Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3.Bölüm: SARMAŞIK

@lidyatalia

"Yeni bir ateş söndürür başkasının yaktığını, yeni bir acıyla hafifler eski bir ağrı!"

(William Shakespeare //Romeo ve Juliet)

 

 

FEVERAN

-

 

 

SARMAŞIK

 

 

🕊️

 

 

İstanbul, Beşiktaş, Bebek

 

 

28 Temmuz 2021, 6:18

 

Bir yerde okumuştum diyor ki; “Güven ruh gibidir, terk ettiği bedene asla geri dönmez!" dönmedi de. Bir gemi vardı, alabora olmuştu. Bende onun altında kalmıştım. Kırıldım, küstüm bu amansız hayata.

Sekiz yaşında ilk yenilgim ve kayboluşuma tanıklık etmiştim. Ne olduğunu bilmeden, ıstırap dolu yaşantım o zaman başlamıştı. Bazı şeyler öyle zordu ki, yapabilecek cesaretim olsaydı tereddütsüzce ölümün kollarına kendimi bırakırdım.

Bilmediğim bir şehre doğru yol alıyordum. Beni ne beklediğini bilmeden ama o iblisten de kurtuldum diye içimde tarif edilemez bir huzur vardı. Gecenin kör karanlığı bizler için yorgan görevini üstlenmişti. Bütün kirli düşüncelerimizi örtüyordu.

Etrafıma usulca göz attım. Biri stresli bir şekilde ayaklarını hareket ettiriyor, diğeri dalmış cama yansıyan dolunay ışığını izliyordu. Bir diğeri ise sırıtarak telefon da biriyle mesajlaşıyordu. Hepsinin ayrı hikayeleri, ayrı sorunları vardı. Düşündüm de acaba aralarında hiç derdi olmayan var mıdır? İnsan gibi yaşayan var mıdır? Tek sorunu gün içinde giyeceği kıyafet kombinini belirlemeye kafa yoran, var mıdır? Herkese normal gelen bana tuhaftı. Bu düşüncelere dalmışken uykunun sıcaklığına teslim olmuş, usulca gözlerimi yummuştum.

Birinin dürtmesiyle bir anda irkildim. Ne olduğunu anlamaya çalıştım. "Kusura bakmayın hanımefendi korkutmak istememiştim." dedi, başım da dikilen adam. Otobüs durmuş, günün ilk ışıkları cama vurmuştu.

Muavin olduğunu tahmin ettiğim adamın sesini tekrar işittim. "Uyumuştunuz, yetiştik de haber vermek istedim." dedi. İçimi bir heyecan dalgası sarmıştı, bu kadar kolay olacağını sanmıyordum. Sanki her an ağabeyim olacak iblis bir yerden çıkıp, "Nereye gidiyorsun lan fahişe?" deyip saçıma asılacak gibi hissediyordum. Ama galiba bu sefer başarmıştım.

"Uyandırdığınız için teşekkür ediyorum. " dedim, zor da olsa tebessüm ederek. Aynı şekilde o da tebessüm edip gitti. Hiç vakit kaybetmeden çantamı alarak otobüsten indim. Derin bir nefes aldım ve bu belirsizliğin ortasın da başımı gökyüzüne kaldırdım.

Şimdi bu bastığım toprak umuda açılan bir kapı ve benim bu umuda ölesiye tutunmam gerek. Başlangıçların en müjdelisi olan bu kapı, benim prangalı hayatımı temize çekmem için bir şans niteliği taşıyordu. Düşünmem ve rotamı belirlemem gerek ama ilk önce uzun zamandır düşlediğim şeyi yapma vakti. Zaten açta değildim mola esnasın da bir şeyler yemiştim.

Otogarın çıkışına gelince taksi bakınmaya başladım. O sıra kaldırım kenarında duran taksi aracını fark ettim. Yaşı epey geçmiş bir adam camlarını siliyordu. Ona doğru ilerledim. Beni fark etmiş olacak ki hemen elindeki bezi bıraktı. "Buyur kızım!" dedi babacan bir tavırla.

"Taksi boş mu acaba?" dedim merakla.

"Tabii tabii buyur, boş kızım." dedi, acele ederek. Arabanın arka kapısını açmaya kalkışınca, "Sağ olun fakat ben kendi kapımı açarım." dedim, mahcup bir tonda. Sıcak bir gülümseme bahşetti ve eliyle kapıyı göstererek çekildi. Bende hiç vakit kaybetmeden kapıyı açıp bindim. O sıra taksici amca da yolcu koltuğuna yerleşmişti.

Dikiz aynasından bakıp, "İstikamet nereye kızım?" dedi. “Sahile amca!" diye karşılık verdim. O da hiçbir şey demeden arabayı çalıştırdı.

Aslında düşlediğim bu kadardı. Yani öyle büyük bir şey de değildi. Tek arzum boğaza derdimi anlatmak, kokusunu içime çekmekti. Fakat neden insanlar, kadın başına bir yerlere gittiği vakit illaki bir iş çeviriyor konumuna düşüyordu? Anlayamıyorum! Bir kadın her entrikayı çevirme potansiyeline sahip olabiliyorken, erkeğin neden buna sahip olamayacağını bir türlü anlamıyorum. Fakat ben dik başlı olduğumdan dolayı her şeyi çiğnediğim gibi bu tabuyu da çiğnemiştim.

Tek isteğim olanı bile çok görmüşlerdi. Oysa ne hayal kurmuştum bunca eziyete rağmen yine de babamın ablamı uğurladığı gibi beni de uğurlayacaktı. Bu büyülü şehire birlikte gelecektik. Şimdi ne varsa içimde yıkıldı, öyle bomboşum.

Bu öyle bir boşluk ki kimsesiz, yuvasız kaldı bir yanım. Bundan sonra babam asla benim yüzüme bakmazdı. Evet acizce fakat ben bu karanlık dünyadan bir onun sevgisini istemiştim. Babam bana şiddet uygulamazdı. Bakışları ve sözleriyle beni döverdi. Çok zavallıca bir düşünce ama beni fiziksel biçimde dövmediği için, içten bir sesin onun beni sevdiğini ve merhamet gösterdiğini söylüyordu. Susturamıyorum. Bir türlü o sesi susturamıyorum. Şimdi gelse kızım dese bana sarılsa, aptal gibi bütün geçmişi siler atardım. Kindar biriyimdir ama bu duygum tek bir kişiye işlemiyordu.

Bundan sonra tek amacım başarılı bir hukukçu olmak ve annemi gururlandırıp, utandırmamak olacaktı. Bu benim tek yaşama kaidem bu olacaktı. Ayaklarımın üzerine durana kadar savaşacaktım.

İçimde öyle bir susturulamaz his var ki, sanki ölüm döşeğinde çaresi bulunamayan bir hasta gibi, öyle ümitsiz, öyle bitik! Yıllardır çabaladığım hayalini kurduğum gerçekleşmişti, peki neden mutlu değildim? Ben bu şekilde hesaplamamıştım. Kazandığımı babama söyleyip o benim için ördüğü duvarı yıkacaktım, benimle gururlanacak belki de hayal ya işte, sarılacaktı. Hani o yüzden çalışmıştım ya o kadar.

Taksici amcanın sesiyle daldığım dipsiz kuyudan çıkmayı başarmıştım. "İstediğin yere geldik, sen iyi misin kızım? Betin benzinin atmış!" dedi. Ne çabuk geldik öyle! O kadar mı düşünce denizinde dalmıştım? Gerçek ile hayal kavramı arasında artık gelgitler yaşamaya başlamıştım.

"İyiyim, sağ olasın amca. Ücretim ne kadardı acaba?" deyiverdim hemen bu taksiden çıkmak istiyordum. Beni boğuyordu. "75 TL kızım!" dedi. Ücreti ödeyip, kolaylık dileyip inmiştim.

Ilık rüzgâr karşılamıştı, gözüm boğazın eşsiz manzarasına takıldı. Sandığımdan hayal ettiğimden de daha eşsiz daha huzurlu gözüküyor. Kaldırımda durmaya son verip boğaza doğru adımladım. Hani şair mısralar da dillendirmiş ya, "Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar." diye, işte tam da ona benzer, ruhum dondurulmuşta erimeye başlamış gibiydi.

Oturak yerine doğru gidip oturdum. Havaya derin bir nefes bıraktım. Sanki yılların yükünü taşıyor gibi içimden bir şey koptu ve boğazla karıştı. Öyle bir hava esti ki aldım götürdüm ağırlığını bak dermişçesine. Diyemedim ki benim ağırlığımı senin esintin alamaz diye. Yüzüme gelen asi buklelerimi kulağımın arkasına sıkıştırdım.

Saatlerce oturdum kararlar aldım, rotamı belirledim. İlk işim okula gidip kaydımı yapmak ardından da bir otele yerleşmek. En kısa sürede ise bir iş bulmak olacak.

Ayağa kalktım, son kez derin bir nefes aldım. Huzur dolu havayı iliklerime kadar çektim. Asıl hikayem şimdi başlıyordu gün yüzü göstermeyen hayat, şimdi göstereceğine inancım vardı. Olmalıydı da acıyı derinlere kadar yaşamış o küçük kız çocuğuna borcum vardı. Yaşadıklarını hak etmiş olsa bile yaşaması için mücadele edecektim. İstiyordum…

O sıra yoldan bir taksi çevirdim hemen atlayıp gideceğim adresi söyledim. Taksi durduğunda ücreti ödeyip hemen indim. Para harcama konusun da daha dikkatli olmam gerekiyordu. En azından iş bulana kadar. Kafamda kendi hesaplamalarımı yapmaya başlamıştım.

Kocaman yazılarla üniversitenin tabelasını gördüm. Kafamdaki musallat olmuş zehirli düşünceleri atıp yoluma baktım ve kendime söz verdim bu yol sana gül vadetmese de o dikenlerin üstünden yürü, korkma daha ne yaşaya bilirsin ki, baban bile seni sevmemiş değil mi?

Giriş kapısına gelince güvenlik kontrolünden geçtikten sonra tarif edilen danışmaya doğru ilerledim. O da yetkili kişiye yönlendirdi. Gereken prosedürler yapıldıktan sonra sonunda artık bende bir üniversiteliydim. Her şey çok güzel olacak, inanıyorum. Allah biliyor ya hayatım boyunca hiç bu kadar mutlu olmamıştım. Oysaki gülmeyi bile unutmuştum.

Okul ise iki buçuk ay sonra açılacaktı. O zamana kadar düzenimi kurardım. Okul binasından çıkıp, çıkış kapısına doğru ilerlemeye başladım. O sıra etrafı incelemeden edemiyordum. Çok büyük bir alana sahip, insanı ısıtacak, rahatlatacak bir bahçesi vardı. Çıkış kapısına yetiştiğimde duran güvenlikçiye kolaylık dileyip çıktım. Şimdiki güzergâh barına bileceğim bir otel odası bulmak. Her şey düşündüğümden daha bir yoluna gidiyordu.

Telefonumu çıkartıp en yakın bir otele bakındım. En yakını bile bir yürüme mesafesi değildi ama paramı harcayamazdım. Otel parası falan vardı. Ve eğer çarçur edersem bir hafta bile yetmezdi. O yüzden yürümek zorundaydım. Adımlarımı hızlandırıp ilerlemeye başladım.

Ne kadar oldu bilemiyorum ama ayaklarımda derman kalmamıştı. Kavurucu sıcağın ateşi beni kül ediyordu. Terden sırılsıklam olmuş vaziyeteydim. Acıkmıştım da neyse ki az kalmıştı. Ha gayret Mihran diye kendimi telkinler de bulunuyorum. Sora sora, konumdan da yardım alarak öteli bulmaya çalışıyorum.

On dakikanın sonunda yetişmiştim. Binanın önüne gelince biraz tereddütte kaldım çünkü çok eskiydi. Bu da ürkmeme neden oldu. Ama bunca yolu boşuna yürümemiştim! Kendimi toparlayıp kapıya doğru ilerledim.

İçeri girince soğutucudan gelen soğuk hava ürpermeme sebep oldu. Derin nefes alıp resepsiyona doğru ilerledim, genç bir çocuk duruyordu. İlk sorum ücret oldu. Tereddütte kalsam da uygun bir fiyat söyleyince kabul etmek durumunda oldum. Zaten başka da bir seçeneğim yoktu!

Merdivenlerden çıkmaya başladım. Üç katlı bir binaydı ve asansörü yoktu. Kalacağım odanın kapısına gelince hiç beklemeden, anahtarı kapı deliğine yerleştirip çevirdim. Kapı açılınca odaya giriş yaptım ve etrafı incelemeye koyuldum. Öyle ahım şahım bir oda değil, bir yatak bir dolap bir de küçük bir televizyon vardı. Yan da açılan başka bir kapı daha vardı orası da sanırsam banyoydu.

Şu an tek isteğim banyo yapıp uyumak ama ilk önce bir şeyler yemem gerek, neredeyse gece olmuştu. Aşağıdaki resepsiyon da duran çocuk bir ihtiyacım olursa ona bildirmemi söylemişti, ayriyeten de bir numara vermişti. Oda da bulunan telefona gidip, resepsiyon numarasını tuşlayıp yemek sipariş etmiştim.

Yemeği beklerken de annemle konuşmuş çok kısa olsa da iyi gelmişti. Aradan yirmi dakika sonra yemeğim gelmiş yiyip banyoya girmiştim. Yarım saatin sonunda çıkmış kendimi yatağa atmış, gözlerim tam kapanmak üzereyken kafama son kazıdıklarımı tekrarladım, dün bugün, geçmişim hepsi bir an da karabasan gibi üzerime çökmüştü. Bugün geri kalan hayatımın ilk günüydü. Geçmişi değiştirmezdim ama geleceği kendi ellerimle ilmek ilmek dokuyacaktım hem söz vermiştim o küçük kıza.

 

 

 

🕊

 

 

Sarıyer, Tarabya

 

 

9 Ağustos 20221, 19: 27 (2 Hafta Sonra.)

 

Yazar’dan…

Aile uygarlığın çekirdeğidir. Kimsenin yıkmak isteyip de yıkacağı bir şey değildir. Kaledir, kral bile olsan geçemezsin. Bir aileyi bir arada tutan; Güven ve sadakattir. Bunlar yıkılırsa aile darmaduman olur.

Köksoy Malikanesinde kahkaha sesleri yükseliyordu. Kim bilebilirdi ki o evin, o kahkahaların yerini yakarışa, gözyaşlarına bırakacağını. Sevinçlerinin ve mutluluklarının son günüydü!

Bütün aile toplanmış sohbet ediyorlardı erkekler kendi aralarında maç tartışması yapıyor, vakit öldürüyorlardı. Kadınlar ise oğullarına gelin adayı bulma peşindeydiler. Aslında eksiktiler çünkü geri kalan çocuklar Amerika’daydı, tek bir kişi hariç hepsi geliyordu.

"Ya Tolga abi kesin değil mi yarın gidiyoruz, beni kandırmıyorsun!" dedi evin neşe saçan kızı Lila Köksoy. Bütün ev halkı bir anda nefes verdiler. Yorulmuşlardı her dakika bu soruyu duymalarından.

"Kesin Lila kesin abim artık rahat mı bıraksan beni güzelim!" Bıkın bir sesle karşılık verdi Tolga Köksoy.

"İki haftadır ha şimdi ha yarın dediğin için olabilir mi acaba!?" dedi. Trip atarcasına ellerini göğsüne bağladı, yüzünde başka tarafa çevirdi. İşleri vardı bu kızla.

"Bende keyfimden kalmıyorum güzelim. İşler uzadı işte abim uzatma lütfen." Yalvarırcasına konuşmuştu. Çünkü bu haylaz kız çocuğu üzülünce veya kırılınca hemen abisine şikâyet ediyordu. Ve Uluğ Mirza'yı karşına alacak kadar delirmemişti.

"Ben neden seni beklemek zorundaydım ki kendi başıma gitsem olmaz mı?" dedi çocuksu edayla.

"Reşit olmadığın için ve abin izin vermiyor olduğu için olabilir mi acaba çiçeğim, hem yarın gidiyoruz biraz daha sabretsen olmuyor mu?" dedi. Daha bir uysal olmaya çalışırcasına.

"Prensesim sen neden gitmeye bu kadar meraklısın onu de, aklından neler geçiyor bakalım?" dedi Faruk Köksoy meraklı bir sesle.

"Aklımda bir şey olduğundan değil babacığım, sadece abimi özledim. En son onu iki ay önce görmüştüm hepsi bundan ibaret." dedi. Bunları söylerken bile dudakları titriyordu. Ha ağladı ha ağlayacak kıvamdaydı. Bir anda herkese bir huzursuzluk çöktü farkındaydılar aslında, şakasına vurmak istemişlerdi.

Köşede oturan kadın Melek Köksoy ise tepkisizdi o ağlamazdı, zaten ağlamayı oğlu gittiğinde bırakmıştı. Onun içi kan ağlıyordu da kimse görmüyordu.

"Neyse sohbetinize doyum olmuyor millet, ben kaçar. Bugün geç geleceğim anne. Arkadaşlarla takılacağız haberin olsun okey!" dedi Tolga kapıya ilerlerken başına gelecek şeyi bilse bu evde hiç çıkar mıydı?

Aylin Köksoy 'un sesi yükseldi. "Dikkat et annem sağına soluna bak tamam mı, temkinli ol!" dedi. Anne yüreği ya kalbinin en derinine saklamak ister, ona kimse elemesin zarar vermesin ister. Hayat biz plan yaparken başımıza gelenlerdi, işte öyle bir oyun ki ne evlat ne anne ne de baba dinler ve seni yere serer.

 

 

 

🕊

 

 

Beşiktaş, Ulus

 

 

9 Ağustos 2021, 23:04

 

Mihran’dan...

 

Galiba kayboldum. Benliğim ile savaşırken kendimi kaybettim. Düşüncelerim bana ait değil gibi. Bu beden ruhumla yabancı gibi. Kimliğim kaybolmuştu. Yol uzun, ben yorgun, hayat ise kısaydı, umudum ise her zaman bâkî olandı...

Hayat artık bana çok tuhaf gelmeye başlamıştı. Çocukken hemen büyümek isteriz ama zaman oldukça yavaş geçer, sonra bir bakmışsın ki yolu yaralamışsın bile ve yaşadıkların, çocukluğun bir kutuya sığmıştır. Kirli, paslanmış bir kutuya!

Bir haftadır aynı monotonluk da geçiyordu. Sabah işe gel yorucu bir günün sonunda otele git ve direkt yat. İlk geldiğim haftayı hatırladım da iş bulmak için gecemi gündüzüme katmıştım. İş bulmam epey zor geçmişti. Ama sonunda bulmuştum, küçük bir kafede garsonluk, buradaki insanlar çok iyiydi onlarla karşılaştığım için şanslıydım. Kafenin sahibi Muzaffer abi, abi profili nasıl olmalı derseniz kesin onu tarif ederdim. Benim gibi bir garson daha vardı. O da Asaf çok tatlı sevecen bir çocuktu beni çok güldürüyordu. Arkadaşta edinmiştim Muzaffer abinin kız kardeşi Nazlı, başta onu anlayamamıştım. Böyle nasıl desem çok süslü havalı bir kızdı. Ama onu tanıyınca kanım ısınmıştı. Bir haftadır hep buraya geliyor ve öğle arası birlikte muhabbet ediyorduk.

Bugün ise başımın etini yemesi suretiyle maalesef ki kabul etmek zorunda kalmıştım. Neymiş çok sıkılmış dışarı çıkıp kafa dağıtmak istiyormuş bunda bir şey yoktu ama gitmek istediği yer bir bardı ve ben hayatım boyunca hiç gitmemiş, semtinden bile geçmemiştim. O da bana diyor ki; 'İşte gitmiş görmüş olursun' ama benim böyle bir isteğim yoktu ki.

Şimdi ise Nazlı'nın evinde bana kıyafet bakınıyorduk. "Nazlı sence de abartmıyor musun? İşte kot, tişört giyip giderim, ne var bunda Allah aşkına!" Bunu bıkınca söylemiştim çünkü gerçekten iki saattir bu ten rengine uygun değil bu saçına uygun değil diye diye harcamıştı. Çok sıkılmıştım.

"Saçmalama istersen sen bilmezsin oraları, bilsen benden daha çok zaman harcarsın. Kızım senin boyun kadar bacakları var oradaki kızların!" dedi abartırcasına, ya bana ne oradaki kızlardan isterlerse dünyanın en güzel kızları olsun benim öyle bir takıntım yoktu ki!

"Ya Nazlı Allah aşkına bana ne ya, bana ne artık gına geldi bak!"

"Tamam be, sende ne sabırsızmışsın bak buldum işte, bu sana tam olur. Kalk dene." Tam bir oh çekecekken gördüğüm şeyde kaldım. Yok artık, herhalde bunu giymemi beklemiyordu?

"Nazlı sen çıldırmış olmalısın bunu giymemi beklemiyorsun değil mi?!" Bana gösterdiği elbise derin bir göğüs detayı vardı. Çok kısa olmasa da dizime kadar gelir muhtemelen. Ama ben bunu asla giyemem hiç rahat edemez ve oradaki abazalara da şölen sunmak istemezdim.

"Yo gayet de bekliyorum hiç itiraz da kabul etmiyorum bu akşam kafa dağıtacağız. Ve sen o her zamanki buzdan şato duruşunu bozup kendin olmaktan çıkacaksın yarın tekrar Mihran'a dönersin ona hiç karışmam!" dedi.

Aslında buna ihtiyacım vardı çünkü dün annemle konuştuğum da sesi pek iyi gelmiyordu böyle sanki yorgun gibiydi. Ardından ablamı aradım ona sordum onun da bir bilgisi yokmuş. Bu arada İstanbul’a ilk geldiğim hafta ablamın gazabına uğramıştım. Neden ona haber vermemişim onun İstanbullu arkadaşları varmış yardım ederlerdi veya neden yanına gelmemişim diye falan. Onu iyi olduğumu ikna edince biraz durulmuştu ama yine de hep bana mesaj atıyor, atmadığı bir an bile yoktu. Cevap vermediğimde buradaki arkadaşlarını arıyordu. Benim için endişeliydi. Okulunu bitirmesine son bir yıllı kalmıştı ve bitirince yanıma gelecek, burada çalışacaktı. Belki de Vefa abiyle (Ablamın nişanlısı) evlenip burada yaşarlardı.

Babam ve abim olacak iblis evden gittiğimi anladıklarında kıyameti koparmışlardı. Annem ablamı arayıp halletmesini söylemiş, ablam babamı arayıp yanında olduğuma onu ikna etmiş. İtiraz ettiğinde ise kendisiyle tehdit etmiş. Bir daha yüzünü göstermeyeceğini söylemiş, babam pes etmiş olacak ki hiçbir şey söylemeden telefonu kapatmış ve bir daha bu konuyu açmamış dediklerine göre böyleymiş!

Nazlı’nın verdiği elbiseyi giymiştim, tam da dediğim gibi boyun da o kadar sorun yoktu ama göğüs dekoltesi fazlaydı. "Nazlı ben bunu çıkartıyım ya kendimi çok tuhaf hissettim rahat edemem!" dedim tuhaf bir sesle.

"Hayır asla öyle bir şey yapmıyorsun fıstık gibi oldun gözümü senden alamıyorum. Kızım sende de neler varmış be." Deyip, ıslık atmıştı. Arsız mı ne bir de durmadan göğsüme bakıyordu. Ben böyle nereye düşmüştüm.

"O gözlerini oymadan çabuk çekiyorsun Nazlı!" dedim öfkeyle.

"Zoru oynuyoruz demek. Uyar, bana uyar yavrum." Delirmeme ramak kalmıştı.

"Nazlıııı!" Diye çıkıştım. "Tamam be gel senin makyajını yapalım artık." dedi üzerime gelerek.

"Hayır Sakın! Ben kendim yaparım, buna karışma bari!" Çünkü hanımefendi her gün bir kiloluk makyajla gezdiği için yüzümü ona teslim edemezdim.

"Kırılıyorum ama bak." Dudaklarını büzerek, bende hiç umursamadan omuz silktim. Hak ediyordu. Kaç kere dedim makyajını azalt hoş durmuyor diye ama beni dinlemiyordu ben niye onu dinleyim ki.

O da üstelememiş, giyinmeye gitmişti. Yarım saatin sonunda ikimiz de hazır vaziyette Asaf'ın gelmesini bekliyorduk. İyi insan da lafın üzerine gelirmiş. Arabası kaldırımın kenarında durmuştu. Kapısını açıp, arabadan inmişti.

"Pardon yanlış adres galiba... Ben kızlara almaya gelmiştim." dedi şaşkın bir yüzle. İndiği arabaya geri binmeye çalışınca, biz de sesli biçimde gülmeye başladık. Durdu tekrar bana baktı, gözlerini kapatıp, geri açtı. Anlamaya çalıştı bir tekte bana bakıyordu gerçekten şapşal bu çocuk.

"Ben Mihran'a bakmıştım, yoksa burası cennet mi?" Biraz utanmıştım açıkçası böyle sokağın ortasında iyi akıl edip üstüme bir şal atmıştı. En azından önümü kapatıyordu.

"Güceniyorum ama Asaf bir tek Mihran'a bakıp iltifat ediyorsun!" Bu sefer Nazlı gerçekten kırılmıştı, bunu da dudaklarını büzmemesinden anladım, çünkü bir tek şımarık davranınca dudaklarını büzer.

"Ah bebeğim senin tarafına bakamıyorum bile maalesef saçtığın ışık buna mâni oluyor." dedi öpücük atarak. İyi söylemişti yoksa yol boyunca asık suratı hiç çekilmezdi.

Sonunda Nazlı'nın gönlü alınmış bir şekilde yola çıkmıştık. Saat akşamın sekizine geliyordu. Yarım saatlik yolun ardından sonunda yetişmiştik. Asaf arabayı park ederken bizde onu bekliyorduk ben de o sıra etrafı inceliyordum. Şimdiden tedirgin olmaya başlamıştım.

Hislerim kuvvetlidir. Ve canımı yakacak derece garip bir his vardı, bu his bana kesinlikle oraya girmem gerektiğini söylüyordu. Buralara kadar gelmiştim Asaf ile Nazlı’ya ayıp olurdu, geri dönmek olmazdı. Bir şey diyemedim ama içimi dökmem gerek, "Nazlı içim çok huzursuz beni tedirgin eden şeyler var acaba ben geri mi dönsem, size ayıp olmaz değil mi?" dedim içimi kaplayan sıkıntıyla.

"Olur, bize çok ayıp olur Mihran, hiç böyle yerlere gelmediğin için o tedirginlik. Lütfen rahatlamaya çalış ve bir daha gitmekten bahsetme!" Belki de doğru söylüyordu böyle yerler bana yabancı diyedir. Sakinleşmek için derin nefesler almaya çalıştım.

O sıra Asaf gelmiş ve birlikte ilerlemeye başlamıştık. Kapıya gelince iki tane izbandut gibi herifler bizi karşıladı. Kimliklerimizi aldılar, bir de bizi süzmeden edemiyorlardı. Şeytan diyor geçir tekmeyi!

Çok gerilmiştim, vücudum kaskatı olmuştu. Bugünün tarihine bakmak için çantamdan telefonumu çıkartmıştım. Günlerden 9 Ağustos. Bu ayı görmemle vücudum hissiyatını kaybettiğini sezdim. Bütün travmalarım hep bu ayda gerçekleşmişti. En kötü zamanlarım lanetli bu ayımda oluyordu. İçimin üşüdüğünü hissetim. Veya üşüyordum.

Sonunda içeri geçmiştik uzunlamasına bir koridor vardı. Feci derecede ses geliyor, ter, alkol, sigara kokusu buraya kadar gelmişti. Şimdiden rahatsız olmuştum. Kalabalığa yetiştiğimizde tuhafça etrafa göz gezdirdim. Yabancısı olduğum bu ortam kabuğuma çekilmeme sebep olmuştu. Avuç içlerim stresten terlemişti.

"Bakın şurası boş kızlar takip edin beni." Asaf’ın sesini duymamla Nazlı’yla o yöne doğru ilerledik. Doğru düzgün yürüyemiyorum bile takılıp düşmekten korkuyorum. Bunu fark eden Nazlı yanıma gelip elimi tutmuştu. Komik gelecek ama küçük bir kız çocuğundan farksızdım.

Sonunda yerlerimize oturunca bir oh çektim ve hemen bu gecenin bitmesi için dua etmeye başladım. Nazlı'nın sesini duymamla ona döndüm.

"Ne içersin, hemen alkol falan içmem deme her şeyin bir başlangıcı var ve biz bugün kafa dağıtmaya geldik! " İtiraz istemeyen bir ses tonuyla. Ben hiç içmemiştim ki ama bugün içecektim çünkü içimde canımı yakacak bir huzursuzluk vardı. Ve abimin içmelerini bildiğimden adını bile hatırlamadığını biliyorum. Belki de bir gece de olsa geçmişi ardımda bırakır ve nefes alırdım.

"Yok itiraz etmiyorum sen ne içiyorsan ondan olsun." İlk önce duraksadı, ne dediğimi anlamaya çalıştı, sonra ise kocaman gülümsedi.

"İşte bu be, böyle rahatla." Bende onun bu haline tebessüm etmiştim. Beş dakikanın sonunda içkilerimiz gelmişti. Bir an tereddütte kalsam da yavaşça bir yudum aldım boğazımı yakmıştı, tadını hiç sevmemiştim.

Asaf'a bakınca bir dikişte içmiş ikinciyi sipariş vermişti aynı şekilde Nazlı'da, acaba tek dikişte içilince o kadar yanma olmuyor muydu? Elimdeki bardağa bakınca kendi kendime haydi Mihran iç kurtul kızım dedim ve tek dikişte içmiştim.

"Hop hop kızım sen ne yapıyorsun çarpar bak!" Asaf hemen elimi tutmuştu. Evet gerçekten de bu neydi ya sanki beynimi ezmişler gibi hissediyordum. Başım dönmüştü ama tuhaf bir şekilde iyi gelmişti.

“Ooo Mihran kara gecelerde lakabımız kara gergedan mı vuhuuu!” dedi Nazlı, çalınan şarkıyı keyifle bana söyledi.

Bunca yaşadıklarıma, yaşattıranlara inat, o günü unutmak istiyorum. Her gece karabasan gibi musallat olan o sesi bastırmak istiyorum. On bir yıldır bu ses benle birlikte yatıyor benle birlikte kalkıyordu. Bir son olsun istiyordum. Bitmeli yoksa ben bitecektim! O yüzden tekrar bir tane daha içmek istedim. "Bugün her şeyi unutacağım Asaf, bir tane daha sipariş eder misin? Buna ihtiyacım var." Bana tereddütle karışık endişeyle bakıyordu. Pes etmiş olacak ki garsonu çağırıp bir tane içki daha aldı ve önüme koydu. "Ama yavaş içeceksin tamam mı?" Sadece başımı salladım ve bardağı aldığım gibi kafama dikmiştim.

"Hay ben böyle işi sikiyim, kızım yavaş ol demedim mi ben sana!" Başım bu sefer ciddi bir şekilde dönüyordu, önümü göremez haldeydim.

Her şeyi yaşamaya hazırdım, her daim ise kendimin arkasında olacaktım. Haksızsam bile kendimi haklı yapacaktım. Bunca zamandır ezilmiş ve hor görülmüştüm. Bundan sonra kendim hakkında hep ben karar verecektim. Bu gece belki de ilk ve son kez böylesine hoyrat davranıyordum. Ama bu boş vermişlik ilk kez bana huzur bahşetmişti.

Kendime gelmek bağlamında yüzümü yıkamam gerek ama geldiğimde beri beni gözleriyle yiyen adam yüzünden biraz tereddütte kalmıştım. Cesaretimi toplayarak Asaf'a döndüm, Nazlı zaten kendini kaptırmış bir şekilde dans ediyordu.

"Ben lavaboya kadar gidiyorum beş dakikaya burada olurum." Kolumu tuttu. "Gidebilir misin, seninle eşlik edebilirim istersen?"

"Aa yok, gerek yok hemen gelirim." O da başını sallamıştı. Ani hareketimden ötürü başım dönmüştü. Galiba sarhoş oluyorum, ne olduğunun farkındaydım ama başım yerinde değil gibiydi.

"Yerinde bile zor duruyorsun Mihran, bende geleyim seninle." Belimden tutarak bana destek olmaya çalıştı.

"Hayır Asaf iyiyim ben, ani kalkınca şey oldu biraz işte." Onu orda bırakıp ilerlemeye başladım.

Yanımdan geçen garsona lavabonun yerini sordum, o da tarif edince o yöne doğru adımladım. Başım çatlayacaktı, önümü bile göremiyorum. Kendime söz verdim bir daha asla o zıkkımdan içmeyecektim hele bu gece bitsin. Midemden sürekli bir sıvı yükseliyordu. Sorun şu ki nereye gittiğimi bile bilmiyorum çünkü her şeyi çift görmeye başladım.

Birkaç adım atmıştım ki belimi bir kol kavradı. "Güzelim yolunu mu şaşırdın gel ben seni götüreyim!" Arkama döndüm ve gelen kişiye baktım. Tanıdık bir sima geldi ama hatırlayamadım.

"Evet, sizin için mahsuru yoksa lavaboya kadar götürürseniz çok mutlu olurum." Mahcup bir sesle söylemiştim. Resmen bu adamı Allah göndermişti!

"Ah ne mahsuru zevkle tabii ki buyurun bana yaslanın lütfen!" Ve beni ilerletmeye başladı biraz tuhaf hissetmiştim çok yakın duruyordu. Biraz rahatsız olmuştum. Kusmamak için kendimi zor tutuyordum, kollarımda hiç derman kalmamıştı. Önümü göremez vaziyeteydim.

Bir kapının önüne geldik, adam kapıyı açtı. Benimle içeriye girdi etrafa göz attığımda, tam göremesem de burasının bir lavabo olmadığı kesindi.

"Yanlış yere geldik, ben lavabo demiştim beyefendi!" O hiç beni takmadan üstündeki ceketi çıkartıp kenara koydu, belinden de metal gibi bir şey çıkartmış, odanın ortasındaki yatağa fırlatmıştı. O düşündüğüm şey olamaz değil mi, hayır hayır canım abartma o kadar. Sonra arkasına döndü ve kapıyı kilitledi. İşte şimdi kendime gelebilmiştim. Zangır zangır titremeye başlamıştım. Tanrı’m lütfen bu bir kâbus olsun.

"Ah o kadar korkmanı gerektirecek bir durum yok. Sadece biraz eğleneceğiz canım, bilmediğin bir şey değil merak etme!" Bu adam ne diyordu böyle ne eğlenmesinden bahsediyordu?

Bir dakika, bir dakika bu adam geldiğimizden beri beni gözleriyle yiyen adamdı. Ben nasıl bir işin içine düşmüştüm? Bunun gerçek olmaması lazımdı. Bunca kötü hayatımın üzerine böyle bir anı yaşıyor olmamam gerek. Saçma baştan sona kadar çok saçmaydı! Geri geri gitmeye başladım, arkamda balkon vardı ve kapısı sonuna kadar açıktı.

"Yalvarırım, ne dediğini anlamıyorum ama lütfen beni rahat bırak!" Gözlerim, boncuk boncuk yaşlarımı akıtıyordu.

Başım daha çok dönmeye başlamıştı. Sadece tek isteğim bu kor kuyudan bir an önce kurtulmak. "Merak etme güzelim ben sana anlatırım gel bakalım buraya." dedi ve üstüme üstüme yürümeye başladı. Hayır, hayır olamaz ben bunu kaldıramam. Eğer bana ellerse bu acıya katlanamazdım. Tedirginlikle, kendimi balkona atmıştım.

"Yaklaşma, sakın yaklaşayım deme yeminim olsun ki kendimi şuradan atarım!" Atardım hiç düşünmeden çünkü ben bu şehre hayatım yok olsun diye gelmedim, bir hayatım olsun diye gelmiştim.

"Beni yorma da buraya gel. Sinirlenmeye başlıyorum! Uyarımı dikkate alırsan, senin yararına olur!" Gerçekten de yüzü kıpkırmızı olmuştu. Bu onu daha bir korkunç kılıyordu.

Arkama baktım üçüncü kattı yaşaya bilme ihtimalim vardı. Evet, yaşaya bilirdim hemen kendimi atmak için hazırlanmıştım ki iki büyük kol beni çekmişti.

"Seni küçük aptal şimdi sana hangi cezayı keselim?" Hiçbir şey mi doğru düzgün gitmezdi. Ani çekişiyle midem daha bir bulaşmıştı ve ben artık dayanamayacak vaziyeteydim. Kendimi yere bırakmamla, içimde ne varsa kusmuştum.

"Of ne uslanmaz bir kadınsın be, gece gece uğraştığımız şeye bak!" Kendime gelmem epey zaman almıştı. Başım şiddetli bir biçimde dönüyordu. Yer ayağımın altından kayıyor gibiydi.

Daha kendime gelemeden iki büyük kol belimden tutmuş ve beni odadaki yatağın üzerine atmıştı. Çığlığım puslu geceyi inletmiş ama kimse duymamıştı. Yatakta geri geri gitmeye kalktığımda bir dizini iki bacağımın üzerine koyarak beni sabit bir pozisyona getirmiş ve hareket etmememi sağlamıştı. Korkulu gözlerle ona bakarken bir çırpıda üzerindeki gömleği çıkarıp yere fırlatmıştı. Ardından ellerini birbirine sürterek belime kadar sıyrılan elbisemin açıkta bıraktığı yerlere bakmaya başlamış ve yüzünde Şeytani bir sırıtış belirmişti.

"İşte şimdi eğlence başlasın," Demiş ardından üzerime eğilmiş bacaklarımdan kalçalarıma doğru okşamaya başlamış, hemen sonra ise o iğrenç dudaklarını tenimde dolaştırmaya başlamıştı. Vücudum geçici bir süreliğine felç geçirmişti. Hiçbir harekete bulunamıyor ağzımı dahi açamıyordum. Ben bu hikâyenin sonunu görebiliyorum, ben kendi sonumu görebiliyorum ama hani insan bazen yanılmak ister ya, işte o noktadaydım. Şu an her şeyden çok yanılmayı ister ve bu kabustan uyanmak isterdim.

Uyumak istiyorum, bu öylesine bir uyku değildi. Şöyle bir kitapta geçtiği gibi; "Uyursan gece biter, uyumazsan sen!"

Annemin gözleri önüme geldi dünyam yıkıldı sandım. İrkildim. Uyandım. Mahvoldum. Dirildim. Kendime geldim. Olduğum konuma baktım, bana yıllar boyunca unutamayacağım izleri bırakışını seyrettim. İzledim ve İzledim. Dedem her zaman bir yolu olduğunu yoksa da o yolu kendi çizdiğinden bahsederdi.

Bir yol vardı. Bir yol olmalıydı. Bu yol beni nereye sürükleyeceğini bilmeden o yolda yürümeliydim. Başka çarem yoktu! Başka bir yolu yoktu!

Aklıma gelen fikirle durdum düşündüm yapabilir miyim diye? Ama yapacak başka bir şeyim yoktu. Yapmalıyım çünkü aklıma başka bir çözüm yolu gelmiyordu. Vuracak halim yoktu ya, sadece korkutur kaçardım. Etrafıma göz attım ayak ucumda duran silahı hiçbir an düşünmeden doğrulduğum gibi kapmış, ona doğru tutmuştum, bir an afalladı ne olduğunu şaşırdı. Büyük bir şekilde yutkundu.

"Şimdi hemen uzaklaşıyorsun ve o iğrenç ellerini üzerimden çekiyorsun! Yoksa hiç acımam vururum seni!" Ayağa kalktı, bir adım geriye gitti ve ellini kaldırdı. Geriye doğru birkaç adım daha attı. Tam balkonun önünde durdu. Bende bir an beklemeden hızlıca yataktan fırladım. Doğrulttuğum silah ile tam karşısında durdum.

Durursam yok olacaktım. Bu sefer bilinçliydim, her ne kadar yer ayağımın altından kayıyor olsa da farkındaydım! Şimdi durursam bir daha asla hareket edemeyecektim. Yok olmanın uğruna var olacaktım…

Elimde tutuğum metal parçası bedenime ağırlık getiriyor, ruhumu eziyordu. Ne kendimden emindim ne de hayatın bana sunduğu bu kirli oyundan emindim! Kahrolası dünyaya hırpalanmak için gelmiştim. Tek amacım, yok olmak. Tek hedefim ise küle dönmekti!

Karşımdaki iğrenç mahlukata korkusuzca bakıyorum, göz bebeğinin titriyor oluşu içimdeki kötülüğü tatmin etmeye yetmiyordu. Asırlardır acı çekmiş benliğim intikam şehvetiyle yanıp tutuşuyordu. Yıların vahşetini tek bir kişiye mal etmek ne kadar saçma olsa da içimdeki canavarı durduramıyorum.

Bir elini havaya, bana doğru kaldırmış yapmamam için gözleriyle yalvarıyordu. Daha dakikalar önce ben ona yalvarırken, roller değişmiş şimdi o yalvarmaya başlamıştı. Fakat öfkesi de beraberinde büyümüştü. Beni parçalamak ister gibi bakıyordu. Açık balkonun önünde, dışarıdan gelen soğuk hava, çıplak vücuduna çarpıyor ve titremesine neden oluyordu. Gözümde öyle aciz konuma bir düşüyordu ki tiksintiyle onu süzmeden edemiyordum.

Midem bulanıyor, ellerim titriyordu. Derhal buradan çıkmam gerekiyor, yoksa ruhum ele geçirilip, infazım gerçekleştirilecekti. Annemin sesi kafamın içinde yankılanıyor, eğer kendimi kurtaramazsam beni parçalayacağını söylüyordu.

"Tamam bak o elindeki oyuncak değil! İndir onu da konuşalım, hadi?" Karşımdaki adamın sesi odaya yayıldı. Korkuyordu demek doğru yoldaydım. Zaten uçurumun dibindeydim ve benim cesur olmaktan başka hiçbir seçeneğim kalmamıştı.

"Oyuncak olmadığının bende farkındayım geri zekalı! Şimdi o kapıyı açacaksın bende defolup gideceğim anladın mı beni?" dedim haykırarak. Gözüm hiçbir şeyi görmüyor, bayılmanın eşiğindeydim. Alkolün etkisiyle başım ağrıyor, bedenim sızlıyordu. Karşımda olan iğrenç herifi iki kişi görmeye başlamıştım. Sözlerimden sonra sinirlenmiş, gözü seğirmeye başlamıştı. Bu öfkeyle bana doğru bir adım attı.

"Sakın, Sakın bir adım daha atmaya kalkışma! Hiç acımam gözümü bile kırpmadan seni toprağın yedi katına gömerim!" Hiçbir sözüm onu etkilememişti. Hatta daha da öfkelenmiş adeta kızgın boğa misali bir adım daha atmış, gözlerini ise benden bir an olsun almamıştı. Hayır, hayır lütfen!

"Sana yaklaşma diyorum duymuyor musun? Yoksa seni vururum!” Duyması için tekrarladım. Oysa faydasızdı.

"Hadi vur, vur o zaman çünkü beni öldürmeden bu odadan çıkamayacaksın!... Seni öyle bir becereceğim ki şaşırıp kalacaksın!" dedi tehditkâr bir tınıyla. Dönmeyecekti! Bu yoldan dönmeye niyeti yoktu. Bilincimin kapandığını hissediyorum, eğer bayılırsam ben hissetmeden ruhuma, vücuduma elleyecekti.

Tetiği çekersem hayatım mahvolacaktı, çekmezsem de ben bitecektim. Hayatımın mahvolmasına alışıktım ama kendimi kaybedemezdim. Kaybetmemeliydim... Bu şehir beni yutmaya başlamıştı bile. Özgürlüğe aç ruhum doyurmak için çıktığım bu yol, beni perme perişan etmeye başladı.

Hadi yaparsın Mihran, bunu da atlatırsın, elimde olan silahı sıkıca kavradım ve ona doğrulttum. Gözlerinin içine baktım, ellerim titriyor, başımın dönmesinden dolayı ne olduğunu bile kestiremiyorum. Parmağım silahın tetiğine gitti ve üstünde durdu. Aramızda sadece tek bir adım vardı. Vuracağıma itimat vermiyor, küçümseyici bakışlarını vücudumda dolaştırıyordu. Daha fazla onun bu bakışlarına maruz kalmamak için gözlerimi yumdum. O an da bedenim ben düşünmeden kararını vermiş ve tetiği çekmişti. Geceye bir silah sesi yayıldı. Ruhum o an kendini teslim etti. Elimde olan silah yeri boyladı. Gözlerimi bile açamadım. Vücudum bağımsızlığını ilan etmiş gibiydi. Dizlerim artık beni taşıyamadı ve kendini yere bıraktı. Gözlerimi yavaşça açınca gördüğüm şey beni darmaduman etmeye yetmişti.

Az önce ayakta olan adam şu an yerde kanlar içerisindeydi.

Ruhum ikinci defa kirlenmiş ve katil olmuştu. Ben bir girdaptım! Herkesin dönüp dolaştığı ve benden geçemedikleri bir girdap! Lanetim tüm insanlığı sarıyor, bulaşıcı bir hastalık gibi bedenlerde daima hüküm sürüyordu. Ben kaostum! Beraberimde acı ve gözyaşı getirdiğim bir kaos! Bana dokunan acı çekmeyi göze alması gerekirdi. Çünkü ben bir yok oluştum.

 

 

-BÖLÜM SONU-

 

Bölüm sonu sözü;

“İsyanlardayım dedi. Hayır, imtihanlardaydı. Fark etseydi, kurtulacaktı.”

(Mevlâna Celâleddin-i Rûmi)

Loading...
0%