@leydiasteria
|
Kürşad, bir iki telefon görüşmesinin ardından lahitin yerini öğrenmiş ve telefonuna gelen konuma doğru yola çıkmıştı. Gülşah Kazı Çalışmalarının ardından bulunan eserlerin müzeye kaldırılmadan önce incelenmek üzere alındığı enstitünün önünde durmuş ve arabasını boş alana park edip arabadan inmişti. Telefonunun arkasına yerleştirdiği personel giriş kartını okutup güvenlikten geçmişti. Tanıdık güvenlik görevlisine "Kolay gelsin, iyi geceler" diye seslenmişti. "Aaa! Gülşah Hocam bu saatte ne işiniz var sizin burada? Hastanede değil miydiniz? Duyduk çok geçmiş olsun" "Sağ olun, sabah çıktım hastaneden... Oda da bir şey unutmuşum da onu almak için geldim" Güvenlik "Anladım Hocam geçin tabi buyurun" diye karşılık verirken Gülşah binanın giriş merdivenlerine yönelmişti. Kapıdan geçip ilerlerken binanın kapısının arkasından usulca kapandığını farkında bile değildi. Koridorlar hareketli bir cisim gördüğünde yanan sensörlü lambalardan yapıldığı için hareket ettikçe ışıklar da yanıyor, ardında bıraktığı alanlarda ise ışık anında sönüyordu. Lahitin alındığı saklama alanının kapısının önünde durup düğmeye bastı ve kapının sessizce açılışını izledi. Odanın duvarındaki düğmeyi çevirip ışığı açtığında tam karşısında odanın tam ortasında duran lahitle karşı karşıya kalmıştı. Gözlerinin önüne lahit çıkarılırken yere yığıldığı anlar dolmuştu bir anda, bu nefesinin daralmasına neden olmuş gibi hissettirmişti ona ama umursamamaya çalışıp lahite doğru ilerletmişti adımlarını. Daha önce de lahit incelemesinde bulunmuş ama hiç böyle gergin hissetmemişti kendini, gerçi daha öncekinde kalp krizi de geçirmemişti. Gece gece merakına yenilip buraya kadar gelmişti işte. Lahitin kapağı hemen yan tarafındaki boş alana bırakıldığı için lahitin kapağı açıktı, içindeki mumya görünebiliyordu. Ve işte şimdi lahitin tam karşısında durmuş mumyaya bakıyordu. Kürşad navigasyonun konuma geldiğini belli eden sesli bildirimiyle hemen sol yanında kalan iki katlı binaya baktığında üstünde yazan tabelayı görmüştü; Arkeoloji İnceleme Enstitüsü. Emniyet kemerini çözüp aracı kapattıktan sonra arabadan indi ve birkaç saniye etrafına bakındı. Etrafta sessizlik hakimdi, kimseler de görünmüyordu. Kapıda tek siyah bir araba vardı. Genç adam "Şimdi içeri nasıl gireceğim bakalım? Etrafta kimse yok ama" diye kendi kendine söylenirken bakışlarını etrafta gezdirmeye devam ederek demir kapıya doğru ilerledi, güvenlik kabini de boştu. "Güvenlik ortalarda görünmüyor ama yakalanmadan şu kapıdan geçseydim" diye söylenirken iki güvenlik bahçenin öbür tarafından görünmüşlerdi. "Bir siz eksiktiniz şu an, şimdi ben nerden gireceğim bu binaya? Acaba yangın merdiveni açık mıdır?" diye mırıldanırken binanın demir kapısından kimselere görünmeden geçip binanın arka tarafına doğru ilerledi. İllaki bir arka kapısı vardır diye düşünerek dikkatli adımlarla hem önünü hem de arkasını kollarken olabildiğince hızlı adımlarla yürüyordu. Binanın köşesini döndüğünde gördüğü kırmızı tabelayla zafer kazanmışçasına gülümsemişti. EXIT yazılı tabela demir kapının üzerine asılmıştı. Cebindeki çakı bıçağını çıkartıp kapının kenarlarında ve anahtar deliğinde gezdirdi ve birkaç dakikanın sonunda demir kapının açıldığını belli eden metalik bir tıkırtı duyulmuş, kapı aralanmıştı. Çakı bıçağını cebine yerleştirirken kapı aralığından içeri süzülüp kapıyı kapatmıştı. Burası muhtemelen yemekhane, mutfak kapısı gibi bir şeydi. Etrafı çok incelemeden hızlı adımlarla zemin katın koridoruna girdiğinde sessizliğin içinde bir ayak sesi duymuştu. Kulaklarına çalınıp boş koridorda yankı yapan ayak sesiyle merakına yenilip adımlarını sesi geldiği yöne doğru yöneltmiş, yürümeye başlamıştı. Çok geçmeden koridorun sonundaki odanın kapısının açıldığını ve ayak seslerinin sahibi olan gölgenin kapıdan içeri girip kayboluşunu izlemişti. Kürşad sessiz bir iki adım atmış tam duvarın köşesinden dönecekti ki lahiti görmüştü. Hemen ardından da görüş alanına giren genç kadınla birlikte attığı adımı geri çekememiş ve öylece kalmıştı. Yıllar sonra yüzyıllar öncesinin varlığıyla yeniden yüzleşmesi gerekirken Kürşad gördüğü genç kadından gözlerini alamamış ve lahitin başında öylece duruşunu izlemişti öylece. Omuzlarına döktüğü koyu kahverengi saçlarının izin verdiği kadarıyla görebiliyordu yüzünün bir kısmını. Buraya kadar girdiğine göre bu kadın burada çalışanlardan biri olabilirdi ama tıpkı onun gibi gecenin bir yarısı burada ne işi vardı ki hem de merkez kapalıyken? Meraklı bakışlarla bir süre hareketsizce duran genç kadını izlemişti, belki de çıkıp gitmeliydi buradan. Bir an geri adım attığında arkasındaki masanın sandalyesine çarpmış ve devirmişti. Kürşad ağzının içinde homurdanarak söylenirken Gülşah duyduğu sesle etrafına bakınmıştı, açıkçası ne kadar alışkın olursa olsun gece gece burada yalnız başına bir lahit başında olmak ürkütücü bir durumdu itiraf edebilirdi, dahası uykusuzluktan, yorgunluktan her an devrilebilir bir durumdaydı. Ama sosyal medyada dolaşan yorumlar aklını karıştırmış ve merak uyandırmıştı. Yaşadığı kalp krizinin sadece basit tesadüf olduğunu o da farkındaydı ama insanlar olayları büyütmeyi, altında bir şeyler arayıp teoriler üretmeyi severlerdi. Ve bu durum çok geçmeden unutulacak bir şeydi ama gece gece onu buralara kadar sürükleyecek kadar aklına takılmıştı işte. "Kim... Kim var orada? Ayhan Abi sen misin?" diye seslenmişti belki de güvenlik görevlisidir diye düşünerek ama herhangi bir karşılık gelmemişti. Lahitin başından ayrılıp odanın içine doğru yürümeye başladığında ise eline masanın üzerindeki vazoyu almayı ihmal etmemişti. Gördüğü gölgeyle birazdan Kürşad ile karşılaşacağını bilmeden bir iki adım daha atmasıyla birlikte genç adamla karşı karşıya gelmişti. Bir anlık refleksle vazoyu genç adamın kafasına vurup parçalamıştı bile. "SEN... SEN... HIRSIZ VAR..." diye ani bir korkuyla bağırırken Kürşad bir anda ne yapacağını bilemezken aklına saniyeler içinde gelen ilk şeyi yapıp genç kadını kendine çekip duvarla arasına hapsederken elini ağzına kapatmak zorunda kalmıştı. Gülşah korku ve heyecan içinde hızla çarpmaya başlayan kalbinin sesini kulaklarında hissedebiliyordu. Çeşitli soru içeren cümleleri genç adamın dudaklarının üzerine kapattığı avucunun arasında kaybolup giderken Kürşad ise o anlarda gördüğü kahverengi gözbebeklerini izliyordu sanki daha önce kahverengi bir renk olmamış ve renklerin dünyasına yeni katılmış bir rengin varlığıyla tanışmış gibi bakıyordu öylece genç kadının gözlerinin içine. Çok geçmeden kollarının arasındaki genç kadının debelenmesiyle daldığı rüyadan sıyrılmış ve genç kadını ne kadar korkuttuğunu farkına varabilmişti. "Bağırma... Özür dilerim... Çok özür dilerim amacım seni korkutmak değildi... Elimi çekeceğim ama bağırmadan beni dinlemen gerek... Sonra istersen bağırırsın... Yoksa biri bizi bulana kadar böyle kalırız... Ayrıca korkma sana zarar vermem... Asla zarar vermem" dediğinde Gülşah son iki cümleyi duymamıştı bile. Son iki günün yorgunluğu ve anın stresiyle daha genç adama karşılık bile veremeden duvar ile genç adamın kollarının arasına yığılıp kalmıştı. Kürşad kollarının arasına yığılan genç kadınla olduğu yerde kalakalırken henüz adını bile bilmediği Gülşah'ı kucağına almıştı. "Hay senin yapacağın işe Kürşad ya... Aklını aldın kızın... Ne olacak ne yapacağım ben şimdi?" Gergin bakışlarını etrafta gezdirirken az ilerde bir çalışma odası görmüştü. Genç kadını oturtacak bir şey bulabilirdi muhtemelen. Odanın kapısını aralayıp içeri girdiğinde gördüğü ikili deri koltuğa doğru ilerledi ve kucağındaki genç kadını oraya dikkatli bir şekilde yatırdı. "Su... Kolonya bir şey bulsam iyi olacak" diye mırıldanırken arkasını dönüp masanın üzerine bakmıştı. Şansına masanın üzerinde yarım bir kolonya şişesi bulmuştu, eline aldığı şişedeki kolanyadan avucuna biraz döküp halen baygın halde yatmakta olan genç kadının yanaklarına sürüp burnuna yaklaştırmıştı. "Uyan hadi... Aç gözlerini..." diye mırıldanırken istemsizce genç kadını süzmüştü. Uzun siyah kirpikleri, az önce gördüğü koyu kahverengi gözlerini çevreleyen göz kapakları, biçimli dolgun yanaklarında görünen gamzeleriyle genç kadın fazlasıyla güzel görünüyordu. Bunu az önce gördüğü cevval hallerini de ekleyebilirdi. Kafasında vazo kırıp paramparça etmişti zira. Zihni saniyeler öncesinde gezinirken duyduğu öksürük sesiyle bakışlarını gözlerini aralamış, doğrulmaya çalışan genç kadına çevirmişti. "Dur hemen kalkma" Gülşah gergin bir ses tonuyla "Bırak istemez yardım falan" diye karşılık verirken zihnine dolan anlık hatırlatmayla genç adamı itmiş ve başının dönmesini umursamadan ayağa kalkıp uzaklaşmıştı. "Sakın yaklaşma bana... Polis çağıracağım... Hırsızlık için gerçekten bu binaya mı girdin ya?" Deli misin sen?" diye bağırırken eline geçen dosyayı genç adama fırlatmıştı. "Akıllı olduğum doğru, pek de normal sayılmam ama sandığın gibi hırsız değilim ben" "Dalga mı geçiyorsun sen benle ya? Gecenin bir yarısı hiç alakan olmayan bir yerde karşıma çıkıyorsun, hırsız değilsen ne işin var o zaman burada? "Bir otur lütfen şunları atmayı bırak da anlatayım bir derdimi, sonra istersen polisi ararsın" dedi ve ekledi. "Ayrıca oradan bakınca hırsızlığa ihtiyacım var gibi mi görünüyorum?" Gülşah "Ne bileyim ben kimsin, nesin?" dedi ve sıkıntıyla derin bir nefes alıp verirken konuşmaya devam etmişti. "Mantıklı bir sebep söyle o zaman bende inanayım" Kürşad "Merak...Meraktan" derken bakışlarını dışardaki lahite çevirmişti. "O kadar merak uyandırıcı haber çıktı ki lahiti merak ettim" "Merakına dayanamayıp gece gece enstitü binasına mı girdin? Saçma buna çocuk bile inanmaz" "İstersen kimliğimi al İnternet'e yaz arat, iş adamıyım ben... Benden zarar gelmez doğruyu söylüyorum" derken cebindeki cüzdanını çıkarıp genç kadına uzatmıştı. Gülşah gördüğü kimlikte yazan ismi arama motoruna yazınca saniyeler içinde önüne bir sürü haber dökülmüştü. Genç adam burada yazılana göre değerli taş ve yazılım işindeydi. Çeşitli başarılı işlerde ve yardım kampanyalarında bulunduğu yazıyordu. Kürşad sakin ve güven veren bir ses tonuyla sordu. "Şimdi inandırabildim mi seni?" "Al, neyse ki doğruyu söylüyormuşsunuz ama bir daha gece gece herhangi bir binaya izinsiz bir şekilde meraktan olsa girmeseniz iyi edersiniz Kürşad Bey " diye karşılık verirken elindeki kimliğini genç adama uzatmıştı. Genç adam "Bir daha... Asla... Hem dersimi fazlasıyla aldım sayende, elinde bayağı ağırmış kafamda vazo parçaladın" diye karşılık verirken muzipçe gülmeden edememişti. "Ama hak ettiniz o yüzden özür beklemeseniz iyi edersiniz" "Anlaştık" "Ben çıkacağım, sizde çıksanız iyi olur" "Tabi, tabi ama siz iyi misiniz? Benim yüzümden bayıldınız, isterseniz sizi bir hastaneye götürebilirim" "Hayır, sağ olun" dedi ve ekledi. "Ama siz bir pansuman yapsanız ya da yaptırsanız iyi olur gibi alnınız kanıyor vazo kesti sanırım" "Hallederim ben" Gülşah o esnada odanın kapısını açıp dışarı çıkmış, çok geçmeden de elinde bir şişe ve pamuk ile geri dönmüştü. "Vicdan yaptınız sanırım" "Yarayı açan kapatmayı da bilmeli derdi anneannem, sözünü çiğnemek istemedim diyelim... Sonuçta yarayı ben açtım her ne kadar hak etmiş olsanız da" derken tentürdiyotu pamuğa döküp genç adama biraz daha yaklaşmıştı. "Biraz acıtabilir" Ardından da elindeki pamuğu genç adamın alnına dokundurup bastırmış, üzerinde gezdirmeye başlamıştı. Kürşad "Sorun değil, hak ettim" diye mırıldanırken bakışlarını genç kadının yüzünde istemsizce gezdirirken genç kadının kahverengileriyle karşı karşıya gelmişti. Gülşah genç adamın okyanusun derinliklerini andıran masmavi gözleri bugün hastanede hayalini gördüğü mavi gözleri hatırlatmasına neden olurken istemsizce yutkunmuştu. Genç adamın mavileri güzel ve eşsiz göründüğü kadar ürkütücü de görünüyordu. Bir anda genç adamla bu kadar yakın mesafeye geldiklerini fark etmesiyle birkaç adım geri çekilmişti. "Bu yara sizi öldürmez" "Ama süründürür herhalde" Gülşah "Orası size kalmış bir durum" dedi ve ekledi. "Artık çıkabilir miyiz, evime gitmek istiyorum da" Kürşad sessizce Gülşah'ın dediğini onaylarken önce inceleme odasından çıkmış, ardından da sakin adımlarla koridorda beraber ilerlemişlerdi. Arabalarının yanına gelene kadar da konuşmamışlardı. "Hala söylemediğiniz bir şey var" Gülşah hayretle genç adamı süzerken "Bir yabancıya söyleyeceğim ne gibi bir şey olabilir anlamadım" diye karşılık vermişti. "İsminiz... İsminizi söylemediniz oysa ki siz benim ismimi öğrendiniz" "Arkadaş olmadığımıza ve bir daha karşılaşmayacak iki insan olduğumuza göre ismimi öğrenmenizi gerektirecek bir durum yok aslında" "Söylemeyeceksiniz yani" "Yani, size iyi geceler Kürşat Bey" "Size de iyi geceler diyeceğim ama isminizi bilmeden nasıl diyebilirim bilmiyorum" "Demeseniz de olur o halde, darılmam merak etmeyin" diye karşılık vermiş, ardından da dakikalar önce inceleme merkezinin önüne park ettiği siyah renkli arabasına binip evine doğru yola çıkmıştı.
|
0% |