Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Veda Buketi

@leyan_626

Bölüme hoş geldiniz.

 

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın!

 

26.05.2024

 

&&&

 


Nefes nefeseyim, bacaklarımdaki tüm güç tükenmek üzere ve kalp atışlarım öyle şiddetli ki yerinden çıkacak gibi ama ben bunların hiçbirini umursamadan son hız koşmaya devam ediyorum. Neden koştuğumu bilmiyorum ama nefesim tükenene kadar koşmaya devam ediyorum. Önümü göremiyorum, hatta hiçbir şey göremiyorum, sesleri duymuyorum aslına bakaran benim şuanda tek yaptığım kaçmak. Ama neyden kaçıyorum onu bende bilmiyorum. İçimdeki ses koş diyor ve bende ona uyarak koşuyorum ama nedenini bilmiyorum. Karanlıktan mı kaçıyorum, yoksa karanlıktan çıkacaklardan mı?

 

"Derin!" Karanlığın içinden biri adımı sesleniyor ama algılayamıyorum. Adımı seslenen kişiyi bulmak için duruyorum etrafıma bakıyorum am kimse yok, sadece karanlık. Her yer zifiri karanlık. "Derin!" Adımı haykıran ses bu sefer daha yakından geliyor ama ben yine tam olarak nerden geldiğini algılayamıyorum. Nefes nefese etrafıma bakarken kalbime bir sancı saplanıyor ve iki büklüm oluyorum. Fazla koştuğumdan olsa gerek kalbim sıkışıyordu. Birkaç dakika kalbimin ritimleri normale dönsün diye bekliyorum ama kalbimdeki sızı bir türlü geçmiyor. Ne oluyor bana?

 

"Derin!" Aynı ses yine adımı haykırıyor ama bu sefer diğerinden daha kuvvetli. Onu duyduğumu belli etmek için dudaklarımı aralıyorum ama hatırladığım acı gerçekle dudaklarımı birbirine bastırıp susuyorum. Ben konuşamıyordum ki nasıl sesin sahibine burada olduğumu gösterecektim. Kalbime bir sızı daha saplanıyor ve acıyla gözlerimi kapatıp elimi göğsüme bastırıyorum. Neyin sızısıydı bu? Konuşamadığımı hatırlamamın acısı mı?

 

"Derin!" Aynı ses pes etmeden adımı haykırıyor, kalbimdeki sızıyı umursamayarak ayağa kalkmaya çalışıyorum ama kalkamıyorum. Kalbimdeki sızı öyle kuvvetli ki şuracıkta ölecekmişim gibi hissediyorum. Ağzımda hissettiğim kan tadıyla beraber midem bulanmaya başlıyor, oturduğum yerde görüşlerim bulanıklaşıyor ve vücudumu hissetmemeye başlıyorum. Gözlerim kendiliğinden kapanmaya başlarken duyduğum sesle birlikte tekrar açmaya çalışıyorum.

 

"Derin! Masal ben!" Aynı ses ama bu sefer daha tanıdık. Belki önceden de tanıdıktı ama ben anlamıyordum. Bu sesin sahibi oydu, Masal, arkadaşım, kardeşim, her şeyim. Nasıl olurda onun sesini daha önceden tanıyamamıştım? Masal'ın sesini duymamla birlikte ağzımdaki kanı elimin tersi ile siliyorum, başımın dönmesini ve midemin bulanmasını umursamadan ellerimi yere yaslıyor ve doğrulmaya çalışıyorum. Ama olmuyor, kollarımdaki güç yok oluyor ve tekrar yere yığılıyorum. Ne olmuştu bana? Nasıl bu kadar güçsüz bir hale gelebilmiştim?

 

"Derin!" Yine Masal'ın sesi geliyor, kulağımda yankılanıyor ama ben ona cevap veremiyorum. İstiyorum ama yapamıyorum. O pes etmeden adımı haykırıyor ama ben hiçbir şey yapamıyorum. Bana ne olduğunu bilmiyordum saniyeler içinde nasıl bu hale gelebilmiştim aklım almıyordu.

 

"İmdat! Derin! Yardım et!" Masal'ın sesi bu sefer acı içinde yankılanıyor, acılı ve çaresiz. Sanki canı yanıyormuş gibiydi. Kalbime bir sızı daha saplandı ama diğerleri gibi değil daha şiddetli, daha acılıydı. Masal'ın yardım çığlığıyla beraber gözlerimi aralıyorum ve sesini daha net duymak için çabalıyorum. Ve aynı acılı çaresiz ses kulaklarımda yankılanıyor. "Derin! Yalvarırım bana yardım et!" Onun acılı sesiyle kalbime bir sızı daha iniyor ama onu umursamadan gözlerimi sonuna kadar açıyorum.

 

Arkadaşımın yardım çığlığı benim kalp acımdan daha önemliydi. Ellerimi yere yaslıyorum ve doğrulmaya çalışıyorum ama başarısız olarak yere yığılıyorum. Pes etmiyorum, tekrar doğrulmaya çalışıyor ve tekrar yere yığılıyorum, bir kere daha deniyorum ve yine başarısız oluyorum. Kollarımda dermen kalmayana kadar denemeye devam ediyorum ve en sonunda yerden destek alarak doğrulmayı başarıyorum. Başım dönüyor, midem bulanıyor ve ağzımdaki kan tadı daha da artıyor ama bunları umursamamaya çalışarak ayağa kalkmaya çalışıyorum.

 

"Derin! Yardım et! Ne olur yardım et!" Masal'ın sesi gittikçe daha da acılı çıkıyor ve bu canımı yakıyor, kalbime bir sızı daha saplanıyor gibi hissediyorum. Onun acılı sesi benim canımı daha fazla yakıyor. Başımın dönmesini umursamadan sesin geldiği yönü bulmaya çalışıyorum, ama başım döndüğü için ses sanki her yerden geliyormuş gibi geliyordu. Bu durumda odaklanmam zorlaşıyordu. Yine de odaklanmaya çalışıyorum, Masal için tüm acılarımı bir kenara itip tüm dikkatimi sese veriyorum.

 

"Ağ! Derin, yardım et!" Gözümden bir damla yaş akıyor ama onu elimin tersi ile silip odaklanmaya devam ediyorum. "Canım yanıyor!" Diyor bu seferde, sesi gittikçe acılı gelirken benimde burada kalbime sancılar giriyor. "Derin, canım yanıyor!" Olmuyordu sesin nereden geldiğini bulamıyordum. Karanlığın içinde bir yerde olmalıydı, aynı benim gibi, burada durmak yerine ilerlesem daha fazla şansım olurdu. Karanlığın içinde nereye gittiğimi bilmeden koşmaya başlıyorum. Ses sanki her yerden geliyormuş gibiydi bu yüzden rasgele koşuyordum. Ses nereden daha fazla geldiğini anlarsam onu bulabilirdim ama başım öyle çok dönüyordu ki onun sesini bile zor işitebiliyordum.

 

"İmdat! Yardım edin bana! Derin!" Kulaklarımda yankılanan ses daha yakından geliyor gibiydi. Ona yaklaşıyordum, hatta bir ışık gördüğüme bile yemin edebilirdim. Daha hızlı koşuyorum arada bir yere düşmelerimi umursamadan tekrar ayağa kalkıyor ve ilerlemeye devam ediyorum. Onu bulana kadar pes etmeyecektim, Masal'ı bulana kadar koşmaya bir son vermeyecektim. Işığa ve sese daha fazla yaklaşıyorum yüzümde bir gülümseme oluşurken ağzımı kapatan bir el yüzünden gülümsemem soluyor, adımlarım duraksıyor.

 

Elin sahibi beni geriye doğru sürüklüyor ona direnmeye çalışıyorum ama başaramıyorum. Çığlık atmaya çalışıyorum, lâkin yine aklıma acı gerçek geliyor ve sessiz çığlıklarımı içime gömüyorum. Çırpınmaya çalışırken elin sahibi elini ağzımdan çekiyor ve beni omuzlarımdan tutup karanlığın içine yitiyor. Yere yüz üstü düşüyorum, başımın dönmesi ve midemin bulanması daha fazla artarken saçlarım biri asılıyor ve başımı yukarı kaldırarak kulağıma fısıldıyor. "Geri geleceğim ve bu sefer sen ölmüş olacaksın." Kalın erkek sesi kulağıma fısıldarken benim tek yaptığım gözlerimi sıkı sıkı kapatarak ellerini saçlarımdan çekmesini beklemekti.

 

Ben daha ne olduğunu anlamadan saçlarımdaki eller geri çekiliyor ve onun arkasından bir çığlık sesi daha kopuyor. Gözlerimi açtığımda ise ağzımı açıp çığlık atmaya çalışıyorum ama başarısız oluyorum. Geriye doğru sürünerek bu görüntüden kaçmaya çalışıyorum ama olmuyor tüm görüntü beynime işlenirken son kez ağzımı açarak sessiz çığlıklarımı atıyorum. Görüntü gözlerimin önünde tekrar canlanırken bir kere daha sessiz çığlıklarımı atıyorum.

 

Masal.

 

Maskeli adamlar.

 

Önlüklü insanlar.

 

Ve kan.

 


Nefes nefese yatakta doğruldum. Kalbim göğüs kafesimden çıkacakmış gibi hızlı atarken yüzüme yapışan saçlarımı geriye itip karanlık odanın içerisine baktım. Yoktu. Kimse yoktu. O yoktu. Maskeli adamlar yoktu. Önlüklü insanlar yoktu. Kan yoktu. Yalnızdım. Tek başımaydım. Yutkunarak nefes almaya çalıştığımda gördüklerimin sadece kâbustan ibaret olduğunu kendimi inandırmaya çalışıyordum.

Öyleyse boşuna çabalıyorsun Derin çünkü; gördüklerin sadece bir kâbustan ibaret değildi.

İç sesimi susturmak istermiş gibi kafamı iki yana salladığımda gözümden bir damla yaş firar etti. Vücudum titremeye başlarken nefes alışverişlerim hızlanmaya başladı. Her zerrem biliyordu gördüklerimin sadece bir kâbustan ibaret olmadığını... Doğru, gördüklerim bir kâbustan ibaret değildi. Yaşadıklarımdı. Acı gerçeklerimdi. Ben neden geçeklerimden kaçıyordum ki? Neden gerçeklerimi kabullenmek istemiyordum?

Çünkü gerçekler acıtır. İnsanın canını en çok gerçekler acıtır.

Evet acıtıyordu. Gerçekler benim canımı çok acıtıyordu. Öyle çok yakıyordu ki canımı, uyku uyuyamaz, nefes alamaz hâle geliyordum. Peki bu acıyla yaşamak ne kadar doğruydu? Benim bu kadar acıyla nefes almam ne kadar doğruydu? Bir insanın canı bu kadar yanar mıydı?

Benim yanıyordu. Benim canım çok yanıyordu ve ben artık bu acıyla yaşayabileceğimi düşünmüyordum. Yorulmuştum. Ben çok yorulmuştum. Artık yaşayabileceğimi düşünmüyordum. Ben artık yaşamak istemiyordum. Nefes almak istemiyordum. Vicdan azabı ile yaşanmazdı ki zaten... Nefes alınmazdı ki...

O zaman ben neden hâlâ nefes alıyordum? Ben neden hâlâ yaşıyordum? Vicdan azabıyla yaşanmazsa bende yaşamamalıydım değil mi? Nefes almamam gerekiyordu değil mi?

Bence artık nefes almamamın vakti gelmişti.

Bence artık yaşamamanın vakti gelmişti.

Bence artık ölüm vakti gelmişti.

***


Yalnızlık. Olduğum durum buydu, hatta başka bir kelime daha vardı. O da kimsesizlik. Evet, evet olduğum durumun adı buydu. Cümle hali ise can yakıcıydı. Yalnız başına yaşayan ve kimsesi olmayan dilsiz kız. Ben yalnızdım ve kimsem yoktu, bunlarda yetmezmiş gibi konuşamıyordum. Gerçekten acınası bir hâldeydim. Acınası bir hayatı olan ve kimsesi olmayan dilsiz kız ölse, kim ağlardı arkasından? Ben cevap vereyim hiç kimse. O dilsiz kızın arkasından ağlayan bir kişi bile çıkmazdı. O zaman bu dilsiz kız ölsün, sonuçta kimse ağlamayacak arkasından, kimse üzülmeyecek veya yas tutmayacak.

Saatlerdir baktığım tavandan gözlerimi ayırmamın sebebi guruldayan karnımdı. Acıkmıştım ve yemek yemem gerekiyordu. Yani yaşamam için yemek yemem gerekiyordu. Yatakta doğrulup boş gözlerle dağınık odaya baktım. Her yer, her yerdeydi. Umursamadım, yatağımdan kalkıp banyoya ilerledim. Sıcak bir duş bana iyi gelebilirdi.

Son kez sıcak su bedenimi gevşetebilirdi.

Banyoya girdiğimde aynaya bile bakmadan duş kabinine girdim, üzerimdeki kıyafetleri çıkarmadan sıcak suyu açıp suyun beni yıkamasına izin verdim. Yavaş hareketlerle üzerimdeki kıyafetleri çıkarırken sıcak suyun altında çoktan gevşemeye başlamıştım. Sıcak su şu dünyada ban kendimi iyi hissettiren nadir şeylerden biriydi. Aslına bakarsan bu hissi özleyecektim. Hiçbir konuyu düşünmemeye çalışarak duşumu aldım. İlk önce saçımı sonra da vücudumu yıkadıktan sonra sıcak suyu kapatıp üzerime pembe bornozumu geçirdim.

Bornozumu giydikten sonra aynanın karşısına geçip uzun bir süreden sonra kendime baktım. Bitkin bir kadın vardı karşımda. Siyah saçlarım ıslak olmasına rağmen belime kadar uzanıyordu, en son saçlarıma baktığımda omuzumun üzerindeydi ama şimdi belime kadar geliyordu. Ne kadar saçlarıma diğer kızlar gibi bakım uygulamasam da canlı ve sağlıklı gözüküyorlardı. Sanırım bu iyi bir şeydi.

Solgun yüzüme baktığımda gözlerimin altındaki morluklar gözüme değen ilk detaydı, diğeri ise zayıflamış olan yanaklarımdı. Eskiden daha tombul olan yanaklarım şimdi kup kuru kalmıştı. Minik burnumdaki küçük yara geçmişti hata iz bile kalmamıştı. Sanırım hatırladığımdan da daha uzun süredir aynaya bakmıyordum. Son olarak yorgun bakan gözlerime baktım. Zeytini andıran siyah gözlerim olması gerektiğinden daha fazla kötü gözüküyordu. Aylardır hatta yıllardır doğru düzgün uyku almadığımdan olsa gerek gözlerim hep uykulu ve yordun bakardı. Şimdi de değişen bir şey yoktu yine aynı uykulu ve yorgun bakışlar karşımdaydı.

Bedenim bile ölüden farksızdı. Yaşayan bir ölüydüm ben. Boşuna oksijen israfı yapan basit bir canlının tekiydim. Bana kalırsa yaşamam bile bir mucizeydi. Benim yerim toprağın altıydı, burası değil. En azından toprağın altında kâbuslar görmezdim. Görmezdim, değil mi? Orada da acı çekmezdim, değil mi? Bu dünyada o kadar acı çektim diğerinde de çekmezdim, değil mi? Çekmeyeyim. Görmeyeyim. Orada da acı çekmeyeyim. Orada da kâbus görmeyeyim. Ben artık huzur istiyordum. Ölünce de huzursuz olmayayım.

Gözümden akan bir damla yaşla kendime gelebilmiştim. Aynada kendime bakmaya bir son verdim, diş fırçamı ve macunu aldım. Macunu fırçanın üzerine sıktıktan sonra ağzını kapatmadan yerine geri koydum. Dişlerimi bir daha fırçalamama gerek kalmayacaktı nasıl olsa, bu son fırçalayışımdı. Son. Evet sondu. Bugün yaptığım her eylem sondu. Bir daha gerçekleşmeyecekti. Çünkü ben ölmüş olacaktım. Huzura kavuşmuş olacaktım.

Huzura kavuşmak. Ne kadarda yabancı olduğum bir cümleydi, ne kadar da bana uzak iki kelimenin bir araya gelişiydi. Huzur bu dünyada huzuru tattığım anlar var mıydı, hatırlamıyordum. Belki de olmadığı için hatırlamıyordum, bilemiyorum. Kavuşmak ise bana uzak ikinci bir kelimeydi. Ben bu dünyada kimseye kavuşmamıştım. Hak etmemiştim belki de...

Dişlerimi fırçaladıktan sonra fırçayı rasgele bir yere bırakıp banyodan çıktım. Çıplak ayaklarla yatağıma doğru ilerleyip yatağa oturdum. Sırt üstü yatağa yatığımda yine boş tavana bakmaya başladım. Bu evde en sık yaptığım şeylerden biri boş tavana bakmaktı. Belki yavaştan delirmeye başlıyordum sonum belki de Osliva Akıl hastanesi olabilirdi. O hastaneye en ciddi sorunları olan hastaların yeriydi. Türkiye'nin en tehlikeli ikinci hastanesiydi, birincisi ise Lavina Akıl hastanesiydi. İki hastanede çok tehlikeliydi. Hatta haftada bir bu iki hastaneden ölüler çıkıyordu. Oraya kapatılmam için bin tane sebep sayabilirdim ama kanıtlayamazdım çünkü ben tehlikeli değildim. Kimseye zarar vermiyordum. Benim zarar verdiğim tek kişi kendimdi.

Tavana bakışmam bittikten sonra doğrularak yataktan kalktım. Dağınık olan giysi dolabıma ilerleyip kendime giyecek birkaç parça kıyafet çıkardım. Beyaz boğazlı bir kazak ve siyah bol pantolonu ve iç çamaşırlarımı alıp giydim. Saçlarımı taramak yerine ellerimle düzelttikten sonra telefonumu elime alıp saatte baktım. Saat 14:00'dı. Fazla vaktim yoktu, hızlı olmalıydım. Yatağımın yanında duran siyah bel çantasını alıp içine sadece dün gece kalkıp yazdığım mektubu ve aynı zamanda küçük jileti koydum. Telefonumu da içine koyduktan sonra bel çantasını belime geçirip odadan çıktım.

Yavaş adımlarla merdivenlerden inerek mutfağa kadar gelmeyi başarmıştım. Mutfağın dağınık görüntüsüne göz ucuyla baktığımda yüzümü buruşturdum. Dağ gibi olan yemek tabakları, yemiş ve bıraktığım küflenmiş tostlar ve çürümeye başlayan elmaların görüntüsü bir taraftan midemi bulandırırken diğer taraftan da beni tıka basa doyurmuştu. Mutfağın bu haline son kez bile bakmadan oturma odasına geçtim ama orada da mutfakla yarışır görüntüyü görmek midemi daha fazla bulandırmıştı. Yerde olan pizzalar ve koltuğun üzerinde duran boş kutular vardı. Aynı şekilde fazladan sipariş ettiğim hamburgerlerde vardı, hem yerde hem de koltukların üzerinde. Daha faza bakmaya dayanamayıp oturma odasından çıktım.

Üzerime hiçbir şey almadan kapıdan çıktım ve kendimi bu kasvetli evden dışarı attım. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Bu belki de son nefeslerimdi. Gözlerimi geri açtığımda aynı içim gibi kasvetli havayı görmek beni biraz bile olsa rahatlatmıştı. Yağmurlu günleri severdim. Severdik.

Merdivenlerden aşağı inip bahçeye adımlarımı attım. Yavaş adımlar atarak bahçeyi incelediğimde bugün ilk ve belki de son kez içimi bir huzur kapladı. Bahçenin sağ tarafında olan sümbül çiçekleri çok güzel bir görüntü oluşturuyordu.

Bahçenin sol tarafında olan minik çardak bu evde en sevdiğim yerlerden biriydi. Çardakta oturmayı ne kadar seversem seveyim çok fazla vakit geçirmezdim, geçiremezdim. Beni bulamalarından korkardım, onlara yakalanmaktan korkardım.

Beni bulanların biri öldürmez süründürür, diğerleri ise öldürmez beni bir kafese tıkarlardı.

İkisinin de ucunda ölüm seçeneği çok uzaktı. Ben ölmek ve huzur bulmak istiyordum, sürünmek veya kafese tıkılmak istemiyorum. Bunca yıl onlardan kaçabilmiştim ama o kadar yıl sonra ne sürünmeyi ne de kafese tıkılmayı istiyordum. Benim sadece ölümü bulabilirlerdi. Hoş onu da bulmalarını istemezdim ama onlar gerekirse ölümü bile mezarından çıkarırlardı.

Kafamı iki yana sallayarak bu düşüncelerden kurtulmaya çalıştım. Bu zamana kadar yeterince kafamı bu gibi gereksiz konularla meşgul etmiştim ama bugün bunları düşünmeyecektim. Bugün güzel bir gün olacaktı. Huzurlu ve sakin bir gün olacaktı. Korkamadan çardağa doğru ilerledim. Çardağın tam önünde durduğumda ilk önce bir korku kapladı ama o korkuyu umursamadım, çardağa oturup bir süre aylardır yaşadığım eve baktım. Bu son kez bakışımdı bir daha burayı görmeyecektim, sırf bu yüzden yanıma anahtarımı bile almamıştım. Doğru olan buydu, kim ölüme giderken yanına anahtar alırdı ki?

İki katlı evime bakarken içimde hiçbir duygu yoktu. Burayı asla evim gibi görmemiştim, asla içinde huzur bulmamıştım, benden çok mikropların evi gibiydi. Eh en azından birilerine ev olmuştu. Bana huzurlu hissettirmeyen bu ev umarım benden sonraki insanlara ev olabilirdi. Ben bu evde mutlu olamadım ama umarım başka insanlar mutu olurdu. Benim gibi ölü birine değil de, yaşayan bir insana yuva olabilirdi.

Oturduğum yerden kalkıp çardağa son kez baktım. Yüzümde oluşan gülümsemeye engel olamadım. Bu çardağı gerçekten çok seviyordum, bazen burada ağladığım veya yağmuru seyrettiğim günler oldurdu, ve benim burada en mutlu olduğum günler o günlerdi. Gözümden akan bir damla yaşı elimin tersiyle silip çardağa bakmaya bir son verdim. Bu seferde sümbüllerin yanına ilerledim.


Mor sümbülleri görmemle birlikte yüzümde oluşan gülümsemeyi engelleyemedim. Diz çökerek sümbüllere elime değdirdim. Minik mor yapraklarına değen parmaklarım âdeta bir elmasa dokunur gibi narin hareketlerle seviyordu yapraklarını. Sümbülleri severdim. Bana masumiyeti anımsattırdı. Saf sevgi ve bağlılığı hatırlatırdı. O yüzden bu sümbülleri aylar önce bu bahçeye dikmiştim ve özenle büyümeleri için çabalamıştım. Şimdi onları bu kadar büyümüş görmek beni sevindiriyordu.

Onları koparmak istemiyordum ama onları göstereceğim biri vardı, o yüzden bir ilk yapıp mor sümbüllere zarar vermeden köklerinden ayırdım. Sümbülleri bir buket haline getirdikten sonra burnuma yaklaştırıp güzel kokularını içime çektim. Onların kokuları bana huzur verirken bir süre bekledim ve huzurlu birkaç saniyemi o şekilde sümbülleri koklayarak geçirdim.

Sonunda bu huzurdan uzaklaşmak zorunda kaldım ve gözlerimi açıp ayağa kalktım. Çok fazla vakit harcamamam gerekiyordu. Evime ve çardağa son kez bile bakmadan bahçeden çıktığımda hiçbir şey hissetmiyordum. Ölüme giden biri belki acılı, hüzünlü veya mutlu olabilirdi ama bende hiçbir duygu yoktu. Bu normal miydi? Pek sanmıyorum. Ben zaten hiçbir zaman normal biri olamamıştım, duygularımın olmaması da normal olmayabilirdi.

Bel çantamdan kulaklıklarımı ve telefonumu çıkardım. Son kez şarkı dinlememde bir sıkıntı olduğunu düşünmüyordum. Dinlediğim son şarkı anlamlı olmalıydı. Beni anlatan bir şarkı olabilirdi, ya da onu anlatan bir şarkı bana huzur verebilirdi. Tabii açtığım şarkı beni daha fazla hüzünlendirebilirdi ama umursamadım canımı yakan şarkılardan birini açtım ve melodiyi duymamla beraber gözlerimin dolmasına engel olamadım.

"Vedalardan bir buket al, onun ol, onu sev." Kucağımda olan sümbüllere baktım. Buket halindeki sümbüller. Ne diyordu şarkı da? Al onu, onun ol, onu sev. Sanki şarkı bana emrediyormuş gibi sümbüllere daha sıkı sarıldım. Parmaklarımla onları sevmeye başladım ve sanki onun oldum. Şarkıda dediği gibi.

"Beni hayat bile sevmedi be!" Diye devam eden şarkının sözleriyle beraber canım acıdı. Sümbüllere sıkı sıkı sarılırken şarkının sözlerini düşündüm. Beni hayat bile sevmemişti.

"Boğuluyordum görmediler," Yutkunamadım. Şarkının sözleri canımı acıtıyordu. Sanki... sanki bu şarkı şuanı anlatıyordu.

Şarkı başa sararken ben şarkının sözlerinde takılı kalmıştım. Beni hayat bile sevmemişti. Boğulduğumu kimse görmemişti. Aynı şarkıda dediği gibi. Hayat beni neden sevmemişti? Boğulduğumda neden kimse görmemişti?

Sevilmeye layık biri olmadığındandır, Derin.

Boğulmaya layık olduğundandır.

Doğru, ben sevilmeye layık biri değildim. Eğer olsaydım ilk önce annem ve babam severdi beni, ama onların bile sevmediği bir çocuğu hayat niye sevdin ki. Evet, ben belki de boğulmaya layığımdır ve kimsenin de bunu engellememesi gerekiyordu. Dur onun canı yanıyor, bırak biraz rahat nefes alsın, diyen birinin olmaması gerekiyordur. Evet, evet benim layık olduğum son buydu.

Ağlıyordum. Bunu biliyorum hatta hıçkıra hıçkıra ağlıyordum ve bunu yoldan geçen herkes görüyordu ama kimse ne olduğunu sormuyordu. Ben de ne bekliyorsam, insanlar hep böyledir zaten. Bencilerdi. Kendilerinden başka kimseyi düşünmeyen iğrenç varlıklardı. Belki bu dünya insanlar olmasaydı daha iyi bir yer olabilirdi ama maalesef insan denen varlık vardı ve bu, bu dünyayı iğrenç bir yer haline getiriyordu.

Düşüncelerimden uzaklaştım, sebebi ise gelmek istediğim yere varmamdı. Tabelada yazan büyük yazı artık benim evim olacaktı. Belki de bu hayatta huzur bulduğum tek evim olacaktı. MATEM MEZARLIĞI benim yeni evim olacaktı. Dikenli tellerle çevrili mezarlık sessiz ve kimsesizdi. Aynı benim gibi. Sessiz ve kimsesiz. Adımlarımı mezarlığın içine doru yönlendirdiğimde artık tüm duygularımdan yoksun bir haldeydim. Hiçbir şeyi düşünmüyor ve umursamıyordum. Tek düşündüğüm bu mezarlıkta huzuru bulacağım ve ona kavuşacağımdı. Belki de bugün olacakların hepsi ona kavuşmak içindi.

Uzun bir süre yürüdükten sonra aniden adımlarım duraksadı. Onu görmemle birlikte gözümden akan bir damla yaşa engel olamadım. Kucağımda tutuğum veda buketinin bile düşeceğini sandım. Buraya gerekirse bin kere gelmiş olayım, her geldiğimde bu hali alırdım. Sarsılırdım, gözümden akan yaşlara engel olmazdım ve boğazıma bir yumru otururdu. Aynen şuan olduğu gibi.

Ona yaklaştım ve tam önünde durdum. Ellerimdeki veda buketini düşürmemeye çalışarak ellerimi havaya kaldırdım. El işaretleriyle konuşabilirdim o beni anlardı. Gözümden bir damla yaş akarken ellerimi hareket ettirmeye başladım.

"Merhaba Masal, ben geldim. Kardeşin geldi ve bu sefer hiç gitmeyecek." Ellerimdeki buketi gösterdim. "Bak bu da bu dünyaya veda buketim." Gülümsemeye çalıştım. "Senin yanına geliyorum kardeşim, orada bana da yer aç." Dedim mezara gülümseyerek. Sadece bir tahtanın üzerinde yazan arkadaşımın mezarına son kez gülümsememdi.

Masal Varol, bugünden sonra bir daha asla ayrılmayacağız.

***

 

Bölüm Sonu

 

 

Loading...
0%