Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.Bölüm: KAÇIŞ

@lidyatalia

"Herkesin bir umudu vardır,
Bir savaşı,
Bir kaybedişi,
Bir acısı,
Bir yalnızlığı,
Bir hüznü,
Çünkü herkesin bir gideni vardır...
İçinden bir türlü uğurlayamadığı..."

(Turgut Uyar)

 

 

FEVERAN

-

 

KAÇIŞ

 

⚓️

 

Artvin, Borçka

 

(27 Temmuz 2021, 8:41)

Şeytan da zamanında bir melekti ama kıskançlığından ve kibrinden kovulmuştu cennetten, oysa kibir aptallığın en açık belirtisiydi. Zelzeleyle kuşanmış bedenin çırpınışları onları ebediyete götürecekti. Bu çırpınış sevgisizlikle tohumlanmış ruhların savaşıydı. Sevgisiz büyüyen ruh, köksüz bir çınara benzer. Dallanır, budaklanır ama hiçbir zaman yerini benimseyemez.

Kafamın içinde bir şeyler dönüyordu. Her yer karanlıktı göz kapaklarım inat etmiş açılmamaya direniyorlardı. Bu savaşın sonunda açabilmeyi başardım. Amma velakin açmamla kapamam bir olmuştu. Işıktan ötürü olduğundan, biraz bekledikten sonra yavaşça geri açmaya çalıştım, gözlerim ışığa alışıncaya kadar bekledim.

Kendimi öyle güçsüz, öyle savunmasız hissediyorum ki, sanki ruhum bedenimden göçmüş gibiydi.
Dün olanlar aklıma gelince ürpermiştim. Ağabeyim olacak şahıs bütün hırsını alırcasına dövmüş sonra kapıyı çarpıp gitmişti, son sözü ise; "O Üniversiteyi unut!" olmuştu.

Aciz bedenim olduğu yerde gözlerini kapatmıştı. Oysaki bana sorulsaydı bu dünyaya gözlerimi kapatmak istediğimi söylerdim. Yatağımdan kalkmaya çalıştım ama karnıma giren ağrıyla olduğum yerde kalakaldım. Etrafıma göz attım, hep yanımda annem olurdu. Neredeydi? Yoksa o iblis anneme de mi dokunmuştu? Bunu düşünmek beynimin uyuşmasına sebep oldu.

Ne yapacağımı bilemez vaziyette kıpırdamaya çalıştım. Fakat maalesef ki bütün vücudum da darbeler ve yaralar mevcut olduğundan dolayı hareket etmek bile bana güç veriyordu. Çaresizce elimden tek gelen acı gözyaşlarımı akıtmak oldu. Bir anneme ağladım bir benim çaresizliğime. Aklımda türlü türlü senaryolar dönmeye başlamıştı.


Düşünceler içerisinde boğuşurken babamın sesini duydum, yan odadan geliyordu. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu. "Bak, bak gördün mü? Kızın artık arkamızdan iş çevirmeye de başladı!" diye söyleniyordu.

Beni buna siz mecbur ettiniz diye haykırmak istiyordum. Ama ne gücüm ne dermanım kalmıştı. İnsanlara hesap vermekten kendimi anlatmaktan yorulmuştum. Yaşadığım yer maalesef ki namus bekçiliği adı altında yaşayanlar topluluğuydu.


"Onu, kızımı bu raddeye siz getirdiniz. Sizin nefretiniz onu çıkmaza sürükledi!" Diye bağırdı annem. Onun sesini duymam içimdeki korkuyu söküp atmıştı. İşte dayanak noktam, tek anlayan kişi, o benim her şeyimdi. Onsuz bir hayatı düşünemezdim. Onsuz bir dünyayı kabul edemezdim. O benim çocukluğumdu. Çocukluğum onun avucundaydı.

"Kes sesini uğraşamayacağım seninle! Ama ben ne yapacağımı, nasıl kurtulacağımı biliyorum o kirli kızından!" diye bağırdı babam.
Annem, "Ne diyorsun sen Soner?" dedi. Sesi titriyordu. Benim kalbimin de sıkıştığı gibi.

Babam hiçbir sözü öylesine söylemezdi. Kafasına koyduğu diline vururdu. Ve inat bir adamdı. Hiç kimse onu yolundan döndürtemezdi. Kafasında ne dönüyorsa, benim için hiç iyi olmayacak şeylerdi. Emindim.

"Diyorum ki hazırlığını yap kızına talip var. Şimdi haber salacağım yarına müsait olduğumuzu söyleyeceğim. Yeter artık kahrını çektiğimiz! Yük oldu kaldı başımıza." dedi, öfkeli sesle. Ne tepki vereceğimi bilemiyorum. Acaba duyma yetimi kaybetmiş olabilir miydim? Çünkü bunun başka hiçbir açıklaması olamazdı.

Gönlüme bir acı düştü, bu acı sanki kemiklerimi kırıyordu. Kırmakla da kalmıyor, tüm uzuvlarımı eritiyordu. Hayır, hayır olamaz buna müsaade edemezdim. Benim hayallerim, umutlarım vardı. Boyun eğersem onlara ihanet etmiş olurdum.
Ani hareketimle sırtıma bir ağrı saplanmıştı. Bu ağrı nefesimi kesmişti. Olduğum yerde hareketsizce bekledim. Acımın hafiflemesini umarak derin derin nefesler almaya çalıştım.

O sıra annemin kadifemsi sesini duydum. "Asla, anladın mı? Asla öyle bir şey olmayacak, o daha çok küçük ve okuyacak. Benim müsaadem yoktur! Hem senin gururlanman lazım bir kızın psikoloji okuyor bir diğeri hukuk kazandı. Neyin derdindesin be adam hiç mi acımıyorsun kızına!" diye yakardı gariban annem.

Biz üç kardeştik. Ablam Meyra Almanya'da burs hakkı kazanmıştı. Yılda bir bilemedim iki defa gelir. Nişanlıydı. Bir de ağabeyim olacak o iblis var. Pisliğin teki. İsmi de Civan'dı.

O sırada babamın sesi yükseldi. "Sakın bir daha Meyra'yı o paçoz kınızla kıyaslama. O beni hiç üzmedi, başımı yere eğdirtmedi. Ama bu biricik kızın kendi öz kar-" Diyordu ki annem lafını kesti. Lafının devamı mıh gibi aklımdaydı. Söylemesine gerek bile yoktu. Her gece uyumadan önce düşmanım bana hatırlatıyordu. Yani… Kendim!

"Sus, sus yalvarırım duyacak kız. O olay Mihran'ın değil benim suçum bir türlü sana anlatamadım. Yıllar geçti... Asırlar oldu… Bu öfkeni bir türlü dindirtemedin. Biri zulme uğrayacaksa o ben olmalıyım kızım değil. O gün evden çıkmasaydım bunlar başımıza gelmeyecekti." Diye bütün gücüyle hıçkırıkların arasında bağırdı.
O güne gitti aklım, sandım ki nefesim kesildi!

Oysa herkes nefes aldığı müddetçe yaşadığını sanır. Hayır nefes almak, yaşamak değildi. Ölümümü nefes almak için, çırpınarak vermek istiyorum. İşte o zaman ona yaşattığım acıyı hissedecek ve hak etiğimi bulacaktım.

Bu dünyandan bir nefes eksik etmiştim. Cezası da büyük olması gerekirdi değil mi? Bunca şey yaşamama rağmen başta neden derken üstümdeki acı azalınca hak ettin diyordum. Evet kesinlikle hak ettim!

Babamın sesini duymamla ona odaklandım. "Daha fazla tantana yapıp siktirtme belanı. O kızını da gebertmiyorsam gelecek misafirler içindir Aydan Hanım. Birgün beni evlat katili edeceksiniz! Şimdi defol git kızının ağzını yüzünü düzelt kadına benzesin biraz!" dedi, tiksinircesine.
Benim bu halde olmamdaki sebepken bir de benden tiksiniyordu. Öylesine bir gülme gelmişti. Deliriyorum galiba bu halimle bile nasıl gülüyorsam!

"Pişman olacaksın Soner! Öyle bir pişmanlık ki, seni kanser edecek. Ama hastalığın bile seni affetmeyecek. Ve en önemlisi ne biliyor musun? Çok geç olacak. Su verenin bile olmayacak!" dedi annem, kindar sesle. Annem hep bu sözleri babama tekrarlardı. Bir şeyler biliyor ve emin gibiydi. Söylediği her sözün olacağından o kadar emindi ki, şaşırmadan edemiyordum. Çünkü babam asla yaptığı eylemlerden pişman olacak bir adam değildi. Pişman olmak bir kenara asla af dilemezdi.

Ayak sesi gelince kapıya baktım gelenin kim olduğu belli zaten, başka kimse bu odaya gelmezdi. Ah aklımdan çıkmış, tek dövecekleri sıra gelirlerdi! Kapı yavaşça temkinli bir şekilde açıldı. Annem hâlâ uyuduğumu sanıyordu. Göz göze geldiğimizde uzunca bana baktı. Boncuk boncuk yaşlarını akıtıyordu. Yavaş adımlarla yanıma geldi. Yatağımın kenarına oturdu.
Bir süre hiç konuşmadık ama anlıyorduk birbirimizi bizim dilimiz zaten hep sessizlik olmuştu.

O öpülesi eli saçıma gitti. Okşamaya başladı. Onun her dokunuşu acımı hafifletiyordu. Sessiz yaşları ise ruhuma ağırlık getiriyordu. Ama tepki veremiyorum, annemle konuşmak istiyordum. Güçlükle hareket etmeye çalıştım.

"Dur, dur ne yaptığını sanıyorsun kızım? Ne istiyorsan bana söyle annem." dedi.
Hiçbir şey demedim kendimi kaldırmaya çalıştım. Annemin yardımıyla oturur vaziyete gelmiştim. Öyle bir vurmuştu ki alçak herif oturmak bile canımı yakıyordu. Anneme döndüğüm de yüzünü buruşturmuştu. Sanki onun canı yanıyordu. Yaşlarını sessizce akıtıyordu. Her bir damlası benim için ıstıraptı.

Avcumu kaldırıp yanağına koydum ve hiçbir damlanın düşmesine müsaade etmedim. Gözünde korku vardı. Bana doğru düzgün dokunamıyordu bile, durumum o kadar mı kötüydü? Annem bir anda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Tedirgin olmuştum.

"Anne, benim için ağlama bak ben alıştım, eskisi gibi de acımıyor artık. Hem senin gözyaşlarına bile değmez, gerçekten de değmez... Lütfen ağlama." dedim, çaresizce. Bir anda ayağa kalkmış, ne olduğunu anlayamamıştım fakat sinirlendiği anbean belli olabiliyordu. Elinin tersiyle gözyaşlarını silmişti. Bu öfkesinin büyüklüğünü belli edebiliyordu.

İşaret parmağını kaldırıp gözüme sokarcasına sallamaya başladı.
"Sakın, sakın bir daha ağzından böyle laflar duymayacağım! Anladın mı beni Mihran?" dedi, öfkeyle soluyarak. Susmuştum, ne diye bilirdim ki. Tekrar sordu, "Anladın mı beni kızım?" diye diretti. Hayır anlamamıştım.

"Doğru değil mi dediklerim? Babamın dedikleri doğru değil mi? Bana her şey müstahak, sonuna kadar hak ediyorum!" dedim haykırırcasına. Annem ilk önce uzunca bana baktı. Gözlerinde hayal kırıklığı vardı. Böyle düşünmem onu incitmişti.

Ardından kendine gelmiş gibi etrafında dönmeye başlamıştı. Kendi kendine söyleniyordu. "Her şey benim yüzümden! Biri ceza çekecekse o ben olmalıyım." dedi. Fısıltılı bir şekilde söylemesine rağmen onu duymuştum. Birden durdu ve bana doğru döndü. "Evet, evet her şeyin sorumlusu benim." dedi, gülümseyerek. Bu davranışı beni giderek germeye başlamıştı.

"Anne ne oldu iyi misin? Bak korkutuyorsun beni!" dedim. Hemen yanıma geldi ellerimi tutu ve defalarca kez öptü. Tek bir öpücüğüyle insan nasıl da huzura kavuşur? İşte bunun cevabını veremiyorum.

"Bak bir tanem şimdi senden konuşacaklarımı can kulağıyla dinlemeni istiyorum, anlaştık mı?" dedi, umutla. İyice endişelenmeye başlamıştım. Ama yine de sustum sadece başımı aşağı yukarı doğru sallayarak onayladığımı belirttim. Gülümsedi ve anlatmaya başladı. Bende can kulağıyla onu dinlemeye başlamıştım.

 

 

⚓️

 

 

ABD, New York, Hudson Yards

 

(27 Temmuz 2021, 14:08)

 

Yazar’dan…

Uluğ Mirza, masasının başında oturmuş girecekleri ihalenin son kontrolünü yapıyordu. Bu birkaç günde uykusuz kalmıştı. Aslında sonuç belliydi. Uğraşmasına bile gerek yoktu. Ama bu ihalede ezeli düşmanı Emir Bektaş'ta olacaktı. Ve o adamı ezmek için her şeyi yapardı. İşini şansa bırakamazdı.
Masadaki işlerini hallettikten sonra tam arkasına yaslanacaktı ki, kapısı destursuzca açılmıştı. Pervasızca odasına girenin kim olduğuna bakmak için başını kaldırdı, kuzeni Açelya olduğunu görünce kendini dizginlemeye çalıştı.

"Ben sana demedim mi bu kapı çalınmadan girilmeyecek diye?" dedi, öfkeyle.

Açelya, Uluğ’un bu tepkisinden korkmuştu ama belli etmemeye çalıştı. Uluğ’u görünce bile titriyor ve heyecanlanıyordu. Sesini duyunca ne yapsın...

"Evet demiştin ama senin yanına gelirken bu sen olsan bile izin almayacağımı da belirtmiştim." dedi karşısında güçlüymüş gibi davranarak.

Uluğ sesli bir nefes bıraktı. Artık bu kadına bağırmaktan, aşağılamaktan bıkmış o bile onu aşağılamaktan utanırken Açelya utanmıyordu.

"Açelya haddini bil derim! Karşında arkadaşın yok!" dedi, sinirle.

"Farkındayım arkadaşımın olmadığını çünkü daha fazlasısın!" dedi cüretkâr bir şekilde. Uluğ Mirza bir kaşını kaldırdı.

Tam cevap verecekken kapı çalındı. Ve arkasına yaslandı. Sıkıntılı bir nefes verdi. "Gir!" Diye seslendi. İçeri giren diğer kuzenleri Tolga, Mert ve Merve'ydi. Tolga, "Ooo kuzen dayanışması mı yapıyoruz millet." Diye takıldı.

Uluğ'un bu muhabbetten canı sıkılmıştı. Bunu anlayan Mert olay çıkmasın diye, "Açelya, Merve'nin sana söylemesi gereken birtakım şeyler varmış." Öne öylesine bir bahane atmıştı.

Açelya'da, "Merve'nin ağzı yok mu, o niye söyleyemiyor?" diye çıkıştı. Gitmek istemiyordu. Biraz daha bu odanın kokusunu solumak istiyordu.

Merve ne kadar hazzetmese de Uluğ'un daha da siniri bozulmasın diye, "Bende tam söyleyecektim zaten Açelyacığım, gel biz dışarı çıkalım." dedi sesini naif tutmaya çalışarak. Açelya el mecbur kabul etmek zorunda kaldı. Son kere hayran olduğu adama baktı ve çıktı.

Onun ardından ise Merve çıkmıştı. Uluğ derin nefes aldı. Kardeşten öte olmayan o kadının bu tavırları onu çileden çıkartıyordu. Hepsi rahat bir şekilde yerlerini almışlardı.

“Suikast nasıldı Mert? O kanı bozuklara gereken mesaj verildi mi?” dedi Uluğ Mirza alnını ovalayarak.

“Verildi kardeşim hem de öyle böyle değil... Bir daha bizi karşılarına alacaklarını sanmıyorum.” dedi Mert Köksoy emin bir sesle. Uluğ Mirza rahatça arkasına yaslandı.

“Güzel… Peki o hayvan soyundan gelen soysuz?” dedi Uluğ Mirza öfkeyle. Mert ve Tolga birbirlerine rahatsızca baktılar.

Tolga sesini temizleyip konuştu.“En son Valencia’daymış, anlayacağın adam bizimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor. Geçtiği her yere ardında sana kırmızı gül bırakıyor. Ne çeşit bir manyak daha çözemedim gitti!” dedi Tolga tedirginlikle. Uluğ sıkıntıyla yüzünü sıvazladı.

“Böyle olmayacak belli oldu siz bulamayacaksınız. Onu benden başka kimsede iyi tanıyamaz!” Kendi kendine söylendi. Altı yıldır sabrediyordu ama artık canına tak etmişti.

“Uluğ, senin elinden bir şey gelemez ki kardeşim. Biliyorsun yasağın var!” dedi Mert stresle.


“Biliyor musun Mert? Tek bir şey… Sadece beni öfkelendirecek o küçük şey, bir olsun… Her şeyi silip atacağıma emin olabilirsin!” dedi bezmişçesine.

Mert başını iki elinin arasına aldı, stresle başını yere eğdi. Her şeyin farkındaydı ve bu farkındalık onu yoruyordu. Üç dakika boyunca kimseden ses seda çıkmamıştı.

Tolga'nın sesi Uluğ Mirza’yı derin düşüncelerinden çıkartmıştı. "Abi sırası değil ama ben bu sabah Türkiye'ye gidiyorum. İstanbul’daki şirkette sorun varmış, bir de annemin doğum günü için." dedi pürüzsüz sesiyle.

"Tamamdır kardeşim sen halet işlerini, Aylin yengenin de doğum gününü kutladığımı iletirsin. Sana zahmet gelirken yanına Lila'yı da getirirsin kaç gündür söyleniyordu." dedi Uluğ Mirza. Kız kardeşi onun hayatının merkeziydi. Onu kıramıyor, hayır diyemiyordu. Yaz okulu var diye izin vermemişti. Ama ona trip atınca dayanamamıştı.

"Tabii elbette getiririm abi. O halde bana müsaade daha hazırlanacağım amcamın oğulları." dedi sonlara doğru neşeli sesle ve ayaklanıp kapıdan çıkmıştı.


-Kim bile bilirdi ki bu çıkışın kadını getireceğini? -

Ardından zaman geçince iki dost ayaklanıp evin yolunu tutmuşlardı.

 

 

⚓️

 

 

Artvin, Merkez, Otobüs Terminali

 

(27 Temmuz 2021, 22:38)

 

Mihran'dan...

Gecenin kör karanlığında nereye gideceğimi bilmediğim bir şekilde öylece yürüyordum. Yağmur hafiften yağmaya başlamıştı. Soğuktu ama hissetmiyordum. Gözümden akan sıcak yaşlar gerçeği yüzüme vuruyordu.

Bu gece gökyüzü şahidim olsun ki bu son ağlayışım, son acı çekişim yürüdüğüm bu yolda geçmişi arkamda bırakacak ve özgürlüğe aç ruhumu doyuracaktım.


Yirmi yıldır büyüdüğüm evden, şehrimden, mahallemden kaçıyordum. Aslında sevinmem gerek şeytanın ininden kurtulmuştum. Ama hiçbir şey hissedemiyor, hissizleşmiştim.

Yağmur damlası yarama düşünce irkilmiştim. Bedenim sızlıyordu. Kemiklerim kan revan içindeydi. Ruhum intihar etmişti. İliklerime kadar buz kesmiştim. Neremin daha çok ağrıdığını kestiremiyorum. Dayanılmaz bir hal alan sırtımın ağrısıydı. Yürümekte bile zorluk çekiyordum.

Üstümde bir kot pantolon, kazak ve hırka vardı. Çantamda da birkaç kıyafet, kimlik ve annemin gizlice çantama sıkıştırdığı paralar.
Mahkûm edildiğim, zulüm gördüğüm herkesten ve her şeyden gidiyorum. Arkamda kimi bırakacağımı düşünmeden! Çünkü bu benim hayatta kalma mücadelemdi.Anla beni anne, ama senin için bir gün geri döneceğim... Umarım geç olmazdı.

Yoları aşıp sonunda terminale yetişmiştim. Üstümde hem fiziksel hem ruhsal bir acı vardı. Annemi şimdiden özlemiştim. Onun varlığına ihtiyacım vardı. O son sözleri hiçbir zaman aklımdan çıkmayacak, daima benimle bir bütün halinde kalacaktı.

"Git kızım, git buralardan sırma saçlım kendini ait hissetmediğin, hor görüldüğün bu evden bu şehirden git. Sen güçlüsün, akıllısın ne yapacağını bilir ilerlersin ama bu çatının altı sana daima acı ve ıstırap verecek. Öyle bir hâle geldik ki seninle çığlıklarımızı içimizdeki sonsuz boşluğa atan aciz insanlara döndük. Git özgürlüğe uç, başını asla eğme! İstanbul'a git ben sana gerektiği kadar para vereceğim orada düzenini kur okuluna git gel hayatını yaşa bir tanem..."

Öyle yapacağım annem sen merak etme asla başımı eğmeyeceğim belki yanlışlarım olacaktı ama ben onlardan da ders çıkartacaktım. Yani tam da senin istediğin gibi. Anonsun sesini duyunca yerimden kalktım, bütün acımla bütün hayal kırıklığımla adım attım, her şey çok güzel olacak inanıyorum. İnancım vardı. Olmalıydı.

Kocaman yazılarla İstanbul yazısını görünce kalbime bir ağrı saplandı nedenini bilemedim içimden korkudandır dedim. Oysa nereden bile bilirdim ki kalbimin beni uyardığını. İstanbul'un kalbimi esir alacağını... Bilseydim şayet o şehre gider miydim? Dağlar ilişti gözüme gözlerim doldu. Elveda Artvin benim güzel yürekli memleketim umarım geri döndüğümde aynı kalman ve kalmam dileğiyle...

 

-BÖLÜM SONU-

 


Bölüm sonu sözü...

“Kalbin bir gün seni sevgiliye götürecek. Ruhun bir gün seni sevgiliye taşıyacak. Sakın acında kaybolma. Bil ki çektiğin acı bir gün dermanın olacak."

(Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî)

Loading...
0%