Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6 Bölüm

@leyaninhikayeleri

Beyaz yaşmaklarından kurtulsa dağlar, gözlerinin içine bakarak seyretsek yeşili.


Keyifli okumalar🐣


Şirkete geleli on dakika olmuştu. Arabada uyuya kalmıştım, doğru dürüst dün gece uyumamıştım. Uyuyamamıştım. Çünkü, bağımlı, kaçık, partilemeyi seven, züppe ve ukala bir komşum vardı. Evet, doğru. Onun lanet olası partilime sevgisinden ötürü ben uykumu alamamıştım.


Defne beni zar zor uyandırıp kendime getirmişti. Anca ayılmıştım resmen. Yüzüme su atmaya kalkışınca kendim ayılmaya karar vermiştim, makyajımın bozulmasını istememiştim. Gerçi ne makyaj vardı ki, rimel, anlık, ve gloos. Bu kadardı.


Savaş abinin odasındaydım ve onu bekliyordum. Bana gel deyip kendisi hala yoktu. Kafayı yemek üzereydim. Defneyi Turan abimin odasına göndermiştim, neden göndermiştim? Bende bilmiyordum.


Bir imza için resmen bekletiliyordum. Odayı incelemekten, oda hafımıza öyle bir kazınmıştı ki gece rüyama girebilirdi. Sıkılmıştım. İnstagram'da dolaşmıştım ama pek böyle beni yükselecek bir haber, fotoğraf yoktu. Hepsi boş boş tatil fotoğraflarıydı.


Daha yeni para görmüş insanlar Dubai'ye tatile gitmişti resmen. Yıllardır zengin olan ben iş dışında hiç bir ülkeye gidememiştim. Param, üvey babamın parası vardı ve ben harcamıyordum desem yalan olurdu. Üvey müvey ama beni sever sayardı. Ne kadar para harcadığıma asla karışmazdı, ilk harcamaya başladığımda da bir şey dememişti. Çekingen bir tavırla gidip para istemiştim, oysa bana kendi adıma çıkardığı kartı vermişti. Bana kalsaydı istemezdim ama annem artık o senin baban sayılır harçlığını ondan almalısın deyince ister istemez ondan almıştım. Tüm gittiğim okul masraflarını o ödemişti, zengin okullarda okutmuştu. Bana yurt dışında okuma teklifi sunduğunda kibarca reddetmiş ve annemi yalnız bırakamayacağımı söylemiştim.


Sinan amca çok iyi bir adamdı. Üniversiteye gitmem için o kadar çok zorlamıştı ki onun hatrı için bir kaç yıl gitmiştim. Sonrasında beni şirkete işe aldığında yavaş yavaş kızı olarak tanınmaya başlamıştım, gittiğimiz davetlerde güzelliğim konuşulmuştu özelikle gözlerimin güzelliği. Bir gün bir çekim için teklifi geldiğinde Defneye anlatmıştım heyecanla o zamanlar yakın arkadaşımdı. Hevesle çekime gitmiştik.


Ve insanlar sanırım sırtımda ki izleri garipsedikleri için bu kadar ünlü olmuştum...


Defneyle, sarı ciyanla üniversitede tanışmıştık, üniversitenin ilk yılında. Karşılaşmamız garip olmuştu çünkü ilk karşılaşmamızda saç baş birbirimize girmiştik. Defne hep der, ben ilk aşklar kavgayla başlar diye inanıyorum. Bende ona o zaman bizde mi aşığız diyerek ilk karşılaşmamızı hatırlatıyordum. Ondan sonra karnımız ağırana kadar gülme krizlerine giriyorduk.


Kendi kendime güldüğüm sırada ofisin kapısı açıldı, başımı çevirip baktığımda Savaş abiydi. Şükür eder gibi kollarımı iki yana açtım. "Sonunda, bir imza için beni çaktın buraya." Gerçekten değmezdi.


Giydiği geri takım ona yakışmıştı. Üvey abim diye demiyorum ama yakışıklı biriydi. Kan bağımsız yoktu ama yakışıklıkta üstüne... Turan abim ondan daha yakışıklıydı. Benim kararlılık seviyesi çok iyiydi.


Arkamdan geçip kendi koltuğuna oturdu. Geriye doğru yaslanarak. "Fena mi? Hem beraber eve geçeriz." Beraber? Beraber mi demişti o?


Şaşkınlığım yüzümden bile beli oluyordu kesin. "Biz mi? Beraber mi?" O kadar çok şaşırmıştım ki. Yıllardır beraber eve gitmemiştik. Bir nedeni yoktu ama gitmemiştik işte.


Başını usulca sallayarak onayladı. Gözlerimi bir kaç kırpmıştırdım. "Savaş abi." Diye seslendiğimde "Efendim." Diye yanıtladı beni.


Bacak üstüne bacak atarak bende arkama yaslandım. "Sen iyi misin? Yani... Başına bir şey düşmüş olabilir mi? Değişik davranıyorsun, ne bileyim. Garipsin. Beni şirkete çağırdın, sen." İşaret parmağımla onu gösterdim. "Ve beraber eve geçeriz dedin. Gerçekten, hiç normal değilsin." Beni sevdiğini biliyordum ama yani garipti işte.


Dediklerimi umursamadı. Elini uzatıp bir çekmece açıp içinden bir dosya aldı ve önüme koydu. Başıyla dosyayı incelerken. "İmzala şunu artık İz." Fazla aceleci davranıyordu. Kol saatine baktı. "Nerdeyse akşam olmak üzere ve sekizde misafirlemiz gelecek." Dün geceden beri tutturmuştu misafir diye.


Oflayarak dosyayı açtım. Tam okuyacağım sırada "Okumana gerek yok, imzala yeter." Çatık kaşlarına anlam veremedim.


"Peki." Diye mırıldanarak kalem aldım ve hiç okumadan imzalamam gereken yerleri imzalayıp dosyayı ona uzatım.


Dosyayı geri yerine koyarken. "Ne o dosya? Neden okumama izin vermedin? Kimlerle iş birliği içine girdik?" Dosyayı yerine koyduğunda bana baktı. Sorularımı teker teker sorarken o dümdüz bakıyordu.


Ayağa kalktığında cevap vermek istemediğini anladım. Neden peki? O kalktığında bende ayaklandım. "Umarım arkamdan bir işler çevirmek gibi bir düşünceniz yoktur." Ona dik dik bakmaya başladım. "Eğer öyle bir şey olursa..." başımı sallayıp alt dudağımı yaladım. "Ortalıktan geri çekilmekle kalmam biliyorsun." Evden de ayrılır onları hayatımdan komple silerdim.


Gözlerini kaçırarak kapıya yürüdü. "Birlikte eve gidiyoruz." Dediğinde gerçekten delirecektim bugün.


Peşinden bende dışarıya çıktığımda çalışanlar bize bakıyordu. Bense dik başım ve sert ses çıkaran topuklularımla bir manken edasıyla yürüyordum. Saçlarımın bir kısmını arkaya attığımda bir rüzgar gibi estim. Evet çok güzeldim, ılımlıydım ve seksiydim. Birazda ateşli.


Savaş abi bana yandan baktığında ona gülümsedim. O ise bakışlarını çekip önüne bakmaya devam etti. Uzun boyu ve gemiş omuzlarıyla fazla dikkat çeken bir patrondu ve şirkete ona göz koyan bir çok kadın vardı ama Savaş abi hiç biriyle yakından veya uzaktan ilgilenmiyordu.


Çantamdan telefonu çıkartıp Defneyi aradım. İlk çalışta açtı. "Defne." Dedim tok bir sesle. "Ben Savaş abiyle eve geçiyorum sen Turan abimle dönersin, ya da arabayla git. Yarın sabah beni almaya eve gelirsin." Telefonu yüzüne kapatıp ona konuşma fırsatı tanımadım. Çok soru soracağını bildiğim için.


Asansöre bindiğimizde yaşlı bir teyze vardı. Sanırım çalışanlardan birinin annesi falandı çünkü çalışanlar ve aileleri dışında şirkete birilerinin girmesi yasaktı. Özel bir şirketi ve kimlik kontrolünden geçiliyordu bu bizim sistemimizdi. Şirketin girişinde tam beş tane koruma vardı.


Kadın. "Çok yakışıyorsunuz." Dediğinde bakışlarım ona döndü. Bizi iyice süzdü. "Evli misiniz? Birbirine bu kadar yakışan bir çift ben ilk defa görüyorum." Gerçekten yakıştırdığı parlayan gözlerinden beliydi. Bizi beğeniyle süzüyordu.


Tam konuşacağım sırada bakışları gözlerime kaydı. "Güzel kızım, gözlerin ne kadar da güzelmiş senin öyle." Bir kere tükürdü bana doğru. Tabi gerçekten değil. "Maşallah sana. Allah nazarlardan korusun, kızım." Savaş abiye baktı bu sefer. "Maşallah evladım senin de boy pos maşallah." Savaş abiye bir kere tükürdüğünde, Savaş abi iğrenir gibi yüzünü buruşturdu.


"Biz kardeşiz." Dedi ters bi sesle. "Ne evlisi?" Beni kolumdan tutup yanına çekti. Kulağıma doğru eğilerek. "Yabancılarla samimiyet kurmayı bırak artık İz." Diye beni azarladı.


Başımı kaldırıp ona baktım. Kolumu çekip. "Kadın çok tatlı. Ne var evli sandıysa." Bağırıp teyzeye doğru döndüm. "Sen onun kusura bakma teyzem, o biraz otoriter bir insan. Bazen robot gibidir, ayrıca kaba da." Savaş abinin yanında ona saydırıyordum. Bu cesaret nerden gelmişti?


Savaş abiye bakmadım. Bakarsam bakışlarıyla beni doğaracağını biliyordum. "Neyse teyzem." Dedim tatlı tatlı sırıtarak. "Senin de maşallahın var. Şu güzeliğe bak, o tontiş yanaklarına kurban." Teyzeye doğru gidip elini öptüm. "Allah uzun ömürler versin teyzem." Kilolu bir teyzeydi. Saçları grileşmişti. Durumu olmayan birine o kadar çok benziyordu ki...


Yanaklarımı sıkarak. "Allah asıl sana uzun ömürler versin kızım." Elime uzanıp avucunu açtı. "Hiç kimseye bakmam ama sana bakasım geldi yavrum." Dediğinde onu anlamadım. "El falına bakayım mi? İster misin, güzel kızım?" O sırada asansör durdu.


Savaş abi. "Hadi İz." Diye seslenerek asansörden indi.


Ben ise kadınla beraber inmiştim. Elimi hala tutuyordu. İşaret parmağını avucumun içinde dolaştırdı. "Hayırlı bir kısmet görüyorum." Dediğinde güldüm. İnanmıyordum. "Bu adam seni çok sevecek, senin için her şeyi yapacak. İstediğin her şeyi teker teker yapacak." Kaşları çatıldı. "Başta kötü görünse de ilerleyen zamanlarda seni sevecek, hata aşık olucak. Ben büyük bir aşk görüyorum. Birbiriniz için onca fedakarlıklar yapacaksınız." Elini kalbine götürdüğünde bayılacak gibi oldu.


Onu hızla tutup. "Teyze, iyi misin?" Telaşlanmıştım.


Konuşmadı gözlerimin içine bakarak korkmuş gibi başını salladı. Ve hiç bir söylemeden uzaklaştı. E ne olmuştu şimdi? Arkasından öylece kalakalmıştım. Neydi şimdi bu? Hepsi palavra ve yalandan ibareti. Kısmetmiş, sevmekmiş. Aşk görüyormuş, hemde büyük. Hah.


Savaş abinin arabasına bindiğimde kemerimi taktım. O ise somurtarak bana baktı. "Ne dedi o kadın?" Arabayı çalıştırıp park yerinden çıktı.


Omuz silktim. "Aşk meşk bit şeyler geveledi işte."


"İnanmadın değil mi?" Saniyelik bakışlarını bana çevirip tekrar yola baktı. "İz, kadın korkarak kaçtı. Kadına bir şey mi yaptın?" Onu otuz kırk yerinden bıçakladım.


Göz devirerek bakışlarımı cama doğru çevirdim. "Saçmalama. Ona hiç bir şey yapmadım, yapmam. Katil miyim ben? Kadın el falıma bakarken ne gördüyse kaçıp gitti, sanırım cin gördü." Arkama yaşlandığımda omuz silktim. "Eve gidip üzerimi değişmem gerek bu şekilde yemeğe katılamam, saçım başım dağınık, kırmızı rujum eksik." Saçımın bir kısmını tutarak burnumun ucuna yaklaştırıp kokladım. Yüzümü buruşturarak. "Saçım pis kokuyor. Ve ben koku bağımlısı bir kadınım, acilen gidip düş almalıyım. Yoksa-"


Konuşmama daha fazla müsade etmedi. "Sus artık." Diye beni azarladı. Ona yan gözle baktığımda kaşlarını hafif çatmıştı ve dümdüz yola bakıyordu. "Bunları malikanede de yapabilirsin. Kendine ait bir odan ve düşün var, kıyafetlerinin bir kısmı orda zaten. Ve eminim kırmızı rujlarından biri de odanda bulunuyordur ve tabi kokularından biri." Tamam konuşmayı sevmiyordu ama şuan hayatında kurduğu en uzun cümleyi kurmuştu sanırım.


Gözlerimi irice açıp ona baktım. "Çok konuştun." Dedim. "Bu kadar uzun bir cümle kurmak hiç seninki değil, yorulmuşsundur." Yanımda duran su şişesini elime alıp ona uzatıp. "İç, boğazın kurumuştur." Evet bariz bir şekilde onunla alay ediyordum.


Bana çatık kaşlarıyla yandan baktığında sahte bir gülümsemeyle. "Ya da içmezsin." Diyerek elimde ki şişeyi yerine bıraktım. "Boğazında kurumamıştır hem sen hep uzun cümleler kurarsın ki" ona en tatlı gülümsemi sundum.


Koltuğa iyice sıvıştım. Çünkü bakışları beni öldürecek gibiydi. Sanki böyle ağzım bit kâğıt parçasıymış da onu ezip, büzüp, yırtmak istiyormuş gibi bakıyordu. Tamam benzetememiştim çünkü bakışlarından tırsmıştım.


Yola çevirdi bakışlarını. "İz-." Telefonu çaldığında bakışlarını indirip ekrana baktı. Her kimin aradığını gördüyse kaşları mümkünmüş gibi daha çok çatıldı ve gerildi. Evet gerildi. Ama yine de telefonu eline alıp açtı ve kulağına koydu.


Ses etmedi, karşı tarafı dinledi. Karşı taraf ne dediyse bana baktı saniyelik. "Müsait değilim." Buz gibi sesi beni bile dondurmuştu konuştuğu kişiyi düşünemiyordum. "Kasımpatı, kapatıyorum" dediğinde anlamayan bakışlarım onu buldu.


O telefonu cebine koyarken bakışlarım hala ondaydı. Kasımpatı demişti, bir çiçekçi bu. Ama neden birine böyle seslenmişti ki? Konuştuğu kişi kadın olmalıydı, kadın olsa bile insan gülüm derdi. Çiçeğim. Kasımpatı ne alakaydı? Aşırı saçmaydı.


Ona baktığımı hissederek aniden gözlerini bana çevirip, dikti. Onunla göz göze gelmemek için hemen bakışlarını çekip camdan dışarıya baktım. Kasımpatı. Güzel ama saçmaydı. Bir sevgilisini olduğunu düşündüm, olabilirdi. Umarım vardı. Lütfen olsundu. Evlenmesini artık istiyordum. Lütfen evlensindi. Yenge istiyordum, Defne arkadaşımdı ama bir yenge de fena olmazdı.


Turan abim evlenmezdi, asla. 


Onu vermezdim ellere, o benim abimdi. Hiç bir kadın ona sarılamazdı, öpemezdi, yanımda. Kafayı yerdim. Katil olurdum. Ben kıskanç bir kadındım. Abimi bile kıskanacak kadar kıskanç. Savaş abinin evlenmesini istiyordum ama muhtemelen onu da kıskanırdım.


Neden bu kadar kıskançtım?


Telefonu alıp yol boyunca sosyal medyada gezdim. Yine ilgimi çeken bir şeyler yoktu. Haberlere okumaya karar verip interneten bügün ki haberlere girdim. Gördüğüm şeyin şokuyla gözlerim kocaman açıldı.


Ben ve Saraç vardık fotoğrafta!


Beni bir eliyle tutmuş, havaya kaldırmıştı!


Ve ben onun yüzüne aval aval bakıyordum!


Belimde ki eli, pancası kocaman belimi sarmıştı!


Parmak uçları sırtıma değiyordu!


Ve o resimde gülüyordu!


Ve ben aptal aptal sırıtıyordu!


Bu neyin nesiydi böyle!


Bir kaç gün önce ortalık kuran Sinan Kuyumcu'un ve Veli Zenginoğlun'un kızı ve oğlu bugün deniz kenarında görüntülendi. Saraç Zenginoğlu, İz Kuyumcuy'la fazla yakın pozlarda yakalandı. Bu yakınlık merak uyandırdı. Acaba bu ikili arasında ne yaşanıyordu? Yoksa Zenginoğlu ve Kuyumcu ailesi akraba mi oluyordu? İz Kuyumcu ve Saraç Zenginoğlun'un arasında büyük bir aşk mi var?


Daha fazlasını okuyamaya tahammül edemedim. Telefonu kapatıp. "Bu gazetecilerin Allah belasını versin!" Sinirden başıma ağrılar girmişti. Kapıya bir kez vurduğumda avucumun içi acımıştı. "Yalan yanlış haber dışında hiç bir halt yapmıyorlar!." Acıyan avuçumu okşadım.


Savaş abi. "Ne oldu?" Diye sorarken sesi fazla meraklıydı.


Dişlerimi sıkarak ona baktım. "Sizin ortalık kurduğunuz Zenginoğlar'ın oğluyla görüntülenmişiz!" Yolda ki bakışları beni buldu. Ağzı açılıp kapandı.


"Ne alaka?" 


"Sorun bu mu? Ne alaka?" Sorun neydi? O kadar sinirliydim ki doğru dürüst düşünemiyordum.


Arabayı sağ çekip durduğunda bana su uzatı. "İç şunu ve bana doğru düzgün anlat." Ben bile anlamamışken ona nasıl anlatabilirdim.


Elinde ki suya bakıp bakışlarımı çektim. Telefonumdan Defneyi'yi aradım. İlk çalışta açtı. "Derhal bana sana atacağım gazete stüdyosunun, ne boksa numarasını bul!" Telefonu yüzüne kapatıp az önce okuduğum siteye girdim ve ekran resim alıp Defneye attım.


Evet bu sinirle bağlantı kopyalamak aklıma gelmemişti!


"İz biraz sakin ol." Savaş abinin beni sakinleştirmek isteyen sesini kulağıma ulaştığında derin bir nefes aldım. "Kiminle görüntülendin? Haberi hemen kaldırtabilirim." Bende yapabilirdim!


Dümdüz bakışlarımı ona çevirdim. "O ortaklığı iptal etmezseniz o şirketi yakarım!" Evet sinirliyken ateşten korkmazdım, sinirliyken sadece.


"Bunu yapamayız. Sözleşmeler imzalandı. Çok büyük para kayb-"


"Sikerim paranızı! Bana sordunuz mu sözleşme imzalarken?" Kimse benim fikrimi sormamıştı.


"Sen şirkete hiç geldin mi?!" Benden daha çok bağırması beni daha çok sinirlendirdi.


Ellerimi rasgele bulduğum bir yere yaslayarak üzerine eğildim. Yemin ediyorum sinirden güzüm seğirdi. "İkimizide diri diri yakmamı istemiyorsan sür şu arabayı!" Geri çekilip yüzümü sıvazladım.


Sinirlenmek için sessizliğe ihtiyacım vardı. Eğer tek kelime edicek olursa, sinirden ağlardım. Bunu yapardım. Bir çocuk gibi ağlardım. O da bunu bildiği için konuşmadı arabayı çalıştırdı ve malikaneye sürdü.


...........


Malikaneye geleli yarım saat olmuştu. Kalan yol boyunca kimse konuşmamıştı arabada. İnerken de öyle. Hızlı bir düş almıştım ve üzerime beyaz bir elbise giyinmiştim. Düz beyaz, ince asılı bir elbise. İnci küpeler, ve gümüş bir kolye takmıştım. Grilimsi, beyaz bir çift ayakkabı giyinmiştim. Hafif parlayan taşları vardı. Elime de beyaz bir çanta almıştım.


Tabiki de her şeye rağmen şık olmalıydım. Sinan amcan'ın misafirleri geliyorsa onun için değerli insanlar olmalıydılar. Paçoz gibi giyinip onu mahçup etmek istemedim. Saçlarımı hafif maşa yapmıştım, açık bırakmıştım. Makyajım pembe tonlarındaydı, soft ama çekici. Tabiki de kırmızı rujumu sürmüştüm. Kırmızı rujum olmadan olmazdı.


Kombin çek kflslflslflsg


Merdivenlerden inerken telefonum çaldı. Açıp kulağıma koydum. "Büldüm." Dedi Defne.


"Şikayet et. Onlara dava açmanı istiyorum. Duydun mu?" Beni duyduğa dair mırıldandığında telefonu kapatıp.


Son basamağında indiğimde. "Bekle." Diye seslenen Savaş abinin sesini duydum. Arkama dönüp onu bekledim. Yanıma ulaştığında bir elini sırtıma koydu. "İyi misin?" Benin için endişelenmişti.


Gülümseyip başımı ağır ağır salladım. "Sorun yok." Diyerek yürümeye başladım. O da arkamdan geliyordu.


"Biliyorum." Dediğinde ona omuzumun üzerinden baktım. "Sen bir Kuyumcusun." Derken gurur duyar gibiydi. "Bir Kuyumcu her sorunla baş etmesini bilir. Çıkış yolu olmasa bile, kendine bir çıkış yolu kazar." Sık sık gülmezdi. Ama bu söylediklerini gülümseyerek söylemişti. İçten.


Oysa ilk başlarda bizi hiç kabul etmemişti..


Durup onun yanıma ulaşmasını bekledim. Gülüşünü eksik etmedi. Solmadı gülüşü. "Sen Savaş Kuyumcunun kız kardeşisin İz Kuyumcu." Benimle gurur duyuyordu evet, gözlerinde ki parıltı bunu gösteriyordu.


Dolan gözlerimi ondan saklamadım. Ve burnumu çeke çeke kollarımı boynuna dolayıp ona sarıldım. Konuşmadım. Ama ne demek olduğunu biliyordu. Ne kadar beni istemese de başlarda sonrasında alışmış ve benimsemişti. Liseye ilk başladığım zamanlar bir grup erkek tarafından nerdeyse tacize uğrayacakken o beni kurtarmıştı. Annemle ergence kavgalar edip sokaklarda kaldığım geceler o beni bulmuştu. Başımı her derde soktuğumda dibimde bitmişti. Uzak gibiydik birbirimizden ama bir o kadar da yakın.


Başımın üzerine bir öpücük kondurduğunda gülümsüyordu hala. Bende gülümsedim. Boyum kısa olduğu için, topuklularla olmama rağmen parmak uçlarımda yükselmiştim. Uzun bir abimizdi.


Geri çekileceğim sırada inen Bensu ve nişanlısını gördüm. Anında moralim düşerken. "Ben salona geçiyorum." Dedim Savaş abiye doğru bakarak.


"Nereye kaçıyorsun?" Diye sordu ablam. "Ne güzel sarılıyordunuz?" Bunu neden kıskanır gibi sormuştu?


Savaş abi ona tahammül edemiyormuş gibi burnundan soludu. "Bana da sarılmayacak mısın?" Diye soran ablam elini nişanlısının elinden çekti. İki yana açarak. "Üzülürüm ama ben." Dudaklarını öne doğru sarkıtı. "Lütfen bana da sarıl." Ne yapmaya çalıştığını gram anlamamıştım.


Bensu'yu süzdüğümde güzel giyinmişti. Arkadan bağlanan saten crop, atın rengi. Siyah bir etek. Siyah, üzerinde beyaz kurdele olan ayakkabılar. Altın küpeler ve bileziklerle mükemmel görünüyordu. Saçlarını at kuyruğu yapmış, maşlamıştı. Kahve tonlarında ki makyajı ve koyu pembe, bordomsu bir ruj sürmüştü. Bu onun rujuydu ona da yakışıyordu.


Bensu kombin çek


Nişanlısı beni arsızca süzerken dudağının bir ucu kıvrıldı. "Çok şık olmuşsun İz." Sapık gibi sakalarını okşadı.


Gülümsemeye çalışarak. "Teşekkür ederim." Dedim ve bakışlarımı ondan çektim.


Savaş abi buz gibi bir ifadeyle Bensu'ya bakıyordu. Kollarını açmasını görmezden gelerek arkasına döndü ve yanımdan geçerek salona ilerlerdi. Bende arkasından ilerleyeceğim sırada bir kol belimi sardı. Nerdeyse çığlık atacaktım. Sırıtarak bana baktı. Ardından omuzun üzerinden Bensu'ya baktı. "Müstakbel karım, gel sende sol yanıma." Diyerek onu çağırdı.


Belimde ki eli sıkılaştığında her an kusabilirdim. Ablam hiç bir şeyden şüphelenmesin diye doğal davranmaya çalışıyordum. Nihayetinde ablamda nişanlısının sol kolunun altına girdiğinde beraber salona yürüdük. Elimi uzatıp belimde ki elini çekmeye çalıştıkça inadına daha çok sıkılaştırıyordu belini. Baş parmağıyla serçe parmağımı sıkıştırdığında gerçekten çığlık atmak istedim. Parmağının ucu tenimi okşadıkça kan beynime sıçradı. En sonunda salona geldiğimizde Sinan amcayı görmesiyle, çekti elini sırtımdan. O an gidip düş almak istedim!


"Nasılsın Sinan amca." Diye sorarak yanına oturdum.


Gülümseyerek bana baktı. "İyiyim İz'im sen nasılsın? Nasıl gidiyor hayat. Yoruyor mu seni?"


Dudak büzüp başımı salladım. "Yoruyor. Hayat hep yorar ki zaten Sinan amca." Bana İz'cim diyen tek oydu.


Buraya ilk geldiğimizde sırtımda ki yaraları, izleri görüp şok geçirmişti. Beni en iyi doktorlara götürmüştü. Evet, en iyilerine. İz'lerin kalıcı olmaması için elinden geleni yapmıştı. Doktorlar'da öyle. Ama geçmemişti işte...


Yapay bir şekilde sinirle kaşlarını çatı. "Yorgunluğunu bana ver ve daha güçlü bir şekilde hayata tutun. Benim sırtım yeterince büküldü zaten." Hiçte bükülmemişti. Taş gibiydi maşallah. Sporunu aksatmazdı. Gençti aslında.


Kıkırdayarak. "Sırtın duvardan bile daha düz." Dedim.


O da güldü. "Çaktırma." Göz kırptı. "Sen yine de ver yükünü belki senin yükün sırtımı büker." Sesli bir şekilde güldüğünde ben durgunlaştım.


Beni sevdiğini her şekilde beli ediyordu.


Gerçek babamdan görmediğim sevdiği ondan görüyordum.


Babam'ın, gerçek babamın bükmeye çalıştı sırtı o yüklenmek istiyordu...


Ağırdı benim için..


Zar zor gülümsedim. "Daha o kadar yaşlanmadım." Diyerek alaya vurdum. "Yüküm o kadar ağır değil, ağırlaştığı an sana yüklerim." Öyle bir şey olmayacaktı ama işte.


Kolunu genişte açtığında. "Gel buraya." Başını eğip gülümseyerek ona doğru yaklaştım ve kolunun altına girdim. Beni sarıp sarmaladı. Saçlarıma uzun bir öpücük bırakıp geri çekildi. "Ben yorulmam. Yorulsam bile şikayet etmem, sende etme. Yük aslında insanı güçlendirir. Güçlü olmasını, güçlüysen her şeyin üstesinden gelirsin." Saçlarımı bir kes daha öptü. "Annen gibi kokuyorsun." Bundan memnun gibiydi.


"Tabiki de ben gibi kokar, o benim kızım." Salona giren annemin neşeli sesine rağmen kaşları hafif çatıktı.


Giydiği kırmızı mini elbise ona yakışmıştı. Makyajı çok güzeldi. Siyah ayakkabı da harikaydı. Annem bir genç kız gibiydi. Mükemmel bir fiziği vardı. Bende ona çekmiştim sanırım.


Sinan amca beni kollarının arasından çıkartarak annemi süzdü. Dudaklarının ucu kıvrıldı memnuniyet ve beğeniyle. "Karım." Derken anneme doğru ilerledi ve kollarını iki yana açtı. "Her zamanki gibi göz kamaştırıyorsun." Annem utanmış gibi başını eğdiğinde hafif kıkırdadım.


"Ya." Dedi Sinan amcanın açtığı kollarının arasına girerken. "Çocukların yanında beni utandırmayı bırakmalısın." Sinan amca saçlarının arasına bir öpücük kondurduğunda mutlulukla kıkırdadı. "Ştt." Sinan amcanın kollarından çıkmaya çalıştı. "Çocuklar var." Sinan amca annemi bırakmadı. Eli belindeydi hala, annemin ise elleri Sinan amcanın göğsünde.


Güldü Sinan amca. Annemin çocuk dediklerine teker teker baktı ve tekrar anneme baktı. "Çocuk mu? Ne cocuğu gülüm." Annemin adı Gülçey'di ama Sinan amca ona gülüm diyor hep.


Annemin tebessüm ederek kocasına baktı. "Onlar hala çocuk." Dedi yapay bir kızgınlıkla. "Hepsi." Hepsi diyordu çünkü Savaş abinin de üzerine alınmasını istiyordu.


"Hepsi evlenme çağında gülüm." Sinan amcam, ben daha küçüğüm demek istedim ama demedim.


Annem uzanıp yanağına minik bir buse bıraktığında Sinan amcan'ın tebessümü gereğinden fazla büyüdü. Bakışları bile değişti, az önce da aşık gibi bakan adam sanki daha çok aşık olmuş gibi bakıyordu. Belinde ki eli sıkılaştığında bizim varlığımızı unutmuş gibiydi. "Ne güzel öptün öyle." Eğildi diğer yanağını da öpmesi için. Parmağınla yanağını gösterdi. "Kocanın diğer yanağını da öpüp eşitlemelisin." Fazla keyifliydi sesi. "Yoksa uğursuzluluk getirir." Bayılacaktım sanırım.


Annemde bizi unutmuş gibi ona uzatılan yanağa hiç itiraz etmeden bir buse kondurdu. Başını arkaya atıp güldü. "Yanağında ruj izi kaldı." Gülerek Sinan amcaya baktı. "Hemen git çıkar, birazdan gelir misafirler."


Sinan amca cıkladı. "Gelsin. Karımın bıraktığı ruj izinden mi utanacağım." Bir kere daha aynı yananı öpmesi için anneme sündü. "Bir kere daha öpsene. Bıraktığın kırmızı ruj izlerini seviyorum." Gülmemek için yanak içini ısırdığımda hafiften kızarmaya başlamıştım.


İşte bu yüzden Sinan amcayla annem evlendiğinde zamanla kabul etmiş ve sorun çıkarmamıştım...


Seviyordu annemi.


Önemsiyordu.


Dövmüyordu.


Dövmek yerine öpüyordu.


Sadıktı.


Üzmek yerine annemi hep mutlu etmek için çabalıyordu.


Eli sadece annemin saçlarını okşamak için kalkıyordu...


Annem utanmış gibi başını eğdiğinde Sinan amca gülümseyerek ona baktı ve çenesinin atlından nazikçe tutarak ona bakmasını salladı. "Hala utandığına inanamıyorum." Kapı çaldığında bakışlar oraya doğru döndü ama Sinan amca hala anneme bakıyordu. Anlından öptüğünde. "Bunun hesabını akşam soracağım, şimdi karımla kapıyı açmamız gerek." Bize doğru döndüğünde hala gülümsüyordu.


Sanırım aşık adam hep gülümsüyordu.


Bize doğru dönerken bile eli hala sahiplenici bir şekilde belindeydi. Konuşmadı ama kalkamız gerektiğini söyleyen bakışları yeti. Kalkıp onlara doğru yürüdüğümde diğerleri de kalktı. Ablam nişanlasının elini tutarken Savaş abi benim yanındaydı.


Beraber kapıya doğru ilerlerken. "Turan nerde?" Diye sordu Sinan amca.


Omuz silkerek. "Haberim yok. En son şirketteydi, Defneyle." Tabiki de herkes Defneyi tanıyordu.


Sinan amca sadece başını salladı. Yani bende gelmeseydim böyle sadece başını mi sallayacaktı! Neden geldim ben o zaman. Sinan amca kapıyı açtığında bir sıra halindeydik. Karşımda meymenetsiz ablamın nişanlısı varken yanımda Savaş abi vardı. Savaş abinin karşısında ise ablam. Annem diğer tarafımda Sinan amcanın yanındaydı.


İçeriye giren kadın ve adamı Sinan amca gülümseyerek karşıladı. "Hoş geldiğiniz." Diyerek adamla tokalaştı. Kadına ise sadece baş selamı verdi.


Evet asla annem dışında yabancı bir kadının elini öpmüyordu.


Annemde adama bir baş selamı verirken kadının elini sıktı. "Hoş geldiniz tekrardan." Annem samimi ve sıcak kanlı biriydi.


Benim aksime.


Kadın ve adam bize doğru ilerlen kapı hala açıktı. Birileri daha mi gelecekti? Adam bana elini uzattığında adama sadece baş selamı verdim kadına ise gülümseyerek. "Hoş geldiniz dedim." Erkeklerin elini sıkmayı seven biri değildim.


Savaş abi ise hiç konuşmadı. Yalandan bir tebessümle baş selamı verdi. Bensu kadın ve adamın elini sıktı. "Çok şıksınız." Dedi kadına. "Elbise çok yakışmış, benden genç duruyorsunuz." Yalaka.


Kadın içten gülümseyerek. "Teşekkür ederim." Dedi sadece.


Bu kadını hiç sevmemiştim.


Ablamın meymenetsiz nişanlısı ise. Adamla tokalaşıp. "Hoş geldiğiniz şeref verdiniz." Dediğinde kusacaktım. Sanki kendi eviymiş gibi davranıyordu. "Büyürün, içeriye geçelim." Dediğinde Sinan amca hafif öksürdü.


Bu: Kendi evinmiş gibi davranmayı bırak demekti.


Hala açık olan kapıya baktığımda içeriye önce... Yabancı olmayan biri girdi. Gözlerim irice açılırken bu bugün Saraç'ın yanında ki adamdı. Atlas. Giydiği siyah takım elbise ve elinde ki çiçeklerle çok şıktı. Ben şok yaşarken o çiçekleri anneme uzatı. "Sizin gibi zarif bir hanımefendi için kalır bunlar ama bağışlayın, sizden güzel bir çiçek bulamadım." Annem çiçeği aldığında kibarca teşekkür etti.


Atlas bana doğru ilerken sıkmam için elini uzatı. Ben ise cin görmüş gibi yerimde dönmüştüm. Ama yine de çaktırmamak için elimin hafif sıktım. Sıcak eli, sıcak elimle buluştuğunda hafif bir titredi sanki. Ya da şoktan bana öyle geldi. Avuç içi terlemişti.


Elimi çektiğimde bakışlarımı da ondan çektim. Demek bu Veli Zenginoğluy'du. Bu da karisi olmalıydı. Peki ya Atlas kimdi? O da mi Zenginoğlarından biriydi?


Bakışlarım iki saattir açık olan kapıya kaydığında gelen birini daha gördüm. Soluk soluka kalmış gelen bu kişi Saraç'tı. Şaşırmadım. Babası burdaydı. Yalandı, şaşırmıştım. Ağzım açılıp kapanmıştı. Mavi gözlerim irice açılmıştı. Üzerine diktiğim gözlerimi gördüğünde anlık şaşırdı. O da beklemiyordu.


Üzerine giydiği siyah bir polo yaka tişört ve siyah bir pantolonla gelmişti. Belinde siyah kemer ona yakışmış gibiydi. Saçlarını arkaya doğru taramış şekil vermişti. Benim bakışlarım onu süzerken onun da bakışları arsızca beni süzdü. Önce beyaz elbisemde gezindi ardından topuklularıma kadar inip yeniden gözlerimi buldu. Yeşil gözlerinden beli belirsiz bir ifade geçti. Gülecek gibi oldu ama gülmedi. Son kez bakışları dudaklarıma kaydığında hafif kaşları çatıldı ama hemen düzeldi.


"Girsene oğlum içeriye." Annemin ona seslenmesiyle kendine gelmiş gibi başını iki yana salladı ve anneme gülümseyerek baktı.


Elinde çiçek vardı ama buket değildi. Yoldan toplanmış çiçeklerdi bunlar. Kokuları buraya kadar gelmişti. Sinan amcaya baş selamı verip annemin karşısında durdu. Çiçekleri anneme uzattı. "Umarım çiçek bakmayı seviyorsununuzdur." Bayılırdı. "Bunları sizin için topladım, o yüzden azıcık geciktim kusuruma bakmayın." Bakmayın? Saygılı bir Saraç?


Annem eğilip çiçekleri aldı. "Çok güzeller." Burnunu çiçeklerin ucuna değdirip kokladı. "Mis gibi kokuyorlar gerçekten, çok ince düşüncelisin." Ah annecim öyledir evet.


Saraç gülerek başını çevirip bana baktı. Ve yanıma doğru adımladı. Tam karşımda durduğunda lanet olası herif topuklu giymeme rağmen benden hala epey uzundu. Kaçtı acaba boyu? Başımı kaldırıp ona baktığımda elini uzatı. "En küçüğü olmalısın." Benimle resmen dalga geçiyordu. "Bende tek oğlarıyım." Gülmek için kendimi zorladım.


"İz." Dedim düz bir sesle elimi eline doğru uzatarak. Kocaman avucu minik avucumu resmen hapsetmişti. Ve inanılmazdı ama soğuktu, herkesin avucu sıcakken onun soğuktu.


Elimi çektiğimde zorlamadı. İlerleyip diğerlerinlele de selamlaştı. Hep beraber salona ilerlediğimizde Sinan amcanın eli hala annemin belindeydi. Evet, belinde. Beraber en büyük koltuğa doğru ilerlediklerinde Sinan amca annemin elinden çiçekleri aldı. "Otur sen gülüm." Başını annemden çevirip salonun dışına baktı. "Pelin." Diye seslendi çalışanımıza.


Herkes otururken o hala ayakta çiçekleri tutuyordu. Komik bir görüntü olduğu için gülmeden edemedim. O an fark ettim ki Saraç bana bakıyordu. Evet tam karşımda rahat bir şekilde oturup arkasına yaslanmış, eli çenesinde tebessüm ederek bana, gülüşüme bakıyordu.


Adi, pis, ukala herif!


Gülüşüm solarken bakışlarımı onun üzerinden çektim. Pelin gelip çiçekleri aldığında Sinan amca annemin yanına kuruldu. Annem bacak bacak üstüne atmasına rağmen elini annemin çıplak kalan bacağının üzerine koydu. "Yemeğe birazdan geçeriz." Parmak uçlarını naif bir şekilde annemin bacağını okşadığını görebiliyordum.


İç çektim.


Annemin sevilmesi beni de mutlu ediyordu.


"Acelemiz yok." Dedi Veli Zenginoğlu.


Arkasına rahatça yaslanmış kolunu koltuğa yaymıştı. Karisi da ondan uzaktı. Hiç bir şekilde temas etmiyorlardı. "İz sendin değil mi?" Diye sordu bana doğru.


Başımı sallayıp onu onayladım. Bakışları ben ve Atlas arasında gezinde. Sanki bir şeyleri yakıştırmaya çalışıyormuş gibi. Dudakları yakıştırmış gibi kıvrıldı. Kendi kendine bir şeyler mırıldandı.


Sinan amcayla sohbet ettiler, iş hakkında. Ardından yemek masasına geçtiğimizde karşımda Saraç vardı, Saraç'ın yanında ise Atlas. Savaş abi yanındaydı. Diğer tarafımda ablam. Masanın iki ucunda ise Veli ve Sinan amca vardı. Yanlarında eşleri. Bensu Savaş abinin karşısındaydı. Nişanlısı yanında. Karmaşıklıktı.


Bakışlarımı herkesten çekip yemekle baktım. Sevmediğim yemeklerdi bunlar. O yüzden yüzümü buruşturdum. Herkes tabağına bir şeyler koyarken ben arkama yaslandım ve. "Pelin." Diye bağırdım.


Çok göçmeden geldiğinde kulağına bana bir salata hazırlamasını söyledim. Masada ki yemeklerin hepsinde patlıcan vardı. Ben sevmiyordum, midemi bulandırıyordu. Beyaz şaraba uzanıp kadehimi doldurdum. Evet yemek yemiyor şarap içiyordum.


Bir yudum aldığımda. "Asıl konuyu umarım kızınla konuşmuşsundur." Dedi Veli ağzı dolu bir şekilde.


Bakışlarım hemen Sinan amcayı buldu. Kaşlarını çattığında sanki Veli Zenginoğlu pot kırmıştı. Çatalına biraz yemekten alarak. "Konuşmadım, bu yemek sadece tanışma yemeği." Ağzına götürdüğü çatala baktım.


Tanışma?


Ne tanışması?


"Ne tanışması?" Dayanamayıp sorduğum soru herkesin bana bakmasını sağlamıştı. Masada ki tüm gözler üzerimdeydi. "Ne tanışmasından bahsediyorsunuz?" Anlamıyordum. Bir işler dönüyor gibiydi.


Telefonuma bildirim geldiğinde, Defne mesaj atmıştı. Telefonu elime alıp. "Buna cevap vermek gerek." Masadan kalkıp salondan çıktım.


Defne'yi aradığımda hemen açtı. "Ne demek haberleri benden önce biri kaldırmış? Defne? O haberleri kim kaldırdı?" Daha dava açacaktım!


Defne. "Bilmiyorum." Dediğinde görmemesine rağmen kaşlarım çatıldı. "Ama haberler yok."


"Bana onları kimin kaldırdığını bul." Savaş abim umarım yapmamıştır.


Derin bir nefes verdi. "Pek-." Arkasından Turan abimin sesi geldiğinde Defne'nin de sesi gitti. Telefonu kulağımda uzaklaştırıp kapatıp kapatmadığına baktım. Kapatmamıştı.


Tekrar kulağıma koyup. "Orda mısın?" Diye bağırdığımda bir kaç mırıltı duydum.


Ne oluyordu orda? Umarım abimle sevişmiyorsundur Defne! Defne'den böyle bir şeyler beklerdim, belki sevgilimle sevişmezdi bu konuda güvenim ona tamdı asla yan gözle bakmayacağım biliyordum. Ama abimle sevişebilirdi.


"Defne!" Hafiften sinir beynime sıçradığı için bağırdım. Sesim yüksek çıkmıştı.


Bir kaç saniye geçtiğinde. "İz, abine söyle beni rahat bıraksın!" Küçük çocukların abisini annesine şikayet ettiği gibi abimi bana şikayet ediyordu.


Konuşacağım sırada bir çığlık atı. "Bırak beni hayvan herif! İndir beni! Tan, indir beni!" Tan. Turan Tan, abimin ismiydi. Çırpınır gibi sesler çıkardı. "Telefonum düştü! Bana telefon almazsan o telefonu müsait bir yerlelerine sokarım!." Bunlar telefonun arkasında ne yaşıyordu.


Abimin güldüğünü işittim. "Kes sesini limon saç." Saçları limon gibi sarıydı Defne'nin. "O adamlarla olmayacaksın!" Gülüşü sokmuş ve sanki öfkelenmişti. "Eve gidiyoruz, sende benimle geliyorsun!"


Vurma sesleri geldi. Defne ağlayamaya yakın bir sesle. "Sana ne! İndir beni! Kiminle olacağım seni ilgilendirmez, Tan kafalı!" Tan kafalı?


Elim esneme gittiğinde, ensemi kaşıdım. Neler olduğu hakkında hiç bir fikrim yoktu. Daha fazla kulak misafiri olmak istemediğim için telefonu kapatım. Defne ve abim neden şuna yan yanaydı mesela? Nerdeydiler? Neden ikisi beraberdi? Defneyi abim konusunda uyarmıştım. Gerçi abimden hazzetmezdi ki o.


Oflayarak arkama döndüğümde bir bedene çarptım. Anlım sertçe göğüs kafesine çarpmıştı. İnleyerek geri çekilirken acıyan anlını ovuşturuyordum. Başımı kaldırıp çarptım kişiye baktığımda şaşırdım, demek isterdim ama şaşırmadım. Saraç'tı. Elleri cebinde bir duvar misali karşımda dikiliyordu.


Tek kaşım havalanırken. "N'apıyorsun sen? Kafamı dağıtın!" Bağırmamı umursamadan güldü.


"Orası kafan değil." Kurumuş dudaklarını ıslatı. "Anlın." Küçük bir çocuğa sanki yüzünde ki yerleri öğretiyormuş gibiydi.


Gözlerimi işaret ederek. "Bunlarda gözlerim! Evet biliyorum!" İstemeyerek sesim fazla yüksek çıkmıştı.


Alt dudağını dişlerken sanki gülmemek için yapıyor gibiydi. "Güzel, bilmene sevindim." Nefesini sesli bir şekilde verdi. "Güzel göz, her yerde karşıma çıkıyorsun." Canını sıkıyormuş gibi söylemişti.


Omuz silktim. "Şuna benim evimdesin, karşımda çıkan sensin. Ayrıca her yerde karşıma ilk çıkan sensin. Göllete, kendi bahçende, dergi çekiminde ve burda." Komik bir şeyler söylüyormuşum gibi güldü. "Derdin ne senin?" Merak ediyordum. Sürekli neden karşıma çıktığını merak ediyordum.


Umursamazca omuz silkti. "Derdim yok." O zaman karşıma çıkma!


Gözlerimi kapatıp burnumdan soludum bir nevi sinirimi burnumdan verdim. "Bana bak." Diyerek ona doğu bir adım attım. "Ne karıştırıyorsun? Annen ve babanın burda ne işi var?" Bir işler dönüyordu.


Hiç düşünmeden. "Bilmiyorum." Dedi göz temasını kesmeden. "Burasının Kuyumcular'ın malikanesi olduğunu bile bilmiyordum." Yalan söylemiyordu.


Gözlerine çekiliyormuş gibi ona doğru bir adım daha atım. Yeşil gözleri bir mıknatıs gibi beni kendilerine doğru çekti ve onlara daha yakından bakmamı istediler sanki. Ayaklarım benden bağımsız bir adım daha attı ve arada ki mesafeyi sıfıra indirdi. Gözleri bir orman gibiydi. Ela değil, yeşil da değil. Hareleri kahverengi, gözleri yeşildi. Ela değildi, ela gözlerin içi kahverengi olurdu ama onun yeşildi, sadece hareleri ve kahverengiydi. Anlatılmazdı.


Bir ormanda kaybolup çıkış yolu bulamaz ya insan öyleydi...


Başımı sallayarak kendime geldiğimde bakışlarımı gözlerimden çektim. "Tamam." Uzatmak istemedim. Kaçıp gitmek istedim. Terlediğimi yavaş yavaş hissetmeye başlamıştım. Neler düşünüyordum ben? Gözleri çirkindi, bana neydi onun gözlerinden.


Yanından geçip gitmek içi bir adım attığımda kolumdan tuttu. "Kaçıyorsun." Lanet gözlerini gözlerime dikti.


İnadına kaçırmadım gözlerimi, bende onun gözlerine diktim maviliklerimi. "Kaçmıyorum. Sen kimsin senden kaçacağım Zenginoğlu? Bir Kuyumcu asla kaçmaz." Başımı dikleştirdim.


Soral olabilirdim ama çoktan bir Kuyumcuydum.


Gözlerini kıstı. "Bir Kuyumcu kaçar, sen kaçıyorsun. Sen az önce benden kaçtın, Kuyumcu." Ondan kaçmamıştım!


Ona doğru yaklaşıp tam gözlerinin içine baktım. Evet yine parmak uçlarımda yükselmek zorunda kalmıştım. Zar zor çenesine kadar gelebilmiştim. Onun gibi gözlerimi kıstım. "Ben kaçmıyorum? Peki ya sen neden senden kaçmamı bu kadar önemsedin? Söylesene, bir Kuyumcun'un senden kaçması senin için neden bu kadar önemli?" Sırıtış oluştu dudaklarımda. Saniyelik bakışları dudaklarıma kayıp tekrar gözlerimi buldu.


"Önemsemedim." 


"Önemsedin."


"Umrumda değilsin Kuyumcu."


"Güzel, sende umrumda değilsin Zenginoğlu." Kendini çok değerli falan sanıyordu. Tüm dünya etrafında dönüyorum gibi davranıyordu.


Başını salladığında bunu onayladı.


Bakışlarım kolumu tutan eline kaydı. "Şimdi kolumu bırakıyor musun? Yoksa kırıp eline vermemi ister misin?" Üç yıl boks dersi aldığımı söylemiş miydim?


Gülecek gibi oldu. Dudağı saniyelik kıvırdı. Elini çekti. "Git." Dedi. "Gidebildiğin yere kadar git." Aslında kaç demek istiyordu. "Benden uzak durman en iyisi." Son söylediğinden bir halt anlamamıştım. O da zaten benden önce salona ilerlemişti.


Arkasından bende solana geçip yemek masasına oturdum. "Affedersiniz, önemliydi." Evet çok önemliydi!


"Sorun değil." Dedi Veli. "Artık asıl sebebi ziyaretimize gelebiliriz." Neden kız istemeye gelmiş gibi konuşuyordu bu moruk?


Saraç'ın gerildiğini gördüm. "Veli." Dedi Sinan amca uyarır gibi. "Sana şimdi değil demiştim. Daha zamanı var." Neyin zamanı vardı?


"Bende sana ortaklığı anca böyle kabul edeceğimi söylemiştim. Zamanı falan yok." Neyin zamanı yoktu.


Derin bir nefes aldı Sinan amca. "Bunu daha sonra konuşalım." Konuyu kapatmak ister gibiydi.


Veli denilen adam bana baktı. "O çocuk değil. Eminim anlayışla karşılar." Ben mi? Bu adam neden bana bakarak koşuyordu?


"Onunla önce benim konuşmam lazım." Dişlerini sıktığını gördüm. "Rica ediyorum yemeğini yemeye devam edebilir misin?" Saygısını sanki zorla bozmamaya çalışıyordu.


Öksürdü Veli. "İz." Dedi bana bakıp konuya girer gibi. "Seni ve Atlası nişanlamaya karar verdik." Başımı hafif eğildim. Ne demişti o?


Bakışlarım usulca Saraç'ın yanında oturan Atlas'a kaydı. Kambur oturuşunu düzeltti. Ceketin önünü de düzeltti. Ne diyordu bu adam? Bakışlarım Sinan amcaya gitti ve gözlerimi açıklama ister gibi ona diktim.


Başını öne eğip bakışlarını kaçırdı. Bu da ne demekti. Cam kırılma sesiyle beraber herkes çığlık attı ben dışında. Sadece bakışlarım sakince Saraç'ı buldu. Elinde tuttuğu bardak parçalalara ayrılmıştı. Bakışları kısılmış, tüm öfkesini bardaktan çıkarmış gibiydi. Elinden beyaz masa örtüsüne doğru akan kanlar yoğundu. Aldığı sık sık nefeslerle göğsü inip şişiyordu. Şaşırmış mıydı? Beklemediği bir şey miydi?


Ormanı andıran gözleriyle buluştuğumda yutkundum. Sanki birini öldürmek istiyor gibi bakıyordu, birini öldürüp cesedini ormana atmak gibi. Ateş saçıyordu yeşillikleri. Yumruğunu hala sıkıyordu.


Peki ya neden?


Neden bu kadar öfkelenmişti?


Ona ne oluyordu?


Kıskançlık duygusu bariz bir şekilde okunuyordu bakışlarından..


Bölüm nasıldı?

Loading...
0%