Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4 Bölüm

@leyaninhikayeleri

Keyifli okumalar🐣


İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım.

Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından.

Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından.

Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar.

Şu aranıp duran korkak ellerimi tut.

Bu evleri atla bu evleri de bunları da.

Göğe bakalım...


Turgut Uyar


Edirne


Bazen uzaklaşmak isterdi insan. Ama bir çocuk, uzaklaşmak değil oyun oynamak, eğlenmek doyasıya koşmak isterdi. Ama küçük İz her şey uzaklaşmak istiyordu, her şeyden. O yüzden evden çıkıp sadece yürüdü. Nereye gittiğini bilmeden, dümdüz yürüdü. Bu bir evden kaçış değildi, bu babasından bir kaçıştı. Canı yanıyordu. Artık dayak yiyecek gücü yoktu. Kaldıramıyordu. Küçük bedeni zorlanıyordu.


Hep annem, ablam dayak yemesin diye kendinisi öne atmıştı. Ama artık atamıyordu, atamıyor ama yine o kemer onu buluyordu. Babası yine onu dövüyordu. Ablası da kadındı ama dayağı hep minik İz yiyordu. Olsun diyordu, benim sırtımda yeterince izler oluştu ablamın oluşmasın.


Etrafa bakındı. Ormanlık alandaydı. Akşam üzeriydi. Etrafında ki büyük ağaçlar gölge yapıyordu. Burayı bilmiyordu çünkü daha önce hiç gezmemişti... Biraz daha yürüdüğünde bir göl gördü ve bir rıhtım. Yavaş ve ağır adımlarla oraya ilerledi. Giydiği beyaz elbise ayaklarına kadar geliyordu. Sırtı apaçıktı ama umursamadı. Yaraları hep gizleyemeyeceğini biliyordu.


Rıhtımın kenarına oturdu. Ayaklarına gölle sarkıtı. Ayakkabılarını çıkarmaya unuttuğu aklına gelince ayakkabılarını da çıkartıp tekrar gölle sarkıtı. Yırtık , eski püskü ayakkabılardı. Ellerimi rıhtıma dayayıp başını arkaya attı, huzur kokuyordu sanki burası. Derin bir nefes aldığında gülümsedi. Yanlız olmak çok daha güzeldi.


Başını indirip gölette çevirdi. Su akıp gidiyordu, zaman gibi. Gün gelecek o da büyecekti, büyünce hayatı nasıl olurdu acaba diye düşündü anlık. Yaşar miydi ki o kadar? Babası yaşatır mıydı onu? Bilemedi. Üzülmek istedi ama üzülemedi. Yaşamamak belki yaşamaktan daha güzeldir diye düşündü. Belki Allah'ın yanında daha mutlu olabilirdi diye düşündü.


Düşüncelerini gölle atmak istedi. "Hayat beni yaşatmadı hep acı çektirdi..." diye mırıldandı söylenir gibi. "Hep üzdü. Hayat bir çocuğu üzecek kadar kötü..." ağlamasın diye sıktı kendini.


Taş aradı göllete atmak için, sağına soluna bakındı bulamadı. Rıhtım tahtalardan yapılmıştı ve hiç bir taş yoktu. Göğsü kalkarken ofladı. O sırada bir taş kayı verdi yanına. Bakışları ona dönünce şaşırdı. Usulca taşı aldığında kocamandı taş, bir camı kırabilecek büyüklükte...


Taşa garip garip baktı, başımı sağ eğdim. Nasıl gelmişti o öyle sürüklene sürüklene. "Neysin sen? Uzaylı mi? Yoksa robot taş falan mi? Mekanik gibi bir şey misin? Nasıl sürüklendin ordan oraya?" Diye mırıldandı İz. Taşta bir şeyler vardı.


"Taşa bakacağına arkana baksan o saydıklarının hiç biri olmadığını anlardın." Duyduğu erkek sesiyle başını hızla oraya döndü.


Dibinde ayakta bir çocuk vardı, çocuk denmezdi çünkü boyu bir çocuktan fazla uzundu. Kaşları çatıldı İzin. Çocuk ellerini cebine sokup "Uzaylı, robot ve mekanik taş." Diye mırıldandı başını sallarken. "Fazla yaratıcı."


Dalga mi geçiyordu o benimle diye düşündü İz. Kaşları hala çatık bir şekilde ayağa kalkmak istediğinde sedelendi ve düşecek gibi oldu. Diğer çocuk onu kolundan tutup çektiğinde bedeni çocuğa çarpmıştı. Çocuğun eli onu tutmak beline doladığında sırtında ki izlere değmişti parmaklarının ucu.


İz hemen geri çekilip. "Kimsin sen?" Diye sordu sinirle.


"İnsan." Dedi çocuk.


"Ben sanki uzaylıyım! Görüyorum insan olduğunu!" Diye bağırdı İz.


"O zaman ne diye soruyorsun?"


"Sorduğum için."


"İyi sorma o zaman."


"Soruyorum ama!" 


İkiside birbirine yükseldiğinde İz sinirliydi ama çocuk sakin. Çocuk bağırmıyordu İz bağırıyordu. "Ne halt ediyorsun sen burda küçük boyunla?" Çocuğun sorusuyla İz'in kaşları çatıldıkça çatıldı.


Küçük boy!


İz minik yumruklarını sıkarken burnundan soluyordu. "Sen ne halt ediyorsun burda uzun boyunla?" Uzun boyunla derken kelimenin üzerine basa basa konuşmuştu.


Güldü çocuk. "Çok konuşuyorsun." Dedi gülmeye devam ederken.


Çok konuşuyorsun?


Derin bir nefes aldı İz. "Ben çok konuşmuyorum. Hakaret etme bana!".


Çocuk şaşırdı. "Hakaret mi?" Diye sordu şaşkınca.


"Evet." Dedi hemen İz. "Hakaret ediyorsun bana!".


"Konuşkan demek bir hakaret değildir." Çocuk açıklamaya çalıştı. "Konuşkan çok fazla insanlar...".


Sözünü kesti onun İz. "Aptal miyim ben? Konuşkan kelimesinin anlamını biliyorum heralde!" İz öyle bağırmıştı ki kendi bile farkında değildi.


"Aptal gibisin." Dedi ona çocuk sakince. "Ayrıca çok fazla sinirlisin. Sinir bünyeye iyi değil küçük ama güzel gözlü kız."


Dişlerini sıkarak, yumruklarını daha da çok sıktı. "Ben..." dedi kendini işaret parmağıyla göstererek. "Aptal değilim, sinirli hiç değilim!" Yaptığı yumruğu çocuğun suratına geçirmek istedi ve geçirmek için hamlede bulundu.


Çocuk yumru yakalayıp. "Sen çocuk olduğuna emin misin?" Diye sordu. "Yaşın başın kaç senin?"


"Sen sanki çocuk değilsin!" Diye gürledi İz. Yumruğunu çekmeye çalıştığında çocuk bırakmadı, İz ona doğru yaklaştı ister istemez. Yumruğunu çekiştirdi. "Elimi bırak! Canımı acıtıyorsun!" Canını acıtmıyordu ama elini bırakmasını istiyordu.


Göz devirdi çocuk. "Yalancı." Dedi. "Elini acıtmıyorum."


Elini hala çekmeye çalışarak. "Ya sen ne sin?" Diye sordu bu kez kız. "Kötü adam falan mı? Çokta hakaret ediyorsun ayrıca."


Çocuk inatla tutuğu yumruğu bırakmadı. "Kötü değilim, hakarete etmedim."


Gözlerini kıstı kız ve çırpınmayı bıraktı. "İyi." Dedi ters ters." O zaman bırak elimi."


Çocuk bıraktı tutuğu eli. Ellerini yeniden cebine soktu. İz ondan bir kaç adım geriledi. "Kötüsün." Dedi birden bire İz. "Gerçekten kötüsün. Gider misin burdan? Yalnız kapmak istiyorum."


Omuz silkti çocuk. "Bende kafa dinlemeye geldim güzel göz. Gidemem." Yanından geçip rıhtıma oturdu. "Çok istiyorsan sen git."


Kız ona dik dik baktı. "Gitmiyor musun şimdi sen?"


Başını salladı. "Gitmiyorum." Dedi çocuk en net şekilde.


Omuzlarını silkti kız. "İyi o zaman." Dedi inatlaşarak. "Bende gitmiyorum." O da çocuğun yanına rıhtıma çöküp oturduğunda ayaklarını salladı.


Bir süre sessizliğin ardından ortam yatışmıştı. İkiside sakinleşmiş derin birer nefesler almıştı. İlk konuşan İz olmuştu. "Adın ne?" Diye sormuş ve ona bakmıştı.


Çocukta Iz'e bakıp gülümsedi. Omuzlarını silkerken. "Garip bir ismim var." Dedi. "Boş ver. Senin ismin ne? İz mi yoksa?".


İz şaşırdı. "İz evet." Diye mırıldandı şaşarak. "Nasıl bildin ki sen?"


Omuzlarını tekrar silkerek bakışlarını suya çevirdi çocuk. "Sırtında ki izlerden..."


Kızda başını eğdi. Bu elbiseyi giydiği için pişmanlık duydu, keşke daha kapalı bir elbise giyseydim dedi içinden. "Anlıyorum..." dedi sesi kısık bir şekilde. "İğrenç duruyorlar. Biliyorum. Görüyorum. Ama... geçmiyorlar, geçemezler ki. Kalıcaklar hep sırtımda..."


Çocuk elini çekingen bir tavırla İz'in sırtında koydu. Eli sırtında okşar gibi hakaret etti. "Üzme kendini küçük, güzel gözlü kız. Sırtında ki izler iğrenç değil ki. Hem ben onları sararım..." çocuk kocaman gülümsedi.


İz çocuğa baktığında ne dediğini anlamadı. "Sararım?"


Başını usulca salladı çocuk. "Saran ben. Adımı sormuştun ya, Saran." Kız önce dümdüz baktı. Ne diyeceğini bilemedi. İsmi garipsedi, Saran...


Başını arkaya atıp kahkaha atarak güldüğünde bu onun ilk içten gülüşüydü ve sondu. "Saran." Diye bağırdı kahkahasının arasında. "Saman." Diye dalga geçmeyi da ihmal etmedi.


Çocuk kaşlarını çattığında kaşlarını ortasında kocaman bir çukur oluştu. "Dalga geçme!" Diye hafif bağırdı sinirle. "Ben sana izlerini, yaralarını sararım diyorum sen bana saman diyorsun!" Bağırıyor ama bir yandan kız gülümsüyor diye o da gülümsüyordu.


Zar zor gülmesini durdurken. "Ama çok komik ki..." öksürdü kız. "Gerçi benim de ismim komik İz." Bir kere daha kahkaha attı. "Çok komik değil mi sence de?"


Çocuk başını yana çevirip gizliden güldü. Tekrar kıza döndüğünde ciddi olmaya çalıştı. "İsmin gayet güzel ama benim ismim de gayet hoş."


Kız çocuğa baktı. "Egolu musun sen? Kendini beğenmiş." Dediğinde cocuk kızın koluna hafif şamar vurdu, aslında vurmamıştı sadece dokunmuştu ama kız çığlık attınca cocuk panikledi.


"Hey." Diye bağırıp kızın kolunu tutarak. "Acıdı mi? Özür dilerim..." uzanıp vurduğu yeri öptüğünde hafifte okşadı. "Ben özür dilerim, sadece dokunmak istemiştim."


İz ilk defa birinin onu vurup öpmesinin şokunu yaşıyordu. Gözlerini kırpıştırdı. "Sorun yok." Diye kesik sesle konuştu. Kolunu geri çektiğinde sımsıkı tuttu. "Acımadı o kadar." Aslında hiç acımadı.


Çocuk dudaklarını birbirine bastırdı. "Bende de var." Bakışlarını suya çevirdi. "Benim de sırtımda izler var..."


"Nasıl yani?"


Çocuk yutkunup ilk defa izlerini birine göstermek için ayağı kalkıp tişörtünü çıkartı. Sırtını kıza doğru döndüğünde İz şok içerisinde sırta baktı. Yanık izleri vardı, çokça... İz yutkunarak bakışlarını çekti. "Giyer misin tişörtünü?" Kendi sırtında ki yaralardan biliyordu, acıyordu. Onun izleri kemer izleriyken çocuğun izleri yanık izleriydi. Görmeye dayanamamıştı.


Burukça gülümsedi çocuk. "Gördün mü? Asıl benim yanık izlerim iğrenç..."


"Hayır hayır." Dedi hemen İz. "Kötü, iğrenç değil.."


"Neden bakmadın o zaman?" Ayakta dikilmeye devam ediyordu.


Çocuğa bakışlarını çevirip baktı kız. Ayakta olduğu için başını epey kaldırmak zorundaydı... "Sadece..." konuşamadı. Kelimeler boğazına dizildi sanki. Yutkunamadığı bir yumruğunun içinde böyle sıkışmış gibiydi..


Çocukla uzun dakikalar bakıştılar. Çocuk anladı, iğrenç korkunç durduklarını anladı. Tişörtünü tekrar üzerine geçirdi. "Sorun yok güzel göz. Bende senin gibi düşünüyorum." Elini Iz'e uzatıp. "Eminim yolunu kaybetmişsindir, seni evine götürebilirim. Hem çok fazla oyalandın, babandan azar yiyeceksin..."


Kız uzatılan ele baktı. Bakışlarını kaldırıp gözlerine, yemyeşil gözlerine. Gözünün içinde ki siyah nokta, etrafında ki yeşilliklerle çok uyumluydu... Uzattığı eli tutarken. "Senin gibi düşünmüyorum ego çocuk." Elini tuttuğunda çocuk onu nazikçe çekip kaldırdı.


Elini bırakmadı. Oldukça yakınlardı. Gözlerini yakından gördüğünde sıcak bir gülümseme oluştu yüzünde. Kazıdı o gözleri aklına, unutmadı. Her ayrıntısına kazıdı zihninde. "O zaman belki bir bana düşündüklerini söylersin güzel göz..."


İz başını eğip gülümsedi. "Bir daha karşılaşır mıyız ki?" Tekrar çocuğa baktı.


Çocuk tutuğu minik eli hafif sıktı. Bu evet demekti. Konuşmadı ama, evet dedi. İz elinin hafif sıkılmasıyla anlayıp gülümsedi. Derin bir nefes alıp elini geri çekti. Bakışlarını gözlerinden çektiği sırada çocuk gülümsedi ve yanağında ki derin çukur gözlerinin önüne serildi. Gamzesi vardı... Derin.


Bakışları oraya kilitlendiğinde. "Saran..." dedi. "Çok teşekkür ederim."


"Ne için." Konuşurken yürümeye başlamışlardı.


İz çocuğun yanında yürürken. "Ego'lu falansın ama iyisin..." başını eğip gülümsedi. "Saran." Bir şey hatırlamış gibi Saran'a baktı. "Kaç yaşındasın sen?" Diye sordu hızla.


Çocuk saçlarını karıştırdı. "Yani... büyüm senden." Yaşını söylemek istemedi.


"Onu görüyorum." Dedi İz boyunu kastederek. "Ben altı yaşındayım mesela..."


"Altı yaşında ve bu kadar iyi konuşuyorsun." Çocuk etkilenmiş bir şekilde başını salladı.


"Konuşmayı öğrenmem gerekti diyelim." İz burukça gülümsedi.


İlk kelimesi, baba yapma, olmuştu...


O kemerle dövülürken konuşması gerekti.


Bağırması.


Yardım istemesi.


Konuştu.


Bağırdı.


Kimse duymadı.


Yardım istedi.


Kimse gelmedi...


O cama taşı atan insan dışında...


Beraber sessizce mahalleye doğru yürüdüler. Çocuk onu evinin yakınlarında bıraktığında, gözlerini ondan alamadı. Babası evde yoktu, şanslıydı. İlk kez içten gülmüştü ve eğlenmişti ve bu burnundan çıkmamıştı. Babası eve geç gelmişti, İz çoktan uyumuştu. Günü dayaksız, acısız geçirmişti. İlk defa... Ve son defa.


......................


Bir eli hala belimde yeşil gözleri gözlerimdeydi kalbim salakça atıyordu. Sanırım bu yakınlık fazlaydı, üzerimde sadece bikini vardı ama yanıyordum sanki, çok sıcaktı.


Çıplak eli çıplak bel kıvrımımı sıkıca sarmıştı hiç zorlanmadan. Parmaklarının ucu narince okşadı. Yutkunduğumda konuşabilmek için yutkunmuştum. "İndir beni." Sesim kısık çıkmıştı, bağırmak istemiştim ama parmak uçları buna engel oluyordu sanki.


Bıyık altı gülümsedi. "İndireyim mi gerçekten." Diye sordu.


Kaşlarım çatıldığında. "Sence?"


"Bence..." dediğinde dudağının ucu kıvrıldı. "Böyle daha iyi."


"Aranızdan konuşmayın lütfen!" Diye uyardı kameraman.


Bakışlarımı Saraç denilen adamdan ayırdığımda kameramana baktım. "Seçtiğiniz model eğer beni yere indirmezse çekimi terk ederim!" Elimle göğsünden ittirmeye çalıştığımda fazla yapışık olduğumuz için yapamadım.


Başını arkaya atıp güldüğünde Saraç, ona döndü bakışlarım. Boynunda damarlar mi vardı onun? Adem elması ne kadar belirgindi. Gözlerimi kapatıp açtığımda sinirlerim git gide tüm vücuduma yayılıyordu. "Komik olan ne?" Diye bağırdım ona doğru.


Başını eğip bana baktığında yüz mesafemiz gerektiğinde yakındı. "Ya seçtikleri model seni bırakmak istemiyorsa?" Bakışlarım gözlerinde oyalandı yabancı değil gibiydiler...


Boştaki elimi zar zor kaldırıp yanağına vurdum. "Hemen beni indiriyorsun!" Zerre kıpırdamadı. "İndir beni yoksa sana dava açarım Zenginoğlu!" Ayaklarımı sallıyordum ama inemiyordum.


Bir kaç çalışan bize doğru adımlandığında elini kaldırıp onları durdurdu. Bakışları saniyelik onlara kayıp tekrar beni buldu. "Dava açman umrumda değil Kuyumcu. Durma aç hadi, bırakmıyorum." Belimde ki eli daha da sıkılaştı.


Herkes bize bakıp fısır fısır konuşurken biz bakışlarımızı birbirimize dikmiş kötü kötü, meydan okurcasına bakıyorduk. Çene kası seğirdiğinde öfkedendi. "Seni pis bağımlı! İndir beni!" Sessiz konuşuyor ama hem bağırıyordum. Sesim tıslar gibi çıkmıştı.


Gözlerini gözlerime daha çok dikti. "Hem boyun küçük hem de çok biliyorsun!" Boyun küçük?


Bacağımı sallayarak sertçe onun bacağına vurdum. "Sensin uzun! Küçükmüş! Senin ki küçük!" Ben bağırırken o indirdiğim darbeden hiç etkilenmemiş gibi pis pis sırıtı. "Ne gülüyorsun yine?." Gerçekten gıcık, uyuz herifin tekiydi.


Hala sırtımaya devam ederken. "Benim ki mi küçük?" Diye sordu alay edercesine. "Emin misin?"


Anlamayarak. "Boyundan bahsediyorum. Ama uzun olduğunu..."


"Hangi boydan?" Sözümü kestiğinde gerçekten anlamıyordum.


Tekrar kaşlarımı çattığımda. "Senin kaç tane boyun var gerizekalı?"


Dudaklarını birbirine bastırdığında gülmesini engellemeye çalışıyordu. Tekrar ayağına vurduğumda hiç ses çıkarmadı. Kahrolası herif, hiç mi acımıyordu?


"Dalga mi geçiyorsun sen benimle? Ne gülüyorsun ya? Senin küçük dedim alt tarafı? Çok mu komik?" Hala anlam veremiyordum.


Birden beni bıraktığında derin bir nefes aldım. Ama çok erken almıştım! Eğilip bu sefer dizlerime ellerini dolayarak beni omuzuna aldı. Bir eli kalçalarımın biraz aşağısını sıkıca kıvrarken biri bacaklarıma dolanlamıştı düşmemem için. Saçlarım yüzüme doğru sarktığında bir çığlık attım. "Ben senin barbie oyuncağın değilim!"sırtına darbeler indiriyordum ama hiç tık yoktu.


"Biliyorum." Dedi eğleniyormuş gibi. "Sen barbie'den daha güzelsin." Yumuşacak sesi... hayır sinirlerimi yatıştırmıyordu.


Defneyi görmemle kaşlarımı çatım. "Hain Defne? Yardım etsene! Adam beni sırtladı kaçırıcak."


Defne kahkaha attı. "Üzgünüm." Diye bağırdı. "Sizi çok yakıştırdım, karışamam." Ulan Defne! Ulan Defne!


"Kovuyorum kızım seni! Bitti! Bitiriyorum!..."


Benden daha yüksek bağırdı. "Bitemez. Kimse bitiremez." Resmen dalga geçiyordu!


Çıldıracaktım!


Oflayarak kameramana döndüm. "Sizi de o şirketinizi de, her şeyinizi amina koyayım şikayet edeceğim? Hepinize dava açacağım! Hepinize? Duyuyor musunuz ? Burda çalışan herkese?" Saraç'ın sırtına bir yumruk çaktım. "Beni bu heriften kurtarmadığınız için hepinize taciz edilirken bana yardım etmediğiniz için dava açacağım!" Abartıyordum!


"Taciz mi? Ne tacizi kızım? Boyun yetmiyor diye..." Saraç kendi kendini açıklamaya kalktığında kafasına bir tane çaktım.


"Kapa çeneni!" Diye gerçek anlamda gürledim. "Ve sen ukala herif, eğer beni indirmezsen sana taciz davası açarım! Duyuyor musun?"


"Çok net."


"E o zaman indirsene be adam!"


"Davan umrumda değil Kuyumcu." Dediğinde gerçekten sinirden, çıldırmak değil delirmek üzereydim. "Uslu dur şu çekim bitsin."


"Ya salak! İndir beni, çekim anca öyle biter." Herkes durmuş bizi izliyordu.


Neydik biz? 


"Peki." Dediğinde bir anda ayaklarımı yerde hissetim.


Sonunda indirmişti. Karşısında dikildiğimde başımı gerçekten epey kaldırmak zorundaydım. "Şimdi sana hadini bildiricem!" Diye bağırırken kameramana doğru koşuyordum. Kameramanın elinden hızla kamerayı çekip aldığımda Saraç bana bakıyordu.


Başını bunu yapmayacaksın heralde dercecesine salladığında ona yapacam diye bir bakış gönderdim. Hızla ona doğru yürürken o da geri geri gidiyordu. "Saçmalama." Dedi beni sakinleştirmek ister gibi.


"Hım." Yaptım muzip bir şekilde. "Öyle mi?"


Tatlı tatlı gülümsemeye çalıştı. "Öyle."


O arkaya giderken ben daha hızlandım. Elleri havadaydı. "Gel buraya, gel." Kafamla gel gel yaptığımda koşmaya başladım.


O da koşmaya başlayınca denize girdi. Başka girecek yeri yoktu. Bende arkasından denize atladığımda, kamera hala elimdeydi. İkimizde aynı anda yüze çıkınca, yüzlerimiz ıslaktı. Saçlarımız. Saçlarını karıştığında bütün ıslaklık yüzüme gelmişti. Bende boşta ki elimle saçlarımın suyunu geriye doğru savurdum. Çok cooldum heralde.


Anlımı, burnumu sildim. Sırılsıklam olmuştum. O hala gülüyordu. "Gül sen gül." Birden kamerayı kafasına geçirdim ve kamera kafasında kırıldı.


Tüm parçacıklar denize düşmüştü. Umarım beynine de kaçmıştır. Gözüme gelmesin diye gözlerimi sımsıkı kapatmıştım. O da bunu beklediği için gözlerini kapatmıştı. Geri doğru yüzüp ondan uzaklaştım. Durup arkama baktığımda başından kanlar akıyordu. "Aksın o kanların, belki beynin temizlenir!" Kıyıya doğru üzerken herkes onu kurtarmak için suya atlamıştı.


Salak şeyler!


Denizden çıktığımda "Defne havlu!" Diye bağırdım.


Hemen koşup elinde bir havluyla geldiğinde şok içerisindeydi. Havluyu alıp kendime sardığımda hayırdır ne bakıyorsun bakışları attım ona. "Ne var kızım?"


Omuzlarını silkti. "Adamın kafasında kamera kırdın İz." Öyle bir söylemişti ki sanki ben farkında değildim.


"Eee. Hak etti. Ne yapayım? Oturup kafasından kanlar fışkırıyor diye ağlayayım mi?" Ben konuşurken o da denizden çıkıyordu.


Bakışlarım ona kaydığında o da bana baktı. Sinirli değildi. Lanet olası herif neden sakindi? Başına koyması için buz uzattı bir kadın çalışan. Kadına bakmadan eliyle reddetti. Bakışları üzerimde oyalandı. Kocaman gülümsediğinde ağzım açık kaldı.


"Adam manyak." Dedi yandan Defne.


"Ben ondan daha manyağım!" Aklıma Defneyi kovduğum geldi. Ona doğru döndüm. "Kovdum ben seni! Defol! İnsan arkadaşını kurtarmaz mi ya?..."


"Çok yakışıyorsunuz ama İz. Ayrıca büyük aşklar kavgayla başlar." Sözünü sertçe kestim.


"Aşkın batsın Defne! Ne aşkı? Tövbe de!" O herif ve ben! Ve aşk bir de!" Allah korusundu. O ne anlardı sevmekten.


Dudaklarını birbirine bastırarak gülüşünü bastırdı Defne. "Ihım" dedi hiç inanmamış gibi.


Allah'ım sen bügün beni neyle siniyorsun?


O an kameranan yanımıza geldi. "Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" Diyerek bana bağırmaya başladı.


Başımı ona çevirip. "Asıl siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Kime bağırdığınızı farkında mısınız? .


Beni süzerken. "Farkındayım." Dedi. "Siz ne yaptığınızı farkında mısınız? Kameramı kırdınız!"


"Sorun sadece kamera mi?"


Başını sallayarak. "Evet!" Dediğinde Defne'ye elimi uzatıp telefonumu istedim.


Telefonumu elime aldığımda sekreterimi aradım. "Alo. Şirkete kameraman birini göndericem, beyefendiyi en iyi mağazaya. İstediği bir mağazaya götürün ve istediği kamerayı seçip alsın, masrafını da ödeyin." Telefonu kapatıp tekrar Defneye verdim.


Adama döndüm. "Hal oldu. Şimdi yanımdan uzaklaşırsanız sevinirim. Lakin başınız derde girmesini hiç istemem."


Adama bana baktı. Şaşırmıştı. "Teşekkür ederim." Diye geveledi.


"Bir şey değil" dediğimde sanki suçlu değilmişim gibiydim. "Şirketin nerde olduğunu biliyorsunuzdur. Gidip istediğiniz kamerayı seçin, parası için dert etmeyin."


Bakışlarım yana kaydığında Saraç'ı gördüm. Üzerini kurulmamış ve üstüne tişört geçirmişti. Başı hala kanıyordu. Adama bakıp. "Görüşürüz." Dedim ve Saraç"a doğru ilerledim.


Defne gelmedi onun yerine birinin yanına gidip yine yavşamaya başladı. Başımı iki yana salladım. Hiç uslanmayacak, akıllanmayacaktı. Gördüğüm çalışanlardan birini dururdum. "Buz getirin ve ilk yardım çantası." Çocuk başını sallayarak uzaklaştığında ben Saraç"in yanına geldim.


Başını kaldırıp bana baktı. "Ne o pişman misin yoksa?" E yok artık!


Burnumdan soluyarak arkamı döndüm gitmek için ama bileğimden tutarak durdurdu. "Bırak." Dedim aniden bağırarak.


Bıraktı. "Şaka yapıyorum." Dedi.


"Şakadan hazzetmem."


"Bende." Dedi en net şekilde.


"Neden yapıyorsun o zaman?" Şakaları komik değildi!


"Seni güldürmek için. Fark ettim ki çok nadir gülüyorsun. Ayıca o gün göllete çok üzgün gibiydin... Yani ben aslında böyle eğlenceli, neşe dolu bir insan değilim İz." Onu şaşkınca dinlerken az önce buz ve ilk yardım çantası istediğim çocuk geldi.


Çantayı önümüzde ki masaya bıraktı. "Büyürün İz Hanım." Deyip uzaklaştı.


Sırıtarak masaya doğru baktı Saraç. "Gizliden hemşire misin yoksa?" Burun devirdim.


Ona oturması için baş haraketi yaptığımda. "Üstümü da çıkartayım mi." Diye sordu pis pis sırıtarak.


"Yaran göğsünde mi?" Bu adam gerçekten benim sinirlerimi zıplatıyordu.


"Kalbimde..." dedi birden bire.


Yutkunma isteğimi tutamadım. Derince yutkunduğumda. "Güzeldi değil mi güzel güzel." Ona bir şamar çaktım, koluna.


"Değildi güzel. Kaybimde." Diye onu taklit ettim. "Çapkın züppe!" Onu geri itekledim ve sandalyeye çarptı. "Otur şuraya." Diye bağırdım emir verir gibi.


Başını eğip gülümsedi ama oturdu da. "Emredersiniz, güzel göz." Sandalyeye oturdu.


Ben bilmem kaçıncı defa sabır diledim!


Arkasına doğru geçerek kafasını inceledim doktor, hemşire değildim ama belki anlardım işte hafif yaralar olmuştuk. Çokta abartılacak bir şey değildi! "Ne abartın sende!" Diye çemkirdim.


"Abartım mi? Ben mi?" Hızla bana doğru dönüp kendini gösterdi. "Sesim bile çıkmadı!" Tamam haklıydı.


Onu omuzlarından tutup tekrar öne doğru döndürdüm. "Sus!" Çünkü ne diyeceğimi bilmiyorum.


Omuz silkti ama sustu da.


Aferin karın ne derse o!


Karın? 


Instagram ve TikTok keşfetini daha az izlemeliydim!


Pansumana bence gerek yoktu, ama mikrop kapmasını istemediğimin için çantayı açıp bir parça pamuk kopardım önce ardından üzerine üzerine sıvıdan döktüm anlık adını hatırlamayadım, bakmadım da. Pamuğu saçlarının arasına daldırdığımda yüzünü buruşturduğunu gördüm. "Acıtıyor muyum?" Diye sordum daha hafif, naif baskı uygularken.


Başını salladı. "Çok acıyor." Dediğinde durdum.


"Gerçekten mi ya." Diye sorum masum masum.


Başının üzerinde ki elimi tutuğunda bana doğru döndü. Dudaklarını büzüp, başını salladı. "Gerçekten." Dediğinde içim acıdı.


Ben insanların canını yakan biri değildim.


Sadece sinirlerimle oynamıştı!


"Şey..." ne diyeceğimi bilemedim. Buza doğru baktım. "İstersen buz koyalım direk eğer pansuman yaparken acıyacaksa."


Elimi bırakmadı. Parmak uçları naifçe okşuyordu sanki elimi... Ya da ben öyle hissediyordum. Başını sağ eğdiğinde çok tatlı göründü gözüme. "Acıyor çok acıyor." Dedi içli içli. "Kalbime buz koyabilir misin?" Bir kaç saniye öylece baktım. Algılayamaya çalıştım.


Dalga mi geçiyordu?


Elimi çekip omuzuna sert bir tokat attım. "Çok mi komik?" Ellerimi tutuğunda ona vurmamam içindi.


Güldü. "Güzeldi değil mi güzel güzel." Kaşlarını kaldırıp indirdi. "Bu sefer vuruldun dimi, vuruldun vuruldun." Ben değil ama azıcık daha sabrımı zorlarsan bu sefer buzu kafanda kıracağım!


Oflayarak onu tekrar önüne döndürdüm. "Sus artık! Vurulmadım sana! Vurulmam! Her kıza yürüyor musun böyle?" Soru sorarken bir yandan pansumanına devam ediyordum.


"Çok mu merak ettin." Diye sorduğunda tam cevap verecektim. "E madem çok merak ettin söylim bari. Evet." Evet? Şaşırmamıştım.


Göz devirdim. "İyi." Dedim ters ters. "Bana yürümeyi bırak. Kafanı patlatırım kocaman bir delik bırakırım, gördükçe beni hatırlarsın." Yapardım.


Konuşacağı sırada Defne geldi. Elinde ki benim telefonumdu. "Abin." Dedi telefonumu uzatırken.


"Hangisi?" Diye sorduğumda cevap vermedi sadece yüzünü buruşturdu.


Tamam anladım Turan abim.


Gülerek telefonu alıp kulağıma götürdüm. "Efendim abiciğim" dedim. Telefonu kulağımla omuzumun arasına sıkıştırırdım.


"Boncuğum" dedi. "N'apıyorsun güzelim?" Çoğunlukla boncuğum derdi bana.


Gülümsedim. Elime buzlu poşeti alırken. "İyiyim abim. Ne yapayım öyle set işte." Ne set ama çok güzel!


"Biliyorum, Defne söyledi." Göz devirmişti sanki?


Defneyle çok severlerdi birbirilerini... parantez içinde.


"Sen neden aradın?" Diye sordum hiç uzatmadan.


Buzu Saraç'ın kafasına tutuğumda çığlık attı. "Çok soğuk!" Hemen telefonu kulağımdan çekip hoparlörü kapatım.


"Abim duyacak." Eğilim ağzını kapatım. "Ne bağrıyorsun?" Güldü. Bunu elimin altında hissetim.


Elimi çektiğimde. "Uygunsuz bir şey yapmıyoruz." Dedi sırıtarak.


Yüzümü buruşturdum. "Seninle ben, uygunsuz şeyler yapmak? Anca rüyanda görürsün." Dememe kalmadan.


"Görmediğimi nerden biliyorsun?" Gözlerim flaş gibi açıldı.


Dona kaldım. Nasıl yani? Onu ve beni.. Tövbe yarabbim. Başını arkaya atıp güldüğünde. "Şaka yapıyorum." Dedi. "Abin telefonda." Hatırlayıp hemen telefonu kulağıma koydum.


"Alo, abiciğim." Dedim Saraç'a ters ters bakarak. "Defne düştü da, buz koyuyordum ayağına." Harika bir yalan.


"Ne." Diye panikledi hemen. "Düştü mu? İyi mi?" Abiciğim fazla mi paniksin?. "Setiniz nerde, geliyorum hemen..."


"Dur dur." Diye bağırdım bende stres olarak. "İyi şimdi, yani gerek yok gelmene." Abi otur oturduğun yerde!


Arkadan Savaş abinin sesini duyduğum. "Ne oluyor?" Diye salona giriş yapıyordu büyük ihtimal.


"Yok bir şey Savaş." Dedi ona abim ve tekrar bana odaklandı. "İz..." der demez.


"İz mi o" diye zordu Savaş abi. "Versene."


"İz." Dedi Savaş abinin sesi. "Şirkete gelecek misin? İmzalaman gereken, onaylaman gereken dosyalar var." Sesi her zaman ki gibi normalde ne sıcak ne soğuk.


"Hayır." Dedim net bir şekilde. "Bugün yoğunum..." aklıma akşamki yemek daveti geldiğinde yüzümü buruşturdum. "Zaten akşam yemeğe gelicem. İmzayı benim yerime abim atsın, ben sekreterimi arar haber veririm." Üşeniyordum.


"Olmaz." Dedi otoriter bir sesle. "İmzan gerekiyor, biliyorsun sensin bir ortaklığa giremeyiz ve bu çok önemli." Kendisi bile evdeydi!


Ofladım. "Tamam, bir saate şirkete olurum." Telefonu kapatım. Ne acelesi vardı? Yarın atarım imzayı! Saraç bana garip garip bakıyordu. Bi dakika, Saraç? Ne garip isimdi. İlk kez duruyordum.


"Neyse." Dedim buzu onun eline tutuşturarak. "Benim gitmem gerek, buzu da artık çalışan kadınlardan biri yapsın sende böylecek yürümeye devam edebilirsin." Onu dinlemeden yanından uzaklaştım.


Defne'nin yanına geldiğimde cilveli bir edayla gülümsüyordu. "Ya." Dedi süzüle süzüle. "Senin de..." adamın tişörtünü tuttu. "Tişörtün çok güzelmiş, acaba altındakiler de güzel midir?" Adam büyük bir sırıtışla.


"Tişörtümün değil ama eşofmanımın altında ki çok güzeldir." Dediğinde Defne elini adamın göğsünden aşağıya doğru sürtü.


O an sesimi çıkartım kendimi beli ettim. "Öhöm bölüyorum ama Defnecim gitmemiz gerek." Adam kumral, hafif kirli sakallıydı. Kehribar gözleri, kumral teniyle uyumsuzdu. Neyde bana neydi?


Defne koluma girerek. "Bu İz." Dedi. "Manejeriyim ve en yakın arkadaşı." Sırıtım. Yana doğru baktığımda Saraç buraya doğru bakıyordu, gözlerini kısmıştı. Uzaktan bile çenesini sıktığını görebiliyordum.


Adam uzanıp elimi tutu ve dudaklarına götürüp öptü. "İz Hanım namınızı çok duydum ama gerçekten dedikleri kadar varsınız, muhteşem göz kamaştırıcı bir güzelliğiniz var." Beyaz dişlerini bana sundu gülümseyerek. "Çok hoş ve zarif bir kadınsınız. Özellikle gözleriniz, fevkalade." Bir düşme sesi geldiğinde bakışlarımız oraya döndü.


Saraç karavanın kapısını kırmıştı. Ağzım açık bir şekilde oraya bakarken onun bakışları adamın tutuğu elimdeydi. Hala mi tutuyor? Der gibi bakıyordu bana. Elimi çekmedim. Neden çekecekmişim ki. Onu umursamadım ve adama doğru döndüm. "Ah teşekkür ederim." Dedim kibarca. "Çok güzelimdir" Tabiki de egom vardı benimde.


Elimi şimdi çektim. Adam ellerini ceplerine sokarak. "Bir yemek yemeye ne dersiniz? Böyle akşam yemeyi. Ben size konum atarım." Konum atarsın? Kabul ettiğimi hatırlamıyorum.


Ne kadar sinirlensem de sakinliğimi korudum. "Çok nazik bir davet ama sağolun akşam için sözüm var."


"Başka zamanda olabilir." Israrcıyım diyorsun.


Zorla gülümsedim. "Maalesef yoğun tempodan çalışan bir kadınım, hiç boş günüm, gecem yok." Sana yok.


Saraç'ın bağırma sesi geldiğinde tekrar oraya çevirdik bakışlarımızı. Sanırım yüklü miktar bir para ödemek zorundaydı. "Atlas!" Diye bağırdı etrafa bakınarak.


Biraz uzağından koşan esmer, uzun boylu ve koyu kahve saçlı adam Saraç'ın yanında durdu. Saraç ona bir şeyler söylediğinde adam cebinden bir çek çıkardı ve Saraç'a verdi. Saraç hızlı bir şekilde çeki doldurup onunla kavga eden adama uzatı. Adam memnuniyetle gülümsediğinde, paranın bir kere daha gülümsediğini görmüş oldum.


Saraç hızla uzaklaştı. Arkasına bile bakmadı, arkasından Atlas denilen adam bana kısa bir bakış atıp o da gözden kayboldu. Tekrar adama doğru döndüğümde. "İyi günler." Dedim ve konuşmasına müsade etmeden Defneyi de benimle beraber sürükledim.


Arabaya yaklaştığımızda kolumdan çıktı. Durdu. Bana baktı. "Ne var yine?" Bugün bıkmıştım?


"Kıyafetlerin." Dediğinde üstüme göz atım. Harika bikinilerle gidecektim.


Oflayarak geri döndüm. Karavanıma girip üstümü değiştim ve arabaya doğru gittim. Defne bu sefer yalnız arabaya dayanmış beni bekliyordu. Elimde ki anahtarları ona fırlatım. "Sen kullan yoksa ikimiz de dünyaya veda edebiliriz." Anahtarları havada kaptı.


Güldü. "Dünya dedin ne ki ateşböceğim. Gün gelecek, sona erecek. Yaşam diye bir şey kalmayacak." Kendisi harika moral veriyordu.


Arabaya binerken. "Kes sesini sarı ciyan ve arabayı sür." Seni kovuyorum demek istedim ama bıkmıştım.


Koltuğa oturup kemerimi taktım. Koltuğu geri vererek ayaklarımı uzatıp arkama yaslandım. "Oh prenses." Dedi Defne. "Rahata bak, görende özel şöförüyüm sanacak." Kendi kendine söylendi.


Ona doğru dönüp parmağımı kaldırıp salladım. "Seni ko..." sözümü kesti.


"Tamam kovdun." Diye alay etti. "Bugün beni 1983828492 kez kovdun." Yine kovardım.


Huysuzca arkama yaslanıp gözümü kapatım. Azıcık sakinlik ya, bu ne? Bıktım. Bi an önce şirkete gidip imzamı atmak istiyordum, okumadan. "O adamla nerden tanışıyorsunuz?" Defne'in sorusuyla başımı kaldırmadan ona baktım.


Yutkundum. "Hiç." Dedim mırıldanarak.


"Yakışıklı adam ama." Dediğinde gözlerimi ona diktim. "Bakma öyle, allahı var karizma adam. Tam bir big boy. Yanında minnacıktın, fazla tatlıydınız. Tek eliyle kaldırıp seni tutuşu offf eridim." Kendini kendine elleriyle rüzgar yaptım. "Kızım bence düşmelisin, bitmelisin. Erimelisin." Abartıyordu.


Başımı cama doğru çevirip rahatça gözlerimi yumdum. "Sen düşmeye, erimeye devam et ben uyuyacağım." Aniden beni dirsekle vurmasıyla sıçradım.


"Beğendin ama değil mi? Doğru söyle, tam senin göz zevkin." Manyak mıydı bu kız?


Tabiki de Evet!


Vurduğu yerimi sıvazlarken. "Ne saçmalıyorsun Defne! Yok beğenmedim, gel yatalım dese direk evet deyip kollarını atlayacağım o derece." Allahım ya.


Birden fren yaptığında ileriye doğru savrulduk. "Öldürecek misin bizi sari ciyan!" Diye bağırdım.


O ise kocaman açmış gözleriyle bana bakıyordu. "Ne!" Diye kulağımı çınlatacak şekilde bağırdı. "Onunla mi yatacaksın? Nasıl? Oha? Ne zaman oldu bu? İz bana hiç anlatmıyorsun. Kızım, ne demek yatacağım? Oha, ben şok! İz sen biriyle mi yatacak, aman Allahım dünyanın sonu geliyor." Defnecim hiç şok olduğun beli değil hayatım.


"Saçmala." Deyip umursamazca yeniden arkama yaslandım. "Ne yatması? Onunla yatacağım ömür boyu..." ellerini kulaklarına koydu.


"Hayır hayır onu deme, hayır." Fazla dramatikti.


Oflayarak hafif kolunu cimcikledim. "Kes şunu Defne. Yatmak yok! Olmayacak! Hele onunla asla!" Asla asla deme derdi annem. "O gitsin o ego şeyini başkalarına soksun!" Neyini mesala İz'cim?


Defne alt dudağını ısırdı. "Neyini?" Diye sorduğunda sıçtım.


Öksürdüm ve koltuğa uzandım evet uzandım. "Offf neyini olacak laflarını, beni rahat bırak Defne! Sür şu arabayı." Laf ne alaka İz?


Kahkaha attığını duydum. "Tamam, tamam." Dedi kahkaha atmaya devam ederek. Ve şükür araba yeniden çalıştı.


Gözlerimi yumduğumda o kadar yorgundum ki, hiç kendimi uyumamak için zorlayadım. Dün gece geç uyumuştum, çok geç. Ve uykum vardı. O yüzden kendimi uykuya teslim ettim.


Tek teslim olacağım şey: Uykumdu.


Bölüm nasıldı?

Loading...
0%