@leydiasteria
|
Kiraz arabayı köy yoluna doğru sürerken Leyla'nın yapabildiği tek şey yıllardır görmediği çocukluğuna tanıdık şimdiki zamanına yabancı yolları izlemekle meşguldü, biliyor olsa da bir çok şey değişmişti, bir tek şey hariç... Annesinin burada oluşu... Ve bu yolların ona hatırlattıkları... Kiraz çıktıkları yokuş yolun ardından döndüğü virajın köşesine arabasını park etmişti. Torpidonun düğmesine basıp içinden iki tane şal çıkardı, birini Leyla'ya uzatmıştı. Leyla kendisine verilen şalı alıp saçlarına örtüp arka koltuğa koyduğu çiçek buketini almış ve arabadan inmişti. Girişteki demir kapıyı açıp çakıllı patika yola adım attıktan sonra yerini ezbere bildiği yere doğru yürüdü; annesinin mezarına... Buradan gidene kadar her sabah, her gece gelirdi annesinin yanına, onsuzluğa alışması epey bir zaman almış gibi görünse de alışabilmek şöyle dursun her gün içinde büyümüştü annesizliğin ateşi... Etrafında herkes olsa bile annen yoksa kimsen olmuyordu, kimse tam anlamıyla o yaranın yanına yaklaşamıyordu bile. Annesi gibi bakan çimen yeşili gözbebekleri vardı, saçları ise annesinin aksine kopkoyuydu, simsiyahtı. Annesinin ipek saçları koyu açık kahverengiydi, güldüğünde dudaklarının kenarlarına birer çukur yerleşirdi. Çok güzeldi annesi, ceylan gibiydi. Çok güzel gülerdi annesi en çok da ona gülerdi, bir zamanlarda sevdiği adama... Onu yalnızlığına bırakıp giden adama... Bazı insanların gitmesi için şehir değiştirmesine gerek yoktu ki o da şehir değiştirmemiş aynı evin içinde yalnız bırakmıştı annesini. Önce gülüşü solmuş, ardından da tamamen susmuştu annesi. Susturulmuştu. Adımlarını mezarın önünde durdurmuştu, onun burada öylece yattığına inanamıyordu çoğu zaman. Elini uzatıp mezar taşına dokundu, parmaklarını annesinin ismine indirdi, ardından da öldüğü tarihe getirdi. Orada hemen üzerinde annesinin minik br fotoğrafı vardı, çocuk aklıyla istemişti bu fotoğrafın buraya konulmasını. Mezar taşının kenarına oturdu parmaklarını ayırmadan bekledi.
"Anne... Ben geldim" dedi ama ses yoktu, olmayacaktı biliyordu oysa bir kez sesini duymaya, sarılıp kokusunu içine çekmeye o kadar ihtiyacı vardı ki... Derin bir nefes alıp öylece sessizce baktı mezar taşına. Zihnine geçmişin anıları düşmüştü, annesiyle halasının arasında patlayan bir silah ve hemen ardından yere düşen annesi... Annesine beyaz elbisesiyle ayakkabılarını göstermek için koşarak inmişti merdivenlerden ama annesinin cansız bedeni ayaklarının önüne düşmüştü.
"Anne" demişti çocuk haliyle, o zamanda cevapsız kalmıştı seslenişi şimdiki gibi. O zaman anlamamıştı, sonra anlamıştı annesi uyanmamıştı. Beyaz elbisesi etekleri, ayakkabıları kan kırmızı olmuştu.
Kafasını hafifçe salladı Leyla, hatırladıklarını unutmak istedi sanki unutabilecekmiş gibi gözlerini kapatıp açtı. "Artık buralardayım anne, merak etme beni tamam mı? Düşünme sen buraları ben hallediyorum, bak sana getirdik Kiraz'la" derken mezarın üzerine bıraktığı şebboylara çevirmişti kısa bir an bakışlarını. "Seversin sen yani severdin teyzemlerde çok iyi bakmış sana rengarenk çiçeklerin var Züleyha Sultan baksana, ne güzeller"
Oturduğu yerden kalkıp mezarın kenarında bitmeye çalışan otları yolup temizlemiş, aldıkları buketi özenle mezarın üzerine yerleştirmişti. Ardından da duasını edip göndermişti.
"Gidelim mi artık bizimkiler merak eder?"
Leyla "Gidelim" diye onaylarken annesinin mezarına dönmüştü. "Ben yine gelirim anne" Hafifçe eğilip çocukken yaptığı gibi soğuk mezar taşının üzerine dokundurmuştu dudaklarını. Ardından Kiraz ile birlikte kabristanlıktan çıkıp arabalarına binmiş ve eve doğru yola çıkmışlardı.
Giray kardeşi Aydan'la içtiği kahvenin ardından birkaç dosyayla daha ilgilenmiş sonrasında da dinlenmek üzere odasına çekilmişti. Hızlı bir duş aldıktan sonra beyaz kısa kollu bir tişört ve siyah eşofman altını üzerine geçirip yatağına oturmuştu.Odaya girdiğinde elinden komodinin üzerine bıraktığı saç fularına takılmıştı gözleri. Uzanıp eline aldığında Aydan'ın söyledikleri zihninde canlanmıştı.
"Çok güzel kokuyordu, kadın parfümü kokusuydu"
İstemsizce zihninde yankılanan cümleyle birlikte merakına yenilip fuları burnuna yaklaştırıp kokusunu içine çekmişti. Çok rahatsız etmeyecek şekilde şekerli bir koku hissetmişti, çeşitli meyvelerin kokusu vardı ama en baskını portakaldı. Ferahlatıcı ve baskın bir portakal kokusu... Leyla'nın pastane karşılaştığı ilk andaki yeşil gözleri gelmişti gözlerinin önüne. Parlak, ışıl ışıl bakan çimen yeşili gözler... İnsanı kendisine müptela edecek kadar güzel bakan gözler... Ama bu güzel gözlerin sahibinin Ateş Şahin ile ne işi vardı, ne alakaları olabilirdi ki? Genç kadının dediği gibi sadece bir tesadüf müydü yoksa başka bir şey miydi diye düşünmeden edemiyordu çünkü hastanenin merdivenlerinden onları gördüğünde Leyla genç adama bağırarak bir şeyler söylüyordu.
"Bu işte bir gariplik var ama neyse öğreniriz" diye mırıldanırken elindeki fuları komodinin üzerine geri bırakmış, ardından da odanın ışığını kapatıp uyumak için yatağına uzanmıştı.
"Senin beni görmeye tahammülün bile yok ama ben seni seviyorum be Leyla, hiç değilse bir kere deneseydin beni sevmeyi olmaz mıydı?" diye mırıldanırken odanın karanlığında kapının açıldığını fark edince einde tuttuğu fotoğrafı yaka cebine koymuştu ki odanın ışığı açılmıştı.
Ahsen "Oğlum ne yapıyorsun karanlıkta burada? Açsana ışığı ne diye karanlıkta oturuyorsun?" diye birbiri ardına sorularını ve önerilerini sıralarken tam karşına gelip dururken ışığın düğmesine dokunup açmayı ihmal etmemişti.
"Abajur yanıyor ya yetiyor bana bilirsin karanlıkta oturmayı severim ben"
"Hadi oğlum kalk sofra hazır, herkes sofrada"
Ateş "Tamam anne in sen geliyorum bende" dediğinde Ahsen olumlu manada kafasını sallayıp odanın çıkışına doğru ilerliyordu ki duraklayıp oğluna döndü. "Leyla gelmiş biliyor muydun sen?"
Ateş şaşırmış gibi yapmaya çalışarak "Leyla mı dönmüş? Nerden bileyim senden duydum şimdi bende anne" diye geçiştirmişti konuyu.
"İyi bizden uzak olsun da nerde olursa olsun neyse ne hadi sofraya geç kalmayalım"
Ateş "Geliyorum" demiş ve annesinin arkasından odadan çıkmıştı.
|
0% |