Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm: Gelmedin

@leyan_626

Konuşma.

Bağırma.

Kıs sesini, anlamasın kimse acı çektiğini,

Duymasın hiç kimse haykırışlarını.

Kıs sesini duymasınlar.

***

Hayat zorluklardan ibaretti. Yaşamak cesaret isterdi. Bu zamanda yaşamak ve hayatta kalmak için hem cesur olman, hem de zorlukların üzerinden gelebilmen gerekirdi. Ve bende bu iki maddeyi yerine getirerek hayatta kalmaya çalışanlardan biriydim. Zorluklara kafa tutan ve her zaman cesur olan bir kişiliğimin olması beni bu hayatta ayakları üzerinde durabilen bir kadın yapıyordu. Bu durumdan memnundum. Kendi ayaklarımın üzerinde durmayı seviyordum ama bazı zamanlarda yıkılmak istediğim oluyordu. Mesela şuan yıkılabilirdim. Dik kafamı eğip boğazıma dolanan ellerin sahibine yalvarabilirdim ama ben hiçbir zaman kolay pes eden biri olmamıştım. Beni yıkmak o kadar da kolay değildi.

Boğazıma dolanan kalın parmakları aldırış etmemeye çalışarak karşımda sinir küpüne dönmüş, buz mavisi gözleri olan adama baktım. Karşımdaki adam Mahmut Zehir’di. Daha bugün onu tüm dünyaya rezil etmiştim. Karşımdaki adam herkes tarafından tanınan bir iş insanıydı. Yani boş zamanlarında öyleydi, aslında kadınları satan pisliğin tekiydi. Onun bu sırrını tüm dünyaya duyurduğum için ise bana aşırı kızgındı.
Araştırma gazetecisi olduğum için bu adamın peşine düşmüş ve tüm bilgilerine ulaşmıştım. İlk iş olarak da onu tüm dünyaya rezil etmiştim. Bunun için pişman değildim. Aksine elindeki masum kadınları kurtarmamakta bir payım olduğu için mutluydum.
Ama beni kimin kurtaracağıyla ilgili hiçbir fikrim yoktu.

“Beni tüm dünyaya rezil ettin!” Diye bağıran adamı zor duyuyordum. Boğazımı öyle sıkı tutmuştu ki nefes almakta güçlük çekiyordum. Bu adama bir haftadır polisten kaçıyordu ve aynı zamanda da beni arıyordu. Bugün peynir almak için dışarı çıktığımda karşımda onu görmüştüm. Sokağın ortasında beni boğazımdan tutuğu gibi bir elektrik direğine yaslamıştı. Sokağın ortasında olmamıza rağmen hiç kimse bu adamı üzerimden almaya çalışmıyor sadece filim izler gibi seyirci kalıyorlardı.

“Bugün polise gidecek ve o bilgilerin yalan olduğunu söyleyeceksin, eğer ki yapmazsan seni burada öldürürüm! Anladın mı beni kaltak!” Kulağımın dibinde bağıran adamı zar zor duyuyordum. Boğazımı öyle bir sıkıyordu ki biraz daha böyle devam ederse gerçekten ölebilirdim.

Ona boyun eğmemi istiyordu. Diğer kadınlara yaptığını bana da yaparak sözünü dinletebileceğini sanıyordu ama yanılıyordu. Ölsem bile onun gibi pislik bir herifi aklamazdım. Mahmut benden bir cevap beklerken ben zorlukla da olsa bir nefes aldım ve bacağımı kaldırarak bacak arasına geçirdim. Beni ani bir şekilde yakaladığı için ona karşılık verememiştim ama onun gibi bin tane insanla karşılaşmış ve sağ çıkmıştım. Şimdi de sağ çıkabilirdim. Mahmut bacak arasına yediği tekme ile iki büklüm olurken boş durmadım ve dakikalardır sinirden sıktığım yumruğumu karın boşluğuna geçirdim. Bu da yetmezmiş gibi dirseğimle Mahmut’un ensesine vurup adamı bayılttım.

Onunla ilgilenebilirdim ama ben ona ceza verecek hükme sahip değildim. Onun cezasını hakim verecekti. Mahmut bayılıp yere serilince başımı kaldırıp buraya bakan insanlara göz ucuyla baktım. Hepsi şaşkına dünmüş bir şekilde bana bakıyorlardı. Sanırım bir kadının bunu nasıl yapabildiğini sorguluyorlardı. Bana bakanlara ters bir bakış attım.

“Nasıl çok eğlendiniz mi bari?!” Diye bağırdım. Siyah pantolonumun cebinden telefonumu çıkarırken sinirle güldüm. “İnsan değilsiniz hiçbiriniz! Burada bir kadın tacize uğruyor ama sizin tek yaptığınız izlemek!” İnsanlara kınayarak baktım. “İnsanlığınız batsın sizin!” Telefona polisin numarasını tuşlayıp, polisi aradım ve başıma gelenleri anlatıp buraya bir ekip göndermelerini istedim.

Polisler yaklaşık yarım saate geldiler ve ayılmaya başlayan adamı alıp gittiler. Bana da sonra karakola gelip ifade vermemi söyledikten sonra beni bırakışlardı. Araştırma gazetecisi olmanın en kötü yanı sanırım buydu. Tacize uğramak. Markete uğramayı boş vererek eve doğru gitmeye başladığımda beş dakika içerisinde evin kapısına gelmiştim. Apartmanın zillerinden beş numaralı olana basıp bir süre bekledim. Saniyeler sonra gelen sesle beraber yüzümde bir tebessüm oluştu.

“Kimsin? Ablam mısın yoksa bana aşık olan bir kız hayranım kapıma mı geldi?” Diyen ses erkek kardeşim Umut’ta aitti. Annemiz ve babamız öldüğünden beri beraber yaşıyorduk ve ayrılmayı da düşünmüyorduk. Yüzümdeki tebessüm yerini korurken Umut’un sesinin geldiği yere yaklaştım.

“Ben Mila Malaza. Senin ablan oluyorum ama istersen gidebilirim.” Dedim. Güldüğünü duyduğumda ben de güldüm. Kollarımı göğsümde birleştirip beklemeye başladığımda dış kapı açılma sesi geldi. Gülerek kapıyı açtım ve içeri girdim, merdivenlerden çıkıp evimizin kapısının önünde durduğumda kapı açıldı. Umut gülen suratını görmek beni daha iyi hissetmişti ki bir anda yüzünde silinen gülümsemesiyle benim de moralim bozuldu.

Umut’un gözleri boynumda oyalandı ve aniden bana yaklaşıp boynuma dokundu. Acıyla inlediğimde elini ışık hızıyla geri çekip, “Özür dilerim.” Dedi. Kafamı sorun yok der, gibi salladım. “Abla ne oldu sana? Bu boynunun hali de ne?”

Ofladım ve Umut’un yanından geçip içeri girdim. Bir taraftan da boynumun ne kadar acıdığını kontrol ediyordum. “En son yaptığım haberdeki adam saldırdı.” Dedim koltuklardan birine otururken.
“Ne oldu ne?” Diyen Umut’a cevap olarak, “Duydun.” Dedim.

“Abla ne diyorsun sen Allah aşkına? Ne ara oldu kimse bir şey yapmadı mı?” Kafamı iki yana salladım. Umut yanıma oturup endişeyle boynuma bakmaya devam etti.

“Önemli bir şey yok bu kadar abartma,” yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. “Hadi kahvaltını yaptıysan doğru okula kuzum.” Umut yüzünü buluşturdu.
“Okul ne ya üniversiteye gidiyorum ben, ne okulu!” Güldüm.

“E o d okul ya kuzum!” Koltuktan ışık hızıyla kalktı.
“Bana kuzum deme abla!” Kafamı geriye atarak kahkaha attım.

“Niye kuzum Esra öyle derken bir şey demiyorsun bana gelince mi kuzum kelimesinden tiksindin.” Esra, Umut’un flört ettiği kızdı ve kız kuzum demeden konuşamıyordu. Umut kızı sevdiği için bu lafa bir şey demiyordu ama bana gelince yan çiziyordu.
“Anlamadım ki zaten kız kuzumdan başka bir şey demiyor. Umut kuzum, diye peşimde dolanıyor.” Dediğinde yüksek sesle kahkaha attım.

“Abla ne olur gülme ya! Ne yapayım kelimeyi sevmiyorum diye sevdiğim kızı terk edecek değilim.” Umut ettiği laf ile kocaman gözler ile baka kaldı. Ben ise daha yüksek ses ile güldüm. İlk defa Esra’yı sevdiğini dile getirmişti ve bunu daha yeni farkına varmıştı. Esra’yı sevdiğini bir türlü kabul etmemişti yani sesli olarak. Esra’ya sırılsıklam aşıktı ama bir türlü anlamamıştı benim canım kardeşim.

“Ne dedim lan ben!” Diye bağırdı. “Abla ne dedim ben?” Diye bana sorunca gülmeyi bir kenara bırakıp ciddileştim. “Sanırım canım kardeşim aşık olduğunu itiraf ettin ama yanlış kişiye,” işaret parmağımla kendimi gösterdim. “Ben senin ablanım, Esra değilim.” Alayla verdiğim cevap Umut’un suratını daha da düşürdü.

“Abla bir siktir git ya!” Diye bağırıp oturma odasından çıktı. Arkasından gülmemi bastırmaya çalışarak, “Ablaya siktir git denmez terbiyesiz!” Diye bağırdım. O da bana karşılık olarak, “Abla defol git!” Güldüm ve o görmese de başımı salladım. “Bu olur, tamam.” Dedim gülmeye devam ederken. Umut ile didişmeye bayılıyordum. O olmasa ne yapardım hiç bilmiyordum. Umut benim her şeyimdi. Ailemden hayatta kalan tek kişi ve bana emanet edilen en değerli kişiydi. Onun olmadığı bir dünyada nasıl yaşardım hiç bilmiyordum.

Umut oturma odasına geri geldiğinde elinde bir krem tutuyordu. Benim gibi kahverengi olan saçları anlına düşüyordu, kahverengi gözleri her zamanki gibi değildi. Büyük bir acıyla boynumdaki kızarıklara bakıyordu. Benim canım yandığında onun da canı yanardı, bilirdim. Benim canım şuanda yanıyordu ve o da benimle beraber acı çekiyordu. Umut yanımdaki boş yere oturup yönünü bana döndü ve kalın parmaklarıyla kremden biraz alıp boynuma sürmeye başladı. Ona gülümseyerek izledim ve kremi sürmesi bittiğinde kahverengi saçlarını karıştırıp, “Ablasına da kıyamazmış benim yakışıklı kardeşim!” Deyip yanağına da bir öpücük bıraktım.

Umut bana ters bir bakış atacaktı ki daha fazla ciddi kalamayıp sırıttı. “Çok yakışıklıyım demi abla?” Dedi çocuk gibi. Ona gülümsedim ve başımı salladım.
“Yakışıklısın tabi ya! Hem de çok yakışıklısın!” Dedim neşeyle. Sırıttı.

“Biliyorum abla biliyorum.” Saçlarını düzeltti. “Aşırı yakışıklı ve karizmatiğim!” Kafasına bir tane geçirdim ama gülmeye de devam ettim.

“Şımarma be zevzek!” Umut kafasını ovuşturdu ve bana ters bir bakış attı.

“Hemen de kıskan zaten!” Gülerek kafamı salladığımda saatin 12:00 olduğunu gördüm ve hemen yüzüm soldu. Geç kalmıştım.

Bugün Enra ile beraber kafeyi düzenleyeceğime söz vermiştim. Bugün kafesinde bir parti olacaktı ve bunun için beni yardıma çağırmıştı. Allah kahretsin! Mahmut denen adamla uğraşıyım, Umut’la konuşayım derken bunu unutmuştum. Enra beni çiğ çiğ yiyecekti. Hızla ayağa kalkıp odama koştum. Arkamdan Umut’un “Ne oldu?” Diyen sesine karşılık, “Bugün Enra ablana yardıma gidecektim. Ama geç kaldım hemen çıkmam lazım.” Dedim.

Odama girip, hızla dolabımdan kahverengi boğazlı bir kazak ve siyah dar paça pantolonumu çıkarıp giydim. Banyoya girip kahverengi saçlarımı taradım ve ela gözlerimi açığa çıkaracak bir makyaj yaptım. Dudaklarıma toprak rengi bir ruj sürüp banyodan çıktım. Yanıma bir kol çantası alıp içine telefonumu ve cüzdanımı koyduktan sonra odadan çıktım. Son bir kez Umut’a bakmak için oturma odasına girdiğimde Umut’u telefonla oynarken buldum.

“Ben şimdi çıkıyorum geri geldiğimde neler yapacağım tahmin et.” Dediğimde anında başını telefonundan kaldırıp bana baktı. Gözlerinde gördüğüm parıltı benim yaşam enerjimdi.

“Düşündüğüm şeyler mi?” Dedi sırıtarak. Omuz silktim.

“Ne düşünüyorsun bilemem sözlü cevap istiyorum.” Güldü.

“Karnıyarık, yanına köfte ve olmazsa olmazımız abla tatlısı, mı?” Güldüm ve başımı salladım. Umut neşeyle havaya fırladı.

“Akşam senden önce bile gelebilirim abla, o derece sevindim.” Güldüm.

“Belli canım! Neyse akşam erken gel diye söyledim bunu yoksa sürpriz yapacaktım. Şimdi ben çıkıyorum, dediğim gibi erken gel eve anlaşıldı mı?” Dedim işaret parmağımı ona sallayarak. Umut güldü ve başını salladı.

“Erkenden geleceğime söz veriyorum komutanım.” Dedi bir asker gibi. Umut’a son bir kez baktım. Kahverengi saçlarına, saçları gibi olan gözlerine sanki son kez bakıyormuş gibi baktım. En sonunda ona bakmaya bırakıp arkamı döndüm. Umut’u oturma odasında bırakıp ayağıma siya botlarımı giydim ve kapıdan çıktım.

Merdivenlerden ikişer ikişer inip apartmandan çıktım. Kapının önünde duran kırmızı arabamın kilidini açıp arabaya bindim ve aracı çalıştırdım. Arabayı park ettiğim yerden çıkarıp yola koyulduğumda çoktan bizim sokaktan çıkmıştım. Enra’nın kafesi buraya çok da uzak sayılmazdı, o yüzden geç kalsam bile çok vakit geçmeden orada olabilirdim. Arabayı biraz daha hızlandırdım. Aynen düşündüğüm gibi olmuştu yaklaşık Beş dakikanın sonunda Enra’nın kafesinin önünde durmuş ve aracımı park etmiştim.

Arabadan hızla inip koşarak kafenin kapısından içeri girdiğimde kapıda bekleyen Enra ile burun buruna geldik. Enra’nın kızgın mavileri aynı alev gibi olan saçlarının rengini almıştı. Gülümsedim.
“Enra geç kaldığımın farkındayım ama valla başıma bir şey geldi.” Dedim korkuyla. Alevlenmiş mavileri beni öldürecekmiş gibi bakıyordu ve bu da geriye doğru bir adım gerilememe neden oluyordu. Bana aşırı sinirlenmişti.

“Mila?” Dedi sakin kalmaya çalışarak. Korkuyla yutkundum.

“Efendim.”

“Sen normalde dakik biri değil misin?”

“Öyleyim.”

“E o zaman konu bana gelince neden dakik olmuyorsun?” Enra’nın üzgün çıkan sesi canımı acıttı. Bana kızgın değil kırgındı.

“Oluyorum.” Dedim panikle. “Ama başıma ne geldiğini bilmiyorsun.” Boğazlı kazağımı biraz indirip kırmızı olan boynumu gösterdim. “Son yaptığım haberdeki adam beni buldu. Onun saldırısına maruz kaldım.” Dediğimde Enra’nın bakışları yumuşadı. “Ondan kurtulayım, polisi çağırayım diyene kadar zaman harcadım. Eve gidince bir de Umut’un sorgulamasına maruz kaldım.” Üzgün gözlerle ona baktım. “Özür dilerim geç kaldığım için.”

Pişmanlıkla bana bakıp kafasını iki yana salladı. “Ne özrü be kızım! Saldırıya uğradığını bilseydim ben gelirdim senin yanına,” dedi. “İyi misin şimdi? Boğazını aç bir de ben bakayım, krem filan sürelim.” Gülümsedim.

“Önemli bir şey değil sen beni merak etme, kremi de zaten Umut sürdü. Şimdi iyiyim ama sen bana kırılmış gibisin?” Kaşlarını çattı.

“Ne kırılması ya sen bu haldeyken kırılma filan umurumda mı?”

“Araba kazası geçirmişim gibi davranmasan mı?” Güldü.

“Kızım saldırıya uğramışsın ama hâlâ gülümsüyorsun azıcık nazlan be!” Gülümsemem genişledi.
“Benim umudum bitmedikçe ben gülümsemeyi kesmen canım.” O da gülümsedi.

“Umarım umudun hiç sönmez ve sen hep gülümsersin ela gözlüm.”

“E hadi şu parti ortamını hazırlayalım. Yeteri kadar konuştuk.” Dediğimde beni başını sallayarak onayladı.

Enra ile baş başa saat 17:00’a kadar kafeyi süslemiştik. Kafe kocaman olduğu için işimizi bitirmemiz saatler sürmüştü ama en sonunda kafeyi gerçek bir parti ortamına çevirmiştik. Bu kafeyi hep çok sevdiğim için süslemek beni yormamıştı aksine Enra ile bayağı eğlenerek hazırlamıştık. Bu kafeyi sevmemin en büyük nedeni en yakın arkadaşımı bu kafede bulmamdı. Enra ile yıllar önce bu kafede tanışmıştık. Ben o zamanlar gazetecilik okuyordum ama Enra ailesinin yardımı ile kocaman bir kafe açmıştı. Ve açtığı kafenin ilk müşterisi de bendim, o gün Enra benim memnun olmam için fazla ilgili davranmıştı. Hatta o kadar ilgili davranmıştı ki beni canımdan bezdirmişti.

Ben ne dersen hemen yerine getiriyor, lavaboya gitsem peşimden geliyor ve kapında bekliyordu. En sonunda bu durumdan şikayet ettiğimde benden bin kere özür dilemiş ve gözlerinden yaşlar gelmeye başlamıştı. Ama ben ona kıyamamış ve onu teselli etmiş aslında işini böyle severek yaptığı için onu tebrik etmiştim. O günden sonra ben hep Enra’nın kafesine gelmiştim, o da benimle daha az ilgilenmiş ve ona bahsettiğim gibi yeni gelen müşterilerine daha dikkatli davranmıştı.
O zamanda beri yakın arkadaştık. Ne zaman bana bir şeyler olsa hemen yanıma gelir ve benimle ilgilenirdi. Tabii aynı şekilde bende ona bir şey olduğunda yardımına koşardım. Bazen ben ve Umut onun evinde sabahlardık. Ya da o bize yatılı kalmaya gelirdi. Yani kısacası Umut nasıl benim erkek kardeşimse, Enra’da benim kız kardeşimdi.

“E Umut neler yapıyor?” Diye sordu Enra. İşimiz bittiği için bir masaya geçmiş yorgunluk kahvesi içiyorduk.
“Ne yapsın, derslerine çalışıp duruyor işte,” dedim kahvemden bir yudum alırken.

“Esra’dan ne haber?” Dedi sırıtarak. Güldüm.

“Bugün sevdiğim kız, dedi.” Enra’nın mavi gözleri kocaman açıldı.

“Ne dedi ne?”

“Onunla eğleniyordum birden ağzından kaçırdı.” Umut’un yüz ifadesini hatırlayınca tekrar güldüm.

“Yüz ifadesini görmen lazımdı. Kocaman açılmış kahverengi gözleri ile bana bakakaldı.” Enra kafasını geriye atarak kahkaha attığında bende bir kez daha güldüm.

“Ah yerim ben onu ya!” Kafasını iki yana salladı. “O kıza âşık olduğunu sonunda kabullenmesi iyi oldu.” Onu onaylayarak kafamı salladım.

“Aynen, bunu fark etmesi biraz zaman aldı ama yine de sonunda fark etti.” Elimdeki fincanı yanımdaki masaya bıraktım. “Şimdi neler olacağını ben sana anlatayım. İlk önce Esra’yı gördüğü her yerde kaçacak ama sonra onu özlediğini fark edip bu kaçma işine son verecek. Esra’yı başka kişilerle gördüğünde eskisinden daha da kıskanç olacak ve onu başka erkeklerle görmeye dayanamayıp ilk adımı atacak,” güldüm. “Bu ilk adım büyük ihtimalle öpücük ile son bulacak çünkü benim kardeşim ani hareketleri olan biri ve bunun üzerine ya kızı öpecek ya da kıza âşık olduğunu itiraf edecek. Ki benim tarafım öpücükten yana.”

“Öyle bir anlattı ki kendimi bir filim sahnesinde gibi hissettim.” Dedi gülerek. Kaşlarımı havaya kaldırıp geri indirdim ve sinsice sırıttım.

“Kardeşim filim artistleri gibi olduğu için olabilir.”
“Senin bu kardeşine olan düşkünlüğün gözlerimi yaşartıyor.” Enra kahvesinden bir yudum alıp kaşlarını çattı. “Sizin normal abla ve kardeşler gibi kedi, köpek gibi didişmeniz gerekiyor ama siz hiç oralı değilsiniz.” Dedi.

“Biz hep böyleydik. Hiçbir zaman kavga etmez veya birbirimizi kıskanmazdık yani, babamız hep ikimize bizim en sonunda hep beraber kalacağımızı ve birbirimizin kimsesi olacağımızı, söylerdi. Öyle de oldu biz en sonunda baş başa kaldık ve birbirimizin kimsesi olduk.” Yüzümde buruk ve acılı bir gülümseme oldu. “Bir gün yalnız ve kimsesiz kalırsam diye çok korkuyorum. O yüzden Umut ile hiç kavga etmemeye ve onu benden ayıracak şeyleri yapmamaya özen gösteriyorum. “

Enra gülümsedi ve bana büyük bir sevgiyle bakıp, “Sen çok iyi bir ablasın Mila. Hatta bu dünyada gördüğüm en iyi ablasın ve eminim ki Umut’ta senin gibi bir ablası olduğu için çok seviniyordur.” Gülümsedim. Bunu Enra’dan duymak beni iyi hissettirmişti.

“Teşekkür ederim bana iyi bir abla olduğumu söylediğin için,” dedim mırıltıyla. “Bunu duymaya o kadar ihtiyacım var ki bazen kendimi daha iyi olmamak konusunda suçlayıp duruyorum.” Enra kaşlarını çatıp bana ters bir bakış attı.

“Saçmalama lütfen senin gibi iyi hatta ne iyisi, mükemmel bir ablayı ben daha hiç görmedim.” Kahve fincanını masaya bırakıp ellerimi tutu. “Kendini daha iyi olamamakla suçlama ki olmazsın da zaten bu hayatta en iyi diye bir şey olmaz ama sen ona bile yaklaşmayı başardın.” Gülümsedi ve baş parmağıyla elimin tersini okşadı. “Lütfen kendine fazla yüklenme ve kendini de durduk yere strese sokma tamam mı?” Ona sadece baktım ama o ısrarla, “Tamam mı?” Diye zorlayınca yüzüme minik bir gülümseme yerleştirdim.

“Tamam.” Dedim.

Enra ile bir süre daha sohbet ettikten sonra kafeden ayrıldım ve eve geldim. Ben eve geldiğimde saat 18:00’dı. Eve geldiğimde Umut için yapacağım yemekler için mutfağa girdiğimde mutfağın boş olduğunu görmüştüm ve bunun üzerine evden çıkıp markete gitmiş ve tüm eksikleri almıştım. Eve gelip malzemeleri yerleştirdikten sonra karnıyarığı yapmaya başladım. Karnıyarığı bitirdikten sonra köfteyi yaptım ve en sonuna da olmazsa olmazımız abla tatlısını da yaptıktan sonra masayı hazırlamaya başlamıştım. Sofrayı hazırladıktan sonra beklemeye başlamıştım ve ben bunları yapana kadar saat 20:30 olmuştu bile. Ve son yarım saattir Umut’u bekliyordum. Sözde erken geleceğine söz vermişti ama geç bile kalmıştı. Normalde akşam yemeklerimizi saat 19:30’da yerdik ama bugün Enra’ya yardım edeceğim için saat 20:00’da yemeğe anlaşmıştık ama o bu anlaşmayı unutmuş olmalı ki yarım saat geç kalmıştı.
Hep böyle olurdu zaten, o erken geleceğine söz verirdi ama yarım saat geç gelirdi. O yüzden dert etmemeye çalışarak biraz daha beklemeye karar vermiştim. En fazla yarım saat sonra burada olurdu. Daha fazla geç kalsa ortalığı ayağa kaldıracağımı bildiği için eve bir saatten geç gelmemeye özen gösterirdi.

Yarım Saat Sonra

Saat 21:00 olmuştu ama hâlâ Umut’tan ses seda yoktu. Artık endişelenmeye başlamıştım. Nerede kalmıştı bu çocuk? Benim endişeleneceğimi bilir ve eve en fazla bir saatten fazla geç kalmazdı, şimdiye gelmesi gerekiyordu ama o hâlâ gelmemişti.

“Neredesin be Umut?” Diye söylene söylene oturduğum koltuktan kalktım ve televizyonluğun önünde duran telefonumu alıp Umut’u aramaya başladım. Büyük ihtimalle arkadaşlarıyla takıla takıla zamanın farkına varmamıştı. Evet, evet kesin o yüzden geç kalmıştı yoksa o benim meraklanacağımı bile bile geç kalmazdı. Şimdi onu arayacaktım ve açıp benden bin kere özür dileyerek eve gelecekti ve sonra geç kaldığı için bana kahve yapacaktı. Evet böyle olacaktı.

İki Saat Sonra

Tam tamına iki saat geçmişti. Saat 23:00’dı ve Umut hâlâ gelmemişti. Bir saat geç kalmasını anlardım ya da iki ama dört saat geç kalmasını anlayamazdım maalesef. Bu saate kadar geç kalması normal olamazdı. En azından geç kalacağı zaman bana haber verirdi ama Umut onu bile yapmamıştı. Bu saate kadar onu tam yüz kere aramıştım ama her seferinde meşgule gitmişti. O beni meraklandıracağını bile bile telefonunu kapatmazdı kesin kapanmıştı. Evet, evet kesin öyle olmuştu yoksa o beni telaşlandırmak istemezdi. Oturma odasında dönüp durarak Umut’u yüz birinci kez arıyordum ama yine beni yanıltmayarak meşgule düşüyordu.

“Eve geldiğinde seni çiğ çiğ yiyeceğim.” Dedim sinirimi telefondan çıkarmak istermiş gibi telefonu koltuğa fırlatarak. Sinirliydim. Hem de çok sinirliydim. Bana haber bile vermeden ortalıktan kaybolduğu için çok ama çok sinirliydim. Eğer ki yarım saat daha gelmezse ya polise gidecektim ya da sokağa çıkıp onu arayacaktım. Evet kesinlikle öyle yapacaktım.

Üç Saat Sonra

“Ya nerde bu çocuk Enra! Çıldıracağım ya! Çıldıracağım ne zamandır onu bekliyorum burada nerede bu çocuk!” Sinirle yumruk yaptığım elimi koltuğa vurduğumda koltuk arkaya doğru gitti. “Kardeşimden saatlerdir haber alamıyorum ya! Gerçekten çıldıracağım!” Evde tek başıma olmaya dayanamayıp Enra’yı yanıma çağırmıştım, polise gitmeye kalkışmıştım ama Enra bana yirmi dört saat geçmediği için kabul etmeyeceklerini söylediği vakit olduğum yerde kalmıştım.

“Mila lütfen sakin ol,” Enra beni sakinleştirmeye çalışıyordu ama ben onu duyuyor gibi değildim. Aklım sadece Umut’taydı. Neredeydi? Başına bir şey mi gelmişti? Hayır, benim kardeşim iyiydi başına bir şey gelmemişti. Değil mi?

“Kaç saat oldu nerde bu?!” Yerimden bir hışımla kalkıp tekrar televizyonun önünde duran telefonumu alarak Umut’u aramaya başladım. Aradım. Açmadı. Pes etmedim. Bir kere daha aradım. Yine açmadı. Bıkmadım, usanmadım, pes etmedim bir kere daha, bir kere daha ve bir kere daha aradım ama hiçbirinde açmadı.

“Mila açmıyor bırak artık!” Diyen Enra’yı duymamaya çalışarak bir kere daha aradım ve yine aynı ses ile karşılaştım. Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor sesi kulaklarımda dönüp dururken sinirlerime daha fazla hakım olamayıp telefonu yere atarak parçaladım. Enra çığlık atıp geri kaçtığında benim gözlerim yavaştan dolmaya başlamıştı.

Saatlerdir kardeşimden haber alamıyordum, gerçek manada delirecek gibiydim hatta belki de çoktan delirmiştim. Gözümden bir damla yaş süzülürken zil çaldı ve ben o sırada donup kaldım.

Gelmişti.

Yüzümde buruk bir gülümseme oluşurken hızla kapıya koştum ve kapıyı bir anda açtım. Karşımda kahverengi saçları ve aynı saçları gibi kahverengi olan gözler beklerken gördüğüm göz renginin mavi olması beni hüsrana uğrattı. Karşımda polis kıyafetlerinin içinde olan bir adam ve bir kadın vardı. Kadın olanın mavi gözleri gözlerime bakıyordu ve adam da elinde bir dosya tutuyordu. Polisi Enra mı çağırmıştı? Polisin benim evimin kapısında ne işi vardı?

“Mila Malaza?” Dedi mavi gözlü kadın bana bakarak. Şaşkındım. Polisi kapımda beklemiyordum ama şaşkınlığımı bir kenara bırakarak başımı salladığımda mavi gözlü kadında başını salladı. “Umut Malaza’nın neyi oluyorsunuz?” Diye soran mavi gözlü kadının sorusuyla kalbim tekledi. Umut bir kavgaya mı bulaşmıştı acaba? O yüzden mi geç kamıştı benim kardeşim?

Aklımdaki soruları bir kenara itip mavi gözlü polis kadına baktım. “Ablasıyım.” Diye mırıldandım. “Umut bir kavgaya mı bulaştı? O yüzden mi geç kaldı eve?” Diye sorarak aklımdaki soruları cevaplaması için polis kadına sordum.

Mavi gözlü kadın gözlerimin tam içine bakarak başını iki yana salladı ve beni yerle bir eden o cümleyi kurdu. Hiç duraksamadı. Canı yanmadı. Kekelemedi ya da sesi titremedi dan diye kurduğu cümle beni kalbimin tam ortasından vurup bir delik açtı.

“Umut Malaza’yı bir sokakta ölü olarak bulduk. Başından kendini vurarak intihar etmiş. Başınız sağ olsun Mila Hanım.”

Nefes alışlarım durdu. Göz yaşlarım yok oldu. Acı tüm bedenime hükmetti ama bunu dışarı ne kadar gösterdim bilemiyorum. Kadının kurduğu ilk cümle ile kalbimden vurulmuşa döndüm. Canım acıdı. Kalbim acıdı. Kurduğu cümlenin etkisi kalbimi küle çevirdi. Kalbim yandı, yandı ve kül oldu. Yutkunmaya çalıştım ama olmadı. Nefes almaya çalıştım ama yapamadım. Hareket etmek istedim acıyla bağırmak istedim yapamadım. Hiçbir şey yapamadım.

“N-ne?” Diye bir mırıltı çıktı dudaklarımdan. “N-ne oldu kardeşime?” Dedim bu sefer başka bir cümle kurması için dua ederek. Ama maalesef o beklediğim cümle gelmedi.

“Kardeşiniz intihar ederek kendini öldürdü. Tekrar başınız sağ olsun lütfen bizimle karakola-” Daha kadın cümlesini bitirmeden gözlerim karardı ve pat diye yere yığılı verdim. Enra’nın adımı haykırışı kulaklarımı doldururken benim bilincim çoktan kapanmak üzereydi.

Gözlerim kapandı ve ben karanlığın içine hapis oldum. Aklımda ise tek bir şey vardı o da kadının kurduğu cümleydi. Ne demişti? Kardeşiniz intihar ederek kendini öldürdü, mü?

Benim kardeşim kendini öldürmezdi. Bana bunu yapmazdı. Kendisini düşünmese bile beni düşünürdü. Benim kardeşim intihar etmezdi ki zaten. O severdi yaşamayı, o severdi gülmeyi, o severdi dünyayı. Yapmazdı. Olamazdı. Hayır kardeşim ölmüş olamazdı. O bana söz vermişti. Erken gelecekti, beraber yemek yiyecektik. O sözünü tutardı. Hayır ölmüş olmazdı.

Bana bunu yapmış olmazdı.

Neden gelmedin kardeşim?

Ben seni çok bekledim, sen neden bana gelmedin?

Ben bekledim ama sen gelmedin.

Senin yerine ölüm haberin geldi ama sen bir türlü gelmedin.

Loading...
0%