@leydiasteria
|
Avucunun içinde sıkı sıkıya tuttuğu anahtarla, elinde arabasından indirdiği valiziyle birkaç adımlık merdivenleri adım adım tırmanmaya başlamıştı Leyla. Gece koyusu saçlarını mor renkli saç kurdelesiyle bağlamıştı, rüzgâr çetin Karadeniz’in rüzgârı ise daha sertti zira çarpıveriyordu insanı. Pastanenin kapısını açıp içeri adım attığında rutubet kokusu çarpmamıştı ciğerlerine, zira burası annesi gibi kokuyordu. Annesinin bıraktığı gibi, onun kokusu gibi… Elmalı kurabiye kokusu… Biraz da tarçın vardı ama elmanın ferah kokusu hiç değişmemişti. Tüm bunlar hep teyzelerinin eseriydi, üç teyzesi vardı. Üç tane anne yarısı ve annesi Züleyha… Babasının tarafı yoktu, yani en azından en çoğundan onun için yok sayılmaya mahkumlardı. Sahte yüzlerle dolu, kin ve nefretle dolu viran olmuş kalpler yığını olmaktan öteye gidememişlerdi ne yazık ki. Askıda duran elma şekerlerine uzanıp parmaklarını üzerinde gezdirdiğinde çocukluğu koşup saçlarını savura savura geçmişti masaların arasından. “Anne… Elma şekeri yiyebilir miyim?” “Ye kızım” diye karşılık bulunca adımları koşarak mutfaktan çıkmış ve taburesini almış hemen elma şekerlerinin önünde durmuş, taburesine çıkarak elma şekerlerinden üçünü almıştı her zamanki gibi. Biri kendisinin biri de biricik arkadaşı, kuzeni Kiraz’ındı. Diğeri de karıncaların… Elindeki üç kıpkırmızı elma şekeriyle tabureden inip neşeyle kıkırdayarak gözleri gibi yeşil elbisesinin eteklerini savura savura annesinin uyarılarına omuzlarını kıvırarak hoplaya zıplaya üst kattaki balkona çevirdi bakışlarını. “Kiraz… Kiraz… Hadi gel elma şekeri yiyelim” “Geliyorum” Masum çocukluğu ne de güzeldi, her şeyden habersizdi; çocukken öyle olurdu fark etmezdin aslında en çok gören, duyandın ama kim fark ederdi ki? Çocuktur unutur derlerdi, unutmazdı. Kocaman çocukluğu vardı içeride, annesiyle kahkahaları, annesiyle kahve sefaları, teyzeleriyle yaptığı dedikodular, sohbetler, bazen de serzenişler… Eee bir de dayısı vardı; Bahattin, çocukluğunun diğer neşeli yanı da oydu. “Bu pastanenin kapısını geceden açık bıraktık deyin de düşüp bayılayım Feriş Sultan görmeden” diye söylenerek kapıdan içeri giren tanıdık sesle dudakları tebessümle kıvrılırken beklediği tepki gecikmeden gelmişti bile. “Leyloş… Ya Leyloş” Beklediği anı yaşamanın verdiği neşeyle arkasını dönüp kuzeniyle yüz yüze geldiğinde “Leyloş tabi… Hayırsız ya tam hayırsız” diye karşılık verirken kuzeninin sevgi dolu sarılmasına karşılık vermekte gecikmemişti. “Bana diyene bak, sen neden haber vermedin geleceğini kızım ya?” “Canım sürpriz yapmak istedi olmaz mı Kiraz Hanım?” “Olur tabi olmaz mı hem de çok güzel oldu, annem de bilmiyor muydu geleceğini gerçi bilseydi söylemeden duramazdı, diğerleri de bilmiyor mu?” “Hiç kimse bilmiyor, bir tek sen gördün o da denk geldik” “Bende diyorum bu aklı evveller kapıyı açık bırakmışlar geceden diye” “O kadar mı ya?” “Unutkanlıktan dükkânı yakmazlarsa işte sen düşün” “Bir zamanlar bizim olduğumuz gibi yani çok da şey etmemek lazım tabi” “Biz bunlardan daha iyiydik be bunlar bizi de aratır kuzen haberin olsun yani” “Büyüyünce geçer diyelim” “Neyse hadi gel yukarı çıkalım annem seni görünce sevinçten çıldıracak” “Valizini ben alayım dur ya da bırak Bedirhan’a söyleriz alır ya, hem uyanmış olur” “Bedirhan yukarda mı?” “Dün gece eve gitmeye üşenince bizde kalmış kedi yavrusu işte” Leyla sorgular bir ses tonuyla gülerek “Yirmi yaşında kedi yavrusu” diye mırıldanmıştı. Kiraz gülerek “Bizdekiler hep nazlı bacım ne yapalım yani bilmiyorsun sanki?” diye karşılık verirken evin çelik kapısının göbeğinde anahtarı çevirip içeri girmiş, peşinden de Leyla girmişti eve. Kapıyı kapatıp ayakkabılarını çıkarttıktan sonra mutfağa doğru ilerlemişlerdi. “Ne çabuk geldin Kiraz? Bulaşık makinesini açtın mı?” “Kızının aklını epey bir bulutlandırdım sanırım Feriha Sultan, beni görünce unuttu” diye karşılık verirken Kiraz elini alnına vurup “Ayyy valla unuttum ha” diye söylenerek mutfaktan çıkmıştı, duydukları kapı sesine bakılırsa evden pastaneye gitmek üzere çıkmıştı. Feriha “Oyyy benim güzel kızım gelmiş” diye mırıldanırken teyzesinin özlem dolu sarılmasına karşılık vermişti. En son onlar Antalya’ya geldiklerinde görüşmüşlerdi yani birkaç yılı vardı. “Teyzelerin gülü” “Gittikçe daha da annene mi benziyorsun sen bakayım?” Leyla gülümseyerek “Benzenebilecekler listesinde en sevdiğim seçenek anneme benzemekti teyzeciğim ne yapabilirim?” diye karşılık verdiğinde ikisi de gülmüştü bu söylediğine. “Sende haklısın ne diyeyim, dur ben bizim kızlara haber vereyim erkenden gelsinler” “Uyuyorlardır teyze saat erken daha” Feriha neşeyle kafasını sallarken “Uyumuyorlardır kızım uyuyorsalar da uyansınlar yani biricik yeğenleri gelmiş burada” dediğinde istemsizce gülmüştü teyzesinin bu söylediğine, zira kendisinin üç yeğeni daha vardı ama neyse. Teyzesi eline telefonunu alıp kız kardeşlerini ararken Leyla da balkona çıkmıştı. Emir gözlerini devirerek tüm geceyi şirkette geçiren hem kuzeni hem ortağı olan Giray’a bakarken “Yine bütün gece şirkette mi sabahladın kuzen sen ya?” diye sorsa da gördüğü manzara cevabını kendi kendine veriyordu. “Tatil sonrası iş dünyasına dönüş ne yapalım paşam, seninkilerde seni masanda bekliyordur muhtemelen” “Hazır el atmışken benimkileri de halletseydin ya olmaz mıydı?” “Valla hepsi ellerinden öper kuzen sen halledersin bir ara” “Ne yapalım halledeceğiz de sen iyice işkolik oldun ha bak söylemedi deme” “Annem gibi sende başlama kardeşim ya” “Ne diyor Deva Sultan?” “Gelin istiyormuş evlen diyor başka bir şey demiyor klasik annem yani” “Her gittiği düğünde radarları açık kız bakıyor biliyorsun dimi?” Giray “Zamanla vazgeçer diye ümit ediyorum diyelim” dediğinde Emir gülmeye başlayınca Giray elindeki dolma kalemi kuzenine atmıştı. Giray havada dönüp kendisine doğru gelmekte olan kalemi yakalamıştı. “Gül sen gül sen rahatsın tabi halam gibi evlen evlen diye peşinde dolaşmıyor, annem daha sana sarmadı ama istersen sana zevkle devredebilirim” “Yok kuzen ben hiç almayayım böyle gayet iyiyim” “Bende iyiyim de keşke biri de anlasa yani” “O da tek oğlunun mürüvvetini görmek istiyor kuzen, neyse şimdi Aydan’ın doğumu yaklaştı ya doğumdu, torun sevgisiydi falan bir süre idare eder seni kuzen, yengem de bu meseleden uzaklaşır bir süre” “Bakacağız artık neyse ben gideyim biraz dinleneyim” “İyi edersin yoksa şu işkolik halinle cidden evde kalacaksın kardeşim” Giray “Sen evlendin de ben kaçırdım dimi kuzen?” diye karşılık verdikten sonra birbirlerine takılmalarına ve sohbetlerine bir ara vererek ceketini askıdan alıp odadan çıkıyordu ki bir an duraksayıp Emir’e dönmüştü. “Şu diğer meseleden haber var mı?” “Değişen bir şey yok sakinlik hâkim” diye karşılık verdiğinde belli belirsiz kafasını sallarken kuzenini odada bırakıp çıkmıştı. Geniş koridorun bir köşesine kurulan geniş masaya baktığında sekreteri Hülya’yı görmüştü. “Hülya ben çıkıyorum, öğleden sonra gelirim bir şey olursa ararsın, ulaşamazsan konağı ararsın” Hülya “Peki Giray Bey” dedi ve ekledi. “Öğleden sonra kalp doktorunuz Özgür Bey ile randevunuz vardı, az önce hastaneden aradılar Özgür Bey izine ayrılmış, yerine bir doktor ile randevunuzu ayarlamışlar onaylamamı ister misiniz yoksa iptal mi edeyim?” “Kalsın giderim, kolay gelsin” “Sağ olun” Asansörün açılan kapısından girip düğmeye dokunmuştu, birkaç dakika geçmemişti ki asansörün kapısı zemin kata açılmış ve inmişti. Çıkışa doğru yürüyüp kendisine selam verenlerin selamını başıyla onaylayıp şirketin önüne getirilen arabasına binmiş, ardından da konağa doğru yola doğru yola koyulmuştu. Leyla topladığı saçlarını tutan tokayı çekip aldığında saçları yeniden omzuna dökülünce aynada yansıyan görüntüyle memnun bir şekilde gülümserken hastanedeki gün için hazırdı ama önce pastanede vakit geçirecekti. Kendisi Kalp doktoruydu. İstanbul’dan buraya gelmeden önce buradaki özel bir hastaneden çalışma teklifi almıştı, buraya gelmeye karar verince de teklifi kabul etmişti, bugün de ilk iş günü olacaktı ama randevuları saat 10 gibi başlayacaktı o yüzden acele etmemişti. Bir yandan aynadaki görüntüsünü süzerken elindeki maskarayı masanın üzerine bırakarak pembe tonlardaki ruju dudaklarına sürmüştü. V yaka üzeri yeşil yaprak baskılı kırık beyaz elbisesinin ince belini saran kemerini düzeltirken bakışlarını kuzenine çevirmişti. “Fazla abartı olmamış dimi?” Kiraz onaylayıcı bir gülümsemeyle “Yok Leyloş gayet iyisin” dedi ve ekledi. “İçimden bir ses bu hastane ve buraya dönmek sana iyi gelecek diyor biliyor musun?” “Umarım aynı şeyleri bende hissedebilirim Kiraz, ama zaman ne gösterecek bakalım” “Bu hastanenin sen buraya dönmeye karar vermeden önce seni araması ve teklif sunması tamamen buna işaret bence” “Üç seçenek var zaten biri her şey güzel olacak, diğeri her şey çok kötü olacak… Üç numara ise bize hiç uğramaz bilirsin ki pek ortamız yok” “Sondan iki seçeneği iptal et, iyi olanı düşün, ne demişler pozitif enerji” Leyla “Neyse ben aşağıya iniyorum, sen işe gitmiyor musun bugün?” diye sordu, Kiraz bir yayınevinde yayın editörüydü. “Bugün evden çalışıyorum, yarına yetiştirmem gereken kitap dosyası var” “Anladım, o zaman sana kolay gelsin ben pastaneye iniyorum oradan da hastaneye geçerim daha yukarı çıkmam” diye mırıldanırken yeşil renkli çantasını kontrol edip gerekli eşyalarını koyduktan sonra ceketini de alıp odadan çıkmıştı. Giray eve doğru sahil boyunda yol almaya devam ederken telefonu çalmaya başlamıştı, ekrana baktığında kardeşi Aydan’ın aradığını görünce bekletmeden kulaklığına dokunup açtı. Kardeşinin neşeli bir şekilde “Abi” diye seslenişiyle gülümserken “Efendim prenses” karşılık vermişti. “Şirketi aradım çıktığını söylediler eve mi geliyorsun?” “Evet eve geliyorum, bir şey mi oldu?” “Yol üzerinde pastaneden dereotlu poğaça ve damla sakızlı kurabiye alır mısın diyecektim?” Giray kardeşinin bu isteğine gülümserken “Alırım güzelim, yarım saate de elinde olur meraklanma sen, evde görüşürüz” diye karşılık vermiş, ardından da telefonu kapatıp kulaklığı çıkarmıştı. Navigasyona sesli komutla en yakındaki pastaneyi sorduğunda cevabı birkaç saniye içinde robotik bir sesle dökülmüştü. “Gece Pastanesi… Bulunduğunuz konumdan üç sokak aşağıda olan pastane için önce ilk sağdan dönün ardından 500 mt gidin, sola dönün ve düz gidin” diyerek adresi tarif etmişti. Navigasyonun verdiği tarife uyarak yol üzerinde ilerledi. Çok geçmeden pastanenin üzeri renkli harflerle yazılmış tabelası görünmüştü. Leyla elindeki ceketini kapının kenarındaki masanın sandalyesine asmış, çantasını da masanın üzerine bırakmıştı. Pastane sakindi, pastanenin arka bahçesinde de çiçeklerle dolu alana renkli masalar yerleştirmişlerdi tıpkı pastanenin önündeki iki masa gibi. Burası annesinin deyimiyle çeşitli mutluluklara eşlik eden pastaların, evden kahvaltı edemeden çıkıp okula, iş yetişmeye çalışanların uğrak noktasıydı ve en güzel misafirleri de küçük çocuklardı. Annesi çocuklara alınan hiçbir şeyden para almazdı, küçük çocuklara elma şekeri ve kâğıt helvalar dağıtırdı. Şimdi burada ola yine aynısını yapardı emindi, o yüzden de bu gelenek hiç bozulmamış ve hep devam etmişti. Leyla “Leyla ben şunları götüreyim geleyim sen buradasın dimi?” diye soran teyzesinin sesiyle başını olumlu manada sallarken elini uzatmıştı. “İstersen ver bana ben götüreyim teyze” Feriha “Yok kızım çok uzak değil, dönüşte de markete uğrayacağım zaten” dediğinde kendine göre işleri vardır diye üstelememişti Leyla. Teyzesi pastaneden çıkıp gözden kaybolurken o da tezgâhın arkasına geçmişti, telefonundan çok sevdiği şarkılardan birini açıp ortamın sessizliğini bozmasına izin vermişti. Pastanenin içine Sezen Aksu’nun naif sesiyle dolan Firuze şarkısına eşlik ederken duyduğu yabancı erkek sesiyle arkasını dönmüştü. Giray henüz yüzünü görmediği sırtı dönük elindeki paketle ilgilenen genç kadına geldiğini duyurmak adına “Günaydın, kolay gelsin” diye seslenmişti. Ardından da tam ağzını açıp konuşmaya başlamıştı ki genç kadın ona dönmüştü. “Günaydın beyefendi, ne alırdınız?” Giray bir an gördüğü gözlerle afallarken kelimeleri toparlamaya çalışmıştı. Heyecanlanmış mıydı o? Elini, ayağını nereye koyacağını bilemeyen hallerine bakılırsa bir tuhaflık vardı. Giray “Beyefendi” diye tekrar seslenen genç kadının sesiyle artık toparlanması gerektiğini bilse de cümleleri havada kalmış gibiydi. Giray “B…Be... Ben...” dedi ve ekledi. “Ne mi alacaktım ben? Ne alacaktım ki? Şey alacaktım” diye saçma bir soru sormuştu, saçmaladığını fark etse de biraz geç kalmıştı. Leyla karşısındaki adama halen şaşkınca gülümseyerek bakmayı sürdürürken Giray gördüğü yeşil gözlere daha önce hiç renk görmemiş gibi baktığını farkında bile değildi. Leyla “Sanırım kararsızız biraz” diye karşılık vermişti anlam veremediği bu dikkatli bakışlara. “Yardımcı olmamı ister misiniz?” diye bir soru yöneltmişti kolları dirseğe kadar kıvrılmış beyaz gömlekli bıyıklı hatta biraz kirli sakallı olan siyah dağınık saçlarıyla dalgın bir şekilde ona bakan genç adama. Giray “Ol… Olur sevinirim” diyebilmişti sadece. Giray, Leyla’nın gösterdiği her şeye evet demiş, kardeşinin istediği de dahil birkaç çeşit kurabiye ve poğaça almış ve pastaneden öyle çıkmıştı. Arabanın arka koltuğuna aldıklarını bırakırken bakışlarını yeniden pastaneye çevirmişti. Görüş alanına yeniden giren genç kadın ile kısa bir an yeniden duraksadı. Omuzlarına dalga dalga dökülen simsiyah saçlarla giydiği beyaz elbise tamamen birbirine zıt olsa da çok yakıştığı da bir gerçekti. Ve yeşil gözler… Cidden bu kadar güzel bakan yeşil gözler görmemiş olabilirdi hayatında. Tam o esnada genç kadın onun olduğu tarafa bakmıştı, gözleri çarpışmıştı. Giray başını iki yana hafifçe sallayıp “Oğlum ne yapıyorsun kendine gel… Bin arabana git işte… Yaşlanıyor muyum ne? Hadi Giray hadi uykusuzluk kafa yaptı sende git de dinlen artık” diye söylenirken onu izleyen Leyla’nın bakışları arasında arabasına binmiş ve geldiği yöne doğru arabayı çevirip eve gitmek üzere yola koyulmuştu. Leyla “Ne garip adam, sabah sabah o kadar yaş pastayı, kurabiyeleri ne yapacaksa artık? Rüyasında gördü herhalde” diye söylenirken elinin üzerine düşen yağmur damlasıyla başını kaldırıp gökyüzüne bakmıştı, bulutlar toplanmaya başladığına göre yağmur geliyor olmalıydı. O gökyüzüne bakarken birbiri ardına iki üç damla daha düşmüştü parmaklarının arasına, ardından da giderek hızlanmaya başlayan yağmur damlalarıyla pastaneden içeri girmeden önce hayatın ona hazırladığı sürprizlerden habersizce son bir kez giden arabanın peşinden bakmayı ihmal etmemişti. |
0% |