@lieastainss
|
Gözlerimi kapatıp, yıllar önce yaşanan o anıyı tekrar canlandırmaya çalıştım. Lena… Lena’nın beni terk ettiği o günü. Dünya bu kadar karanlık olmadan önce bile, içimde bir tür karanlık vardı, ama Lena her zaman o karanlığa ışık tutmuştu. Onunla birlikteyken, her şey daha kolaydı. Her sorun, her tehlike, onun varlığıyla küçülürdü.
O gün, Lena’nın yüzündeki endişeyi asla unutamıyorum. Şehir sokaklarında adımlarımızı hızlandırdığımızda, onun neden bu kadar telaşlı olduğunu bir türlü anlayamıyordum. Lena, her zaman güçlüydü, her zaman cesurdu. Ama o gün, gözlerindeki korku, içimde bir şeylerin kırılmasına neden olmuştu. O an, Lena’nın sakladığı bir şey olduğunu hissetmiştim. Ve her ne ise, o şeyden beni korumaya kararlıydı.
Ama Lena, beni korurken kendini feda etmeye hazırdı. O köprü altına sığındığımızda, bana dönüp, "Gitmem gerekiyor," dediğinde, sesindeki titrek ama kararlı ton, kalbimde derin bir yara açmıştı. Onun gitmesine izin veremezdim, ama aynı zamanda kalması için ona karşı gelemeyeceğimi de biliyordum. Lena, bir şeylerden kaçıyordu ve ne olduğunu bilmesem de, onun korkusu beni de içine çekmişti.
O gece, Lena beni geride bırakıp gittiğinde, hayatımdaki en büyük destek direği yıkıldı. Sonrasında kaç gece, onun geri dönmesini bekleyerek uykusuz kaldım, hatırlamıyorum. Ama hiçbir iz, hiçbir haber bulamadım. Lena, geri dönmedi. O gittikten sonra, hayatta kalmaya çalışmak daha da zorlaştı.
Şimdi, yıllar sonra, Hasin bana Lena’nın geri döndüğünü söylediğinde, içimdeki o eski yara yeniden sızladı. Lena'nın neden gittiğini, neler yaşadığını asla öğrenemedim. Onun geri dönüşü, beni hem umutlandırdı hem de korkuttu. İçimde hâlâ onun bana bıraktığı o boşluk vardı. Ama şimdi, Lena’nın geri dönüşüyle, o boşluğun dolup dolmayacağını bilmiyordum.
Lily’yi kaybettikten sonra, dünyamda bir kez daha bir boşluk açılmasına tahammül edemezdim. Ama Lena, neden geri dönmüştü? Ve onun dönüşü, hayatımda ne gibi değişiklikler getirecekti?
Cevapları bulmam gerekiyordu. Ama artık kimsenin beni terk etmesine izin vermeyecektim.
Duruşumu ve soğukkanlı ifademi hiç bozmadan Hasin'e baktım. Kız benden bir hamle bekliyor olmalıydı ki sessiz tavrımı görünce, sanki şoka uğramış gibi bana baktı.
"Bir şey demiyecek misin?" dedi sesindeki meraklı tonla.
"Ne diyebilirim ki?"
Sesli bir nefes aldı. "Lena gittiğinde bir nedeni vardı. Bunun için onu suçlay-" Elimi kaldırıp kızı susturdum. "Sebebi varsa bana söylemek zorundaydı. Sende terk edildin, Hasin. Seninde güvenin sarsıldı. Gecelerce sokağa çıkıp sevgilini aradın. Ama sonuç? Büyük bir boşluk."
Hasin sertçe yutkundu. Ağlamak üzere olduğunu her hâlinden belli ediyordu. Sessizce ayağa kalkıp bana kırgınlık dolu bir bakış attı. "Olayları yüzüme vurmadan önce artık ikiden fazla düşün, Ava." Beni odada bırakıp evden çıktı.
Başımı geriye atıp ellerimi yağlanmaya yüz tutmuş saçlarımın arasına daldırdım. Derin bir of çekip koltuğa tekrar uzandım. Açık sözlü olmayı bırakmam lazım...
Gözlerimi kapatıp dalmaya başlamıştım ki evin içinde hareket eden ayak sesleri ile hızla gözümü araladım.
Koltuğun arkasına sakladığım sopayı alarak koridora koştum. Sabah sabah hırsızlık yapan hangi acemiydi?
Mutfaktan gelen seslerle adımlarımı yavaşlatarak dikkatli bir şekilde içeri girdim. Ortada simsiyah giyinmiş, uzun boylu bir adam duruyordu.
Sopayı kaldırıp arkadan ona yaklaştım. "Bana onunla vurmayı aklından bile geçirme."
Sesindeki kadifemsi ton, adeta beni büyüledi. Başımı iki yana sallayıp gerçekliğe dönmek istedim ama olduğum yerde dondum. Elim havada, bacaklarım kırılmış, dilim dışarıda bir şekilde kalmıştım.
Adam ağır ağır bana döndü. "Ava Elara Lochart?"
Elara mı?
Şaşkın gözlerle karşımdaki kişiye bakıyordum. Ama tabiki o bunun farkında değildi.
"Ava Lochart. Karıştırdınız sanırım."
Dudaklarının kenarı alay edercesine yukarı kalktı. "Bilmiyorsunuz sanırım. Neyse zamanla öğrenirsiniz. Biz bunun için varız değil mi?"
Artık benimle dalga geçtiğinden emin olmuştum. Sanki şaka kaldıracak hâlim varmış gibi birilerinin böyle bir şey yapması canıma tak etmişti.
Sesimi olabildiğince alaycı yapmaya çalışarak konuştum. "Siz kimsiniz ki? Eski çöplüklerin ortasına kurulmuş evlerde yaşayan direnişçiler mı?"
Adam kulağında ki küçük kulaklığa dokundu. Dokunur dokunmaz tekrardan hareket etmeye başladım. "İlk olarak, biraz önce çok komik görünüyordunuz. İkinci olarak, direnişçi olduğumuz doğru. Ama çöpçü değiliz. Vanguard adasından geliyorum."
Vanguard...
Memleketimin adını duyunca içimde bir kıpırtı oluştu. Yıllardır oraya ayak basmamıştım ama gezgin tüccarlar sayesinde birçok şey biliyordum. En zengin halkın orası olduğuna dair söylentiler dolaşıyordu. Küçük bir ada olmasına rağmen, son yıllarda olan olaylardan sonra bütün ülkelerin odağı hâline geldi. Orası içinde büyük bir savaş verildi ve en sonunda bağımsız oldu.
Doğal kaynakları, güzellikleri ve teknolojisi ile yıkılmış bir dünyanın yeniden ayağa kalkmasının mücadelesine sembol olan bu yer, şirketlere bile sızan suikastçılar ile doluydu.
"Ee?"
Yine bozuntuya vermemeye özen göstererek kısa bir cevap verdim. Adam geldiğinden beri ilk defa bir duygu gösterip sıkılmış bir nefes verdi.
"Ben Caleb Ward. Yedi yıldır Anka Timi için çalışıyorum. Bundan sonra senin de çalışacağın gibi."
Son cümlesine kadar her şey normalken bir anda ortamın havası değişti. Caleb, bir şey söyleme hakkı tanımadan cebinden bir şok cihazı çıkardı. Kulaklığına dokunup tekrar donmamı sağladı. Gözlerimi kapatıp olacakları bekledim.
Saniyeler içinde boynumda derin bir acı hissettim ve vücudumun genç adamın kollarına düşmesine izin verdim... |
0% |