Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@leydirena

​Hoşgeldiniz,


Samerida Serisi'nin kitaplarından birine buradan devam ediyorum. Serinin asıl üçlemesi düzenlemede. Bu yüzden şimdilik sadece bu kitap olacak.


Yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın olur mu♡

7 Ağustos 2024

••

İkindi çanından kısa süre sonra başlayan fırtına başkent Lunar'ın kuzeyini yerinden sarsacak kadar güçlüydü. Yirmiden fazla ağaç rüzgarın etkisiyle kökünden sökülüp uzaklara sürüklenmişti ve fırtınadan kaçmayı beceremeyen hayvanlar sicim gibi yağan yağmurun altında telef olmuştu. Hava erkenden karardığı için evlerin içi çoktan karanlığa gömülmüş ve küçük Elizabeth gibi pekçok çocuk evlerini aydınlatacak bir ay taşı olmadığı için erkenden yatağa girmişlerdi. Evde ışık yokken ve dışarı çıkılamıyorken çocuklara uyumak düşerdi, saatin erken olmasının bir önemi yoktu, zaten anneler çocuklarının bir an önce uyumasını dilerdi.

Elizabeth'in annesi ise henüz eve gelmemişti. Akşam olmuş ve güneş çoktan batmıştı, genelde erkekler bile bu saatte eve dönerdi ama Elizabeth annesinin bir erkekten de çok çalışmak zorunda olduğunu bildiğinden onun yokluğuna kafa yormamaya alışmıştı. Çalı gibi kabarık saçları olan ve daima tiz bir sesle konuşan mendebur teyzesi, Elizabeth'i zorla saman şiltesinden hallice yatağına sokup üzerine pörsümüş bir battaniye fırlatmış ve mutfağa geçip kendine tuhaf kokulu otlarından pişirmeye başlamıştı.

Elizabeth teyzesinin sürekli içtiği ve bir saatten fazla onlarsız yapamadığı otların, toz yapıp içtiği karışımların kokusuna alışmıştı. Odası yine bu ağır ve kesif kokuyla dolarken Elizabeth daracık odasındaki yatağında kımıldandı. Gözleri önündeki penceredeydi. Pencerenin camları hiddetle sallanıyor ve gök acımasızca gürlüyordu. Elizabeth normalde fırtınalardan korkan bir kız değildi ama o gece her nedense içini tuhaf bir ürperti kaplamıştı.

Annesinin eve nasıl döneceğini düşünmeden edemiyordu. Elizabeth gecekondularının bahçesinden kopup giden ağacı düşündü. Annesi bir ağaçtan daha güçlü değildi.

Elizabeth kötü senaryolar düşünmemeye çalıştı. Annesi sağ salim gelecekti ve onu yatağında gördüğü için memnun olacaktı. Sonra kesin kız kardeşine yine çok ot yaktığı için kızacak ve akşam yemeği olarak mutfakta ne bulursa onu yerken kardeşine çalıştığı yerdeki şımarık zengin kızları anlatacaktı.

Elizabeth uzun bir süre bekledi ama annesi bir türlü gelmedi. Cama çarpan yağmur tanelerinin tıkırtısını kendi zihninde bir şarkıya dönüştürerek vakit geçirdi. Rüzgarı da şarkısına eşlik eden bir ıslık olarak hayal etti. Bu, bir süre onu oyaladı ama annesi gelmek bilmiyordu. Teyzesi mutfaktan çıkıp elinde taşıdığı mumu söndürdü ve evin ortasında bulunan oturma odasında kendini bulduğu ilk boş koltuğa attı. Bir süre sonra fırtına dindi, yağmur hafifledi. Elizabeth'in teyzesi horlamaya başladı ve dış kapı rüzgar yüzünden gıcırdayarak sallanmaya devam etti.

Bütün bu sesler Elizabeth için yeni bir melodi, yeni bir şarkının parçalarıydı. Sayısız kez yaptığı gibi o gece de kulağına gelen her şeyi kullanarak kendi bestelerini yarattı.

Elizabeth o gece uyumadı, gece boyunca annesinin çıkıp gelmesini ummuştu. Sabah güneş doğarken uyanık kalmaya daha fazla gücü yetmemiş ve gözleri kendiliğinden kapanmıştı. Uykusunun en tatlı yerinde, rüyasında bir şarkıcı olduğunu görürken evin dış kapısının gürültüyle açılması Elizabeth'in bütün uykusunu sonlandırdı.

"Olega! Olega kalk!"

Teyzesinin adını bağıran annesiydi. Elizabeth hemen gözlerini açıp üzerindeki battaniyeyi itti ve yataktan çıkıp girişe koştu. Annesi onu gördüğünde ona yarım yamalak gülümsedi ama gözleri her zamanki gibi ona karşı hevessiz bakıyordu. Elizabeth bu bakışlara alışıktı. Ama annesinin çökmüş suratına, dağınık saçlarına alışık değildi. Maria hiçbir zaman kötü görünmezdi. Kömür kadar kara saçlarını her zaman güzelce tarar ve başının arkasında kusursuz bir topuz olarak bağlardı. Güzel yüzü capcanlı görünsün diye bitkileri ve yağları karıştırarak kendi bulduğu birkaç boyamsı şeyi yüzüne sürerdi. Dolgun dudaklarına da daha kırmızı ve iri dursunlar diye acı biber sürerdi. Maria fakirdi, yeteneksizdi ama çirkin değildi. Hayatında tahammül edemediği tek şey kötü bir görünüştü.

Bu yüzden Elizabeth onu bu şekilde darmadağın gördüğü için şaşkındı. Biri ona saldırıp tüm gün aç ve susuz bırakmış gibiydi.

"Olegaaa!"

Annesi oturma odasındaki yamalı kanepede horul horul uyuyan teyezsini eliyle sarsarken Elizabeth yüzüne gelen saçları geriye almakla meşguldü. Annesinin karşısında güzel görünmek zorunda olduğunu biliyordu. Her ne kadar doğuştan bu konuda yetersiz ve teyzesinin de sıkça dediği gibi bahtsız bir hilkat garibesi olsa da elinden gelenin en iyisini yapıyordu. Mesela diğer uzun saçlı yaşıtlarına çok özense de annesinin onun saçlarını ensesine dek kesmesine ve bandana, bone gibi şeylerle saçının çoğunu örtmesine izin veriyordu. Eğer kalabalık bir yere giddeceklerse annesi onun suratına kendi ten rengine uyan ama Elizabeth'in inci kadar beyaz teninde çamur gibi duran boyalardan sürüyordu. Elizabeth annesinden ve teyzesinden inci gibi parlamanın güzel bir şey olmadığını, aksine pişmemiş bir et kadar tiksindirici durduğunu öğrenmişti.

"Olega!"

Annesi bir kez daha bağırdığında teyzesi uyandı ve mağrur gözlerle ikisine baktı. Bakışları öyle boştu ki Elizabeth Olega'nın kendi adını bile hatırladığından şüphe etti. Ama buna da alışmıştı, Olega genelde sarhoş gibi gezerdi ve bakışları pek bir anlam taşımazdı.

"Oh sonunda uyandın!"

"Niye ciyaklıyorsun?"

"Yana kay," derken yayları çökmüş kanepeye oturdu Maria. Elizabeth öylece dikilip ikisini izlerken Olega da Maria da onu umursamadan konuşmaya başladı.

"Dün gece yoktum," dedi Maria.

"Fark etmedim."

"Etseydin şaşardım... Bay Kellynar bu havada dışarı çıkma diyerek bana daimi hizmetçilerinin yanında bir yer ayırdı."

"Ah... İyiymiş."

"Asıl olay bu değil," dedi Maria. Önleri darmadağın da olsa arkası sımsıkı duran saçlarını açtı ve Elizabeth'in hayran olduğu kara buklelerini omuzlarından aşağı saldı. Elizabeth o saçlara sahip olmak için neler vermezdi ki... Gerçi verecek pek bir şeyi yoktu ama olsa kesin verirdi. Onun süt gibi beyaz saçları kimse tarafından beğenilmezdi ve saçlarının rengi bir tür hastalık olarak kabul edilirdi. Kuzey Marazları'ndan gelen Marzian ırkı bu saç rengine sahipti. Elizabeth onlara benziyordu ama onlardan değildi. Marzianlar buz büken, buzların içinde yaşayan, bir kısmı oldukça tuhaf görünüşe sahip sevilmeyen barbar devlerdi. Elizabeth onlara benzese de aslında normal bir samerdi: Yani bir Samerida perisiydi. Saçları neden böyle, o da bilmiyordu. Bildiği tek şey güzel bir kız olmadığıydı.

"Bay Kellynar'ın iş yaptığı tüccarı sana anlatmıştım hatırlıyorsun, değil mi?"

"Evet," dedi Olega yüzünü ovuştururken. Kıvırcık saçları yine kabardıkça kabarmıştı, gözlerinin altı kararmıştı. "Godamanın teki."

"Zengin sonuçta... Karısından ayrılmış. Evini çekip çevirecek güzel bir kadın arıyormuş. Biliyorsun, onun gibi adamlar hizmetçilerle evlenmekten utanmaz. Zaten kendi de zamanında oduncuymuş."

"Ah Maria... Seninle mi evlenecek yoksa?"

"Bay Kellynar beni önermiş. Adam da kabul etmiş. Dün gece tanıştık."

"Harbi mi?"

"Evet." Maria'nın yüzünde güller açıyordu. Hayatının en iyi teklifini almış gibi neşeliydi.

"Yani... Evlenip gidecek misin?"

"Kötü bir şeymiş gibi deme bunu. Evlenmek benim de hakkım." Maria ayakta onları dinleyen kızına bir bakış attı. "Eli'nin babası beni evlilik vaadiyle kandırıp durdu. O pis şeytana gençliğimin en güzel iki yılını verdim. Sonuç ne peki? Ak saçlı bir kız çocuğu ve sefalet... Onun yüzünden saraydaki işimden ve itibarımdan oldum."

"Duyan da seni sarayda asilzadeydin sanacak."

"Babam sarayın başhekimiydi, elbette soylu bir kadındım!"

Olega göz devirip yerde duran cam şişeye uzandı. "Kralın kuzeniyle yatmasaydın öyle kalabilirdin tabi."

"Beni dinle küstah Olega, bu hayatımı kurtarmak için son şansım olabilir. Artık yaşlanıyorum ve Eli büyüdükçe onu saklamak zorlaşırıyor."

"O adam Eli'yi kabul etti mi ki?"

"... Hayır. Ona babasının kim olduğunu anlattım, bana çocuğu babasına vermemi söyledi. Başka bir adamın kızına bakmak istemiyormuş. Haklı. Her adam kendi çocuğuna bakmalı."

"Ne yapacaksın yani? Elizabeth'i babasına mı götüreceksin?"

"Evet. Ona bakmak zorunda."

"Daha önce ona kendin bakacağını söylemiştin, fikrini değiştirmeni kabul etmeyebilir."

"Etmek zorunda. Ona sekiz yıldır ben bakıyorum, bi' sekiz yıl da o baksın. Zaten on altısında evlenir. Babasının çevresinde olursa koca bulması kolaylaşır."

Olega bir kahkaha koyverdi. "Bu saçlarla mı?" Elizabeth'i baştan aşağı süzdü. İğrenç bir şeye bakıyormuş gibiydi, bir böceğe bakıyormuş gibi. "Bu morumsu tuhaf gözlerle mi? Ve bu..." Elizabeth'in saçlarının ucundaki doğal lilalıkları işaret etti. "Tuhaf lila lekelerle... Ölü gibi teniyle ve ürkünç bakışlarıyla... Böyle bir kızı bırak saray ahalisi adamlarını, bir çöpçü bile yatağına sokmaz."


"Abartmayı kes! Renkleri bozuk olsa da onda benim yüzüm var, büyüdüğünde daha alımlı olacaktır. Hem sesi de güzel, senin gibi man kafalı da değil çok şükür ki. Kendine bir yol bulacağına eminim."


Olega çirkef bir ifadeyle omuz silkti. "Sen bilirsin, annesi olan sensin."


"Eğer şansım yaver giderse seni de hizmetçi olarak yanıma alırım. Ama şu zıkkımları içmemen gerekiyor, berbat bir şey bu..."


Olega yere saçılmış olan kuru otlara baktı. "Ah hayır... Harika bir şey bu..."


Maria söylenerek kanepeden kalktı ve ikisini sessizce izleyen kızının karşısına geçti. Elizabeth kendisine edilen hakaretlere karşı tepkisizdi, hep öyle olmuştu. Annesi ona çirkin olmanın da güzel olmak kadar olağan olduğunu ve hayatın sonu olmadığını öğretmişti. Çirkindi ve buna üzülmüyordu. Şanssız olduğu için kaderine kızgındı sadece.


"Elizabeth," dedi Maria yumuşak bir sesle. Kızının önüne çöktü. Omuzlarını tuttu. Kız yaşıtlarına göre uzundu ama sıskaydı. Yarı aç yarı tok yaşadığı için hiçbir zaman etine dolgun tatlı bir çocuk olamamıştı.


"Şimdi seni güzelce hazırlayacağım ve birlikte saraya gideceğiz. Tamam mı?"


Elizabeth sakince bir adım geriye gitti, annesinin elleri boşluğa düştü. "Beni terk edeceksin."


"Hayır tatlım... Seni artık baban büyütmeli ve ben de... Ben de sıramı ona veriyorum. Ama seni görmeye geleceğim, söz veriyorum."


"Beni güzel bulmadığın için istemiyorsun..."


"Hayır, o yüzden değil." Maria iç çekti ve kızının kar topuna benzeyen beyaz, ince yüzünü avuçladı. "Evleneceğim ve kendime yeni bir yuva kuracağım. Eğer bunu yapmazsam sonsuza dek sefil yaşarım ve sonunda açlıktan ve üzüntüden sana bile bakamaz hale gelirim. Ama bundan sonra babanın yanında kalırsan çok güzel bir hayatın olabilir. Bu aptal yatakta değil, miça yünlü yataklarda uyursun. Çok güzel elbiselerin ve takıların olur. Hem istersen saraydaki kuaförler saçını boyar."


Elizabeth pembe dudaklarının arasından titrek bir nefes verdi. "Ama seni özlerim."


"Zaten bir gün benden ayrılacaktın Liz... Her kız birgün bir adam için annesinden ayrılır."


Elizabeth hızla başını iki yana salladı. "Ben ayrılmam. Hiçbir adam için senden ayrılmam..."


Maria ellerini kızının yüzünden çekip ayağa kalktı."İyiliğin için ayrılman gerekiyor."


Kızını odaya sokup kenarları şişmiş olan eski bir sandıktan en az pörsümüş giysilerini çıkardı. Siyah, uzun bir elbise buldu. Elizabeth'in Aminne bayramında giymesi için komşusunun sadaka olarak verdiği elbise ona biraz bol geliyordu ama hiç yoktan iyiydi.


"Bu elbiseni giy, üzerine de pelerinini geçirirsin. Dışarısı soğuk, üşümeni istemem. Hazır olunca bana seslen."


Annesi odadan çıkınca Elizabeth sessizce giyindi. O an ağlamak istedi ama yapmadı, göz yaşları aptallara göreydi. Bunu iki yıl önce ölen büyükannesi söylemişti ona. Sakın arkamdan ağlama çocuk, sadece aptallar ağlar.


Elizabeth yakında öleceğini bile bile yaşayan, son anına dek ölümcül hastalığından korkmamış ve dimdik ayakta durmuş olan büyükannesine çok imrenirdi. Şimdi de kendisi annesinden ayrılıyordu ve dimdik durmak için çabalarken ufak kalbi çok ağrıyordu. Siyah elbiseyi giyerken dişlerini birbirine geçirmişti. Bu elbiseyi sevmiyordu çünkü o birinin acıyan gözlerle ona bir şeyini vermesini, diğer samerlerin ona iyilik yaparak kendilerini iyi kişiler sanmasını sevmezdi. Henüz çocuktu ama samerlerin iyiliklerinin bile kendi kibirlerini tatmin etmek için yaptığını biliyordu. Son kez olmasını umaram sadaka elbiseyi giydi. Üzerine kahverengi pelerinini geçirdi. Annesini çağırdı.


"Almak istediğin bir eşyan var mı," diye sordu Maria. Elizabeth odasına bir bakış attı. Pencerenin önünde duran, kendi elleriyle yapıp silme beziyle giydirdiği siyah saçlı -aslında bu saçlar kurumuş mısır püskülüydü -bebeğini aldı.


"Teyzenle vedalaş hadi."


Elizabeth evinin giriş kapısında dururken teyzesine baktı. "Hoşçakal teyze."


Teyzesi ona dönüp bakmadı bile, yere oturmuş halde ipe ot sermekle meşguldü. "Hoşçakal Elizabeth. Dua edelim de baban seni kapının önüne atmasın."


Maria son yevmiyesi ile kızını saraya götürecek beygir arabasını ayarlamıştı. Saray çok uzakta sayılmazdı, Lunar'ın içindeydi. Yollar çamurluydu ve yol boyunca rüzgar esip durmuştu. Elizabeth annesinin öğle yemeği olarak verdiği iki ekmek arası kuru peyniri yerken "Babam nasıl biri," diye sordu. Bu soruyu daha önce de sormuş muydu emin değildi.


"Yalancı ve sorumsuz bir adam. Ayrıca çirkin bir adam."


Elizabeth koyu gri kaşlarını yukarı kaldırdı. "Benim gibi mi?"


"Hayır. Sen... Senin sadece renklerin çirkin Eli. Yüzün ve vücudun çok güzel. Çünkü bana çekmişsin. Ama zaten tanrı bize bütün güzellikleri aynı anda vermez. Bazen bir şeylerimiz eksik kalır... Ya da kusurlu. Bazı şeylerimiz da fazladır."


"Benim neyim fazla peki?"


"Sen akıllı ve yeteneklisin."


Elizabeth ağzındaki lokmayı yutmadan önce gülümsedi. Akıllı ve yetenekli olarak anılmayı seviyordu. Bu iki özellik dışında elinde hiçbir şey yoktu çünkü.


Lunar Sarayı'na geldiklerinde Elizabeth'in ağzı açık kalmıştı. Hayatında ilk defa böyle büyük ve muhteşem bir yapı görüyordu. Beyaz sütunlar, dev renkli camlar, uzun kuleler ve çatı uçlarına konulmuş parlak ay şekilleri çok ama çok güzeldi. Elizabeth böyle bir yerde yaşamak için sabırsızlanıyordu, kendi kaldığı ev ev bile sayılmazdı. Burası ise cennet gibiydi. Her yerde zırhlı askerler, güzel giyimli leydiler ve janti beyfendiler dolaşıyordu. Maria birkaç kişiyle görüşüp içeri girdikten sonra boş bir koridorda beklemeye başladılar.


"Seni her bayramda ziyarete geleceğim," dedi annesi ona dönüp. Elizabeth duvar kağıtlarının muhteşem desenlerini incelemeyi bırakıp annesine baktı. Annesi yine önünde diz çöktü. Kızının ellerini tuttu.


"Sakın kendini ezdirme, tamam mı?"


Elizabeth başını aşağı yukarı salladı. Kendini ezdirmeyecekti, annesi aksini dese de ezdirmezdi.


"Aferin."


Biraz sonra lacivert üniformalı bir adam geldi ve Elizabeth'i alıp götürdü. Elizabeth arkasına dönüp baktığında annesi ona el sallıyordu. Ve Elizabeth yanlış görmediyse gözleri sulanmıştı. Elizabeth üniformalı adam tarafından boş bir odaya getirildi. Odada yalnızca büyük, altın rengi bir çalışma masası ve sandalye vardı. İçerisi sıcacıktı, bir köşede şömine yanıyordu.


"Merhaba Beth."


İçeri giren adama baktı Elizabeth. Sıradan bir adam gibiydi. Mavi, yorgun gözleri vardı. Kahverengi düz saçları, çirkin olmayan ama çok da farklı bir cazibesi olmayan bir suratı vardı. Boyu biraz kısaydı, en azından diğer adamlara göre. Üzerinde koyu yeşil yelek ve beyaz bir gömlek vardı. Giysileri parlak ve temizdi. Odanın boş kısmında bulunan sarı bir pufa geçti adam. Yanındaki boşluğu eli ile gösterdi.


"Gel böyle otur."


Elizabeth adamın dediğini yaptı.


"Ben Urana," dedi adam.


"Memnun oldum efendim."


Adam derin bir iç çekti. "Ben..." Bir süre konuşmadı. Sonra bütün kelimeler ağzından alelade döküldü. "Ben senin babanım Beth, annen benden ne kadar bahsetti bilmiyorum ama... Gerçek bu işte."


"Sizin yalancı olduğunuzu söyledi," dedi sakince Elizabeth. Urana burnundan güldü.


"Bana hâlâ kızgın sanırım."


"Onu kandırmışsınız."


"Hayır, kandırmadım. Maria kendi kendine evlenme hayalleri kurup durdu. Ve istediğini alamayınca hamile kalmaya karar verdi. Sonra rezil oldu ve olay çıkarınca saraydan sürüldü."


Elizabeth adamın sitemine karşılık tepkisiz kaldı. Onu tanımaya çalışıyordu. Ona baba diyecekse önce onda bir yakınlık hissetmeliydi, değil mi?


"Her neyse... Bunları bilmesen de olurdu sanırım. Aç mısın?"


"Biraz."


"Hizmetçilere söyleyeyim de sana yemek getirsinler. Sonra da seni odana götürürler, dadın seninle ilgilenir ve... Evet... Dadını tanıman lazım. Oldukça tuhaf bir kadın. Ama sana bakmak için ilk gönüllü olan oydu. Gerçi tek gönüllü oydu. Genelde kimse ona bebeğini emanet etmiyor ama herkes çocuğunu o yetiştirsin istiyor. O da canı kimi isterse onu seçiyor. İlk defa biri ondan istemeden kendi teklifte bulundu."


Elizabeth dadısını görmek için heyecanlıydı. Eğer onu seçmişse, iyi bir nedeni olmalıydı. Belki de onu beğenmişti. Ya da sadecebu tuhaf kıza yakından bakmak istemişti.


"Dediklerimi anlıyorsun Beth, değil mi?"


Elizabeth başını onaylarca salladı.


"Güzel. Çok sessiz bir kızsın. Düşündüm ki..."


"Dilim, kulaklarım var ve semerce biliyorum efendim."


Urana güldü. "Öyleyse konuşmayı sevmiyorsun."


Elizabeth omuz silkti. Bu haraketin ayıp olduğunu bilse de bazen elinde olmadan yapıyordu. "Bilmem."


"Hiç arkadaşın var mı?"


Elizabeth başını iki yana salladı. Pelerinin cebinde taşıdığı bez bebeği ve ayyaş teyzesi hariç kimseyle konuşmazdı çünkü diğer çocuklar ondan korkuyorduve onu yanlarında istemiyorlardı.


"Bence okula gitmelisin. Dadına bunu da söyleyeceğim."


"Okulda müzik aletleri de var mı?"


Urana kızının ilgisini çekecek bir şeyin var olduğunu fark edince gülümsedi. "Evet, elbette. Her şey var. Neden sordun?"


"Müzik dinlemeyi seviyorum."


"Hiç şarkı biliyor musun?"


Elizabeth başıyla onayladı.


"Bir tane söyle hadi.


Elizabeth başta çekinse de bu adamın babası olduğunu hatırladı ve eğer birgün şarkıcı olmak istiyorsa şarkı söylemekten utanmamalıydı. Annesinden öğrendiği bir türküyü mırıldandı. Bittiğinde babası gülümsüyordu.


"Sesin çok güzelmiş Beth. Bana çekmediğin kesin."


Elizabeth mahcubiyetle gülümsedi. "Teşekkür ederim."


"Aslında benim kızım olmadığını düşünüyordum. Büyücüler çocuğun anne babasını bulabilen bir büyü geliştirmemiş olsaydı inanmazdım da."


"Neden?"


"Ben senin kadar güzel ve yetenekli değilim. Annen de senin kadar sessiz ve sevecen değildi."


Babası yanlış söylemiş olmalıydı: Elizabeth güzel değildi ama Elizabeth onu düzeltmeye çalışmadı. Yetişkinler de bazen yanlış cümle kurabiliyordu, bu çok normaldi.


"Annen seni kendi büyütmek istediğinde kızıyla annesini ayırmak istemedim. Hem zaten benim çocuğun olduğunu da düşünmemiştim."


Urana iç çekti. "Geçen hafta büyücüler gözümün önünde baban olduğumu kanıtlayınca vicdanım sızlamadı değil."


"Sorun değil, bilmiyormuşsunuz."


"Kim bilir Maria nasıl baktı sana... Annen bencil bir kadındı. Eminim değişmemiştir."


"Annem geceye dek çalışıyor ve aldığı parayla bize bakıyordu."


Urana hafifçe güldü. "O kadar da bencil değilmiş... Açıkçası sürgün edildiğinde ona acımıştım. Soylu hayatını bırakıp üvey babasının hizmetçisi olmaya gitmişti. Kız kardeşi ayyaşın tekiydi. Üvey babası sürekli ikisini döverdi ve Maria'nın annesi çok duygusuz bir kadındı."


Elizabeth büyükbabasını hatırlamıyordu çünkü o çok küçükken ölmüştü. Büyükannesinin duygusal olmadığı ise apaçık bir gerçekti. Ama annesinin dayak yediğini hiç bilmiyordu. Elizabeth annesine üzüldü, kendisi dayak yemezdi. Teyzesi onu arada ittirip kaksa da annesi birkaç kez çok sinirlenip saçlarını çekiştirse de genel olarak Elizabeth evde dayal yemezdi. Dışarıda ise sürekli itilip kakılan bir kızdı.


"Her neyse... Hizmetçiyi çağıracağım." Babası kapıya yürürken Elizabeth onun peşinden baktı.


"Akşam seni görmeye gelirim, sakın dadının sözünden çıkma. Anlaştık mı?"


Elizabeth başını olumlu anlamda salladı. Az sonra içeri bir kadın girdi. Kafasında bir tane bile saç olmayan bu kadın göz kapaklarına mavi bir boya sürmüş, büyük kulaklarına kocaman halka küpeler takmış, üzerine parıltılı ince bir elbise çekmişti. Kadın gibi giyinmişti ama bedeni bir kadınınki gibi değildi. Boynu kalındı, omuzları genişti, uzun boyluydu ve geniş gövdesi dümdüzdü. Elizabeth onda bir farklılık olduğunu anında fark etmişti çünkü edilmeyecek gibi değildi. Çok da ince olmayan ama oldukça anaç çıkan bir sesle "Elizabeth," dedi kadın. "Ben İris."


Elizabeth ona bakarken içinde bir his kımıldandı, bu kadında onu heyecanlandıran bir güç vardı. O da onun gibi farklıydı, normal kabul edilen görünüşlerin dışındaydı.


"Ben senin yeni dadınım," dedi İris. Elizabeth gülümsedi.


"Merhaba."


Elizabeth daha çocukken bile, İris'i tanıdığı ilk anda biliyordu: Bu kadın onun kaderini değiştirecekti.


Loading...
0%