başladı işte. Sonra işte tekrar bana yaklaştı.” Dedi ve işaret parmağıyla şakağına iki kez vurdu Umut. “Şakağıma dokundu sonra da dedi ki, ‘Umut sönecek. Onun sessiz feryadını kimse duymayacak, kısacak sesini ama yakacak ortalığı. Yüreğinde iz taşıyana asla merhem olmayacak. Yakacak, yıkacak ve sonunda o da sönecek umut gibi. Geç olacak, yok olacak, imkânsız olacak.’ Dedi. Anlamadım ne dediğini ama dinlemeye devam ettim kadını. Neden bilmiyorum ama sanki bir bildiği var gibi geldi.” Diye mırıldandı Umut.

Mila yutkundu bu sözlerin karşısında, onunda içine garip bir his doğmuştu. Dudaklarını ıslatıp tekrar kardeşine döndü. “Başka bir şey dedi mi?” Diye sordu, cevabın hayır denmesini dileyerek. Lakin Umut başını aşağı yukarı sallayarak daha fazlasının da olduğunu belirtti. “Anlat.” Dedi Mila duyacaklarından korksa da. Umut tekrar derin bir nefes alıp anlatmaya başladı. “’Sınırlar ötesi ama imkânsız. Ne ize, merhemin faydası olur ne de sesi kısılana, çığlık. Umut söndü mü sınırlar ötesi bile imkânsız olur.’ Dedi ve adeta yanımdan kaçar gibi gitti. Abla kadın falcıydı herhalde, bilmiyorum ki geleceği mi gördü?” Dedi Umut kısık bir sesle. Mila ise çoktan düşüncelere dalmıştı. Aynı şekilde Umut’ta, ikisi de derin düşüncelerdeydiler. Umut sönecek ne demekti? İmkânsız olan neydi? Gerçekten gelecekten mi bahsetmişti bu kadın?

Yok daha nelerdi. Kimse geleceği görmezdi. Şu anda boşuna derin düşüncelere dalmışlardı. Mila olduğu sürece Umut sönemezdi. Umut olduğu sürece her şey imkanlıydı. Boştan boşuna canlarını sıkıyorlardı. Mila bu durumun saçmalığını üzerinden atıp kardeşine döndü. Umut halen boş boş göz kırpıştırıyordu. O hala derin düşüncelerden kurtulamamıştı. Ama sıkıntı yoktu onu her şeyden çekip aldığı gibi derin düşüncelerin içinden de çıkarırdı. Mila yüzüne bir gülümseme yerleştirdi ve kardeşinin yanağından bir makas aldı.

“Hadi ama delinin biri gelip saçma sapan konuştu diye asmayacaksın umarım yüzünü,” dedi kardeşinin saçlarını karıştırarak. Umut daldığı düşüncelerden hızlıca sıyrılıp gerçek dünyaya döndü ve ablasına baktı.

“Saçma sapan değil mi? Kadın geleceği görmedi sonuçta salladı, o kadar değil mi abla?” Diyerek ablasından onay almak isteği duydu Umut. Ne olursa olsun kadının kurduğu cümlelerden biraz ürkmüştü ve bunu Mila da anlamıştı. Umut gerçekten fazla ürkmüştü, öyle ki o geceden beri kadının cümleleri zihninden gitmiyordu. Mila da ürkmüştü ama kadının attığına kanaat vermişti. Saçmaydı bir kere onun Umut’u sönmezdi. Sönemezdi. Mila buna izin vermezdi.

“Umut, kadın bildiğin sallamış ablacığım.” Diyerek söze başladı Mila. Kardeşinin korktuğu belliydi, onun korkularını dindirmeliydi. “Korkma sana bir şey olmasına asla izin vermem ben. Seni kim söndürebilir ki ben varken?” Dedi alaya alarak. Umut ablasının bu haline tebessüm etti ama içindeki his bir türlü gitmeyince tekrar ablasına içinde dönen sorulardan birini sormuştu.

“Adımı nerden bildi peki?” Dedi bu seferde. Mila boş boş göz kırpıştırdı. Bu soruyu beklemiyordu ama bu durumu anında toparladı. Yüzüne tekrar bir gülümseme yerleştirdi ve Umut’un saçlarını bir kez daha karıştırdı.

“Sen arkadaşlarınla konuşurken duymuş olabilir.” Dedi en mantıklı cevabı vererek. “Belki de gerçekten delinin tekiydi ve canı sıkılmıştı. Seni gözüne kestirip adını öğrendi ve salladı birkaç şey, olamaz mı?” Diyerek ortaya bir fikir daha attı Mila. Umut tekrar gözlerini kırpıştırdı ve bir süre düşündü. Olabilirdi. Ablasının dediği gerçekten de olabilirdi. Bir kere kadının geleceği görmesi imkân dahilinde bile değildi. Ablası kesinlikle haklıydı. Kadın delinin teki olmalıydı.

“Doğru söylüyorsun. Geleceği nereden bilecek ki sonuçta?” Diye mırıldandı Umut. Mila ise kardeşinin bu haline güldü. Şu anda gözüne çok tatlı geliyordu kardeşi. “De mi?” Dedi Mila, Umut’un düşüncesine onaylı bir mırıltı çıkararak. Umut bunun üzerine başını salladı ve aklındaki tüm düşünceleri bir kenara itti. Gülümseyerek ablasına baktığında, ablası zaten ona bakıyordu. Umut şu anda aklını dağıtmak istiyordu. Ve bunun içinde bir hedef seçmişti.

“Abla?” Diye alaylı bir ses çıkardı Umut. Mila kardeşinin bu haline güldü. Geliyordu fırtına, Umut’un ses tonundan belli oluyordu bu durum. “Hmm!” Diye bir mırıltı çıkardı Mila. Umut ise daha fazla gülümseyip aynı bir kedi gibi sokuldu ablasına. Kolunu ablasının omzuna atıp kendine çekti. Daha on sekiz yaşında olmasına rağmen ablasından uzundu ve cüsseliydi. Ama bu uzunluk ve cüssesi abla dayağı yemesine engel değildi. Ablasını göğsüne çekip sıkı sıkı sarıldı Umut, Mila ise bu duruma dünden razıymış gibi karşılık verdi.

“Bana Enra ablanın geçen nasıl adamın suratına pastayı fırlattığına anlatır mısın?” Dedi Umut sonunda azındaki baklayı çıkararak. Mila da sanki bu sorunun gelmesini bekliyormuş gibi kahkaha attı ve kardeşinden ayrılıp gülmeye devam ederek Umut’un saçlarını karıştırdı. Umut ise halen ablasına yalvaran gözlerle bakıyordu. Bu durumu bin kere daha anlatsa bin kere daha gülerdi Umut. Tabii aynı şekilde Mila da gülerdi. Hatta en çok Mila gülerdi çünkü o olay yaşanırken kendisi bizzat tanık olmuştu.

Olay ise oldukça saçmaydı. Daha günler önce Mila en yakın arkadaşı olan Enra’nın kafesine uğramıştı. Enra’yı ise o gün bir adamla konuşurken bulmuştu, hem de elindeki çikolatalı pastayla beraber. Mila ne konuştuklarını merak edip yanlarına gitmişti ve Enra’nın yanındaki adamın arkadaşına pastanın yapımıyla ilgili hatalardan bahsettiğini duymuştu. O an anlamıştı ki adam gurmeydi ve Enra’nın kafesine gelmiş pastayı beğenmemişti. Adam ağzına geleni Enra’ya söylerken Mila sinirlenip araya girmeye çalışmıştı ama Enra adama birden yükselmişti ve şunları diyerek bağırmıştı.

“Başlarım senin yumurtaları çiftleştirerek kırmandan be adam! Yumurta mı kırıyoruz yoksa yumurtaların birbirini sikmesini mi bekliyoruz belli değil! Süt, manda sütü olmalıymış niye inekle, keçi ananı mı sikti? Kardeşim hadi hepsine tamam undan ne istedin ya?! Gurme misin yoksa kaynana mısın belli değil!” Demiş ve arkasını dönüp biraz adamdan uzaklaşmış daha sonra ise adeta bomba atar gibi adamın suratına çikolatalı pastayı fırlatmıştı. Bu duruma ise Mila ve Umut günlerdir gülüyorlardı. Enra ise keşke o pastanın içine inek ve tavuk boku katsaydım, diye zırlayıp duruyordu. Garip ama komik bir olaydı bu durum, yani Mila ve Umut için öyleydi.

“Yalnız yumurtaların birbirini sikme işine bayağı patladım.” Dedi Umut gülüşünü bastırmaya çalışarak. “Neyin kafasını yaşıyormuş o adam ya!” Mila’nın tekrar bu olayı anlatmasıyla Umut’un gülmekten gözlerinden yaş gelmişti. Tabii Mila’nın da. İkisinin de gülmekten karınları ağrımıştı. Keşke şu anda Enra’da yanlarında olsaydı. O olunca daha fazla gülüyorlardı, çünkü adama çok güzel sövüyordu. Mila gülerek ayağa kalktı ve omuz silkti.

“Dünya’ya deliler de lazım canım benim. Bu da onlardan biri işte!” Dedi Mila gülüşünü sonlandırmak için dudaklarını birbirine bastırarak. Umut gülmeye devam ederken Mila telefonunu eline almış ve saate bakıyordu. Saatin Umut’un okula gitme saati olduğunu gördüğünde hızla kafasını kaldırıp Umut’a baktı. “Okul vakti!” Dedi elindeki telefonu kardeşinin gözüne kadar sokarak.

Umut gördüğü saatle beraber kocaman gözlerini açtı ve hızla ayağa kalktı. “Abla beni niye oyalıyorsun ya! Geç kalacağım!” Diye bağırarak Mila’nın odasından adeta koşarak çıktı. Mila ise kardeşinin bu haline gülmekle yetindi. Dakikalar sonra üzerini değiştirmiş ve çantasını koluna takmış bir biçimde tekrar Mila’nın odasına dalmıştı Umut. Ablasının yanağına bir öpücük kondurmuş ve tekrar aynı hızla kapıya koşmuştu. Aynı hızla evden çıkmış ve ablasını evde tek başına bırakmıştı. Mila da evde yalnız kaldığında araştırmalarına kaldığı yerde devam etmişti. Günün sonunda ise Umut eve gelmiş ve evde en sevdiği yemekleri bulmuştu. Mila ve Umut’un hayatı böyleydi. Ama nereden bileceklerdi o deli sandıkları kadının dediği gibi bir gün Umut’un söneceğini, sesini kısanın ortalığı yakıp yıkacağını...

***

 

G


ünümüz

Mila’nın Anlatımıyla

Uyku uyumamıştım. O kadar yorgun olmama ve uykumun olmasına rağmen uyumamış sabaha kadar kendimi sakinleştirmeye çalışmıştım. Neden mi? Yanlış bir şey yapmamak için. Mesela Gazel’in evini basıp ruhsatlı silahımla kalbinden vurmak gibi düşünceler geçmişti zihnimden. Ama bunun olmaması için yanıma Enra’yı, gecenin bir vakti evine bıraktığım arkadaşımı aceleyle evime çağırmıştım. Ama o benden daha beter çıkmış ve gideceğim o herifin ağzını yumruklayacağım, diyerek kapıya yönelmişti ve bende maalesef ona engel olmuştum. Oysaki en çok ben istiyordum onun ağzını, burnunu dağıtmak. Ama duruyordum çünkü içime sinmeyen bazı durumlar vardı. Garip olan, parçaları yerine uymayan konular vardı. Ama yine de Gazel Sakman Umuralp ne olursa olsun kardeşimi öldürmüştü.

Bunun affedilir hiçbir yanı yoktu ama aklımda başka sorular vardı. Mesela neden kameranın onu çektiğini bilerek Umut’u orada öldürmüştü? Ya da neden öldürdükten sonra yüzünü kameraya göstermişti? Bunları merak ediyordum çünkü bunları hiçbir katil yapmazdı. Yani yakalanmak istemeyen bir katil yapmazdı. Diyelim ki yakalanmak istiyordu neden polise kendini ihbar etmedi? Neden bu kadar uzun bir süre bekledi? Bunlar gibi zihnimde binlerce soru vardı ve ben bu soruların cevaplanmasını istiyordum. Bunun içinde Gazel Sakman Umuralp’e ihtiyacım vardı. Çünkü tüm soruların cevabı ondaydı. Onu hapse tıkacak ve en ağır cezayı verdirecek bilgiler elimdeydi, yani kısacası konuşmak zorundaydı. Hoş konuşmasa bile polis onu kesinlikle konuştururdu. Dediğim gibi bu saatten sonra Gazel Sakman Umuralp’in en büyük düşmanı bendim. Benden korkmalıydı.

Onun yerinde ben olsam kesinlikle kendimden korkardım. Neden mi? Şöyle ki ben kin güttüğüm kişiye karşı acıma duygusu sıfır olan biriydim. Özellikle kardeşimin canına kıymış biri için acıma duygum sıfırında altında olabilirdi. Gazel beni hafife alıyordu bunu bakışlarından anlayabiliyordum. Kendime fazla güvendiğimi ve fazla cesur davrandığımı düşündüğüne emindim. Peki, beni hafife alabilirdi, sonuçta beni hafife alan çok insan vardı ama o insanların hepsi şu ada hapiste gebermekteydi. Aynı şekilde o da orada geberecekti. Bunun için elimden gelenin bin kat fazlasını yapacağıma yemin etmiştim. Acımasızlıksa, acımasızlıktı, umurumda değildi. Ona keşke doğmasaymışım dedirtmeden bana bu dünyada huzur yoktu.

Umut sönmüştü. Sesler kısılmıştı. Şimdi sıra ortalığı yakıp, yıkma sırasındaydı. O kadının dediklerini hafife aldığım için kendimi kınıyordum. Kadının dediği her şey çıkmıştı. Umut anlattığında akli dengesinin yerinde olmadığı için Umut’un yanına gelip saçmalayan bir kadın olduğunu sanmıştım. Ama kadının dediği her şeyin çıktığını gece sinirden delirmek üzereyken anlamıştım. Umut sönecek, demişti. Sönmüştü. Söndürülmüştü. Hem de acımasızca söndürülmüştü. Onunla beraber benim de tüm yaşama nedenim yok olmuştu. Hiç olmuştu. Ve bende Umut’umu söndüren o kişiyi hiçe çevirecektim. Yok edecek, küle çevirecektim.

“Ya daha neyi bekliyoruz?” Diye çıldırmaya devam etti Enra. Başımı dakikalardır baktığım yerden ayırıp Enra’nın mavi gözlerine baktım. Sinirliydi bunu gözlerinden anlayabiliyordum. Haklıydı. Daha neyi bekliyorduk ki? Sabah olmuştu daha ne kadar bekleyecektim? “Mila kalk artık! Daha ne kadar yeri izleyip duracaksın?” Diye sordu Enra hala aynı olan sinir harbiyle. Sakinleşmek adına gözlerimi kapattım. Zaten sinirliydim, bir de Enra alttan alttan gaz verip duruyordu. Şu anda bu koltuktan fırlamıyor ve Gazel’in evini basmıyorsam bu kesinlikle planlarımı yerle bir etmemek içindir. Bir planım vardı ama bu planın gerçekleşmesi için ilk önce sakin olmam gerekiyordu.

“Enra tamam, bir dur artık!” Dedim dişlerimin arasından. “Benimde bir planım var ki duruyoruz her halde! Yoksa sence beni burada sen tutabilir misin?” Dedim sona doğru başımı kaldırı sinirle arkadaşıma bakarak. Planlarım olmasa beni burada değil Enra, Seyit Onbaşı gelse tutamazdı.
“Yine o aklında ne tilkiler dönüyor Mila?” Dedi yanımdaki boş yere oturup yönünü bana dönerek. “Yine ne planı yapıyorsun sen o kafanın içinde? Katili bulalım diyorduk, bulduk işte daha neyi bekliyoruz?” Gerçekten de sabrı kalmamış gibiydi. Ben olsam bu saate kadar patlardım aslında o iyi bile dayanmıştı. Sanırım zihnimdekilerin birazını da olsa Enra’ya anlatmam gerekiyordu. Yoksa kız meraktan patlayacaktı. Bende yönümü Enra’ya dönüp tek bacağımı üzerine oturdum. Halen sinirli olduğum için sakinleşmek adına deri bir nefes alıp verdim.

“Enra biliyorum çoğu şeyi merak ediyorsun ve benden bir cevap bekliyorsun. Anlatacaklarımı duymaya hazırsan anlatacağım ama ani tepkiler vermeni istemiyorum.” Diye açıklamamı yaptım. Enra beni büyük bir ciddiyetle dinleyip dudaklarını ıslattı ve başını salladı.

“Anlatacaklarını duymaya hazırım Mila. Söz ani tepkiler vermeyeceğim ama artık anlat şu kafanda dönenleri yoksa senin yerine benim beyim patlayacak.” Diyerek isyan etti Enra. Gerçekten de beyni patlayacaktı çünkü yaptığım çoğu şeyi kestiremiyordu. Başımı salladım ve derin bir nefes aldım. Sanırım anlatmaya hazırdım.

“Enra durumlar çok karışık,” diyerek söze başladım. “Gazel, Umut’u öldürüyor ama neden? Yani neden iç mimarlık okuyan bir genci öldürmek istedi? Bunların cevabı yok. Daha önceden araştırmalarımda Gazel ve Umut’un hiçbir bağlantısı yoktu. Birbirlerini tanımadıklarına yemin bile edebilirim ama o zaman Gazel, Umut’u neden öldürmek istedi?” Diyerek konuşmaya devam ettiğim sırada Enra lafımı kesmek için elini kaldırdı ve durmamı gösterdi. Bir süre boş boş göz kırpıştırdıktan sonra çok mantıklı bir soru yöneltti.

“Gazel ve Umut’un bir bağlantısı olmaz ki zaten. Biri sokak dövüşçüsü diğeri üniversite okuyan biri, bunların bir bağlantısı olması için ikisinden birinin ortamlarında bulunması gerekir. Bu ikisi aynı ortamda bulundu da benim mi haberim yok?” Dedi boş boş göz kırpıştırmayı sürdürerek. Enra gerçekten de doğru bir konuya parmak basmıştı.

“Tam da dediğin gibi olmuş!” Dedim sinirlerime sahip çıkmaya çalışarak. Enra doğru söylüyordu. Bu ikilinin bağlantısı olması için birbirlerinin ortamlarda görülmesi gerekiyordu. Bu ikiliden biri de diğerinin ortamında sıkça görülen biriydi. Derin bir nefes alıp tekrardan konuşmaya başladım. “Umut sokak dövüşlerinde birden fazla görünmüş.” Dedim isyan ederek. Evet dediğime ne kadar bende inanamasam da doğruydu. Umut sokak dövüşlerinde birden fazla görülmüştü. Enra boş boş göz kırpıştırdı bir süre daha sonra ise adeta soru yağmuruna tutu beni.

“Nasıl ya!? Umut’un ne işi varmış orada? Neden gitmiş ki? Kimle gitmiş?” Dedi art arda sorularını sorarak. Başımı iki yana sallayıp bilmiyorum hareketi yaptım. Gerçekten bilmiyordum. Umut’un orada ne işi olduğunu, neden gittiğini ya da kimle gittiği hakkında hiçbir fikrim yoktu ve bu durum benim canımı epey bir sıkıyordu. Benim kardeşimin gerçekten orada ne işi olmuş olabilirdi ki?

“E madem bilmiyorsun gidip katiline sorsana!” Diyerek yükseldi Enra. “Ondan başka kim bilecek!” Yüzümü sertçe ovuşturdum. Sinirliydim zaten Enra da üstüme gelince daha sinirli oluyordum. Bende biliyordum birçok sorunun cevabının Gazel’de olduğunu ama bildiğim başka konular da vardı ki o yüzden şu anda burada duruyordum.

“Enra Allah aşkına bir dur ya!” Diye bağırdım. Bu ani yükselişimle Enra duraksamıştı ama bu şu anda benim hiç umurumda değildi. “Benimde bir bildiğim var ki duruyorum her halde de mi! Kolay tabi onu yap bunu yap demek! Dahası var ki duruyoruz!” Sinirle oturduğum yerden kalkıp sinirle soludum. Gerçek manada sinirlerime hakim olamıyordum. Acilen zehrimi düşmanıma enjekte etmeliydim. Yoksa eninde sonunda sevdiğim birine patlayacaktım. Arkamı dönüp tekrar Enra’ya baktım. “Enra özür dilerim ama ne olur üzerime gelme!” Dedim mavi gözlerinin en derinine bakarak. “Sinirlerim tavan olmuş durumda ben burada sakinleşmek ve akıllıca düşünmek istiyorum. Bu yüzden ne olur yangınıma körükle gitme! Ne olur!” Enra’ya bakarak derin derin nefesler alıp alıp veriyordum ve bu gerçekten de ne kadar sinirli olduğumu açıklıyordu.

Enra bana baktı. Kırılmış gibi değil anlıyormuş gibi baktı. Dudaklarını ıslatıp başını aşağı yukarı salladı ve tekrar bana maviş gözleriyle bakıp ayağa kalktı. Bana iki adımda yaklaşıp kollarını sıkıca boynuma doladığında neye uğradığımı şaşırdım. Neden yapmıştı bunu bilmiyorum ama bu hareket burnumu direğinin sızlamasına neden olmuştu. Gözlerim dolmuş, çenem titremeye başlamıştı. Ağlamak istiyordum. Bağırarak ağlamak istiyordum. Hesap sormak istiyordum. Neden demek istiyordum. Neden aldın onu benden demek istiyordum. Ben o kadar çok şey yapmak istiyordum ama hiçbirini yapamıyordum. Çenem zangır zangır titrerken göz yaşlarımın akmaması için başımı yukarı kaldırmaya çalıştım. Ama çok zordu, artık dayanamıyordum. Gücüm gittikçe azalmaya başlıyordu. Ayakta durmak gittikçe zorlaşıyordu.

Ama yıkılmak yoktu. Ağlamak yoktu. Kısacaktım sesimi, söz vermiştim ona. Aylar sonra ilk göz yaşımı onun yanında akıtacağıma söz vermiştim. Sözümü çiğneyemezdim. Bunu ona yapamazdım. Ona zaten katiline gülümseyerek bir darbe vurmuştum daha fazlasını yapamazdım. Buna hakkım yoktu. Gözlerimi sıkı sıkı kapattım. Göz yaşlarımın akmaması için sıkabildiğim kadar sıktım gözlerimi. Kollarımı Enra’nın beline dolayıp bende ona sarıldım. Yıkılmasam da bir kardeş kucağına gerçekten ihtiyacım vardı ve Enra bunu hissetmişti. Anlamıştı beni, hissetmişti acımı.

Başımı Enra’nın omzuna gömüp kırmızı saçlarından gelen güzel şampuan kokusunu ciğerlerime çektim. İşte aylardır hissettiğim o koku şu anda burnuma dolmuştu. Kardeş kokusu. Kollarım belinde daha da sıkılaşırken aynı şeyleri o da hissetmiş gibi boynumdaki kolları daha da sıkılaşmıştı. Enra'ya var olduğu için minnettardım. O olmasa belki de şu ana kadar çoktan yıkılmıştım.
Enra ile dakikalar sonra birbirimizden ayrıldık ama Enra beni serbest bırakmadan direk ellerimi tutu ve daha dakikalar önce kaldığımız koltuğa geri oturttu. Ona direnmedim aksine bana yön vermesine izin verdim. İhtiyacım vardı çünkü birinin bana yönümü göstermesine. Çok ihtiyacım vardı hem de ama bunu kimse anlamsın diye göstermemek zorundaydım. Yine kısmalıydım sesimi, duymasınlar diye. Enra koltuğa oturduktan sonra yanağıma bir öpücük kondurmuş ve geri çekilmişti. Baş parmağıyla ellerimi okşaması bana huzur verirken onun maviş gözlerine dalıp gittim. Deniz kenarında hissediyordum onun gözlerine baktığım zaman. O da bunu anlamış gibi huzurla gülümsedi.

“Her şeyi mantıklı yapmak zorunda değilsin Mila,” diyerek naif sesiyle konuşmaya başladığında biraz da olsa sakinleşmiştim. “Her şey kontrolün altında olmaz. Bazen sadece duygularınla hayata devam etmen gerekir. Ama sen son bir ay, üç gündür mantığını konuşturuyorsun.” Gözlerimin en derinine bakıp gülümsedi. “Biraz duygularınla hareket etmene ihtiyacın yok mu sence de? Biraz da ağlaman gerekmiyor mu?” Bakışları üzgün bir hal aldı. “Daha fazla kendini sıkarsan sonunda çok fena patlayacaksın Mila. O zaman seni nasıl toparlayacağımı bilmiyorum. Lütfen azıcık da olsa vermen gereken tepkileri ver, duygularını baskılamaya bir son ver. Ne olur!” Diyerek bana benim için yalvardı. Onun bu haline üzgün gözlerle baktım. Benim halime benden çok o üzülüyordu. Biliyordum. Ağlamam lazımdı. Haykırarak ağlamam lazımdı ama söz vermiştim. İlk onun yanında ağlayacaktım. Sözümü çiğneyemezdim. Umut’a bunu yapamazdım.

“Enra yapamam. Yapamam.” Dedim kısık çıkan bir sesle. “Lütfen anla beni, yapamam.” Aynı üzgün edayla bende ona baktım. Anlamasını istiyordum. Birinin beni anlamasını, hak vermesini istiyordum. Ama sanırım yine çok şey istiyordum. Enra’nın gözlerinde oluşan hayal kırıklığı beni paramparça etti ama bunu göstermedim. Biliyordum o da benim iyiliğimi istiyordu ama şunu da bilmesi lazım ki verdiğim sözümü çiğneyeceğime ölürdüm daha iyiydi. Enra da bende derin bir nefes alıp birbirimize baktık.

“Peki,” dedi Enra yenilmiş bir sesle. “Ama unutma ben her zaman buradayım. Ağlayacağın zaman benden çekinme,” yüzüne bir gülümseme yerleştirmeye çalıştı. Yüzümde minik bir tebessüm oluştu. Bunu duymak iyi hissettirmişti. Ne olursa olsun yanımda birinin olduğunu bilmek bana biraz da olsa iyi hissettirmişti. Enra iyi ki vardı. İyi ki yanımdaydı. İyi ki kız kardeşimdi.

“Daha fazla bilmediklerim var değil mi?” Diye sordu Enra gülümseyerek. Biliyordu. Daha fazlası olduğunu biliyordu ama sesini çıkarmıyordu. Çünkü bana güveniyordu, eğer ki ona söylemiyorsam bir nedeni olduğunu biliyordu.

Birkaç saniye boş boş göz kırpıştırdıktan sonra başımı eğdim ve sorusunu onaylayan mırıltılar çıkardım. Sorusunu cevapladıktan sonra Enra bana daha da derin bakmıştı. Anlatmamı istiyordu. Bunu anlayabiliyordum ama nereden başlayacağımı bilmiyordum. Sanırım en iyisi en başından anlatmamdı. Ondan daha fazla bilgi saklamak istemiyordum.

“Dün gece Özgür’le konuştuğumda bana onun katilin tutuğunu söyledi.” Diyerek pat diye anlatmaya başladığımda Enra kaşlarını çatmıştı. “Lakin katili tanımıyormuş, onun adamlarıyla görüşmüş.” Dedim başımı eğdiğim yerden kaldırarak. Enra’ya baktığımda maviş gözlerini sonuna kadar açtığını görmüştüm. Şaşırmıştı. Sanırım neye şaşırdığını biliyordum.

“Gazel’in adamları mı varmış?” Diye şaşkın bir sesle sordu Enra. Bilmiyorum demek yerine omuz silktim. Enra ise hala aynı şaşkın ifadeyle bana bakmakla meşguldü. “İyide onun adamları varsa onu neden Nara’dan korumuyorlar? Ya da madem adamları olacak kadar zengin neden sokak dövüşçülüğü yapıyor?” Diye mantıklı sorular yöneltti. Bu gibi bin bir çeşit soru vardı ve hepsi de cevapsızdı. Bunların cevapları ise tek bir kişide gizliydi. O kişide tabii ki Gazel Sakman Umuralp’di. Sıkıntıyla derin bir nefes alıp, oflayarak geri verdim. O kadar soru vardı ki hangisini düşüneceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu.

“İnan bana hiçbir fikrim yok Enra. Her şey o kadar karışık ki ben bile anlayamıyorum.” Dedim ve sırtımı koltuğun yumuşak yerine yaslayıp sertçe yüzümü ovuşturdum. Birkaç saniye Enra’yla aramızda sessizlik oluştu. Sanırım şu anda düşünme aşamasındaydı. Nasıl olmasın ki ben bile ara sıra derin düşüncelere dalıp gidiyordum. Enra benim aksime daha fazla düşünürdü çünkü benden bile fazla bir merak duygusu mevcuttu. Saniyelik sessizliği ise bozan ilk kişi yine oydu.

“Başka bilgi var mı elimizde?” Diye sordu şüpheli bir sesle. Bana yandan bir bakış attı ve şüpheli sesine şüpheli bakışları da eşlik etti. “Yani senin sadece bunları bildiğin düşüncesi bana fazla inandırıcı gelmiyor.” Diye sordu aynı bakışını sürdürmeye devam ederek. Bu kız son zamanlarda daha da bir zekileşmişti. Doğruydu daha da fazla bilgi bende mevcuttu ama bunu kimselere söyleyemezdim. Enra’ya bile söyleyemezdim. Enra şüpheli bakışlarıyla beni süzmeye devam ederken en duygusuz bakışlarımla ona bakıyordum. Bir şey çaktırmamalıydım. Eğer ki çaktırırsam asla susmak bilmez ve en sonunda bana her şeyi söyletirdi.

“Bilmiyorum Enra!” Dedim oflayarak. Yüzüm tekrar sertçe ovuşturup kafamı geriye atıp tavana bakmaya başladım. Lakin hala Enra’nın şüpheli bakışlarını üzerimde hissedince başımı yasladığım yerden ona doğru döndürdüm. Mavişler bana hiç inanmıyordu. Kaşlarını çatmış hafif dudaklarını büzmüş bir biçimde bana bakan kişi gerçekten de bana hiç inanmıyordu. Daha fazla rol yapmadım. Zaten biliyordu bilmezlikten geldiğimi, daha fazla bu oyunu sürdürürsem işte o zaman şüphelenecek ve üzerime daha fazla gelmeye başlayacaktı.

“Anlatamam.” Dedim yenilmiş bir sesle. Başımı yasladığım yerden kaldırıp öne doğru eğildim. Dirseklerimi dizlerime yaslayıp yüzümü avuçlarımın içine aldım. “Hiç zorlama çünkü gerçekten anlatamam.” Dedim tekrardan. Eğer ki bunu onun maviş gözlerine bakarak söyleseydim kesinlikle bu savaşı kaybederdim. O yüzden gözlerine bakmayı reddettim.

“Ama Mila-” Diye inkar etmekte olan Enra’nın sesini bölen odamda çalan telefon sesimden ibaretti. Odada yankılanan melodinin sesiyle beraber ayağa kalktım ve çalışma masamın üzerinde olan telefonumu ellerimin arasına aldım. Arayan kişinin kim olduğuna baktığım sırada kaşlarımı çattım. Arayan kişi İzel Korel’di. Evet, onun telefon numarası bende kayıtlıydı ama eminim ki onun bundan haberi bile yoktu. Nara’ya girmeden İzel’le beraber geriye kalan üç kişinin de telefon numarasına ulaşmış ve kaydetmiştim. Nedeni yoktu. Ne olur ne olmaz diye kaydetmiştim. Ve hala da telefonumda duruyordu. Daha fazla telefonun çalmasına izin vermeyip aramayı cevapladım. Telefonu kulağıma tutup karşı tarafın konuşmasına izin vermeden ben konuşmaya başladım.

“Efendim İzel?” Dedim sert çıkan bir sesle. “Ne oldu da beni aradın?” Kaşlarım istemsizce çatılmış ve nedensiz bir yere sinirlenmiştim. Sanırım içimdeki öfkeyi Gazel’den değil de İzel’den çıkarmak istemiştim.

“Oha!” Dedi karşı taraftan gelen İzel’in sesi. Şaşkınlık vardı sesinin tonunda. “Benim olduğumu nereden bildin lan sen?!” Diye sordu şaşkın şaşkın. Gözlerimi devirdim.

“Vahiy geldi İzel.” Dedim alayla karışık sinirli sesimle.

“Valla mı lan?” Dedi yine şaşkın sesiyle. “Geliyor mu sana böyle arada sırada?” Kaşlarımı çattım. Ne diyordu bu geri zekanın bile geri zekası?

“Ne?” Dedim sorusuna karşılık şaşırarak. Ama o bunu yanlış anladı ve ciddiyetle yanlış anladığı soruma cevap verdi.

“Vahiy!” Sinirle soludum. Ne yapacağımı bilemeyerek arkamı dönüp Enra’yla karşılaştığımda gözlerimi kocaman açarak cinnet geçirmek üzere olduğumu açıkladım. Sinirlerim zaten bir öyle bir böyleydi, bu da yetmezmiş gibi bir de İzel ile uğraşıyordum. Gerçekten çıldırmak üzereydim. Bu halimi gören Enra yardımıma koşarak elimdeki telefonu hızla elimden alıp kendi kulağına yapıştırdı.

“Ne oldu İzel?” Diye sordu telefonun diğer ucundaki İzel’e. Ben sinirlerimi düzene sokmaya çalışırken İzel’in sesi tekrar duyuldu. Öyle bir sesi vardı ki telefon hoparlör de olmamasına rağmen buradan bile duyulabiliyordu.

“Lan o Çatık Kaş nerden bildi benim aradığımı?” Dedi hala aynı konuda üsteleyerek. Gerçekten sinir krizi geçirecektim. Bu salak mıydı? Gerçekten vahiy geldiğini düşünmüyordur inşallah!

“Telefon numaranı bildiği için olabilir mi?!” Dedi Enra sert ama bir o kadarda alaylı bir sesle.

“Benim numaramı nereden biliyor?” Diyerek ilk defa mantıklı bir soru sordu. Enra’nın elindeki telefonu hızla elime alıp kulağıma dayadım. Ve o görmese bile kaşlarımı çattım. Sinirimi yatıştırmak için derin bir nefes alıp geri verdim. Sakin ol Mila. İzel’in yüzüne kapatmıyoruz, Mila. Sakin. Sakin. Sakin.

“Söyleyeyim geri zekalı, Mahsun eğer ki Maya’ya bir şey olursa diye senin ve Gazel’in telefon numaralarınızı Enra’ya vermişti. Bende ondan aldım. Oldu mu şimdi? Sorularını cevaplayabildik mi?!” Dedim sert bir edayla. Evet gayet sakindim. Enra bu dediğimin şaşkınlığını yaşıyordu çünkü bu bilgiyi o bile unutmuştu. Onların numarasını ben kendim bulmuştum ama bunu direk İzel’in yüzüne söyleyemezdim. O yüzden aklıma gelen ilk şeyi İzel’e söylemiştim.

“Kızım ilkte desene böyle böyle diye! Niye vahiy indi gibi şeyler söylüyorsun?” Sinirle tekrar soludum.

“İzel ne diye aradıysan söyle bitsin gitsin! Çünkü seninle sabahın bir körüğünde uğraşmak en son istediğim şey!” Dedim oflayarak. Gerçekten ne diye aramıştı beni? Sinirlerime sinir katmak için mi? Eğer öyleyse başarıyordu. Güldü İzel.

“Ne sabahı kızım öğlen oldu, sen saate hiç bakmadın mı? Şu an öğlen iki!” Dedi gülmeye devam ederek. Boş boş göz kırpıştırdım birkaç saniye. Ne demişti? Öğlen iki mi? Şaşkınlığı bir kenara atıp telefonu kulağımdan uzaklaştırıp telefondan saatte baktım. Gördüğüm rakamla ise donup kaldım. Saat ikiye on beş geçiyordu. Biz ne kadar zamandır oturuyorduk? Ve ben ne zamandır belli zaman kavramımı yitirmiştim?

İnanamıyordum. Ben gecenin bir vaktinden beri oturmuş ve sadece düşünmüştüm. Hiçbir plan yapmamıştım. Yani yapmıştım da yeter kadar çok plan yapmamıştım. Bugünkü planım vardı ama yarınınki için yoktu.

Kendime gelmek için yutkundum. Birkaç saniye daha boş boş göz kırpıştırdıktan sonra derin bir nefes alıp tekrar telefonu kulağıma dayadım. “Ne istiyorsun?” Dedim telefonun diğer ucundaki İzel’e. “Neden aradın beni?”

“Sizi almaya geldim.” Dedi geniş geniş. Kaşlarımı çattım. Ne yapmaya gelmişti? Doğru mu duymuştum ben?

“Ne yapmaya geldin?!” Dedim şaşkın ama bir o kadarda sert çıkan sesimle. Güldü bu şaşkın halime.

“Doğru duydun. Sizi almaya geldim. Şu anda senin binanım önündeyim.” Dediğinde boş boş göz kırpıştırıyordu. Sesindeki ciddiyet doğru söylediğini kanıtlıyordu. Enra’ya döndüğümde onunda benimle aynı ifadede olduğunu gördüm. O da bende şaşkındık.

Şaşkınlığı bir kenara atıp oturma odasına doğru ilerledim. Evde binanın önünü gösteren tek yer oturma odası olduğu için oraya ilerliyordum, normalde olsa asla girmediğim odaya ancak önemli bir sebep olduğunda girmiştim. Oturma odasına hızla girdiğimde koltuğun üzerine diz üstü çıkıp perdeyi bir kenara ittim ve pencereyi açarak soğuk havanın içeri girmesine izin verdim. Yüzüme tokat gibi çarpan sert rüzgarı umursamayarak binanın önüne baktığımda kapının önünde lacivert arabaya kalçasını dayamış, bir elinde telefonu tutmuş diğer eliyle de çenesini kaşıyan İzel’i görünce şaşkınlığım daha da fazla arttı. Bunun burada ne işi vardı?

Kulağımdaki telefonu geri çekip İzel’in yüzüne kapattım. Bu hareketimle aşağıda olan İzel kaşlarını çatmıştı ama umursamadım. Ellerimi mermere dayayıp aşağı doğru baktım.

“Senin burada ne işin var?!” Diye bağırdım aşağı doğru. Saçlarım bu yüzden önüme gelmişti ama umursamadan aynı pozisyonda durmaya devam ettim. Bağırmamla beraber İzel’in başını yukarı doğru kaldırmıştı. İlk birkaç saniye şaşkınlıkla bakan yeşil gözleri sonradan şaşkınlığı üzerinden atmış ve kaşlarını çatmıştı.

“Asıl senin ne işin var orada? Baykuş gibi tünemişsin oraya, aşağı düşeceksin şimdi azıcık içeri gir!” Diye bağırdı hafif sinirli bir sesle. Kaşlarımı çattım. Beni mi düşünmüştü bu dağ ayısı? Onu dinlemedim ve daha çok aşağı eğildim. Soğuk yüzünden titremeye başlayan çenemi umursamadan tekrar konuşmaya başladım. Tam o sırada yanıma Enra’da gelmiş ve benim gibi cama tünemişti.

“Sana burada ne işin var dedim, konuyu saptırma! Ne işin var burada, söyle hemen?!” Diye bağırdığımda sokaktan geçen birkaç kişi bana bakmıştı ama bu benim umurumda bile olmadı. Söylediklerimi katılıyormuş gibi Enra’da başını sallayıp beni onayladı. Büyük ihtimale o da İzel’in burada ne işi olduğunu sorguluyordu.

“Lan tamam söyleyeyim de önce siz o sikik camdan biraz içeri girin! Düşeceksiniz şimdi!” Diyerek o da aynı benim gibi yüksek sesle bağırdı. Bu gerçekten bizi mi düşünüyordu? İzel’e birkaç saniye çatık kaşlarla baktım ve gerçekten de endişeyle bize baktığını gördüğümde bakışlarım biraz da olsa yumuşadı. Camdan biraz geri çekilirken kendimle beraber Enra’yı da geri çekmiştim. Daha yeni yumuşayan bakışlarımı biraz sertleştirip tekrar İzel’e baktım. Tabii benimle beraber Enra da bakmıştı.

“Tamam geri çekildik. Şimdi burada ne işin olduğunu söyle!” Dedim yine aynı sert çıkan bir edayla. Enra’da beni onaylayarak kafasını salladı. İzel aşağıda derin bir nefes çekti içine daha sonra da kollarını göğsünde birleştirip bize alttan alttan baktı.

“Dediğim gibi sizi almaya geldim.” Dedi sakince. Kaşlarımı daha da çok çattım.

“Neden?” Dedim.

“Gelmediniz.” Dedi.

“Yani,” Dedi yanımdaki Enra.

“İşte o yüzden almaya geldim.” Dedi İzel oflayarak.

“Kimi?” Dedi Enra tekrar kafası karışmış bir şekilde. İzel bir kez daha oflayıp, “Sizi!” Dediğinde Enra inadına yapar gibi bir kere daha soru sordu.
“Neden?”

“Gelmediniz diyorum ya!” Diyerek sonunda patladı İzel. Onun bu haline benim kaşlarım yukarı kalkarken Enra kahkaha atmıştı. Sanırım İzel’den intikam almak için onu delirtmeye çalışıyordu. Malum İzel dün Enra’yla fazlasıyla uğraşmıştı. İzel aşağıdan kıpkırmızı bir suratla kalmışken Enra kıkır kıkır gülüyordu. Onların didişmesini umursamadan kendi sorumu sormak için ifademi tekrar eski haline getirdim. Kaşlarımı çattım ve çenemin soğuktan titremesini rağmen sorumu sordum.

“Doğruyu söyle İzel! Neden geldin buraya?” Diye sordum. Yalan söylüyordu buraya bizi merak ettiği için gelmemişti bunu anlayabilecek kadar zekiydim. Buraya bir nedenden dolayı gelmişti ve ben o nedeni öğrenmek istiyordum. Sorumun karşılığında İzel’de aynı benim gibi kaşlarını çattı. Ona inanmadığımı anlamış olmalıydı. “Dedim ya sizi al-” Diyordu ki onun sözünü kesip ben konuşmaya başladım.

“Yalan söylediğini anlayabiliyorum İzel.” Dedim sert bir edayla. “Ve bu yüzden buraya gerçekten neden geldiğini söylersin ya da bizden istediğini asla alamazsın!” Diyerek son noktayı koyduğumda İzel şaşkınlıkla bana bakıyordu. Lakin şaşkınlığını üzerinden çabucak attı ve ciddiyetle bize baktı. Bu sefer yüzünde yalan söyleyecek bir ifade yoktu. Çabuk pes etmişti bu şüpheliydi. Derin bir nefes alıp verdi ve sonunda ağzındaki baklayı çıkardı.

“Gazel seninle konuşmak istiyor Mila,” dedi kısık bir sesle. Öyle kısık çıkmıştı ki Enra’da bende zor duymuştuk. Hatta onu duymak için biraz öne eğilmemiz bile gerekmişti. “Sesinle konuşması gereken önemli bir konu varmış.” Dedi tekrar kısık bir sesle. Bunu gönülsüzce söylediği açıktı. Gazel benimle konuşacaksa sanırım İzel konuşmasını istemiyor gibiydi.

Bir süre düşündüm. Gazel neden benimle konuşmak istiyordu? Neden kendi gelmemiş ve İzel’i göndermişti? O benimle konuşmak istiyordu ama ben onu yüzünü dahi görmek istemiyordum. Çünkü onunla karşı karşıya geleceğimizde kendimi durduramayacağımı biliyordum. Ama onunla konuşmanın bana bir avantaj sağlayacağını da biliyordum. Eğer ki yapabilirsem –ki yaparım, elime büyük bir koz daha geçmiş olurdu. Ve bu benim işime bayağı yarayan bir koz olurdu.

“Peki bekle beş dakikaya aşağı iniyoruz.” Dedim kararlı bir sesle. İzel sıkıntılı bir nefes verip başını salladığında, Enra bana şaşkın gözlerle bakıyordu. Bu yaptığıma şaşkındı çünkü sinirimi kontrol altında tutmak istediğimi söylemiştim ama şimdi yaptığım şeyin şaşkınlığı vardı üzerinde. Camdan geri çekilip kendimle beraber Enra’yı da camdan uzaklaştırdım. Ve o daha şaşkınlığını üzerinden atıp bana soru sormasına izin vermeden ben ona açıklama yapmaya başladım.

“Biliyorum kafan karıştı ama merak etme bir planım var.” Dedim sessiz bir sesle. Enra şaşkınlığını üzerinden atıp ne, der gibi kafasını salladı. İlk önce açık olan camı kapattım sonra ise tekrar Enra’ya dönüp işimi garantiye aldım. “Şimdi beni can kulağıyla dinle Enra çünkü çok vaktimiz yok, anlattıklarımı bir kere daha anlatmayacağım.” Dediğimde beni onaylayarak başını salladı. “Şimdi şöyle yapacağız.” Diyerek tekrar söze başladığımda Enra beni büyük bir ciddiyetle dinlemeye başladı.

Anlattığım her şeyde Enra yüzünde sinsi bir sırıtışla karşılık veriyordu. Anlattığım bu plan sadece ikimizin arasında kalacak ama kısa bir süre sonra bilmesi gereken herkes bilecekti. Hem de çok az bir süre sonra.

***
B


en ona gülümsemiştim. Kardeşimin katiline gülümsemiştim. Bunun ağırlığı vardı üzerimde, bunun suçluluğu vardı. Kendimi affedemiyordum, kardeşime ihanet etmişim gibi hissediyordum. Canım yanıyordu bu düşünceyi düşününce. Ona ihanet etmek bu hayatta yapmak istediğim son şeydi. Ama öyle hissediyordum. Katiline gülümsemiştim ben, buna rağmen affeder miydi beni? Affederdi. Çünkü o benim Umut’umdu. Ablasına asla kıyamayandı o, vazgeçemeyendi. O beni affederdi affetmesine de ben kendimi nasıl affedecektim onu bilmiyordum. Zaman, dedi iç sesim. Zamanla affedeceğiz kendimizi, zamanla ve intikamını alarak affedeceğiz, dedi içimdeki ateşi daha da harlayarak. Doğru olduğu bir konu vardı iç sesimin. Zamanla affeder miydim kendimi bilmiyorum ama intikamını alarak affedebileceğimi biliyordum. İntikamla affettirecektim kendimi.

Evden çıkmıştık. Şu anda İzel’in arabasında Nara’ya gidiyorduk, yani İzel öyle demişti. Evde yaptığım planı Enra’ya detaylıca anlatmıştım ve çaktırmaması gerektiği hakkında bin kere tembihlemiştim. Şu anda her şey normaldi. Evden üzerime sadece siyah yuvarlak yaka örgülü bir kazak ve siyah bol paça pantolonumu giymiştim. Ayağımda da siyah botlarım vardı, yani kısacası baştan aşağı siyahtan ibarettim. Saçlarımı yukarıdan atkuyruğu ama yine de kahverengi tutamlarımdan birkaçı dalgalar halinde omuzuma dökülüyordu. Yüzümde yine makyaj yoktu. O gittiğinden beri makyaj yapmayı kendime yasaklamış gibiydim. Yüzüme hiçbir şey sürmüyordum artık, halbuki ben makyaj yapmayı seven biriydim bir zamanlar. Umutlu olduğum zamanlar öyleydim yani.

O zamanları özlüyordum. Hem de çok özlüyordum. Gülmeyi, ela gözlerimdeki o pırıltıyı, kardeşimle yediğim akşam yemeklerini ve birçok şeyi özlüyordum ama elimden bir şey gelmiyordu. Zamanı geriye alıp tekrar yaşayamıyordum eski anıları. Eski güzeldi, özeldi. Ama o anları geri getiremeyeceğimi biliyordum. O yüzden mutlu olamıyordum. Tek yapabildiğim eskiyi düşlemek ve arada da olsa güzel duygulara kapılmaktı. Ama anılar sevindirdiği kadar can da yakabiliyordu ve ben canımın yanmasını daha fazla istemiyordum. Canım çok yanıyordu çünkü. Çok, çok canım yanıyordu. Ve ben bu acıyla daha fazla nereye kadar yaşardım bilemiyordum. Tek bildiğim bu acıyı intikam ateşine çevirmekti. Ortalığı yakıp, yıkacak bir ateşe çevirmekti. Ne demişti o kadın?

Onun sessiz feryadını kimse duymayacak, kısacak sesini ama yakacak ortalığı. Evet, Umut’a bunu söyleyen kadın aynen böyle demişti. Ne kadarda doğru söylemişti. Kadının o zamanlar hakkını yemiştim. Halbuki o sözlere daha fazla dikkat kesilseydim belki Umut şu anda yaşıyor olacaktı. Yanımda olacaktı. Ama yoktu. O artık yoktu. Onun gittiği gün feryadımı kimse duymamıştı. Bende kısmıştım sesimi ama sonradan yemin etmiştim Umut’umu benden alan herkesi cayır cayır yakacağıma. Kısacaktım sesimi ama yakacaktım ortalığı, öyle bir yakacaktım ki göz gözü görmeyecekti. Ateşim herkesi perişan edecekti. Özellikle de onu, Gazel Sakman Umuralp’i yok edecekti. Canını öyle bir acıtacaktım ki, benim çektiğim acının bin katını yaşayacaktı.

Umut söndü. Sesler kısıldı. Şimdi sıra ortalığı yakmadaydı.

İzel’i arabası yavaşlamaya başladığında daldığım düşüncelerden sıyrıldım ve gerçek dünyaya döndüm. Araba yavaşlamaya başladığımda Nara görüş alanıma girdi. Doğru tahmin etmiştim Nara’da konuşacaktı benimle. Oturduğum yerde dikleşip etrafa baktığımda hiç kimseyi göremedim. Normalde Nara’nın önü arabalarla ya da motosikletlerle dolu olurdu. Ama şu anda sadece bir araba vardı. Kaşlarımı çattım bunun üzerine, kimse yok muydu Nara’da? Neden kimse yoktu? Yoksa Nara’ya biri mi almamıştı hiç kimseyi? Acaba Gazel benimle yalnız mı konuşmak istemişti?
Aklımdaki sorulardan uzaklaşmamın iki sebebi vardı. Biri arabanın durması, ikincisi ise gördüğüm manzaraydı. Nara’nın kapısının önünde en fazla on kişi olan bir çocuk grubu vardı. Ve çocuklara ekmek arası veren bir adet Gazel Sakman Umuralp.

Kızlı, erkekli olan çocuklara gülümseyerek, başlarını okşayarak, öperek ekmek arasını veriyordu. Çocuklarda oldukları durumdan bayağı memnun duruyordu, bazıları Gazel’e sarılıyor, bazıları yanaklarına öpücük konduruyor bazıları ise Gazel’le yumruklarını tokuşturuyordu. O çocukları, çocuklarda onu seviyordu.

“Gazel ne yapıyor?” Diye sordu yanımdaki Enra. Sesinde hafif bir merhamet vardı ama eminim ki bundan kendisi bile farkında değildi. İzel bir Nara’nın önündeki arkadaşına bir de dikiz aynasından Enra’yla bana baktı.

“Hiç,” diye mırıldandı İzel. “Gazel’in huyudur arada sokak çocuklarına böyle yemek verir. Sever, oynar falan görüyorum ki yine aynı şeyi yapıyor.” Dedi Gazel arkadaşıyla gurur duyan bir edayla. Enra başını sallarken ben tekrar Gazel ve çocuklara baktım. Vicdanı varmış, dedi iç sesim. Vicdanı varmış ama bir bizim kardeşimize yok olmuş, dedim bende içimden. Gözlerim doldu bu görüntü karşısında ama gözlerimi sıkı sıkı kapatıp arabanın kapısını açıp dışarı attım kendimi. Daha fazla arabada bu görüntüyü görürsem sinir krizi geçirmem kesinleşirdi.

Arabadan indiğim gibi soğuk hava beni içerisine aldı. Yüzüme tokat gibi çarpan rüzgara rağmen dimdik durdum. Burnumun üşümesine rağmen içime derin bir nefes çektim ve başımı yukarı kaldırıp aldığım nefesi oflayarak geri verdim. Kollarımı göğsümde birleştirip kendi kendime güç vermek istedim. Yıkılmamalıydım. Dimdik ayakta durmalıydım. İlla yıkılacaksam da burada değil onun yanında yıkılmalıydım. Burada yıkılamazdım, yıkılmamalıydım. Birazdan yapacağım şey yıkılmak olmayacaktı. Aksine bir zafer olacaktı. Birkaç dakika derin derin nefesler alıp geri verdim. Beynimi boşaltmaya ve yapacaklarım için hazır olmayı bekledim. Beş dakikanın sonunda kendimi hazır hissettiğimde kollarımı çözdüm ve arkamı dönüp Nara’nın önünde kimseyi göremedim. Çocuklar gitmişti. Gazel içeri girmiş olmalıydı. İzel ve Enra arabanın önünde bir şeyler konuşuyorlardı. Ben biraz daha geride olduğum için ne dediklerini tam duyamıyordum. Yanlarına doğru yaklaşmaya başladığımda adım seslerimden geldiğimi duymuş ve konuşmaya bir ara vermişlerdi. Enra’ya ve İzel’e bakıp kafamı ne oldu, der gibi salladım. Tabi bu ikisi ne dediğimi anlamayınca sözlü olarak da dile getirmek zorunda kaldım.

“Ne oldu? Ne konuşuyordunuz?” Dedim kısık bir sesle. Enra ve İzel ilk önce birbirlerine baktılar sonra ise bana dönüp, “Hiç!” Dediler aynı anda. Kaşlarımı çattım bu cevabın üzerine ama sesimi çıkarmadım. Ne de olsa sonra Enra’dan her şeyi öğrenirdim. Kaşlarımı serbest bırakıp İzel’e döndüm. “Artık içeri girelim mi?” Diye sordum sorumun cevabını bilerek. İzel bir şey söylemek yerine dudaklarını ıslatıp başını aşağı yukarı salladı ve önden gitmemiz için Enra’yla bana izin verdi.

En önden Nara’ya doğru adımlamaya başladığımda Enra ve İzel’de bana eşlik edip arkamdan gelemeye başladılar. Nara’nın kapısının önünde durduğumuzda birkaç saniye bekledim. İçeride o vardı çünkü. Kardeşimin katili vardı. Sakin olmalıydım. Bir süre daha sakin olmalıydım. Derin bir nefes alıp verdim. Hazır hissettiğimde Nara’nın kapısını sonuna kadar açıp içeri girdim. İçeri girdiğim gibi kimseyi görememek beni şaşırtmadı, tahmin etmiştim çünkü kimsenin olmadığını. İçeri hep beraber girdiğimizde Enra yine her zamanki gibi yanıma gelip kolumu tutu ve baş parmağıyla okşamaya başladı.

“Beni takip edin.” Dedi İzel önden yürümeye başladığı sırada. Sanırım Gazel’in nerede olduğunu biliyordu. Enra ile bakıştık kısa bir süre. Enra bana destek olmak için hafifçe gülümsedi ve kafasını hadi dermiş gibi salladı. Yüzümde bir tebessüm oluştu ama bunu hemen gizledim. Her şey planımdaki gibi ilerleyecekti. Buna olan güvenim sonsuzdu. Enra’yla birlikte İzel’i takip etmeye başladık. Sinirlerimi düzene sokmaya çalışarak her adımda derin nefesler alıp, geri veriyordum. Sadece bir süre daha sakin olmalıydım. Çok az bir süre daha sakin olmalı, hiçbir şeyi mahvetmemeliydim.

Tam tamına bir dakika içerisinde kum torbalarının sırayla dizili olduğu bir odaya girmiştik. Odanın genişliği yaklaşık yirmi kişiyi alabilecek kapasitedeydi. Kum torbaları bir metrelik arayla yan yana dizilmiş olan odada sadece iki kişi vardı. Biri Mahsun, diğeri ise kum torbasını yumruklayan Gazel’di. Mahsun, en kenarda bir sandalyeye oturmuş sıkıntılı bir ifadeyle Gazel’i izlerken bizi gördüğünde ayaklanmıştı. Gazel ise bizim geldiğimizi anladığında kum torbasına inen bir yumruğu yavaşlamış ama hemen kendini düzelterek kum torbasına vurmaya devam etmişti. Üzeri çıplaktı, altında ise siyah bir pantolon vardı. Ve hiç ara vermeden art arda kum torbasını yumruklayıp duruyordu.

“Hoş geldiniz.” Dedi Mahsun biz doğru yaklaşıp başıyla selam vererek. Enra ve İzel’de, Mahsun’a baş selamı verdi ama ben hiçbir tepki vermedim. Ona bakmaya devam ettim. Kardeşimi, Umut’umu benden alan baktım saniyelerce. Derin bir nefes aldım. Sakin olmalıydım. Biraz daha sakin olmalıydım. İzel, Mahsun’a bir adımda yaklaşıp kulağına bir şeyler fısıldadı. Mahsun, İzel’in dediğine karşılık başını salladı. Mahsun yanımızdan ayrılıp daha birkaç saniye önce oturduğu sandalyeye geri oturdu. İzel ise yanımda kolumu okşamaya devam eden Enra’nın kolundan tutup onu yanında götürmeye çalıştı. Ama Enra beni bırakmadı. Bana baktı, kafasını yapma der gibi salladı ama umursamadım. Kolumdaki ellini geri iteledim ve İzel ile gitmesini gösterdim.

Enra bu hareketime bozuldu, kırıldı ama çaktırmamaya çalıştı. İzel’le beraber Mahsun’un yanına gittiler ve kollarını göğüslerinde bağlayıp olacakları izlemeye başladılar. Biliyorlardı. Suçlarının ne olduğunu biliyorlardı. Benim kim olduğumu biliyorlardı. O yüzden yüzlerinde pişman bir ifade vardı. Tek bir kişi hariç. O kişinin de kim olduğu belliydi. Gazel Sakman Umuralp pişman olsaydı yine böyle beni umursamazlıktan gelir miydi? Yutkundum. Gözlerim dolmaya başladı. İçimde bir parçanın koptuğunu hissettim. Kalbimi ateşe attılar sanki ve kalbim yandı, kül oldu, yok oldu.

“Çok merak ediyorum Gazel?” Diye mırıldandım sert çıkarmaya çalıştığım bir sesle. Gazel’in yumrukları yavaşladı. Bir süre bekledi ama sonra bana döndü. Acı kahveleri yüzümü incelemeye başladığında benim gözüme ilk çarpan göğsünde, tam kalbinin üzerinde olan ize takıldı ve aklımda bir söz canlandı. Yüreğinde iz taşıyan. Kadının söylediği bu söz geldi aklıma, düşünceler taşmak için yer aradı ama şu anki acım daha baskın geldi.

“Neyi?” Diye sordu Gazel. Aklımdaki düşünceleri bir kenara atıp birkaç adımda Gazel’e yaklaştım ve tam karşısında dimdik durdum. Boy farkımız yüzünden başımı kaldırmak zorunda kaldım. Acı kahveleri, elalarımla buluştuğunda benim gözlerim dolmaya başlamıştı. Onunkiler ise cansız bir nesneye bakarmış gibi hissizdi.

“Senin gibi aşağılık bir adam, nasıl olurda o çocuklara yemek verip, gülümseyebilir.” Gözlerimdeki göz yaşları akmak için çabaladı. Kalbimin külleri tekrar yakıldı ve küller daha da çoğaldı. “Tek vicdansızlığın benim kardeşime miydi?” Dedim sesimin titremesine engel olamayarak. Gerçekten tek vicdansızlığı benim kardeşime miydi? Ne yapmıştı benim Umut’um ona? Neden kıymıştı benim aileme?

Gözlerimdeki yaşlara daha fazla tutamadım ve göz yaşları yanaklarımdan süzülerek akmaya başladı. Ben aylar sonra ilk göz yaşımı Umut’un yanında değil, onun katilinin önünde döktüm.

Canım acıdı. Yine kardeşime ihanet ettiğim için canım acıdı ama elimden yine hiçbir şey gelmedi. Keşke ölseydim ama onun önünde göz yaşı dökmeseydim. Kalbimin külleri etrafa dağıldı ve giden, gelen herkes bastı. Ona da engel olmadım. Kalbimin küllerine basmalarına da engel olmadım. Ben yine hiçbir şeye engel olmadım. Bunun içinde göz yaşım aktı. Bunun içinde bir damla yanağımdan kayıp gitti. Birçok şeye engel olamadığım gibi bu sefer sinirlerime de engel olamadım. Sinirle bir nefes alırken bana sessiz sessiz bakan Gazel’in bana bakan suratına sert bir tokat attım. Konuşmalıydı. Bir şey demeliydi.

“Söyle!” Diye sert bir sesle fısıldadım. Yine kıstım sesimi, ama göz yaşlarımı kısıtlayamadım. Yanağımdan bir göz yaşı daha akıp giderken onun sağa doğru dönmüş yüzüne sinirle bakıyordum. Acıyla bakıyordum. “Söyle nasıl kıydın ona?” Çenem titremeye başladı. Ellerim yumruk halini aldı. “Nasıl o kadar vicdansız oldun? Nasıl benim bağırmaya bile kıyamadığım kardeşimin canına kıydın?” Bir göz yaşı daha aktı yanağımdan boynuma doğru. Gazel tekrar bana döndü ve yine aynı ifadesizlikle bana bakmaya devam etti. Bu ise benim sinirlerimi daha da altüst etti. Duygu yoktu bakışlarında ama neden? Neden canı acımıyordu? Acımalıydı. Canı acımalıydı.

“Nasıl bu kadar duygusuz bakabiliyorsun? Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun?” Diye adeta tısladım. Sinirle Gazel’i göğsünden geri ittim. “Nasıl ya?! Nasıl bakıyorsun yüzüme?! Nasıl baktın sen benim yüzüme?!” Bir göz yaşı. “Hani can almak haddin değildi?! O zaman benim kardeşimin canını nasıl aldın?! Nasıl yaptı?!” İkinci göz yaşı. “Neden yaptın?! Söyle, neden?!” Ve sayamadığım birden fazla göz yaşı.

“Mila,” diye mırıldanıp yanıma gelmeye çalıştı Enra. O da ağlıyordu. Benim gibi o da ağlıyordu. Bana yaklaşmak istedi ama elimi kaldırıp durmasını gösterdim. Durmalıydı. Hesap sormalıydım. İçimdeki acıyı biraz bile olsa hafifletmeliydim. Şimdi kısamazdım sesimi, şu an yapamazdım. Gazel’e bakmaya devam ederken sinirle soluyordum. Sinir ve acıyla. Bana hala aynı bakıyordu. Hissiz, cansız, ölü gibi. Olmak istediğim gibi.

“Bakma bana öyle!” Diye sinirle bağırdım. Gazel’i tekrar sertçe göğsünden ittiğimde sırtı kum torbasına değdi. “Benim olmak istediğim gibi bakma!” Ona ölü olmak istediğimi söylemiştim. Duygusuz, cansız, ölü gibi olmak istediğimi söylemiştim. O ise bana yaşamın güzelliklerinden bahsetmişti. Ama şimidi o ölü gibi bakıyordu. O benim olmak istediğim gibiydi. Ama ben öyle olmasını istemiyordum, konuşmasını, bana bir şey söylemesini istiyordum. “Benim canım yandı her Allah’ın günü ya! Uyuyamadım o yok diye! Yemek yiyemedim onsuz! Nefes alamadım ben! Ben onsuz yaşayamadım, sen nasıl bir cana kıyıp yaşadın?!” Tekrar göğsünden ittim ama bu sefer yerinden bile kıpırdamadı. Tekrar yittim. Göz yaşlarım görüşümü kapatırken ben onu art arda itip durdum ama o bir santim bile kıpırdamadı.

“O benim Umut’umdu! Yaşama sebebimdi! O bana annemin emanetiydi!” Gözlerimdeki yaşlar çoğaldı. Damla damla akıp yanaklarımı ıslattı. Gazel ise yine duygusuzca bana bakmaya devam etti. “Okuyordu ya!” Diye acıyla inledim. “Yirmi iki yaşındaydı o daha, çok gençti. Sevdiği kız vardı, ona aşık olduğunu daha yeni fark etmişti.” Artık bağıramıyordum. Sesim gittikçe kısılıyordu. Ama öfkemde zerre azalma olmuyordu. Gazel’i bir kez daha göğsünden yittim. Bu sefer o kadar sert ittim ki yandan gördüğüm Mahsun ve İzel bir adım atmak istemişleri. Ama Gazel elini kaldırıp onlara durması gerektiğini göstermişti. Dinlemek mi istiyordu? Peki dinlesin, belki canı acırdı. Aynı benim canımın acıdığı gibi.

“O benim her şeyimdi!” Diyerek tekrar bağırdım ve tekrar Gazel’i göğsünden ittim. “Ailemden geriye kalan tek kişiydi! Canımdı, kanımdı! Ailemdi, yuvamdı!” Göz yaşlarım yanaklarımı ıslatmaya devam ederken ellerimi bu sefer saçlarıma geçirdim. Derin bir nefes aldım sakinleşmek için ama öfkem harlandıkça harlandı. Büyüdükçe büyüdü. Ellerimi saçlarımdan çekip işaret parmağımı Gazel’e doğru salladım. Gözlerim acıyordu. Ellerim titriyordu ama ben bunların hiçbirini umursamıyordum.

“Ama sen!” Diye bağırdığımda sesim yankılandı. Öyle ki Enra bile terinden sıçramıştı. “Sen onu benden aldın! Hem de acımasızca!” Tekrar ona yaklaşıp göğsünden ittim. “Sen onu benden acımasızca, vicdansızca aldın! Ailemi aldın!” Göğsüne vurdum. “Canımı aldın!” Bir kere daha vurdum. “Yuvamı aldın!” Bir kere daha. “Hayatımı aldın! Her şeyimi aldın!” Hıçkırarak ağlamaya başladığımda göğsüne yumruklayamadım bile. Yere dizlerimin üzerine düşmek üzereyken bellimden kavradı ve düşmemi engelledi. Beni yavaşça yere bırakıp önümde diz çöktüğünde ben hala bağırmaya devam ediyordum.

“Senin yüzünden yanımda değil!” Göz yaşı yanaklarımdan kayıp gitti. “Senin yüzünden o şu anda toprağın altında! Yanımda olması gerekiyordu oysaki, yanımda ellerimi tutması, abla ben burayım demesi gerekiyordu.” Dedim sesimi gür çıkarmaya çalışarak. Ben hıçkırarak ağlamaya devam ederken kucağımda hareketsizce duran ellerimi büyük eller kavradı. Minicik elim Gazel’in büyük elinin içinde kaybolurken bakışlarım onun yüzüne değdi. Acı kahvelerinde bu sefer duygusuzluk yoktu. Aksine acı vardı.

“Özür dilerim.” Dedi fısıltıyla. Sesi sertti ama altında bir acının olduğu belliydi. Bakışlarım yumuşamadı. Göz yaşlarım arttı. Sinirlerim iyice tavan oldu. Çenem zangır zangır titremeye devam ederken sertçe ellerimi çekmeye çalıştım ama bırakmadı.

“Gerçekten özür mü diliyorsun?” Dedim inanamıyormuş gibi. Gazel başını sallayıp tekrar etti özrünü. “Evet, özür dilerim.” Dedi tekrardan aynı sert sesiyle. Kaşlarım çatıldı, içimdeki alev iyice harlandı.

“Senin özrün onu bana geri getirecek mi?” Diye sordum göz yaşları içinde. İçimdeki öfke sayesinde tekrar ayağı kalktığımda o da ben elimi bırakmak ve benimle beraber ayağa kalkmak zorunda kaldı. Ve yine karşı karşıya geldik. “Senin özrün Umut’umu bana geri getirecek mi Gazel Sakman Umuralp!?” Çenem titriyordu ama bu sefer acıdan değil sinirden titriyordu. “Kardeşimi bana geri verecek mi?! Hayatımı geri verecek mi senin özrün?!” Burumu çektim. Göz yaşlarıyla dolu olan yanaklarımı sertçe sildim. Sinirle tekrar işaret parmağımı ona doğru salladım.

“Sen katilsin!” Dedim sinirden nefes nefese kalmış bir şekilde. “Katilsin sen! Acımasız, aşağılık herifin tekisin!” Diyerek bağırmaya devam ettiğim sırada bir ses daha yankılandı odanın içinde. O sesin sahibi ise Gazel’den başkası değildi.

“İsteyerek yapmadım!” Diye yüksek sesle bağırdı. Kaşlarımı çattım. Ne demek istiyordu? Dalga mı geçiyordu benimle?

“Ne diyorsun sen ya?!” Diye bende aynı yüksek sesle bağırdım.

“Yaptım!” Diye bağırdı tekrardan. “Ama isteyerek yapmadım.” Sinirle soludum. Kaşlarımı daha çok çattım. Ve tekrar dakikalar önceki gibi onu göğsünden ittim. Yapmış mıydı? Yapmıştı. Öldürmüş müydü kardeşimi? Öldürmüştü. Bunu bile bile kayda almış mıydı? Almıştı. O zaman dahasının önemi yoktu. Benim için bu kadarı yeterliydi. Daha fazlası değil.

“Yaptın ama!” Diyerek bağırdım. Sinirle soluduğum sırada onunda benden farksız olduğu yoktu. Ben daha sinirliydim ama o benim sinirimi, acımı anlayamazdı. “İsteyerek ya da istemeyerek yaptığın bunu değiştirmez! Onu geri getirmez!” Gözlerimden bir damla yaş daha aktı dakikalar sonra. Ama bu son göz yaşlarımdı. Sonuna geliyordum. Bitiyordu.

“Sen onu öldürdün mü?!” Diye sordum ona daha fazla yaklaşarak. “Sen benim kardeşimi, Umut Malaza’yı ölürdün mü?” Yüzlerimizin arasında birkaç santim vardı sadece ben sinirle solumaya devam ediyordum. Yanağımdan yaşlar akmaya devam ediyordu ama ben tek bir kelimeyi duymayı bekliyordum. Ve o kelime de karşımdaki adamın dudaklarından dökülecekti.

“Öldürdüm.” Dedi tane tane. “Umut Malaza’yı ben öldürdüm.” Diyerek de tam olarak istediğimi bana vermiş oldu. İlk birkaç saniye sendeledim, çünkü bunu onun ağzından duymak bana bir darbe daha atmış olmuştu.

Canım acıdı ve buna karşılık bir damla daha yanağımdan süzüldü. Canım yansa da başka bir şey demedim. Teslim oluyormuş gibi başımı aşağı yukarı salladım. Planım başarıyla sonuçlanmıştı ama bu beni fazlasıyla yormuştu. Düşündüğümden fazla canımı acıtmıştı. Göz yaşlarım planımda olmamasına rağmen bana eşlik etmişti. Sesimi kısmamıştım bir seferliğine. Akıtmıştım zerimi ama zehrin etkisi hala benden geçmemişti. Hala duruyordu acısı ama en azından eskisi gibi değildi. Acı kahvelere bakmaya devam ederken tekrardan başımı salladım ama gözlerimi onun gözlerinden asla ayırmadım. Geriye doğru birkaç adım atıp aramız biraz mesafe koydum.

“Tamam Enra,” diye mırıldandım kısılmış olan sesimi gür çıkarmaya çalışarak. Son sözümü söylerken Gazel’in acı kahve gözlerinden ayırmadım. “Kaydı bitir. Alacağımız cevabı aldık.” Dedim duygusuzca. Gazel kaşlarını çattı bu sözlerimden sonra. Onun merakına ise İzel ile Mahsun sözcü oldu.

“Ne?” Dedi Mahsun.

“Ne kaydı?” Diyerek şaşkınlıkla devam ettirdi İzel.

Enra saniyede yanımda bittiğinde kaydı onlara kaptırmamak için bu kadar acele ettiğini biliyordum ama onun çoktan unutmuş olduğu bir bilgi daha vardı. Enra’nın aldığı ses kaydı çoktan benim evdeki bilgisayarıma geçmiş ve on kere bu ses kaydını kopyalamıştı. Evet bu hesap sorma işini hem içimi dökmek hem de koza çevirmek için kullanmıştım. Ve sağ olsun ki Gazel’de, bana yardımcı olmuştu. Gazel’in her şeyi bildiğini İzel’i konuşma bahanesiyle gönderdiğinde anlamıştım ve bu durumu fırsata çevirmiştim. Gerisi ise gerçekten içimi dökmek içindi. Ağlama işi planlarım arasında yoktu, aslına bakarsan bu kadar yükseleceğimi ben bile tahmin etmiyordum. Ama iyi gelmişti. İçimi biraz bile olsa dökmek, ağlamak ve bağırmak iyi gelmişti. Canımın acısı biraz bile olsa geçmişti.

“Neyin kaydını aldınız siz?” Diyerek tekrar sordu Mahsun şaşkınlığını üzerinden atmaya çalışırken. Gözlerimi Gazel’in acı kahvelerinden ayırmadan göz yaşlarımın ıslatmış olduğu yanaklarımı sertçe elimin tersiyle silip yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim.

“Gazel’in kardeşimi öldürdüğünü itiraf ettiğine dair bir ses kaydıydı.” Dedim gülümseyerek İzel ve Mahsun’a dönerek. Ağızları şaşkınlıkla açıldı ve bana bakakaldılar. Sanırım bunu yapacağımı beklemiyorlardı. Öyle ki hepsi şaşkın şaşkın bana ve yanımdaki Enra’ya bakıyorlardı. Lakin biri daha az şaşırmıştı bu duruma. O kişi ise Gazel Sakman Umuralp’ten başka biri değildi. Şaşırmamış diyemezdim ama diğerleri kadar şaşırmamıştı. Sanki böyle bir şeyi yapacağımı tahmin etmiş ama yapacak cesaretimin olmadığına inanmıştı. Eğer ki böyleyse beni hafife almıştı. Yine.

“Nasıl lan?!” Diye yükseldi İzel. Şaşkınlığını üzerinden atmıştı ama şu anda gerçekten sinirli gözüküyordu. “Nasıl yaparsın bunu Mila?! Adam isteyerek yapmadım, dedi! Duymadın mı, isteyerek yapmamış işte!” Diyerek bağırdığında ona çatık kaşlarla baktım. Öyle isteyerek yapmadım demekle oluyor muydu? Alınan canlar geri geliyor muydu? Umut’um bana geri dönüyor muydu? Hayır dönmüyordu. O zaman isteyerek yapmadım demekte bende bir şey değiştirmiyordu.

“Biliyor musun İzel?” Dedim kaşlarımı havaya kaldırıp alayla gülümseyerek. “Arkadaşının ne dediği benim umurumda bile değil!” Yüzümdeki gülümseme solarken tekrar kaşlarımı çattım. Sahteden bile olsa gülümsemek istemiyordum. İzel kaşlarını çatıp, bana sinirli bir edayla bakmaya başladı.

“Mila her şeyin bir açıklaması var.” Diyerek bu seferde konuşmaya Mahsun dahil oldu. İzel’in tam yanında durup bana anlayan gözlerle baktı. “Biliyorum canın çok yanıyor ama inan bana her şeyin bir açıklaması var.” Dedi beni ikna etmek için.

“Bir insanı öldürmenin hiçbir açıklaması olamaz!” Dedi yanımda durmuş herkese kızgın gözlerle bakan Enra. “Ve ayrıca o açıklamayı yaptıktan sonra Umut bize geri gelmeyecek. Açıklama olsa ne olur, o geri gelmedikten sonra.” Enra’nın dediklerine katıldığımı belli etmek için başımla onu onayladım. Doğruydu. Umut bana geri gelmedikten sonra açıklamaya ne gerek vardı?

“Biliyoruz ama,” diyerek söze başlayan Mahsun’un konuşmasına izin vermeyerek sözünü böldü Enra. “Aması falan yok Mahsun!” Dedi nadiren kullandığı sert ses tonuyla. Mavi gözlerinde çok rastlanmaz bir sinir vardı. “Arkadaşınız hapse girecek ve cezasını çekecek!” Dedi ve gerisini bana bıraktı. Yüzüme sahte bir gülümseme daha yerleştirip Gazel’e baktım. Kaşlarını çatış ifadesiz bir suratla bana bakıyordu. Yaptığıma kızmaması beni biraz şaşırtmıştı ama şu an konumuz bu değildi.

“Ama ondan önce,” deyip Enra’nın yanından ayrılıp Gazel’e doğru yürümeye başladım. Birkaç adımda Gazel’in tam karşısında durduğumda başımı kaldırıp acı kahve gözlerine baktım. Yüzümdeki sahte gülümseme anında solarken işaret parmağımla Gazel’in göğsünde tam kalbinin üzerinde olan ize dokundum. Yüreğinde iz taşıyan. “Sen bana yardım edeceksin.” Dedim Gazel’in gözlerinin içine bakarak. Gazel’in kaşları daha fazla çatıldı.

“Ne yardımı?” Dedi.

“Kardeşimin ölüm emrini veren kişiyi bulma yardımı,” dedim ifadesiz bir suratla. Evet, kardeşimi öldüren kişi Gazel’di ama Umut’un ölmesini isteyen başka bir kişiydi. Bunu nereden anladığıma gelirsek, şöyle ki Gazel’i araştırdığım kadarıyla onun bir evi ve arabası dışında başka hiçbir şeyi yok. Ve daha fazlası da yoktu. Çünkü onu ve diğerlerini iyi araştırmıştım. Çocukluk hayatları dışında çoğu şeyi biliyordum. Ve bu araştırmaların hiçbirinde Gazel’in bir mal varlığı ortaya çıkmamıştı. Parası olmayan birinin adamları da olamazdı. Bu birinci bilgiydi. İkincisi ise Gazel ve Umut’un hiçbir bağlantısının olmamasıydı. Evet Umut, Gazel’in ortamlarında gözükmüştü ama birbirlerini hiç görmemişlerdi. Bunu nereden bildiğime gelirsek, gecenin tümü boyunca boş boş oturmamıştım tabii ki, arkadaşım Mert’e söylediğim isimlerin tanışmışlıkları var mı yok mu diye araştırmasını söylemiş ve biz daha arabadayken bir mesajla cevabımı almıştım.

Cevap, hayırdı. Umut ve Gazel daha önce hiç karşı karşıya gelmemişti. Üçüncü bilgi de ise son bilgiydi. Gazel’in, Umut’u öldürdükten sonra birine iş tamam, diye attığı mesajdı. Bunu bilgiyi gecenin bir vakti kamera kaydını ilk izleyişimde fark etmiştim.

Kaydın sonlarına doğru Gazel telefonunu çıkarıp birine Umut’un son halinin fotoğrafını atıp mesaj atıyordu. Bunu bilgiyi de Enra benim yanıma gelene kadar bulmuş ve Enra geldikten sonra derin düşüncelere dalmıştım. O yüzen zaman kavramımı yitirmiştim. Kime mesaj attığını düşüne düşüne sonda bu karara varmıştım. Kardeşimi başka biri öldürmek istemiş ama işini Gazel’e yaptırmıştı. Neden yapmıştı bilmiyorum ama yapmıştı. Bu da ona düşman olmamı sağlıyordu. Emri başka biri vermiş olabilirdi ama o da yerine getirmişti. Gözümde en az emri veren kişi kadar suçluydu. Biri emir veriş, o da yerine getirmişti. Bulduğum sonuç buydu ve şu anda bana bakan acı kahvelerle de bulduğum sonucun yanlış olmadığını anlıyordum.

“Bana o emri veren kişiyi bulamamda yardım edeceksin.” Dedim acı kahve gözlerine bakmaya devam ederek. Gazel’in kaşları yukarı doğru havalandı.

“Ya sana yardım etmezsem?” Diye sordu. Kaşlarımı çattım ve ona sunabileceğim en büyük kozu kullandım.

“O zaman pek çok sevdiğin arkadaşlarından birini,” derken şaşırmış gibi yaptım. “Ha pardon ikisini de Umut Malaza’yı öldürme şüphesinden içeri attırırım.” Yüzümde tehlikeli bir gülümseme belirdi. “Bunu yapabilecek gücümde vicdansızlığımda var. İnan bana ikisine de acımam!” Dediğimde Gazel’in yüzündeki ifadesizlik kayboldu, yerine paniklemiş bir Gazel geldi.

“Yapamazsın.” Dedi daha çok kendini ikna etmek istermiş gibi. Başımı iki yana salladım ve yanlış düşündüğünü ona kanıtladım.

“Yaparım. İnan bana, konu kardeşim olduğunda her şeyi yaparım.” Dedim net bir dille. Gazel ellerini saçlarına daldırıp arkasını döndü ve sinirle kum torbasına yumruğunu geçirdi. Onun bu hali ise bana zevk vermekten başka hiçbir işe yaramadı. Gazel tekrar bana döndüğünde sinirden boynundaki damarlar belirginleşmişti.

“Bu konu seninle benim aramda,” deyip eliyle Mahsun ve İzel’i gösterdi. “Onları bu işe karıştırma!” Dedi. Omuz silktim.

“Onlar seni benden gizlemeye çalışarak bu işe karıştılar. Bundan sonra dönüş yok!” Dedim kollarımı göğsümde birleştirerek. Gazel sinirle bir nefes aldı.

“Sert oynuyorsun!” Dedi bana bakarak. “Çok sert oynuyorsun!” Gülümsedim. Sahte bir gülümsemeydi. “Sana sert severim demiştim Gazel Sakman Umuralp.” Dedim alaylı bir tavırla. Gazel cevabım karşılığında gözlerini kapatıp, derin bir nefes aldı. Ona düşünmesi için bir süre fırsat verdim ama ne cevap vereceğini tahmin etmek zor değildi.

“Tamam.” Dedi beş dakikanın sonunda. “Tamam, sana yardım edeceğim.” Gözlerini açıp acı kahveleriyle bana baktığında tamam, der gibi başımı salladım. “Güzel,” diye mırıldanıp yönümü bu seferde Mahsun ve İzel’e döndüm. Onlarda aynı şekilde bana baktılar. “Tahminimce Gazel’i yalnız bırakmayacaksınız, değil mi beyler?” Dedim kaşlarımı havaya kaldırarak. Mahsun ve İzel bana ters bir bakış atsa da başlarını aşağı yukarı sallayarak düşüncelerimi doğruladılar.

Gülümsedim. Sahte bir gülümsemeydi ama gülümsedim. “Madem ekibi oluşturduk. Yoklama yapıyorum!” Dedim alaylı bir sesle. Kaşlarını çattı odadaki herkes ama bunu umursamadan bildiklerimi alaya karışık söylemeye başladım. “Hırsız, İzel,” dedim ve parmağımla İzel’i gösterdim. İzel bunu bildiğimi anlayınca boş boş göz kırpıştırdı. “Burada.” Evet, İzel bir hırsızdı. Hem de çok iyi bir hırsızdı. Öyle ki bir insanın donunu çalsa o insana bile fark ettirmezdi. İzel’in hırsız olduğunu daha Nara’ya gelmeden önce bulmuştum.

“Hacker, Mahsun,” dedim ve bu seferde Mahsun’u gösterdim. “Burada.” Mahsun’da çok iyi bir hackerdi. Öyle ki şifresini kırmam saatlerimi almıştı. Ama yine de ne olursa olsun benim geliştirdiğim uygulamayı geçememişti. Ama benimle yarışırdı. Yönümü Enra’ya döndüm ve parmağımla onu gösterdim. “Bıçakları en iyi kullananımız, Enra.” Dediğimde Enra ne yaptığımı anlayıpgülümsedi. Bana göz kırpıp, elini havaya kaldırdı ve benim yerime, “Burada.” Dedi. Evet Enra, bıçak kullanmada en iyi olan kişi oydu. Öyle bir kullanıyordu ki arada Osmanlı Döneminde kılıç kullanan kişiler kadar iyiydi.

Yönümü tekrardan Gazel’e döndüm. Parmağımla onu gösterip, “Keskin nişancı ve aynı zamanda en iyi dövüşen Gazel,” dedim ve devam ettim. “Burada.” Gazel keskin nişancıydı. Bu bilgiyi bulmak bayağı bir zamanımı almıştı ama gün sonunda her bilgi gibi bunu da bulmuştum. Ve en sonunda kendimi gösterip konuşmaya başladığımda sona yaklaşıyordum. “Ve ben!” Dedim gür bir sesle. “Araştırma gazetecisi olan Mila Malaza.” Yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim. “Bende burada olduğuma göre kadro tamamlanmış demektir.” Yüzümdeki gülümseme yerli yerinde dururken hepsinin yüzüne birkaç saniyeliğine baktım.

Mahsun ve İzel’e baktığımda ikisinin de şaşkın bir yüzle bana bakmaya devam ettiklerini gördüm. Herkesten sakladıkları bilgileri bildiğim için şaşkınlardı normal olarak. Enra’ya baktım o bana benimle gurur duyuyormuş gibi bakıyor ve gülümsüyordu. Gerçekten de benimle gurur duyuyormuş gibiydi. Ona tebessüm ettikten sonra bakışlarımı Gazel’e çevirdim. Gazel bu bilgileri bildiğim için şaşırmamıştı aksine bunları söyleyeceğimi biliyormuş gibi bakıyordu. Umursamadım. Tekrar yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirip tekrar konuşmaya başladım.

“Şimdi biz Enra ile gidiyoruz.” Dedim hepsinin yüzüne teker teker bakarak. “Bugün yeterince size yüklendik ama yarın hepiniz burada olacaksınız.” Yüzümdeki gülümseme yavaş yavaş solmaya başladı. “Eğer ki olmazsanız olacaklardan ben sorumlu değilim ona göre!” Sesim gittikçe ciddi bir hal alırken son sözümü de söylemek için Gazel’e döndüm. “Yarın saat tam ikide burada buluşuyoruz. Asıl hikaye bundan sonra başlıyor.” Dedim acı kahve gözlere bakarak. O bana baktı. Ben ona baktım. Bakışlarında hiçbir duygu göremeyince nedensizce sinirlendim ama bunu ondan gizledim.

Bakışlarımı acı kahvelerden çektim. Enra’ya yaklaşıp kolundan tutum ve hızla onu da kendimi de Nara’dan dışarı çıkardım. Sert adımlara evime doğru adımlamaya başladığımızda kafama yine düşünceler akın etmeye başlamıştı. Ama hepsini bir kenara ittim ve ilerlemeye başladım. Bugün yeterince yıpranmıştım. Daha fazla düşünüp kendimi yıpratmak istemiyordum. Son sözümü söylemiştim. Asıl hikaye bundan sonra başlıyordu ve asıl bu vakitten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

***

 

Bölüm Sonu.

 

Umarım begenmişsinizdir.

 

Diğer bölüm görüşürüz.

 

Loading...
0%