Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. Bölüm: Zebani

@leyan_626

Yeni bölüm karşınızda!

 

İyi okumalar

 

***


Kalbim hızlandı. Onu ne zaman görsem kalbim hızlanıyordu ve ben bu hisse adını vermiyordum. Tek bildiğim bu adamı görünce kalbimin dört nala koşuyor gibi atmasıydı. Onu tam anlamıyla tanımamama rağmen böyle atması normal değildi bunun farkındaydım ama kalbime söz geçiremiyordum.

Uras tam karşımda durduğunda kafamı kaldırmak zorunda kalmıştım. Benden epey uzundu ve bu yüzden her seferinde başımı kaldırmam gerekiyordu. Onunla sadece bir kere karşı karşıya durmama rağmen boynum ağrıyordu başımı yukarı kaldırmamdan dolayı. Bana göre ona yakından bakmak uzaktan bakmaktan daha güzeldi. Yankından baktığımda gördüğüm yüz daha da yakışıklı oluyordu. Siyah saçları onu her gördüğümde dağınık olduğu gibi şimdi de dağınıktı, ama bu ona yakışıyordu. Siyah kömürü andıran hareleri korkutucu gelebilirdi başka insanlara ama bana göre mükemmeldi. Keskin ve kemikli yüz hatları ise ona bayağı yakışıyordu ve onu aşırı karizmatik gösteriyordu. Kısa geçmek gerekirse bu adam mükemmel bir yüze sahipti, bu öngörülemez bir gerçekti.

Uras'ın bakışlarına yine bir boşluk görmek beni ne kadar da hüsrana uğratsa da gülümsemeye çalıştım. Bugün içerisinde ayağıma gelen tek hastam oydu.

"Merhaba Uras Azer, seni- ağ!" Ağzımdan kaçan gür çığlığın sebebi Uras'ın bir anda eğilip beni omzuna atmasından dolayıydı. Bir anda dünyam ters dönmüştü ve ben şuanda her yeri ters görüyordum. Tabi gördüğüm tek şey Uras'ın kaslı sırtıydı ama bu konuya değinmek istemiyordum. Baş aşağı Uras'ın omzunda sallanırken o hiçbir şey olmamış gibi yürümeye başlamıştı. Ben omzunda bir o yana bir bu yana sallanırken Uras nereye gidiyordu?

"Sana da merhaba doktor," diye mırıldandı. "Sana verdiğim kanı ayakta durarak kullanmaman lazım." Derken bir kapının açılma sesi geliyordu. Kapıdan içeri benimle berber girip ayağıyla geri kapattı, bir iki adım daha atıp durduğunda ne yapacağını beklemeye başladım. Bir anda ne olduğunu anlamadan beni omzundan indirip yumuşak bir yere oturttuğunda şaşkın şaşkın ona bakıyordum. Beni daha yeni uyandığım odaya getirmiş ve sedyenin üzerine oturtmuştu. Saçlarım yüzümü kapattığı için önümü göremesem bile onun boş bakan siyah gözlerini görebiliyordum.

"Bana söyleseydin ben de buraya geri dönebilirdim," diye mırıldandım. "İlla beni omzun atmana gerek yoktu." Saçlarımı yüzümden çekeceğim esnada benden önce davranıp saçlarımı geri yittiğinde kocaman gözlerle ona bakıyordum.

"Bayılma ihtimalin vardı ve yere düşüp kafanı vurabilirdin." Dedi yumuşak çıkarmaya çalıştığı sesiyle. Şaşkındım. Ondan böyle bir cümle beklemiyordum. Daha çok canım istedi ve yaptım, gibi bir cevap beklerken bunu söylemesi beni şaşırtmıştı. Sema Hanımın dediğinin aksine çok da korkutucu biri gibi gözükmüyordu. Gülümsedim.

"Teşekkür ederim o zaman," diye mırıldandım. Uras kaşlarını çattı. Başını omzuna yatırdı.

"Ne için?"

"Düşmeme izin vermediğin için." Benim yüzümde gülümseme yerini korurken onun da dudağının kenarı hafiften yukarı doğru kıvrıldı.

"Ne demek," dedi hafif çatalı bir sesle. "Doktorumun canı yansın istemem." Gülümsemem daha da genişledi. Sargılı elimi havaya kaldırıp ona gösterdim.

"Doktorunun canı bugün biraz yandı." Dedim dudaklarımı büzerek. Uras bir elime bir yüzüme baktığında sakin ifadesi değişmeye başlamıştı.

"Bunu yapanı öldürmemi ister misin?" Dedi. Ürperdim ama belli etmedim. İfademi bozmamaya çalışarak kafamı iki yana salladım. Kimseye zarar vermesine izin vermezdim ama bunu benim yüzümden yaparsa kendimi asla affetmezdim.

"Kimseye zarar veremezsin." Derin bir nefes aldım. "Bu doğru değil." Uras alaylı bir ifadeye kuşandı. Kollarını sedyenin iki yanına koyup beni kapana kıstırdı. Kaşlarını havaya kaldırıp sadistçe gülümsedi.

"Emin misin?" Diye sorup sıcak nefesini yüzüme üfledi. "Sence kimseye zarar veremez miyim?" Başını omzuna yatırdı. "Mesela istesem seni burada öldüremez miyim?" Yutkundum.

"Öldürebilirsin." Dedim. "Hatta bana istediğin her şeyi yapabilirsin." Kaşlarımı havaya kaldırıp, gülümsemeye çalıştım. "Ama yapmıyorsun. Peki neden? Neden bana zarar vermiyorsun?" Sorduğum soru karşılığında kaşlarını çatıp düşünmeye başladı. Tam tamına beş dakika bu pozisyonda onun vereceği cevabı bekledim. Beş dakikanın sonunda ise siyah harelerini yeşillerimle buluşturup bana belirsizlikle baktı.

"Bilmiyorum." Dedi adeta fısıldayarak. "Sana zarar vermek istemiyorum ve bunun sebebini bilmiyorum, doktor." Bana biraz daha yaklaştı. "Biliyor musun ben senin zarar görmeni de istemiyorum, ve tam şuanda elinde olan kesiğin kimin yaptığını öğrenmek ve cezasını vermek istiyorum." Bu net cevabı beni şaşırttı ama bunu göstermemeye çalıştım. Verdiği cevap kalbimi hızlandırmasına göz yumarak gülümsedim ve bende aynı onun gibi başımı omzuma yatırdım.

"Burada beni düşünen bir hastam var sanırım?" Gözlerimin içine baktı ve kalbimi son hız attıracak o cümleyi kurdu.

"Burada seni düşünen bir hastan var, doktor."

Duyduğum bu cümle beni şoka sokarken cevap vermeme izin verilmeden bir kapı açıldı ve bir kadın çığlığı ortalığı inletti. Üzerimdeki şaşkınlığı bir kenara itip Uras'ın arkasında çığlık atan hemşireye baktığımda Uras hâlâ bana bakıyordu. Bu beni rahatsız etmiyordu ama dışarıdan bakan bir kişiye garip gelecek bir pozisyondaydık. Bu yüzden Uras'ın beni sıkıştırdığı yerden kolunun altından geçerek kurtulduğumda hemşirenin yanına doğru adımlamaya başladım. Ama esmer hemşire bir bana bir arkama baktığında daha kuvvetli bir çığlık koyuverdi. Sanırım arkamda olan Uras'ı görmüştü.

"Salih abi! Uras Azer burada! Çabuk gelin!" Diye bağıran hemşireye susmasını göstersem de beni umursamadan çığlık atmaya devam ettiğinde yapacak hiçbir şeyim yoktu. Saniyeler içerisinde küçük odanın içine silahlı adamlar doluşmaya başladığında korkuyla geriye bir adım attım ama sırtım bir göğüs kafesine yapıştığında başımı kaldırmak zorunda kaldım. Gördüğüm yüz tabii ki de Uras Azer'e aitti. Benim aksime o silahlı adamlara korkmadan bakıyordu, hatta bakışlarında bıkkınlık vardı.

"Esil Hanım hemen buraya gelin!" Diyen bir erkek sesiyle beraber bakışlarımı Uras'tan çevirip bana seslenen adama baktığımda bu adamın Yaman'ı götüren adamlardan biri olduğunu hatırladım. Bana korkuyla bakan adama baktığımda arkasındaki diğer adamlar silahlarını çekmiş arkamdaki Uras'a doğrultuyorlardı. Bu da neydi? Bir hastaya silah doğrultmak yasal mıydı?

"Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" Diye çıkıştım. Kaşlarımı çatıp Salih denen adama baktığımda ellerimle silahlı adamları gösteriyordum. "Söyle onlara indirsinler silahlarını!" Dedim adeta bağırarak. Salih denen adam kaşlarını çatıp bana şaşkınlıkla baktı.

"Esil Hanım arkanızdaki adam tehlikeli onun olduğu yerde silahlarımızı indiremeyiz." Arkamdan alaycı bir gülme sesi geldi.

"Neden öyle diyorsun Salih ben bir karıncayı bile incitmem." Diye mırıldanan Uras'ın karnına dirseğimi geçirdim. Tabii bu tepkimi beklemiyor olacak ki bir kere daha güldü ve, "Pardon doktor." Dedi. Onu umursamadan tekrar Salih'e baktım.

"O benim hastam sıkıntı yok indirin silahlarınızı." Salih dediklerimi umursamadan başını iki yana salladı.

"Onu sizin yanınızda oluğu için silahlarımızı kaldırmadık Esil Hanım," sesi git gide sinirli mi oluyordu? "Silahlarımızı kaldırdık çünkü bugün tam altı korumamın canını aldı ve bu yüzden bizimle gelmesi gerekiyor." Ne?! Altı adamın canını mı almıştı?! Şaşkınlıkla Uras'a baktığımda onun hiçbir şey umurunda değilmiş gibi bana baktığını görmek beni hüsrana uğratmıştı. "Gerçekten yaptın mı?" Diye sordum. Sıkıntılı bir nefes verip başını salladı. Sıkıntıyla nefesini vermesi pişman olduğu için değildi bunu görebiliyordum. Peki pişman olmadığı halde neden sıkıntılı bir nefes vermişti?

"Esil Hanım onu almamız lazım," diye söze başlayan Salih'e döndü başım. "Sema Hanımın kesin emri var onu almamız lazım." Arkasındaki adamlardan birkaçı öne adım attıklarında elimi havaya kaldırıp durmalarını gösterdim.

"Durun orada!" Diye bağırdım. "Uras Azer benim sorumluluğumda ve onu benden izinsiz hiçbir yere götüremezsiniz!"

"Ama Esil Hanım,"

"Aması falan yok!" Dedim daha sert bir ses tonuyla. "O benim sorumluluğumda ve benim gözetimim altında onu hiçbir yere götüremezsiniz! Şimdi çıkın dışarı!" Korumalar bu tepkime şaşkınlıklarından hareket bile edemezken ben bir kez daha elimle kapıyı gösterip, "Çıkın dışarı, dedim!" Diye bağırdığımda şaşkınlıklarını bir kenara itip sözümü dinleyerek dışarı çıktılar. Şimdi yine odanın içerisinde Uras ve ben baş başa kalmıştık.

Yönümü tekrar Uras'a döndüm ve onunla burun buruna geldim. O kadar yakınımdaydı ki nerdeyse kalp atışlarını bile duyabilecek durumdaydım. Ona bakarak için başımı hafif yukarı kaldırdığımda şaşkın bakan siyah hareleriyle karşılaşmak beklemediğim bir durumdu. Onun bakışlarında boşluk dışında bir ifade görmek beni de şaşırtmıştı. Yine de bu şaşkınlığı bir kenara itip aramızda birkaç adımlık bir mesafe açtım. Tekrar ona bakmak yerine yere bakarak, "İstiyorsan gidebilirsin seni burada zorla tutmam." Dedim.

"Nasıl?" Diye soran şaşkın sesini duymamla başımı kaldırıp aşkın bakan gözlerinin içine baktım. Neden şaşırmıştı?

"İstiyorsan gidebilirsin,"

"Bana o korumaları neden öldürdüğümü soramayacak mısın?" Dedi sözümü bölerek. Onun sorusuna başımı iki yana sallayarak cevap verdiğimde kaşlarını çattı.

"Peki neden?"

"Çünkü şuanda ölen kişiler ilgi alanımda değil."

"Peki ilgi alanın neyde?"

"Sende,"

Dürüst davranmaya karar verdim. "Benim ilgi alanım hasta oldukları için yanlış kararlar vererek yanlış davranışlar sergileyen hastalarımda ve sende benim hastalarımdan birisin Uras Azer. O yüzden ilgi alanım ölenlerde değil sende," dedim. Kollarımı göğsümde birleştirip tüm yükümü bir ayağıma verdim. Onu baştan aşağı süzüp dudaklarımı büktüm. Onun boş bakan siyah harelerine gülümseyerek bakmaya başladığımda bir kere daha şaşkınlığa uğradı.

"Bu konuları konuşmak yerine biraz yürümeye ne dersin?" Diye sordum. "Bu odanın içerisi boğucu olmaya başladı. Bence biraz yürümekten bir şeycik olmaz."

Bana baktı. Yine aynı boş bakışlarıyla baktı uzun bir süre, ne düşünüyordu bilmiyordum ama büyük ihtimalle benimde hasta olup olmadığımı düşünüyor olmalıydı.

"Madem doktorum yürümek istiyor," diye mırıldanıp ellerini ceplerine koydu ve yürümeye başladı. Tam yanımdan geçip kapıyı açarken de, "Bizde yürürüz." Dedi. Kapıyı açıp dışarı çıktı ben ise aptal kalbim ile tek başımıza kaldık. Yüzümde oluşan gülümsemenin sebebini bilmiyordum veya kalbimin neden bu kadar hızlı attığını, tek bildiğim Uraz Azer benimle yürümeyi kabul etmesiydi. Ve ben biraz daha burada aptal aptal tek başıma durursam beni gerçekten hasta sanacak ve kaçacaktı.

Hızlıca yüzümdeki bu geniş gülümsemeyi silip ciddileştim. Arkamı dönüp kapıyla karşı karşı karşıya kalıp birkaç kez derin nefes alıp kapı kuluna bastırarak kapıyı açıp kendimi dışarı attım. Dışarı çıktığımda Uras'ı yavaş adımlarla yürürken görmek beni gülümsetti. Doğrusunu söylemek gerekirse birkaç saniyede beni ekip kaçacağını düşünmüştüm. Hızlı adımlarla ona yetişip tam yanında yürümeye başladım. Yan yana deve ve cüce gibi duruyorduk. Acaba ben mi çok kısaydım yoksa o mu çok uzundu?

"En sevdiğin renk ne?" Diye sordum. Normal bir sohbet açmanın en kolay yolu bence birine en sevdiği rengi sormaktır. Uras bana göz ucuyla kaşları çatık bir şekilde baktı.

"Gerçekten benimle en sevdiğim renk hakkında mı konuşacaksın?" Dedi.

"Evet." Dedim bende karşılık olarak. "Hastalarımla en sevdiği renk hakkında konuşmak hoşuma gider. Hadi söylesene en sevdiğin renk ne?"

Bir süre bana boş bir şekilde baktı sanırım ciddi olup olmadığımı anlamak istiyordu. Ne kadar ciddi olduğumu anladığı anda bir süre önüne dönüp düşündü. Saniyeler sonra ise bana bakarak, "Yeşil." Dedi. "Yeşil rengini seviyorum."

"Aaa o zaman benim gözlerimi seversin." Diye şakıdım. Neden heyecanlandım bilmiyorum ama çok heyecanlanmıştım. Hatta o kadar heyecanlanmıştım ki düz değil de geri geri yürümeye başlamıştım. "Benim gözlerim çok yeşil. Hem parlıyor da neden bilmiyorum ama benim gözlerim hep parlar, bu da gözlerimi çok yeşil yapıyor." Durdum. Onun boş bakan gözlerinden gözlerimi ayırmadan, "Gözlerimi sevdin mi?" Diye çocukça bir soru sordum.

Uras da aynı benim gibi durdu ve gözlerimin en derinine baktı. Boş bakan gözlerinde bir değişim olmasa da dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı. Başını omzuna düşürüp, "Sevdim," dedi adeta bir fısıltıyla. "Sevdim gözlerini."

Yüzümdeki gülümseme biraz daha genişledi. Kalbimde çiçekler açmaya başladığını hissettim. Midemde ise sanki kelebekler varmış gibiydi. İfademi bozmadan tekrar Uras'ın yanında yürümeye başladım.

"Bende senin gözlerini sevdim." Diye mırıldandım. "Biraz boş bakıyorlar ama bence senin gözlerin de çok güzel." Uras'a baktım tekrardan. "Bir kere aynı siyah şeker toplarına benziyorlar senin gözlerine bakınca aklıma hep o şeker topları geliyor ve karnım gurulduyor." Kendi kendime güldüğüm sırada bir gülme sesi daha duydum ve bu ses tabii ki Uras'tan gelmişti.

"Madem karnını guruldatıyor gözlerim sen neden ısrarla bakıp duruyorsun?" Dedi yumuşak bir sesle. Bana bakarak kurduğu bu sorunun cevabı en başından beri belliydi.

"Sevdim çünkü,"

"Neyi?"

"Gözlerini."

Utanarak kurduğum bu cümle Uras'ı şaşırtmıştı. Aslına bakarsan ben bile kurduğum cümleye şaşırmıştım. Bugün fazla dürüsttüm. Uras'ın bana bakan şaşkın siyah hareleri ne kadar komik gelse de bunu umursamadan başka bir konu açmak için ağzımı açtım. Çok utanmıştım ve acilen başka bir konu açıp bu konuşmayı unutmalıydım.

"Benim en sevdiğim renkte mavi bu arada," dedim ama bunun onun umurunda olmayacağını düşünüp başka konu açmak için konuşmaya başlayacağım sırada Uras benden önce davranıp konuşmaya başladı.

"Mavi sana yakışır. Gözlerinin parlaklığını ortaya çıkarır." Dedi ama sanki kendi kendine konuşuyormuş gibiydi.

"Teşekkür ederim. Yani bu bil iltifatsa,"

"Hayır bu bir iltifat değil bu bir gerçek." Durdu. Onun durmasıyla ben de durdum. Bana döndü, bende ona döndüm. "Güzel hatta çok güzel bir kadınsın, gözlerin ise güzelliğini daha da attırıyor saçlarını zaten diyecek lafım yok. Bu güzelliğin mavi bir elbiseni içerisinde olması ise seni bir sanat eserine çevirir. Ki sen zaten baştan aşağı bir sanat eseri gibisin."

Diyecek tüm kelimeler uçup gitti geriye ise gümbür gümbür atan bir kalp ve şaşkın bakan gözler kaldı. Kurduğu cümlenin etkisinden çıkmak zordu. Hem de çok zordu. Onun siyah gözlerine bakakaldım, hatta vücudumdaki tüm hücreler dona kaldı ve ben onun gözlerine bakakaldım. O ise sıradan bir cümle kurmuş gibi bana bakıyordu. İltifat ettiğini hâlâ anlayamamıştı sanırım. Uras'ın göz bebekleri şaşkınlıkla büyüdü ve derin bir nefes aldı ama geri vermedi. Sanırım artık anlamıştı.

"Siktir ne dedim lan ben!" Dedi aniden ve bu da beni ona bakan gözlerimin ayrılmasına neden olmuştu. Sonunda ondan gözlerimi ayırabilmiştim. Ne yapacağımı ya da ne diyeceğimi bilmediğim için gitmeye karar verdim. Ama kaçarak gitmemek ve onu incitmemek için birkaç cümle kurmam gerektiğini biliyordum.

"E şey benim şimdi gitmem gerek hastalara ilgili birkaç araştırma yapmam gerekiyor." Diye mırıldandım ama gözlerimi yerden ayıramıyordum. "Akşam tüm hastalarla bir masada toplan lütfen yani lütfen." Onu bırakıp odama doğru adımlamaya başladım ama daha sora Uras'a kimlerle bir masada toplanacağını söylemediğimi fark edip ona döndüm ama bakışlarım hâlâ yerden ayıramıyordum.

"Bulacağın kişiler Aslı, Yaman ve Yağmur ya da Damla," Deyip tekrar önüme döndüm. Ama sonra tekrar arkamı dönüp son cümlemi söyledim. "Ve lütfen onlarla bir masada otur. Yani lütfen bunu yap olur mu? Bence olur. Yani... görüşürüz. Pardon yarın görüşürüz." Dedikten donra tekrar ve tekrar önüme dönüp odama yürümeye başladım. Bugün yeterince olay yaşamıştım bence!

***


Saatler Sonra

Saatlerdir odamın içerisinde bir o yana bir bu yana dönüp duruyordum ve bu yüzden artık başım dönmeye başlamıştı. Ne olduğunu bilmiyordum ama saatlerdir Uras'tan başka hiçbir şey düşünemiyordum. Bana kurduğu cümlelerin her biri aklımda dolanıp duruyordu ve kalbim gümbür gümbür atıyordu. Ne oluyordu bana? Bir saat. Sadece bir saat onunla beraber baş başa bakmıştık ve o bir saatte ne olduysa benim kalbim şuanda yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Bana olanlar normal miydi? Ve Uras'ta benimle aynı durumda mıydı?

Hayır bana olanlar normal değildi. Aptal bir insan değildim bana olanları anlayabiliyordum ama ihtimal veremiyordum. Ondan etkilenmiştim. Uras Azer'den etkilenmiştim ve bunun farkındaydım. Lakin bu durum yanlıştı. Ben bir doktordum ve hastalarımdan etkilenemezdim.

Peki o da benden etkilenmiş miydi?

Gözlerimi sevdiğini söylemişti, mavinin bana ne kadar çok yakışacağından söz etmişti, acaba o da benden etkilenmiş olabilir miydi?

Kafamı iki yana sallayıp bu düşüncelerden kurtulmaya çalıştım. Bunları düşünmem yanlıştı. Benim hastalarımdan etkilenmem yanlıştı. Evet, evet yanlıştı. Yanlış mıydı?

Düşünmeyi bir kenara bırakıp masanın üzerindeki telefonumu alıp saate baktım. Saat 20:00'dı. Çoktan yemek saati gelmişti hatta geçiyordu bile. Aşağı inmeli ve hastalarımı bir masada toplayıp onlarla daha fazla vakit geçirmeliydim. Yarın Aslı'nın terapi günüydü ve ben onunla bugün pek konuşamamıştım. Belki aynı masaya oturmaya ikna edebilirsem hem onunla hem de diğerleriyle istediğim kadar konuşabilir ve bilgi toplayabilirdim. Umarım başka bir yerim daha kesilmezdi. Elimin içi yeterince açıyordu başka bir yerimin ağrısıyla daha uğraşamazdım. Cemoli de hangi cehenneme gittiyse şu vakit olmuş ama hâlâ gelememişti. Sözde yanımdan ayrılmayacak! Şikayet edeyim de görsün o dev!

Telefonumu elime alıp son kez aynadan üstümü düzelttikten sonra odamdan çıkıp yemekhaneye inmek için asansöre bindim. Asansörün içerisinde beklemeye başlarken elimdeki telefonumun titremesiyle beraber dikkatim dağıldı. Telefonu kaldırıp gelen bildirime baktığımda tanımadığım bir numaranın bana mesaj attığını gördüm. Numaranın üzerine basıp gelen mesaja baktığımda ise dona kaldım.

05*********

Cehenneme hoş geldin doktor, Esil Baran. Kısa sürede görüşmek dileğiyle.

Not: Zebani

Yutkundum. Okuduğum mesajın bana verdiği kötü enerji donakalmama neden olurken bir taraftan da korkudan gözlerim dolmuştu. Bu mesajda neyin nesiydi? Zebani mi? O da kimdi? Cehenneme hoş geldin, mi? Nasıl? Bu nasıl mümkün olabilirdi? Bu tesadüf olamazdı? Değil mi?

Asansörün durmasıyla irkildim. Ani durma bana ufak çaplı bir korku yaşatsa da daha fazla yalnız kalmamak için asansörden çıkıp yemekhanenin kapısına doğru yürümeye başladım. Etrafıma baka baka yemekhanenin kapısının önüne kadar geldim ve kapıyı açıp kendimi yemekhaneye soktum. Benim yemekhaneye girmemle bir şimşeğin çakması da bir olmuştu ve bu benim tavan olan korkumu daha da fazla arttırmıştı.

Korkumu bir kenara itip etraf baktığımda bir masada gözüm takılı kaldı. Yemekhanenin orta masalarından birinde Aslı, Yağmur, Yaman, Cem ve Uras oturuyordu. Şaşkınlıkla gözlerim açıldığında şuanda bir aptala benzediğimi biliyordum. Uras gerçekten dediğimi yapmış mıydı yoksa Cem mi onları bir masada toplamıştı? Ah! Tabii ki Uras yapmıştı ben Cem'i saatler sonra ilk kez görüyordum. Uras dediğimi yapmış ve hepsini bir masada toplamıştı.

Yüzümde bir gülümseme oluşurken kendime engel olamamıştım. Dediğimi yapması hoşuma gitmişti. Diğerlerinin aksine o beni doktoru olarak istiyordu. Bu da beni mutlu ediyordu. Daha fazla kapının önünde durmaktan vazgeçip onların olduğu yere doğru adımlamaya başladım. Masanın tak karşısında duruğumda ise ilk göz göze geldiğim kişi tabii ki de Uras Azer'di. Onun gözlerinin tam içerisine bakıp "Teşekkür ederim." Dediğimse başını salladı. Ona bakmaya bir son verip masadaki herkese baktığımda hepsinin yani Cem hariç hepsinin bu masaya zorla oturtulduğu belli oluyordu. Gülümsedim. Sana ki dakikalar önce tanımadığım bir numaradan garip bir mesaj almış gibi gülümseyip kollarımı göğsümde birleştirdim.

"Herkese tekrar merhaba," dedim gülümsemeye devam ederek. "Evet güzel hastalarım bugün ne yemek yiyoruz?" Diye sorup bende masada Cem'in yanına oturdum. Uras ve Cem hariç diğerleri bana öldürücü bakışlar atarken ben gülümseyerek masaya kollarımı koydum.

Bugün daha bitmemişti ve ben hiçbiri ile kendimi tatmin edecek kadar konuşmamıştım. Bugünün devamı çok aksiyonlu olacaktı. Çünkü Yağmur, Aslı ve Yaman üçlüsü beni öldürecek gibiydi.

Neyse inşallah bugün ölmem.

***

 

Bölüm Sonu

 

Loading...
0%