@leydiasteria
|
"Çocukluk masumiyetin son durağıdır, insanlar büyüdükçe masumluğunu kaybederler." Bir yanınız eksikken daha da eksildiğinizi bilmek canınızın hangi kıyısından başlardı ki yakmaya? En bilindik yerden mi yoksa yabancısı olduğu yerden mi gelir vururdu? Lema, Pamir'in yanından ayrıldıktan sonra konağa geri dönmüştü. Merdivenleri tırmanıp üst kata çıktığında oturma odasının boş olduğunu görmüştü, annesi dinlenmeye çekilmişti demek ki. Oturma odasından içeri girip başını uzattığında eşyaların hala aynı olduğunu görmüştü. Tavan aydınlatmasında kullanılan kristal avize... Çocukken ne çok severdi onlarla oynamayı... Işık yandığında parlayan söndüğünde de içinde de ışığını saklayan kristal tanelerinden birini hala saklıyordu hatta. Lema "Çocukluk işte" diye geçirdi içinden adımları oturma odasının tam ortasında, avizenin altında son bulurken şampanya rengi duvarların birinin üzerinde olan LCD ekran televizyonun hemen yan tarafında ceviz ağacından yapılmış ve duvara monte edilmiş hem kitaplık hem de film arşivi olarak kullanılan beş raflı kitaplık vardı. Kenardaki aynalı dolabın üzerinde de içini fotoğraflarla doldurdukları çerçeveler vardı. Fotoğrafların üzerinde bakışlarını gezdirirken köşede duran babasının fotoğrafına bakışları kaymıştı. Yüzünde bir his belirtisi aramıştı, belki de fotoğrafta da olsa bir ufak gülümsemesini görmek istemişti ana göremeyeceğini biliyordu bu yüzden üstelememişti. Pencere önünde iki tane tekli koltuk vardı, çocukken en çok Eylül ile babası otururdu bu koltuklarda, babası Eylül'e masallar okurdu bu koltuklarda. Ne acıydı ki kendisine gösterilmeyen sevginin her harfi mislince kardeşine gösterilmişti, ayrılmıştı. Neden aynı evin içinde aynı sevgiyi değil de farklısını bile hissedememişti. Sabaha kadar uyumamış, evin içinde bir süre dolandıktan sonra odasındaki balkonda sabahlamıştı, Pamir'e de 'Git dinlen' demişti ama genç adam hala konağın önündeydi bir tek farkla bu sefer konağın karşısında park etmişti arabasını. "Sana git dediğimi hatırlıyorum" diye yazmıştı Lema telefonunun mesaj kısmından ardından da genç adama göndermişti. "Gittim zaten sen git dedin ben konağın karşısına geçtim, park ettim... Ne yaparsın ancak bu kadar gidebiliyorum senden" diye yazıp göndermişti Pamir. Lema genç adamın gönderdiği mesajı okurken dudaklarının kenarında beliren tebessüme engel olamamıştı, ne yaparsa yapsın bu hissi kalbinden silemezdi ve silmeyecek istemeyecek kadar da çok aşıktı o adama. Doğru aşka tutulup yolun imkansızına düşmüştü yolları bir kere. Pamir'e bir kızgınlığı yoktu, olmazdı da Pamir bu dünyada sevmeyi bilen nadir insanlardandı ve kader onu Lema'ya ait kılmıştı. Onca acının içinde yüzünüzü güldürebilecek, sırtını her şeye rağmen yaslayabileceği tek adamdı ve ne olursa olsun hep böyle kalacaktı; birbirlerinden ne kadar uzağa düşseler, düşürülseler de... "İyi ki yolun yoluma düşmüş adam... Sen bu dünyada benim başıma gelen en güzel şeydin, senide almaya çalıştılar ya... Seni vermedim diye suçlu oldum... Olsun" Lema dün gece hiç uğramadığı yatağının üzerinde bıraktığı valizine doğru yürüdü, fermuarını açıp cenaze töreni için valizden siyah renk boğazlı uzun bir kazak ve siyah renk pantolon çıkarmıştı. Hızlıca üzerindekilerden kurtulup çıkardığı kazak, pantolon ikilisini geçirmişti üzerine. Üzerinden çıkardıklarını da katlayıp valizinin bölmesine yerleştirmişti. Gece sıkıntıdan topladığı saçlarını tokasını çözüp serbest bırakmıştı. Dün gece yüzünde olan makyajını temizlediği için ne makyaj yapma ne de temizleme gereği duymamıştı. Oturduğu yerden kalkarken karşıdaki aynaya yansıyan görüntüsüne kaymıştı bakışları. Yorgun ama yaşanmış tüm ömrünün yorgunu gibi... En fazla da yaşayamadıklarının... Adımlarını yüzünü yıkayıp ferahlamak ve rahatlamak adına banyoya girdi ve elini yıkayıp yüzüne su çarptıktan sonra banyodan çıkmıştı. Telefonunu kontrol edip gerekli gereksiz tüm gelen bildirimleri temizlemişti. Ardından da siyah şalını da boynuna asıp telefonunu da cebine yerleştirirken odadan çıkmıştı. Cami kapısındaki uğultulu kalabalığın arasında garip garip bakışların onu takip ederken yerini ufak ufak fısıltılara bıraktığını görebiliyordu. Tanıyan tanımayan insanların ona bakıp ardından da kendi aralarında yaptıkları dedikodu umurunda bile değildi. Hatta az önce iki kadının kendi aralarında "Babası Mahir küs gitmiş kızına adam... Diğer kız da komadaymış hala... Şu Pamir denen adam iki kız kardeşi birbirine düşürmüş" diye fısıldaşıyorlardı, Lema'nın baktığını görünce başlarını çevirip susmuşlardı. Ne de olsa insanlar konuşacak bir şey bulurlardı, hiç şaşmazdı bu. Lema iki kadından ayırdığı bakışlarını tabuta yaslı halde duran babasının fotoğrafına çevirmişti. Ne ara adım atmıştı ne ara tabutun yanına gelmişti bilmiyordu. Bildiği tek şey başını tabuta yasladığıydı; babasının tek bir gün bile omzuna yaslayamadığı başını tabutuna yaslamıştı. "Tek bir gözyaşı bile dökmedi... Kendini sıkıyor bu iyi bir şey değil" "Farkındayım" diye karşılık vermişti Pamir. Ama elinden beklemekten başka bir şey gelmiyordu. Yanına da gidemiyordu aslında hiçbir şeyi gözü görmez Lema'nın tek bir an olsun yanından ayrılmazdı ama gazetecilerde buradaydı. Lema'nın yanına yaklaşsa anında haber olurlardı ve bu Lema'yı üzmekten başka bir şey yaramazdı. Şu anda ikisinin de burada olması bile gazeteciler için haber kaynağıydı zaten. "Asude yanında merak etme asla yalnız bırakmaz onu hem bizde buradayız" diye desteklemişti can dostunu. Pamir "Öyleyiz de" derken bakışlarını tabutun önünde ayakta dikilen genç kadına çevirmişti. "Benim aklım orada" Lema yaklaşık on dakikadır tabutun başında öylece duruyor ve tabutu izliyordu. Öyle ki yanına yaklaşan annesi kardeşi Merih'in geldiğini bile fark etmemişti. Yaşadıklarını, yaşananları, tüm olmuş olanları düşünüyordu zihni ondan bağımsız bir şekilde. İstemsizce eli karnına gitmişti yaşananlara ithafen. Ama bunu sadece Pamir fark etmişti o kalabalıkta. "Babamın burada yattığına hala inanamıyorum gerçek mi bu?" Lema kardeşinin sorusunu duyunca başını çevirmişti. "Maalesef gerçek" "İyi görünmüyorsun Abla, biraz otur şurada... Oturalım ister misin?" "Gerek yok canım iyiyim ben" "Abla, babam gibi sende gitmezsin dimi? Kendimi kimsesiz gibi hissediyorum" "Sen bana kızgın değil miydin?" "Geçti" "Bunu sonra konuşalım olur mu?" "Hıhı" Aradan geçen dakikalarda namaz kılınmış ve kabristanlığa doğru yola çıkılmıştı. Aile gibi... Sadece dışardan ile gibi görünüyorlardı, yakına gelindiğinde bomboş bir tablodan ibaretti bu görüntü. Arabanın arka koltuğunda yanında Merih ve Deniz ile birlikte oturuyorlardı. Merih'in eli avuçlarının içinde gizliydi. Pamir'in arabasıyla hemen arkasından geldiğini biliyordu ve bu garip bir şekilde bunca yaşanan şeyden sonra güç veriyordu ona. Camiden sonrası kum saatinin akıp gidişi gibi hızlı ilerlemişti sanki ya da Lema'ya öyle gelmişti bilmiyordu. Hayatının bir devrinin üzerine toprak atılıyordu, sevse de sevmese de ona göstermediği her şeyle birlikte çekip gitmişti babası Mahir Bey. İçinde hiç dolmayacak bir boşluk hissi vardı ve nasıl geçerdi ya da geçer miydi bilmiyordu. Elinde kürekle sendeleyen kardeşini tuttu elleri, ağladığı için sendelemişti genç adam. İki kardeş sarılıp birbirlerinin acılarını sarmaya çabalarken toprak her şeyin üzerini kapatmıştı. "Deniz, Merih'i arabaya götürür müsün? Bende gelirim birazdan" "Tamam Lema Abla" diye karşılık vermiş ve Merih'i de alıp arabaya doğru ilerlemişlerdi. Kalabalık baş sağlığı dileklerinin ardından bir bir dağılırken mezarın başında sadece iki kişi kalmıştı; Lema ve Pamir... "Bakma bana öyle, yarın gazetelere manşet oluruz sonra" "Sen olmasan hiçbiri umurumda değil ki benim" "Herkes benim yüzümden olduğunu söylüyor duydun dimi?" "Kimin umurunda Lema? Onlar acı çekmiyor biz acı çekiyoruz... Onlar kaybetmedi" "Biz kaybettik..." dedi buruk acı dolu bir tebessümle eli karnına gitmişti yeniden. "Kimse bizden aldığını görmüyor... Mutlu olabilirdik" "Hala olabiliriz sen iste yeter" "Konak kalabalık olacak Merih'i yalnız bırakmayayım" "Haklısın" Lema adım adım çıkışa doğru ilerlerken Pamir bir süre öylece izledi. Lema da arabaya binince araba hareket etmiş ve konağa doğru yola çıkılmıştı. Konak sessizce dolup bir yandan sessizce boşalırken Merih daha da toparlamış görünüyordu. Lema kalabalığa girmek istememişti çünkü orada meraklı bakışlardan başka bir şey yoktu. Merih'in yanından ayrıldıktan sonra odasına çıkmak için merdivenleri tırmanmıştı ki Eylül'ün hemşiresiyle karşılaşmıştı. "Başınız sağ olsun" "Dostlar sağ olsun" diye karşılık vermiş ve koridorun sonundaki odasına doğru yürümeye başlamıştı ki duraksayıp durdu. "Eylül nasıl?" Hemşire "Bir değişiklik yok" dediğinde Lema başını sallamıştı. "Anladım, size kolay gelsin" demiş ve odasına doğru ilerlerken adım sesleri uzaklaşınca biraz duraksasa da kendine engel olamamış, çatıya çıkan merdivenlere yönelmişti. Adımları koridorda son bulduğunda karşıdaki kapıyla karşı karşıya kalmıştı. Bir an yaptığı şeyi saçma bulup geri dönmek istese de vazgeçmişti. Kapının tokmağını çevirip açtığında yatağında yatan kardeşi Eylül'ü bulmuştu gözbebekleri. Kolunda serum, etrafında makineler vardı. Solunum cihazına bağlıydı çünkü kendi başına nefes alamıyordu. Odanın içinde sadece bağlı olduğu makinelerin sesleri vardı, başka da bir şey yoktu. Uzun kahverengi saçları yastığa dökülmüş, yüzü epey solgundu. Lema derin bir nefes alma ihtiyacında hissetti kendini. Yıllar sonra içindeki öfkenin azalmış olacağını düşünmüştü ama öyle olmamıştı. İlerleyip yanı başında duran sandalyeyi çekip oturdu. "Bir şey hissetmiyor musun acaba gerçekten? Babamız gitti, ne tuhaf onunla hiç anım yok gibi... Ama senin bir sürü anın var... Biliyor musun biz iki kardeş daha farklı olabilirdik, sen bana düşman olmasaydın eğer... Sen doğduğunda ben havalara uçmuştum, şu sevilmediğim dört duvarda canıma can geldi diye düşünmüştüm... Canımın katili olacağını bilmeden... Ben bir şey yapmadım Eylül... Ben senden hiçbir şey çalmadım... Ben senden kardeşim ol istedim, öyle aynı karında büyüdük diye değil gerçekten kalpten sev istedim... Ama olmadı" derken derin bir nefes daha çekmişti ciğerlerine. "Ben senden hiçbir şey çalmadım... Her şeyimiz eşitti ama sevgilerimiz eşit değildi sen bu ailenin akıllı uslu kızı bense öylesine dünyaya gelmiş gibiydim bu evde... Senden önce de öyleydi senden sonra da değişmedi hatta bu sevgisizlik daha artarak devam etti... Ben senden hiçbir şey çalmadım ama sen benden çok şey aldın... Bu hayattaki belki de beni sevdiği adamdan daha çok sevecek birini çaldın... Doğmamış bebeğimi çaldın... O arabayı o duvara çarpıp uçuruma yuvarlandığımızda ki sen bunu bilerek yaptın... Ne demiştin bana? Benim sevdiğim adamın çocuğunu doğuramazsın... Ben senin sevdiğin adamı almadım sen istedin Pamir seni sevsin sevmedi benim suçum ne ki? Pamir'in beni sevmesi mi? Eylül... o arabayı bilerek uçuruma sürdüğünde ne düşündün bilmiyorum... Sen eğer annemin yolundan gitmeseydin biz kardeş olabilirdik ne bileyim en azından denerdik ama şimdi bir katilden farksızsın gözümde çünkü sen benden o arabanın enkazında bebeğimi aldın... El birliğiyle onu da çok gördünüz bana... Senden nefret ediyorum, umarım benden çaldığın şeyin hesabını veriyorsundur" diye mırıldanmış ardından da ayağa kalkmıştı ki kapı açılmış ve annesi kadrajına girmişti. "Senin ne işin var burada? Kim izin verdi sana buraya girmen için?" "Merak etme kızın gayet iyi, kendini mahkûm ettiği uykusunda uyuyor" demiş ardından da odanın kapısına doğru ilerlemişti ki annesinin kolundan tutmasıyla olduğu yerde durmak zorunda kalmıştı. "Lema bir daha bu odaya adım atmayacaksın duydun mu beni?" "Meraklısı değilim merak etme, al kızının hayrını gör Müjgan Hanım" "Yaptığın yetmedi dimi? Onu bu hale getiren sensin bir gelmiş dalga geçer gibi" dediğinde Lema yüzünü dönmüştü tekrar annesine. "Onu bu hale ben getirmedim onu bu hale sen getirdin... Senin zehirli sevgin getirdi... Onu sevmeyen bir adama sürükledin onu... Pamir'in onu sevmediğini biliyordun ama zorladın hem şansını hem de Eylül'ü..." "O gerçekten seviyordu Pamir'i... Araya girmeseydin o da severdi Eylül'ü" "Sevgi zorla olmaz anne... Birinden zorla seni sevmesini bekleyemezsin" dedi ve buruk bir tebessümle konuşmaya devam etti. "Bunu en iyi ben bilirim... Bunu da sen ve babam öğrettiniz bana... Ben bir köşede durup beni de sevmenizi bekledim sadece... Ama sevmediniz zorla olmuyor tabi... Sonra Pamir geldi beni sevdi, çok sevdi hala seviyor bunca yaşanan şeye rağmen... Siz onun sevgisini de çalmak istediniz benden... Beni kimse sevmesin diye çabaladın hep... Ben kardeşlerimi çok sevdim, Eylül dünyaya geldiğinde havalara uçtum ben, onunda sevgisini çaldın benden..." "Suçlu arama boşuna... Kardeşin senin yüzünden bu halde" "Kardeşim benim yüzümden değil kendi hırsı yüzünden orada... Senin kızın bir bebeğin katili... Senin kızın benim canımdan can aldı, senin kızın benim doğmamış evladımı aldı benden... Bana onu savunma, yaşamadın bilmiyorsun evlat acısı ne demek bilmiyorsun dilerim de yaşamazsın Eylül açar gözlerini" "Sizin günahınızın bedeli o bebekten çıktı, Eylül'ün suçu ne?" "Sevmek günah değil... Sevmek yasak değil... Ama zorla olan bir şey de değil niye anlamıyorsun niye? NİYE? NEDEN YA NEDEN? ALLAH AŞKINA SÖYLE BENİM BEBEĞİMİN SUÇU NEYDİ?" "MÜJGAN HANIM" diye bağıran bir ses duyuldu hemen arkalarında. Bu Pamir'in sesiydi, yanında da Asude ile Merih vardı, seslere gelmiş olmalılardı. "Ben hiçbir zaman Eylül'e onu sevdiğimi söylemedim, ima dahi etmedim... Onu ben hep kardeşim saydım, ben Eylül'ü tek bir an bile kardeş sevgisinden ayırmadım... Ben sadece Lema'yı sevdim ondan başkasına söz vermedim, ondan başkasının eli tutmadım...Yeter artık gerçekten yeter... Lema'ya daha fazla bunu yapmanıza izin vermeyeceğim" "Bir kere beni gör isterdim ama o kadar körsün ki, ne zaman Eylül'ü sevmeye kalksam o zaman bile elimden alırdın... Sen benden kardeşimi bile çaldın şimdi neyin hesabını soruyorsun bana?" "EYLÜL'Ü KISKANDIN HEP" "BEN EYLÜL'Ü KISKANMADIM SEN KISKANMAMI İSTEDİN... BENSE SADECE KARDEŞİMİ SEVMEK İSTEDİM ANNE... BEN KARDEŞİMİ ÇOK SEVDİM... SİZ İKİNİZ BENDEN RUHUMU KANATLANDIRAN BENİ GÖKLERE ÇIKARAN O ADAMI ALMAYA ÇALIŞTINIZ... SENDE KIZINDA KANATLARIMI KOPARDINIZ... BENDE SENİN KIZINDIM ANNE... KABUL ETSEN DE ETMESEN DE SENİN KIZINDIM... SENDE BENDE KABUL ETSEK DE ETMESEK DE ANNE KIZIZ İSTESEK DE DEĞİŞTİREMEYİZ, REDDEBİLİRSİN AMA DEĞİŞTİREMEZSİN... YANİ GÜNAHLARINI BÖYLE ÖRTEMEZSİN... EYLÜL SEVDİ ÇOK GÜZEL ÇOK İYİ... AMA LEMA SEVİNCE YASAK, GÜNAH... SENİN BANA REVA GÖRDÜĞÜN ŞEY BU... SAĞ OL" dedikten sonra merdivenlere yönelmişti, bunun eninde sonunda yaşanacağını biliyordu. Bu hesaplaşma bir gün olacak olandı şimdi de yaşanmıştı. Oturma odasındaki taziye kalabalığının meraklı bakışları arasında merdivenlerden inip bahçeye çıktı koşar adım. Göğsü daralmış nefes alamıyormuş gibi hissediyordu, arkasından gelen adım seslerini duysa da kafasını çevirip bakamamıştı bile. Bir anda yer ayağının altından kaydığını hissetmeye başlamıştı, sesler uğuldamaya başlarken gözleri kararmış ve olduğu yere yığılırken gördüğü şey karanlık gökyüzü olmuştu. |
0% |