Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm: Parıltılı Gözler

@leyan_626

Yeni bölüm karşınızda!

 

Bu bölümün çoğu Uras'ın ağzından olduğu için kısa oldu ama diğer bölüm daha uzun olacak.

 

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmazsanız sevinirim.

 

İyi okumlar!


Uras Azer

Tehlikeli; hakkımda söylenen binlerce kelime vardı, ama insanlar en çok bu kelimeyi kullanıyordu. Onlara göre tehlikeliydim, insanları acımadan öldüren pisliğin tekiydim. İnsanlar için öldürülmesi gereken bir canavardan farksızdım, hem korkulan hem de öldürülmesi gerekilen bir canavar. Bir canavardan hem ölesiye korkuyorlar hem de o canavarı öldürmek istiyorlardı. Eğer ki ortalıkta bir canavar varsa ya ondan sadece korkacaksın ya da sadece öldürmek isteyeceksin, ikisi bir arada olduğunda o canavara hiçbir şey yapamazdın. Ve yerde hareketsiz bir şekilde yatan iki koruma da hem beni öldürmek istedikleri, hem de benden ölesiye korktukları için hiçbir şey yapamamış ve bu dünyadaki son nefeslerini vermişlerdi.

Bileklerimdeki kelepçelerden hiç zorlanmadan kurtuldum ve yerde gözleri açık bir şekilde can veren sarışın korumanın üzerine attım. Diğer taraftaki yerde yatan korumaya bir kez bile bakmadan yürümeye başladım. Birkaç dakikalık yalnızlığın tadını çıkarmam gerekiyordu. En fazla beş dakika sonra burası korumalarla dolu olacaktı ve onlar gelmeden dinleyebildiğim kadar kafamı dinlemeliydim.

Koridorun duvarına sırtımı yaslayıp ayaklarımı çapraz bir şekilde bağladım. Korumaların birinden çalığım çakmak ve sigara paketini siyah eşofmanımın cebinden çıkardım. Sigara paketinden bir sigara çıkarıp dudaklarımın arasına sıkıştırdım, çakmakla sigaranın uçunu yaktıktan sonra sigara paketi ile çakmağı geri cebime koydum. Sigardan derin bir nefes çekip dudaklarımın arasından çektim. Gri dumanı havaya üfleyip, başımı duvara yasladım. Sigara içmeyeli uzun zaman olmuştu. Sigarayı tekrar dudaklarıma yaslayıp derin bir nefes çektim. Şu birkaç dakikanın birazdan bozulacak olması gerçek anlamda sinirlerimi bozuyordu.


Sigarayı dudaklarımdan ayırıp dumanını havaya üfledim. Gri duman havada süzülürken gözümün önüne bir çift yeşil göz geldi. Parıltıyla bakan bir çift yeşil göz. Bu gözleri dün Sema'nın arada hastaları izlediği gizli odanın içerisinde görmüştüm. Uzaktan da olsa gördüğüm bu parıltılı gözler dünden beri aklımı meşgul edip duruyordu. Neden o kadar parıltılı bakıyorlardı?

Bu gözlerin sahibini sarı saçları, oval bir yüzü ve ince dudakları vardı. Evet uzaktan da olsa yüzünü inceleyebilmiştim ama daha sonra kendime gelip ona bakmaya bir son vermiştim. Lâkin dünden beri ne gözleri ne de yüzü aklımda çıkıyordu. Kimdi? Ve bu hastanede ne işi vardı?

"Uras Azer burada! Silahlarınızı ben indir demeden sakın indirmeyin!" Koridorun içerisinde yankılanan sesle beraber huzursuz bir nefes verdim. Yalnızlık buraya kadardı. Sigaramı son bir kez daha dudaklarımın arasına sıkıştırıp derin bir nefes çektim. Sırtımı duvardan ayırıp sesin geldiği yöne baktım. Yirmiden fazla adam silahlarını bana doğrultmuş ve dikkatlice bana bakıyorlardı.

Elimdeki sönmek üzere olan sigarayı yere atıp ayağımla ezdim. Ellerimi ceplerime yerleştirip korumalara doğru bir adım attım. Onlar da bu hareketime karşılık bir adım gerilediler, gözlerimin şuanda hepsine boş baktığını biliyordum. Benim boş bakışlarımdan herkes korkardı buna korumalar, doktorlar, hemşireler ve hastalarda dahildi. Ve ben kime bir adım atsam o kişi gözlerimden korkar ve bir adım gerilerdi, aynı şuan tüm korumaların gerilemesi gibi.

"Uras Azer," diyerek söze başlayan korumaların başına baktım. Sarışın bir adamdı ve ne kadar korumaların başı olsa da benden en çok o korkardı. "Sakın anî bir hareket yapma ve bu işi bitirelim." Dedi. "Bir sigara için altı adamımı öldürdüğün yeter, aldın işte alacağını bir dur artık." Altı adam olmuş muydu? Ben ikiden sonra saymayı bırakmıştım.

İlk iki koruma sorduğum soruya bir cevap verseler diğer dört kişiyle beraber hayatta olurlardı. Ama o ikisi değil cevap vermek bana bakmamışlardı bile. Bende sinirlenip onların boğmuş ve onlardan kurtulmuştum. Ceplerini aradığımda ise sadece bir anahtar bulmuştum. Anahtarı yanıma alıp başka iki korumanın yanına gitmiştim ama o ikisi beni yalnız gördükleri an üzerime atlamış ve durduk yere kendilerini öldürtmüşlerdi. Onları koridorun penceresinden aşağı attığım için ceplerini arayamamıştım. Ama son bulduğum iki korumada sigarayı da çakmağı da buluştum, lâkin o iki geri zekalı heriflerin de boynunu kırmak zorunda kalmıştım. İkisi de çığlık atıp 'Yangın var' diye bağırmış ve sonrada üzerime atlamışlardı. Neden öyle bağırdıklarını sorgulamamıştım ve sorgulamakta istemiyordum. Üzerime atlamalarına değinmek bile istemiyorum.

"Peki," deyip ellerimi öne doğru uzattım. Kelepçeleri takmalarına ben izin veriyordum yoksa hayatta takamazlardı. Korumaların başı ilk birkaç saniye bana şaşkın gözlerle baktı arkasında adamlarda ondan farkız değillerdi. Kendilerine geldiklerinde korumaların başı olanın bir el işareti ile dört koruma bana yaklaşıp ikisi koluma girdiler, biri kelepçeleri bileklerime takarken diğeri anî bir hareketime karşı hazırda bekliyordu.

Bir telefon sesiyle başımı kaldırıp sesin geldiği tarafa baktım. Ses korumaların başından geliyordu. Cebindeki çalan telefonunu çıkarıp ekrandaki isme baktı boğazını temizleyip telefonu açtı ve kulağına dayadı. "Efendim Sema Hanım," dedi saygıyla, sarışın adamın kahverengi gözleri kısa bir süre bana baktı. "Evet, efendim. Bulduk kendisini," bulduk dediği kişi büyük ihtimale ben olmalıydım. "Tabii, hemen getiriyoruz." Telefonu kapatıp geri cebine koydu. Bana bakıp, "Uras Azer, Sema Hanım seni yanına çağırıyor." dedi tane tane. "Zorluk çıkarmazsan sevinirim." Son dediğini duymazlıktan gelip korumalardan izinsiz Sema'nın odasına gitmek için ilerledim. Korumalar ilk önce beni durdurmak için hamle yapacakları sırada korumaların başı olan sarışın adam ellini kaldırıp ellemeyin hareketi yaptı.

Zorluk çıkarmadan bileklerimde kelepçeler, arkamda korumalarla beraber Sema'nın odasına kadar gittim. Sema'nın odasının kapısının önünde durduğumuzda korumalar koluma girmek için bir adım attılar ama onlara izin vermeden odanın kapısını tık tıklatmadan açıp içeri girdim. İlk gördüğüm masanın başında ayakta duran Sema olmuştu. Ve ayakta duran iki koruma da Sema'nın yanı başında duruyorlardı.

Sema içeri girmemle birlikte yerinden sıçramış ve beni gördüğü gibi bir korumanın arkasına saklanmıştı. Onu önemsemeden deri koltuklardan birine oturdum. Ayaklarımı da diğer deri koltuğa koyup çapraz bağladım. Kollarımı ensemde birleştirip Sema'ya baktım. Sema şaşkın gözlerle bana bakarken ben boş gözlerle on bakıyordum. Bu kadar rahat olduğum için şaşkındı ama bence fazla abartıyordu.

Bir süre bana baktıktan sonra kendine gelip boğazını temizledi. Kollarını göğsünde birleştirip bana daha dikkatli bakmaya başladı. "Merhaba Uras, nasılsın?" Dedi samimi olmayan bir sesle. Kaşlarımı çatıp yüzümü buruşturup, "Sana ne!" dedim.

Sema'nın gözler yine şaşkınlıkla açılırken ben ona sabit bir şekilde bakamaya devam ediyordum. Cevabım ona şok etkisi yaratmış olmalı ki bir süre kendine gelemedi. Boğazını temizleyen kadına boş gözlerle baktım. Çabucak benimle ne konuşacaksa konuşsun ve odama gideyim istiyordum. Sema sonunda kendini toparlayıp tekrar konuşmaya başladı.

"E ben o zaman sözü fazla uzatmamayım." Derken kekeliyordu. Tekrar boğazını temizledi ve sanki bir şey isteyecekmiş gibi bana baktı. "Senden bir şey isteyeceğim Uras." Dedi tama da tahmin ettiğim gibi. Tek kelime etmeden onu dinlemeye devam ettim. "Hastanemize yeni gelen bir doktor var. İsmi Esil." Dedi. "Esil Baran. Hastaneye dün geldi ve kendi hastalarını seçti." Derin bir nefes aldı. "Ve o hastaların içerisinde sende varsın." Sıkıntıyla bir nefes verdi. "Esil Hanım seni de hastası olarak istiyor." Uzun bir süre sonra gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Çok şaşıran bir insan değilim ama bu cevap beni bayağı şaşırtmıştı. Hastanedeki doktorların hiçbiri beni hastası olarak istemezdi. İyileşeceğimi düşünmezlerdi veya korktukları için seçmezlerdi bilemiyorum ama istemezlerdi. Pek umurumda değil aslında tedavi görmek gibi bir isteğim yoktu. Ve tedavi olmak istemediğimi Sema biliyordu, o zaman neden bir doktorun beni seçmesine izin vermişti?

"Tedavi olmak istemediğimi biliyorsun." Diyerek söze girdim. "Neden beni seçmesine izin verdin?" Sema gerildi. Kızdığımı sanmış olacak ki korkuyla geriye bir adım atıp yutkundu.

"Ben izin vermedim. Hatta tedavi olmak istemediğini söyledim ama Esil Hanım ısrarla seni ve diğerlerini hastası olarak istedi." Kaşlarım havalandı. Beni hastası olarak istemişti. Hatta ısrarla istemişti.

"Senden isteğim onu korkutman," dedi Sema. "onu korkutursan seni hastası olarak istemez. Diğer hastalarla da konuştum ve onlarda doktor istemediklerini söylemelerini ve Esil Hanımın hastaları olmamak için onları korkutabileceklerini söyledim. Sende aynısını yaparak ondan kurtulabilirsin, zarar vermemek dışında onu korkutsan yeter." Konuşması bittiğinde benden cevap beklediğini göstererek başını salladı.

Onun dediklerini umursamadım. Oturduğum yerde dikleştim ve en ciddi ifademle Sema'ya baktım. "Neden onun hastaları olmamızı istemiyorsun?" Sema dondu. Bir süre bana boş boş baktı. "Onun zarar görmesini istemiyorum." Dedi kısık bir sesle. Yalan söylüyordu. Bunu yüzüne bakınca anlayabiliyordum. Ama neden yalan söylüyordu?

"Sence ben bu yalana inanır mıyım, Sema?" Dedi. Sema ilk önce gözlerini kaçırdı. Sonra yutkundu. Zorda kalmış gibiydi. Yine bana başka bir yalan söylemek için hazırlanırken ondan önce davranıp söz girdim. "Onu görmek istiyorum." Dedim yalan söylemesini görmezlikten gelerek. Sema şaşırdı. Başını iki ana sallayacağı sırada ayağa kalktım. "Dışarıda bekliyorum. Çabuk ol ve onu bana göster." Cevap vermesini beklemeden odadan çıktım.

Beni seçen kişiyi görmek istiyordum. Bunca yıldan sonra beni seçen bir kişi olmuştu, belki doktorum olmasını kabul etmiyor olabilirdim ama bir kere görmemde bir sakınca yoktu. Onu gördükten sonra bir ilk yapabilir ve Sema'nın sözünü dinleyerek onu korkutup kendimden uzaklaştırabilirdim. Sema odadan çıkıp bana bakmadan yürümeye başladı. Yanıma iki koruma gelip kollarıma girdiler ve onlarla beraber Sema'yı takip etmeye başladık.

Yaklaşıl beş dakika sonra şifre ile açılan bir kapının önünde durduk. Sema kapının şifresini girmesiyle kapı iki yandan açıldı. İlk Sema, sonrada iki koruma ile ben girdik. Oda en fazla üç kişilikti. Sema benden en uzak köşeye gitti. Onu umursamadan odanın içinde göz gezdirmeye başladım. Oda küçüktü burası sadece hastalara bakmak için yapılmış olmalıydı. Odada hiçbir eşya yoktu ya da varsa artık yoktu. "Esil Hanım şurada," Dedi Sema. Onun sesini duymamla birlikte odayı incelemeye bir son verip Sema'ya baktım. Parmağı ile gösterdiği yere baktığımda gördüklerim yüzünden kaşlarımı çattım.

Gösterdiği yerde arkası dönük bir adam ve kadın vardı. Ve onların karşısında da Aslı Yavuz. Bu kızı birkaç kere görmüş ve adını duymuştum ama pek önemsememiştim ve hâlâ önemsemiyordum. Arkası dönük olan adamı boş verip yanındaki kadına bakaya başladım. Arkası dönük olduğu için sadece saçlarını görebiliyordum. Sarı saçlarını tepeden bağlamıştı. Tek görebildiğim buydu. Daha dikkatli bakmaya çalıştığımda masada bir hareketlenme oldu. Gördüğüm kadarıyla Aslı denen kız masadaki bıçağı alacağı sırada sarı saçların sahibi ondan öne davranmıştı. Bıçağı almış Aslı'nın boğazına dayamıştı. Eğer ki o yapmasa Aslı aynısını ona yapacaktı.

Sarı saçların sahibi Aslı'nın boğazına dayadığı bıçağı daha da bastırdığını ve Aslı'nın sinirden kızardığını gördüm. Anladığım kadarıyla sarı saçların sahibi Aslı'yı fazlasıyla şaşırtmıştı.

"Onu gördüysen artık dediğimi yapacak mısın?" Dedi Sema. O masadan gözlerimi çekip Sema'ya baktım.

"Daha onu göremedim." Dedim sert ses tonumla. "Ve senin dediğini yapmak da nerden çıktı. Eğer ki ondan kurtulmak istersem kurtulurum." Dedim kabaca.

"Ona zarar vermek yok Uras." Dedi ciddiyetle. "Ona zarar vermeyeceksiniz. Ne sen ne de diğer hastalar, ben sadece onu korkutmanıza izin veriyorum zarar vermenize değil." Ona bir cevap vermeden tekrar önüme döndüm. Aslı'nın masasının boş olduğunu gördüğümde yemekhanenin içerisi de gözlerimi gezdirdim. Ve biraz ilerde sarı saçların sahibini gördüm. Başka bir masanın en arka köşesinde biri ile konuşuyordu. Kim olduğunu göremiyordum.

Bir süre o konuştular ama sonra oturan kişi ayağa kalktı ve onun kim olduğunu görmemi sağladı. Oturan kişi Yaman'dı. Onu da az çok tanıyordum. Yaman ayağa kalkıp gitmek için sarı saçların sahibin yanından geçeceği sırada sarı saçların sahibi onunun geçmesine izin vermeyerek önüne geçti. Yaman kaşlarını çattı ve sarı saçların sahibine çatık kaşlarla baktı. Ne oldu tama olarak bilmiyorum ama bir süre daha konuştuklarında Yaman tekrar sinirle geçmeye çalıştı ama bu sefer sarı saçların sahibinin yandaki iri adam onun geçmesini engelledi. Sarı saçların sahibinin söylediği bir cümle ile Yaman delirip yumruğunu havaya kaldırdı. Kıza vuracağı sırada yanındaki adam Yaman'ın yumruğunu tutup kendi yumruğunu onun yüzüne geçirdi.

"Salih çabuk, Esil Hanımın yanına korumaları gönder!" Dedi yanımda benimle beraber kargaşayı izleyen Sema, Salih denen adama telefon etmiş ve korumaların gönderilmesini emretmişti.

Esil.

Doğru ya, sarı saçların sahibinin ismi Esildi. Esil Barandı.

Korumalar Yaman'ın kolundan tutu ve onu geriye doğru çektiler. İri adamın arkasında olan Esil kendini göstererek bir adım öne çıktı. Yüzünü daha net gördüğümde kaşlarım havaya kalktı. Bu kadın dün gördüğüm kadındı. Sarı saçları, parıltılı yeşil gözlerin sahibinin ismi Esildi ve bu kadın benim doktorum olmak istiyordu. Esil korumalara bakarak birkaç bir şey söylemesi ile Yaman iyice delirdi. Ama Esil geri adım atmadan ona baktı. Cesur bir doktora benziyordu. Esil Baran doktorum olmak isteyerek cesaretini bence yeterince kanıtlamıştı.

Bence artık doktorumla tanışma vaktim gelmişti.

Sema'ya bakmadan odanın kapısına şifreyi girdim. Sema bu yaptığıma şaşkınlıkla bakarken ben çoktan odadan çıkmış ve koridorda yürümeye başlamıştım. Korumalar arkamdan geliyordu bunu adım seslerinden anlayabiliyordum ama aldırış etmedim. Yavaş adımlarla yemekhanenin olduğu kata inmeye başladım.

*

 

Yaklaşık beş dakika içerisinde yemekhanenin kapısının önündeydim. Kelepçeli ellerimle yemekhanenin kapısını açıp içeri doğru bir adım attım. Yemekhanenin içerisine girip gelişi güzel bir şekilde baktım. Bakışlarım önüme döndüğünde gördüğüm yüz ile bir süre donup kaldım.


Sarı saçları, minik burnu, burnunun üzerindeki çilleri, parıltılı yeşil gözleri ve ince dudakları ile karşımda duran kişi doktorum Esil Barandı. Yakından daha da güzel olan parıltılı gözleri ağlayacakmış gibi bakıyordu. Dudaklarını birbirine bastırmış ve çenesini kasıyordu. Onu baştan aşağı süzdüm. Her zerresinde gözlerim uzun süre gezindi ama gözlerini sona sakladım. Bakışlarım gözlerinde durduğunda ise bir süre donup kaldım. Parıltılı gözleri, boş bakan gözlerime öyle bir dikkatle bakıyordu ki kısa bir süre şaşırdım.

Kimsenin bakamadığı gözlerime o bakıyordu. Hem de diğerlerinin aksine korkuyla değil parıltıyla bakıyordu.

Şaşırdım ama belli etmedim. O bana bakmaya devam ederken ben birkaç adımda onun karşısında durmuş ve boylarımızın eşitlenmesi için üzerine eğilmiştim. Parıltılı gözlerindeki ışık sönmedi. Korkmadı ve geri çekilmedi. Parıltılı gözlerini gözlerimden ayırmadan bakmaya devam etti. Neden geri çekilmiyordu? Neden benden korkmuyordu?

Gözlerinin içine bakarak, "Doktorum Esil Baran." Dedim düz ses tonumla. "Bende seninle tanışmak istiyordum. Hastaneye hoş geldin." Gözlerinde ilk defa parıltı dışında başka bir ifade geçti. Şaşkınlık. Neden şaşırdı bilmiyorum ama bunu hemen gizledi. Gözlerimin içine daha da derin bakmaya başladı. Yüzüne samimi bir gülümseme yerleştirip elini uzattı. Kan dolu elini.

"Merhaba Uras Azer. Tanıştığımıza memnun oldum." Dedi naif sesiyle. Bu da onun son sözleri oldu. Gülümseyen yüzü soldu. Gözleri kapandı. Küçük bedeni yere yığılacağı anda daha önceden açtığım kelepçelerden kurtulup kolumu beline doladım. Diğer kolumu da bacaklarından geçirip onu kucağıma aldım. Başı göğsümün üzerine düşünce kısa bir süre yüzüne baktım. Sonra ise kan dolu eline değdi bakışlarım. Elinin tamamı kırmızı lekeye bulanmıştı. Elindeki kesik derindi. Hem de çok derindi. Doktor kan kaybından bayılmış olmalıydı.

Kucağımdaki küçük bedene baktım. Beyaz yüzü sanki daha fazla beyazlaşabilirmiş gibi daha da solmuştu. Aralık dudaklarından kaçan sıcak nefesi yüzüme değiyordu. Yüzüne daha dikkatli bakarak, "Demek benim doktorum olmak istiyorsun," diye yüzüne fısıldadım. "O zaman daha dayanıklı olman gerekiyor doktor." O görmese de kaşlarımla kesik elini gösterdim. "Bu yara daha hiçbir şey, daha çok yaralanacaksın."

^^^


Esil Baran

Bu dünyaya geldim geleli binlerce göz rengi görmüştüm. Her renkten gözlerin içine bakmıştım ve hiçbiri beni etkisi altına almayı becerememişti. Ama bugün gördüğüm o siyah hareler beni öyle etkisi altına almıştı ki hâlâ etkisinden çıkamamıştım. Boş bakan gözler nasıl bir insanı böyle etkisi altına alabilirdi ki?

Onunla konuşmak istemiştim. Zor da olsa gözlerinin etkisinden çıkmış ve konuşmak için ilk cümlemi kurmuştum bile ama ilk cümlem son olmuştu. Sonrası karanlıktı. Başım dönmeye başlamış ve gözlerim kapanmıştı. Son hatırladığım yere yığılmak üzere olduğumdu. Sonrası yoktu. Kendimden geçmiştim. Ama bir şeyi çok net hatırlıyordum. O beni tutmuştu. Güçlü kollarının birini belime dolamış diğerini de bacaklarımdan geçirerek beni kucağına almıştı. Yere yığılmama engel olmuştu. Sonrasında ne olmuştu bilmiyordum.

Yerimde kıpırdanmaya başladım. Kolumda ve elimde bir acı vardı. Kapalı olan gözlerimi araladım ve gözlerimi yakan beyaz ışıkla karşılaştım. Gözlerim yansa da umursamadan açmaya çalıştım. İlk önce bulanık gören gözlerim sonradan netleşti ve bu sayede etrafımı daha net görebildim. Yattığım yerde hafiften doğrularak etrafıma baktım. İlk gördüğüm kolumdaki serum ve elimdeki sargıydı. Doğru ya elim kesilmişti. Bakışlarım elimden ayırıp odanın içerisine baktım.

Beyaz bir sedyenin üzerindeydim. Tepemde bir serum yoktu, kan torbası vardı. Fazla kan kaybetmiş olmalıydım ki bunu takmışlardı. Ama ben bu haldeysem Yağmur nasıldı? Onunda eli kesilmişti. O nasıldı? Cem onun arkasından gitmişti eğer ki ona bir şey olduysa Cem onunla ilgilenirdi. Yani öyle ummaktan başka seçeneğim yoktu. Başımın dönmesini umursamadan yatakta doğrulabileceğim kadar doğruldum. Kan torbası bitmek üzereydi o bittikten sonra Cem'i bulmalıydım. Sonra ise Yağmur'u bulmalı ve nasıl olduğuna bakmalıydım.

Gözlerimi ovuşturdum. Ne zamandır uykudaydım acaba? Ve ayrıca beni buraya kim getirmişti? Uras'ın getirmesine imkan bile vermiyordum. Ne o beni taşımak isterdi ne de korumalar buna izin verirdi. Hoş o beni neden tutmuştu acaba? Refleksten olabilirdi. Başımı iki yana sallayıp bu düşünceleri sonraya bıraktım. Kim getirdiyse getirmişti işte neden kurcalıyordum ki?

Kan torbası bitmişti. Artık çıkabilirdim. İğneyi yavaş bir şekilde kolumdan çıkardım pamuk olmadığı için koluma parmağımı bastırdım. Birkaç saniye derin nefesler aldıktan sonra yataktan kalkıp odanın kapısına ilerledim. Kapıyı açıp odadan çıktım. Başımın dönmesi devam ettiği için yavaş adımlarla koridorda yürümeye başladım. Tekrar bayılmak istemiyordum.

"Tekrar bayılmak için mi yataktan kalktın, doktor?" Duyduğum sesle birlikte yürümeyi bıraktım. Bu o muydu? Yoksa ben garipten sesler mi duyuyordum? "Ben bir torba kanı sen tekrar bayıl diye mi verdim?" Dedi bu seferde. Bu gerçekten oydu. Sesin geldiği yere yani arkama döndüm.

Bana doğru gelen adamı gördüğüm an nefesimi tutum.

Evet bu gerçekten oydu.

Uras Azer bana doğru geliyordu.

Bölüm Sonu

 

Buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ederim.

 

Loading...
0%