Yeni Üyelik
1.
Bölüm

🗝1.Bölüm🗝

@leydiasteria

"HATA"

Suskunluğun denizinde savrul savrula ilerleyen genç bir kadındı Lema. İsmi 'parıltı' demekti ama hiçbir zaman bu adın ona neden konulduğunu bilememişti zira ailesi içindeki tüm parıltıları söndürmeye yemin etmişken anlamı 'parıltı' olan bir isim vermek nedendi? Hep sorgulamıştı ama bir cevap bulamamıştı buna. Öyle babasının nazlı prensesi, annesinin gözdesi olmamıştı hiç. Sevgi nasıl bir şeydi bilirdi, en çok kardeşini severdi çünkü... Kardeşi Merih'i... Bu hayatta sahip olduğu tek şey Merih'ti çünkü bir tek onun sevgisini biliyordu ve kimse de alamamıştı elinden. Kızgın olsa da biliyordu kardeşi onu canından çok severdi tıpkı onun sevdiği gibi...

Bir hata yaptığınızda ne olurdu mesela? Misal düştünüz üzerinizdeki beyaz elbise kan lekesi bulaştı ya da çamur oldu, yıkansa geçecek bir iz... Ömür boyu geçmeyecek bir yara izine dönüşür müydü? Dönüşmüştü. Dışını bilmem ama içi hep yara bere içindeydi Lema'nın. İçi mosmor değildi artık katran rengine dönmüş ve kalıplaşmıştı. Sevgi görmeden büyüdüğünüz herhangi bir ev cehennemden farksız kalırdı ki kalmıştı. Ama sevgi kırıntısı olan bir kaya parçası olsa orası bile çiçek açardı tüm karanlık iklimlere.

"Açmaya çalışan tüm çiçeklerini koparmadılar mı?"

"Senin de annen her gece üzerini örtmeden kendi derin uykusuna dalar mıydı?"

"Sustuklarını duyan oldu mu peki?"

"Baban hiç elinden tuttu mu senin?"

Cevaplar çok netti.

"Acımadan kopardılar hem de"

"Annem benim odamı beni azarlamak dışında kullanmazdı ki"

"Olmadı"

"Tutmadı... Babam elimden hiç tutmadı"

Kafasındaki sorulara cevapları çok netti ve hiç değişmezdi biliyordu. Yani şu saatten sonra annesiyle can ciğer olamazdı, annesiyle ilk ve tek yakın olduğu yer onun rahminde geçirdiği sekiz aylık zaman dilimiydi. Hep bunu düşünürdü mesela... İnsan sevmediği birini neden dünyaya getirirdi ki? Kahvesinin son yudumunu alacak gibi olsa da ne uzanıp almak gelmişti içinden ne de tek bir hareket etmek... Ama gitmek zorundaydı, onu sevmeyen ama ona ilk dans ayakkabılarını alan babasının cenazesine gitmeliydi, en azından o ayakkabıların hakkını teslim etmeliydi babasına. İstanbul'a uçağı inip otele geleli iki saat olmuştu, artık Asude de geldiğine göre babasına gidebilirdi.

Kızlar babalarının ilk aşkıdır derler, Lema için de öyleydi ona ne kadar kızsa öfke duysa da en çok onunla kavga etse de babasıyla küs olsa da arada arardı genç kadın... Sesini duymak bile yeterdi çünkü... Ona ne kadar kızgın olsa da o telefonu açar, sorularına yarım da olsa cevaplar verirdi; soğuk, iç donduran cevaplar... Bir an düşündü, babasını en son ne zaman canlı görmüştü onu hatırlamaya çalıştı.

Hastane kapısına geldiğinde arkadaşının kullandığı arabadan inmişti Lema. İçinde tez bir çocuğun heyecanı vardı sanki koşup sarılabilecek gibi... Ya da pamuk şekerine aşık bir çocuk gibi... Hiçbir şey söylemeden tabelanın gösterdiği yokuşu ardından da merdivenleri inip bitirdi. Kardeşi köşede duvarın dibinde oturuyordu, etrafta annesinden iz yoktu.

"Merih"

"Lema" dedi bir an. Ablasını çok uzun zaman olmuştu görmeyeli, karışık hissetmesi normaldi hele de böyle bir anda. Bir kızgınlığını unutup sarmak istedi ablasını ama sarılışı sakin bir sarılmadan öteye gitmemişti en azından şimdilik. Lema kardeşinin kumral saçlarına öpücük kondurup kokusunu içine çekmişti. Ardından da karşıdaki tabelaya kaymıştı bakışları. Kardeşinin kollarının arasından ayrılıp tabelanın gösterdiği odaya doğru ilerledi.

"Yakını olmayan giremez... Hanımefendi giremezsiniz" dediğinde Asude'nin morg görevlisini cevaplayan sesini duymuştu.

Asude görevliye "Kızı" diye belirttiğinde içindeki boşluk sızlamaya başlamıştı, o yedi yaşındaki kız çocuğu gelip oturmuştu buraya... Göğüs kafesinin tam üzerine...

İçinde garip bir his belirmişti, ağlamak istese de ağlayamıyordu ki... İçine bir şey oturmuştu sanki... Bir şey çöreklenmişti ama hissizdi yine de... Aralanan kapıdan geçen görevlinin ardından içeri girdi. Kasvetli soğuk bir hava vardı zaten ölümün olduğu yerde başka ne olabilirdi ki? Başka hangi acının hesabı sorulurdu?

"34 Numara... Şurası" diye işaret ederken kapalı tutulduğu alanı göstermişti.

Lema "Ben hallederim, teşekkürler" diye mırıldanmıştı bir an. Yalnız kalmak istemişti, bunu başarabilir miydi bilmiyordu. Karışık duygular içinde gidip gelirken görevlinin adım sesleri birkaç saniye içinde kaybolup gitmiş ve odada yalnız kalmıştı. İnsanlar ölülerden korkardı değil mi? Belki de ölülerden değil de ölümün hissettirdiklerinden korkardı insanoğlu... Bir süre etrafa anlamsızca bakışlar atmıştı. Gri rengin hâkimi olduğu duvarların arasında kalmıştı bir başına... Çocukluğundaki gibi... Omuzuna dökülen dağınık saçlarını geri itelerken adımlarını 34 numaralı bölmenin karşısına kadar yürüdü. Üzerinde yazan isme baktı bir süre.

"Mahir Özün"

Küçük bir kâğıda sığdırılmış iki kelime... Ama ondaki karşılığı neydi? Baba mı? Boşluk mu? İz mi yara mı? Dışardan gelen konuşma seslerini artık zihni uğultu haline getirmişti. Bölmenin üzerindeki kola uzanıp çevirdiğinde bir ses duymuş ve kilit açılmıştı. Babasının siyahların arasına karışmış beyazlarını gördü önce. Beyaz örtü bile kapatmamıştı. Kaydıraklı hazneyi geri çekti usulca, babası da onunla beraber gelmişti.

"Umarım sana dokundum diye kızmazsın bana... Baba... Geldiğimi gördün mü bilmiyorum ama geldim, onca kızgınlığına rağmen Merih aradı... İlk başta ne yapacağımı bilemedim aslında, gelsem de kalsam da senin için bir önemi var mıydı bilmiyorum ki?" diye konuşmuştu, ardından da örtüyü sıyırmış omuzlarına.

"Üzgünüm... Başka ne denir bilmiyorum ki... Ama bildiğim ve emin olduğum tek şey var... O beyaz dans ayakkabıları için teşekkür ederim... Hala duruyorlar biliyor musun? Atmadım... Ne garip seninle kalan tek bağ o ayakkabılar... Ama dert etme annemle o da yok... Onu daha görmedim, seneler oldu... Ben senelerdir bir tek senin sesini duydum baba..." dedi ve ekledi. "Ölümün olduğu yer de başka hesap sorulmaz derler ama ben soracağım belki bu kez cevap verirsin? Beni neden sevdiğini hiç hissettirmedin? Sevdin biliyorum" dedi öfkeyle, belki de bağırmıştı bilmiyordu ama umurunda değildi.

"Sevdin ama hissettirmedin... Eylül'ü sevdin, saçını okşadın... Elini tuttun... Belki seni seviyorum kızım dedin ama bana bunların hiçbirini yapmadın... Niye? Yanlış adama aşık oldun bahanesine sığınma hemen sakın" dedi parmağını sallarken sırtını metal dolaplara yaslamıştı.

"Ben Pamir'den önce sana aşıktım baba... O benim ruhumun sahibi sen de kalbimin... Ona aşık oldum daha da nefret ettin benden ama sevmeyi de bırakmadın... Sevmeseydin telefonlarımı açmazdın... Dans gösterilerime hiç gelmedin ama bilet aldın..." diye mırıldandı acıyla dudaklarını kemirirken usulca süzülüp taş zemine yığılıp oturmuştu.

"Eylül'ü ben öldürmedim baba... O komada... Ama merak etme o kadar çok seviyorsun ya kardeşimi, gidince yanına alırsın... Sen benim de babamdın ama sadece Eylül'e babalık yaptın... Merih'e babalık yaptın ama bana yapmadın... Şimdi soracaklar bana hakkın helal mi diye ne diyeceğim ki ben şimdi? Dilim söylese kalbim ne der onu da bilmiyorum... Neyse bu dünyada helalleşemedik nasip değilmiş ama öbür dünyada bir hesabımız varsa görürüz..." derken derinden bir iç çekmişti, ağlamıyordu ama içi burkulmuş gibiydi. Sonsuz acı denen şey bu muydu acaba? Oturduğu yerden kalkıp babasıyla yüz yüze geldi.

"Sen beni kızın olarak görmedin belki ama ben değil yanlış anlama sakın... O ayakkabıları kutudan çıkaran yedi yaşındaki kız çocuğu var ya hani o yedi yaşındaki seni babası olarak görüyordu onun hatırına... Eğer bir hakkım varsa helal olsun... Ama seni asla affetmeyeceğim bunu bil, duy ve öyle git" diye mırıldanmış ve son kez elini uzatıp yanağını okşamıştı. Ardından da örtüyü kapatmış ve bölmeyi geri itmiş, kapağı kapatmıştı. Olduğu yerde derin bir nefes alıp kapıya doğru ilerledi, kapıyı aralayıp dışarı çıktı.

"Canım... İyi misin? Rengin solmuş otur şöyle istersen" diye seslenen arkadaşının sesinin arasına karışan Merih'in sesinin yanındaki sesle olduğu yerde kalakalmıştı. Sesin sahibini kalbi tanımıştı her şeyden önce...

Pamir üvey dayısının cenaze işlemleriyle ilgilenmek üzere hastaneye gelmişti. Elindeki evraklarla birlikte içeri girmiş ve alt kata inen merdivenlere yönelmişti. Konağa çöken matem sisinin bir benzeri de bu duvarların arasında saklıydı. Dayısıyla arası yıllar önce bozulmuş ve bir daha da tam olarak düzelmemişti arada belki bir iki merhaba o kadar... Sevmenin suç olduğu bir dünyada yaşıyorsanız yapabileceğiniz pek bir şey kalmıyordu ki? Dayısının sevgi dolu anlarını pek hatırlamazdı, bir tek Eylül için var olan o sevgi kelimesi onunla beraber kapanıp gitmişti. İnsan evlat ayırır mıydı? Bir evladı yoktu ama olsa hiçbirini birbirinden ayıramazdı ki... İnsan can ile nefesi birbirinden ayırırdı ki? Evladın biri nefesse diğeri de can olurdu... Ama dayısı için böyle bir şey olmamıştı, olsaydı Lema şu an burada olurdu, diye geçirmişti bir an içinden. Koskoca altı sene geçmiş İstanbul'a tek bir adım atmamıştı genç kadın, genç adamın ulaşma çabalarını da yok saymıştı. Pamir de ondan başkasını kalbine almamıştı zaten, almayacağını da biliyordu genç adam. Geç olmuştu belki ama her ne şekilde yaşanırsa yaşansın Lema'yı sevmişti Pamir, hem de çok sevmişti. İnsan gözünün önündekine kördür derler ya çok doğru bir laf olduğunu senelerce yan yana durduğu genç kadına vurulduğunda anlamıştı Pamir ama geç kalmıştı galiba... Ya da gidilen yolları yanlış olmuştu... Sevgi yaşatırdı, öldürmezdi... Onlar da kimseyi öldürmemişlerdi ama cezayı kendilerine kesmişlerdi, ceza kendilerine kesilmişti. Adımlarını hızlandırıp koridoru döndüğünde köşede oturan Merih'i görmüştü.

"Evrakları getirdim"

"İşlemleri halledelim babamı alalım gidelim buradan"

"Sen otur ben hallederim" derken Merih'in cümlesiyle duraksamıştı. "Lema Ablam burada... Babamın yanında"

"Lema..." diye kekeledi bir an. "Lema geldi mi?"

"Haber vermiştim gelmiş, içerde"

Lema gelmişti hem de yıllar sonra... Yıllar önce birkaç kez uzaktan uzağa habersizce gördüğü genç kadını şimdi gerçekten görecek miydi? O anın üzerinden kaç saniye geçmişti bilmiyordu ama bakışları koridorun ucundaki genç kadını görmüştü. Göz göze gelmişlerdi. Yıllar sonra ilk defa... Altı yıl sonra ilk defa...

Hep aynı yerin daha derininden vurulmak tamda böyle bir şey olsa gerekti. O yeşillerine vurulduğu gözleri altı yıl sonra ilk defa görüyordu. Acısını belli etmezdi Lema ama acısı gözlerine çökmüştü, görebiliyordu. Lema gözlerini kaçırıp arkadaşının gösterdiği yere oturmak yerine koridorun diğer çıkış kapısına doğru yürümeye başlamıştı. Şu an bir yüzleşmeyi daha kaldırabileceğini pek sanmıyordu çünkü.

"Sen kal Asude ben bir elimi yüzümü yıkayıp geleceğim"

"Gelseydim"

"Biraz yalnız kalsam iyi olacak" diye karşılık verirken elini duvara yaslayıp koridor boyunca yürümeye başlamıştı. Genç adamın onu izlediğini farkındaydı.

"Ablan iyi görünmüyor Merih"

"Hangimiz iyiyiz ki halimize bak"

Lema adım adım koridorda ilerleyip gözden kaybolurken Pamir endişeli bakışlarıyla hala boşluğa bakıyordu.

"Ben şu işlemleri halledeyim, sen dur burada" derken Merih'i olduğu yerde bırakıp Lema'nın gittiği yöne doğru yürüdü.

"Merih'e bakar mısın?" dediğinde Asude sessizce gözlerini kırpmıştı, bilirdi itiraz etse de faydasızdı bu yüzleşme bir gün olacaktı, bugün değilse de bir gün... Koridorda ilerledi, elindeki belgeleri de kayıt işlem bankosuna bırakmıştı, gerekli imzalar içindeydi... Teslim alan imzası, doktor imzası... Hepsi... Adımlarını sıklaştırırken yangın merdivenin kapısının sallandığını görmüştü, demek ki çatıya çıkmıştı genç kadın.

Lema suratına çarpan geçmişin gölgesi ve esen sert rüzgarla ürperirken en kıyıya kadar ilerlemişti adımları. Çok geçmeden adım sesleri duymuş ardından da tanıdık bir koku sarmıştı dört bir yanını ama arkasına dönüp bakmak istememişti. Bakıp ne diyecekti ki? Adım seslerinin tam arkasında sonlandığını farkındaydı.

"Ağlamak için bir omuz istersen ben varım"

"Ayrı ayrı varız ama biz olarak yokuz... Var olamadık ki oldurmadılar..."

"Sen iste ben dünyayı karşıma alırım yine de seni bırakmam Lema"

"Ben hava almaya geldim sen niye geldin peşimden?"

"İyi görünmüyordun"

Lema "Nasılım ben bilmiyorum sen nerden biliyorsun ki?" diye sordu, niye soruyorsa işte...

"Zaman bizden neler alıp götürdü görüyorsun dimi?"

Lema "Zaman mı aldı götürdü sahiden Pamir?" diye karşılık verdi acı bir tebessümle. "Bize bizi sevdiklerini söyleyemeyenler kıydı"

"Sevmenin yanlışı olmaz da yolumuz mu yanlıştı düşen gölgemiz mi, bilmiyorum"

"Ne önemi var ki?"

"Konağa mı gideceksin?"

"Annemle karşılaşmak acı verici olacak ama oraya giderim muhtemelen Merih'i yalnız bırakmak istemiyorum"

"Ben bır..."

Lema şaşırmış ve yorgun bir ifadeyle "Yeniden savaş mı çıksın istiyorsun gerçi benim o eve adım atmam savaş sebebi... Ama sevgili annem ne kadar umursar bilmem... Asude de gelecek o götürür bizi" diye cevaplamış ve genç adama dönmüştü yüzünü. Geçen zaman ondan sadece birkaç kilo götürmüştü ama bakışları hala eskisi gibi bakıyordu. Ama Lema çok bakmamıştı o gözlere... İnsan sahip olamadığı şeylere sadece uzaktan, kaçak göçek bakardı sonuçta. Ardından da hiçbir şey söylemeden az önce çatıya girdiği kapıya doğru yürümeye başlamıştı.

Loading...
0%