Yeni Üyelik
4.
Bölüm

2 - Rüyaların Laneti

@lightlibrary

(Temsili resim)

1.Gün

kurduktan sonra ateş yakmayı başarmıştık. Resmen tüm çabamızı ateş yakmaya harcamıştık.

Bir süre sonra hava kararmaya başladı. Amy hariç üçüde biraz daha odun toplamaya gitmişti. Ateşin ışığı aydınlatıyordu sadece. Yıldızların hepsi görünmeye başlamıştı. Teker teker hepsi. Ay capcanlı görünüyordu. Heryer zifiri karanlıktı. Ateşböceklerinin sesleri huzur vericiydi.

"Merhaba"dedi Amy sessizce yanıma yaklaşmış farkında bile değildim.

"Merhaba"dedim Amy bana tebessümle baktı.

Amy bir şey söylemeden bana bakmaya devam etti. Baktı... baktı... en son ayak bileğime geldiğinde kaşları çatıldı.

"Yaralanmışsın"dedi Amy hızlıca ayağa kalktığında bir tane sargı bezi getirdi. Ayakbileğime bastırdığında acıyla yüzümü bururşturdum. Oldukça kötüydü. Ayakbileğimden oluk oluk kan akıyordu.

"Çok kötü yaralanmışsın bunu James'e söylemeliyiz"dedi Amy ani bir hareketle ayağa kalktığımda acıdan dolayı inledim. Amy hızlıca kolumu omzuna doladığında yeniden toprağın üzerine oturdum.

"Boş ver küçük bir yara"dedim neden yalan söyledim şimdi?

"Bunun neresi küçük bir yara"dedi Amy oda haklıydı.

Gözlerim ateşe odaklandığımda gözlerim kapanmaya başlamıştı. Bir şey demeden bana ait çadırın içine girdiğimde çadırın fermuarını çekip battaniyeyi omzuna kadar çektim. Gözlerimi kapattığımda artık yeni bir rüyanın içerisindeydim.

2. Rüya

Bir ormanın içerisindeydim heryer karmakarışıktı heryerde ağaç vardı başım dönüyordu nereye ayak bastığımı bilmiyordum. Kendi etrafımda dönüp duruyordum.

Çığlık atsam bile sesim duyulmuyordu. Sanki dilimi yutmuş gibiydim. Kaskatı kalmıştım.

​​​Bİr süre sonra gözlerim kapanmaya başlamıştı ağaçlar hiç böyle bir hızda dönmüyordu. Tek hatırladığım sert bir zemine düşüp solmuş yapraklardan gelen sesti.

Derinlerde bir ses duymuştum. "Emily uyan!"diye bir sesti.

***

Nefes nefese olduğum yerde sıçrayarak uyanmıştım. Hepsi başıma toplanmış merak dolu gözlerle bakıyorlardı. Magnus hariç bana hep şüpheyle bakıyordu. Sanki bir yerden hain çıkacakmışım gibi.

"İyi misin" diye sordu James ensemden soğuk soğuk terler akıyordu.

"İyiyim bir kabus gördüm ormanda kaybolmuştum"dedim hâlâ nefes nefeseydim.

"İyi falan değilsin"dedi Edwin annelik rolünü Edwin'e verdim bile.

"Sadece bir kabus iyiyim"dedim keçi inadıyla.

James başını sallayarak onayladığında hepsi birden benim olduğum çadırdan çıktı. Dakikalarca kimse kimseye bir şey dememişken bu sessizliği ben bozdum."Biraz ormanda dolaşıcağım"dedim nedense içimden bu geliyordu.Ormanı keşfetmek.

"Dikkat et ama"dedi James tedirgin bir sesle.Başımı sallayarak onayladığımda yürüyerek ormanın derinliklerine doğru yürüdüm.

Kamp yerimize baktığımda kamp yeri gözükmüyordu. İçimde kötü bir his belirlenmişti o an geldiğim yoldan geri dönmeye çalıştıkça orman dahada derinlemişti. Hızlı bir şekilde bir sağa bir sola doğru koştukça kaybolmuştum işte şimdi rüyamdaki şeyleri yaşıyordum. Heryer ağaçlarla çevriliydi karmakarışık bir hal aldı başın dönmeye başladığı an nereye ayak bastığımı bilmiyordum kendi etrafımda dönül duruyordum.

Çığlık atamıyordum korkudan elim ayağım birbirine girmişti. Başımın dönmesi bitince gözlerim karardı ya da kapandı bilmiyordum. Sert bir zemine düştüm. Kolumdan ılık ılık birşeyler akıyordu. En son duyduğum ses "Emily nerdesin!"oldu. Ve sesler bir anda kesildi başımdan da ılık ılık birşeyler akıyordu. Sonra bütün algılarım kesildi hiç bir şey hissetmiyordum. Sadece tek birşey vardı.

Karanlık.

Karanlığa hapsolmuştum.

***

James'in anlatımıyla...

"Biraz ormanda dolaşacağım"dedi Emily masmavi gözleriyle bana bakıyordu.

"Dikkat et ama"dedim tedirgin bir sesle. Başını sallayarak onayladığında ormana doğru yürümeye başladı. Gitgide kaybolmaya başlamıştı. Amy yanıma gelip." Neden izin verdin?"dedi. Bunu bende düşünüyordum daha yeni kız nefessizliklen ölecekti.

"Bilmiyorum"dedim kendimce içimde kötü bir his belirlenmişti o an.

"Psikolojisi çok kötü izin vermemeliydin"dedi Amy bana bakmayarak ağaçlara doğru bakıyordu.

"Biliyorum"dedim Amy'nin yanından kalkıp Edwin ve Magnus'un yanına geçtim.

"Neden o bizim yanımızda ki?"dedi Magnus şüpheci ve öfke dolu gözleriyle bana bakıyordu.

"Magnus ileri gidiyorsun"dedim bu sefer bende biraz ileri gitmiştim normaldi daha Emily'i tanımıyorlardı.

"Bir gün benim sözümü dinleyeceksiniz"dedi Magnus sert bir sesle.

"James'e katılıyorum fazla ileri gidiyorsun Emily'i tanımıyoruz diye ona haksızlık yapma"dedi Edwin kaşlarını çatmış Magnus'a gözlerini dikmişti.

"Aynen"dedi Magnus gözlerimi devirip ona baktığımda umursamaz bir şekilde yanımızdan geçti gitti.

Saatler sonra

Saatler geçmişti ama Emily gelmemişti hava kararmaya yaklaşmıştı.

Kimse görmeden hızlı adımlarla ormana girdiğimde artık yolun sonu yoktu buradan sonrası hep ormandı.

"Emily!"diye bağırıp sesimi ona ulaştırmaya çalışıyordum. Ama hiçbir ses yoktu.

"Emily!"diye yeniden bağırdım gittikçe bataklığa batıryormuşum gibi hissediyordum.

"Emily nerdesin!"diye bağırdığımda Emily'i fark ettim ona doğru koştum. Kafasını taşa çarpmış yerde kanlar içinde yatıyordu. Nefes nefese Emily'i kucağıma almaya çalışıyordum. Emily'i kucağıma aldığım hızlı adımlarla geldiğim yoldan ilerledim.

"Dayan Emily lütfen"diye fısıldadım çaresizce.

Dakikalarla yüzleşiyordum nereye gittiğime dikkat etmiyordum bir tuzak olsa bile dikkat edemezdim bu halde. Kucağımda gözleri kapalıydı. Masmavi gözleri kapkaranlık oldu. Çaresizce ilerliyordum ağaçların arasından.

Kamp yerine geldiğimde Amy beni ve kucağımda duran Emily'i gördüğünde eliyle ağzını kapatıp dehşetle bakıyordu. Edwin sağlık çantasını alelacele açıp içinden bir bez çıkardı Emily'i zorlukla toprak zemine koyduğumda toprağa Emily'nin kanı bulaşmıştı.

Emily toprağın üzerinde hareketsiz yatıyordu. Edwin, kafasındaki kanamayı durdurmak için elinden geleni yapıyordu, ama hâlâ hareketsizdi. Kucağıma aldığımda hissettiğim o soğuk, her geçen saniye biraz daha içine çekiyordu beni. Sanki onu kurtaramazsam, hepimiz kaybolacakmışız gibi.

"Bir şey söyleyin!" diye bağırdım, ama Edwin sadece kafasını salladı. Amy’nin gözleri dolmuştu, ama konuşamıyordu. Magnus bir köşede sessizce oturuyordu, yüzünde hâlâ o şüphe dolu ifade. Onunla uğraşacak gücüm yoktu.

"Emily, lütfen..." diye fısıldadım, ama hiçbir yanıt gelmedi.

Saatler geçmiş gibi geliyordu. Gözlerimi kapattım, içimdeki korkuyla yüzleşmek istemiyordum. Emily’i kaybedebilir miydik? Ölecek miydi? Onu ormanda yürüyüş yapmak için ben zorlamıştım.

Tam bu düşünceler beynimde yankılanırken bir ses duydum. Fısıltı kadar ince, ama kulaklarımı delen bir ses. "James…" Gözlerim hemen Emily’e döndü. Dudakları hafifçe kıpırdıyordu.

"Emily?" diye eğildim yanına. Edwin de ona doğru yaklaştı, ama gözleri hâlâ kapalıydı. Nefesi düzensiz, ama yaşıyordu.

"Rüyalar… bitmedi," diye fısıldadı.

Edwin bana baktı. "Ne demek istiyor?" dedi alçak bir sesle.

"Ne demek istiyorsun, Emily?" diye sordum titrek bir sesle. O an fark ettim ki içimde sadece korku değil, aynı zamanda derin bir suçluluk da vardı. Belki de onun daha önce anlattığı rüyaları ciddiye alsaydık, bu başımıza gelmezdi.

"Her şey… başlamadı bile," diye fısıldadı. Gözleri hafifçe aralandı, ama bakışları boştu. Sanki başka bir dünyadaydı.

"James," dedi bir kez daha, ama bu sefer sesi daha güçlüydü. "Bizi bulacaklar. Kaçamayacağız."

Ne demek istediğini tam anlamıyordum. Ama bir anlığına, Emily'nin bilmediğim bir şey gördüğünü hissettim. Bizi bekleyen bir tehlike vardı ve bu, rüyalarından çok daha gerçekti.

"Bu sefer rüya değil," diye devam etti Emily, "gerçek olacak." Sonra tekrar bilincini kaybetti.

Edwin panik içinde Emily'nin nabzını kontrol etti. "Hâlâ yaşıyor, ama durumu kötü," dedi. "Bir şeyler yapmalıyız, yoksa onu kaybedeceğiz."

Amy, "James, onu burada bırakamayız. Yardım bulmamız lazım!" diye bağırdı.

Ancak tam o anda ormanın derinliklerinden bir ses geldi. Önce uzak, sonra gittikçe daha yakın bir hışırtı. Magnus aniden ayağa kalktı, elinde bıçağı sıkıca tutarak karanlığa baktı.

"Birileri geliyor," dedi sert bir sesle.

Edwin de bıçağını çıkardı, herkes tetikteydi. Karanlığın içinde hareket eden gölgeleri görebiliyordum. Ormanın içinde bir şeyler vardı, ve bize doğru geliyorlardı.

Emily’nin dediği gibi… Kaçacak yerimiz yoktu.

**Emily’nin Anlatımıyla...**

Karanlık... Her yer zifiri karanlık. Gözlerimi açmaya çalıştım ama yapamıyordum. Kollarım, bacaklarım… sanki hepsi bağlıydı. Sanki görünmeyen zincirlerle karanlığa bağlıydım. İçimde bir korku, nefesimi kesen bir his vardı. Uyanmam gerekiyordu, ama yapamıyordum.

Birden ormanın içinde buldum kendimi. Etrafımda dönüp duran ağaçlar… Hepsi birbirine karışıyordu. Tıpkı önceki rüyamda olduğu gibi.

Ama bu kez daha farklıydı. Daha gerçek. Toprağın kokusunu hissedebiliyordum. Dalların çıtırdayışını duyabiliyordum. Ve sonra, o ses…

"Emily..." Ses derinlerden geliyordu. Karanlığın içinden, beni çağırıyordu. Daha önce bu sesi duymuştum. Rüyalarımda… Ama bu sefer daha yakındı. Daha tehlikeli. Bir adım attım ve aniden ayaklarım yerden kesildi. Bir boşluğa düşüyordum, ama düşüş sonsuz gibiydi.

O an fark ettim… Bu rüya değil. Bu, gelecek olan. Ve hiçbir şey onu durduramayacak.

***

**James’in Anlatımıyla...**

Ateşin etrafındaki herkes gergindi. Gölgeler hareket ediyordu. Magnus bir adım öne çıktı, bıçağını havada savurarak. "Kim var orada?" diye bağırdı. Sesine bir tehdit vardı, ama aynı zamanda korkuyu gizlemek için zorladığı bir sertlik.

Sonra o çıktı karanlıktan. İnce bir figür, başında kapüşon, ihtiyar, elleri kanla kaplıydı. Yavaşça yaklaştı ve yüzünü aydınlatan ateşe doğru ilerledi. Tanımıyorduk, ama o bizim kim olduğumuzu biliyor gibiydi.

"Onu bana verin," dedi soğukkanlı bir sesle ve gülen bir suratla. Bakışları doğrudan Emily’ye odaklandı. "O burada kalamaz."

Amy hemen Emily’nin önüne geçti. "Hayır, ona dokunamazsınız!"

Adam bir adım daha yaklaştı, ama Edwin araya girdi. "Emily’i buradan götürmeyeceksin."

Gözlerim adama odaklandı. İçimde bir şeyler yanıyordu. Bu yabancı kimdi? Ne istiyordu? Ve neden Emily’yi istiyordu?

Adam gülümsedi. "Siz, onun ne olduğunu bilmiyorsunuz, değil mi?"

"Ne demek istiyorsun sen!"diye bağırdım ama adamın yüzündeki gülümseme yine silinmedi.

Adam başını omzuna yatırdı. "Siz diyorum, onun ne olduğunu bilmiyorsunuz, değil mi?"

Öfkem beynime sıçramıştı. "Seni öldürürüm!"diye bağırdığımda yabancı adamın elmacık kemiğine yumruğuma atmam bir olmuştu. Amy ve Edwin beni çekmeye çalışsalarda öfkemi kimse durduramazdı. Bir kaç kez kırılma sesi geldi ama umrumda değildi.

Derinlerde bir ses geldi tiz bir fısıldı. "James" duyduğum an buz kesildim.

Yabancı adam hâlâ gülüyordu.

"James" o ses tekrar etti başımla omzuna baktığımda Emily'nin dudaklarını arasından çıkan sesti.

***

Yabancı adamın anlattığına göre oda bu ormanın içinde kaybolmuştu. Çıkış yolu bulamayınca kendisine bir ağaçtan kulübe inşa edip orada yaşıyordu.

Emily'yi bir odaya yatırıp başındaki bezi değiştirmiştim.

"Sen ne kadar süre burada yaşıyorsun İhtiyar"dedim.

"En az 6 yıl olmuştur"dedi İhtiyar yüzünde izler ellerinde nasırlarla doluydu.

İhtiyar gözlerini ateşe dikmişti, alevlerin dans edişini izliyordu. Onun bu kadar sakin ve sıradan davranışı beni daha da geriyordu. Emily içerde hareketsiz yatarken biz burada bu yabancının hikayesini dinliyorduk. İçimdeki öfkeyi zorlukla bastırıyordum.

"6 yıl... Peki burada başka kimse var mı? Yani senin gibi burada yaşamış ya da kaybolmuş başka biri?" diye sordum, dikkatimi dağıtmak istercesine.

İhtiyar omuzlarını silkti. "Olabilir... Olmayabilir. Bu orman herkesi farklı şekilde çeker. Bazıları gelir, bazıları gider. Kimse kalıcı değil."

Amy yanımıza yaklaştı, gözleri kaygıyla doluydu. "Emily... İyi olacak mı?"

İhtiyar ona döndü, yüzündeki çizgiler daha da derinleşti. "Onun durumu sadece yaraları değil. O, bu ormana ait. Daha derin bir bağ var. Rüyaları boşuna değil."

Bu söyledikleri beni daha da tedirgin etti. Emily’nin rüyaları baştan beri bir şeylerin habercisiydi, ama bu adamın söylediklerinde başka bir şey vardı, sanki Emily'yi bu ormana zincirleyen bir güçten bahsediyordu.

"Ne demek istiyorsun?" dedim, gözlerimi kısarak. "Emily ormana ait mi? O buraya nasıl ait olabilir?"

İhtiyar, derin bir nefes aldı. "Bazı insanlar... bu yerle bağlantı kurar. Ormanın ruhunu hisseder, rüyalar görürler. Emily, ormanın onunla konuştuğunu bilmiyor olabilir, ama bu yüzden buradasınız. Orman onu çağırdı. Bu çağrıya cevap verdi."

Amy şaşkınlıkla adama bakıyordu. "Bu, bir tür kader mi demek istiyorsun?"

İhtiyar kafasını salladı. "Kader… ya da lanet. Hangisini seçerseniz. Ama onu buradan alıp götürmeye çalışırsanız, orman sizi rahat bırakmaz."

Bir anlığına kamp ateşinin sesi bile susmuş gibiydi. Ormanın içinde bizi izleyen bir güç varmış gibi hissettim. Sanki her adımımız hesaplanıyordu.

"Emily'yi bu ormandan çıkarmak zorundayız," dedim, kararlılıkla. "Onun burada kalmasına izin veremem. Bu rüyalar ve gördüğü şeyler, onun sonunu getirebilir."

İhtiyar hafif bir gülümsemeyle başını salladı. "Pekala, genç adam. Onu kurtarmak istiyorsanız, yapmanız gereken tek bir şey var."

"Ne?" dedim, merak ve korkuyla.

İhtiyar gözlerini bana dikti. "Onu rüyalarından uyandırmak zorundasınız. Eğer ormanın rüyasında hapsolursa, bir daha geri dönemez."

Amy ve Edwin birbirlerine baktılar, sonra bana döndüler. Hepimizin zihninde aynı soru yankılanıyordu: Rüyalarından onu nasıl uyandıracaktık?

***

3.Rüya

Ormanın içinde bir kez daha buldum kendimi. Ağaçlar sessizdi ama korkutucuydu. Sanki her an üzerime kapanacaklarmış gibi. Ayaklarımın altındaki yaprakların hışırtısı bile bir tuzak gibi geliyordu.

Sonra o sesi duydum.

"Emily..." Fısıltı gibiydi, ama her yerden geliyordu. "Bizi bulacaksın. Kaçamazsın."

Nefesimi tuttum, koşmaya başladım. Ama her adımda orman daha derinleşiyordu, ağaçlar birbirine karışıyor, yollar kayboluyordu. Hangi yöne dönsem, aynı sahne: Yine o uğursuz karanlık, o fısıltılar…

"Dur!" diye bağırmak istedim, ama sesim çıkmıyordu. Her şey gitgide bulanıklaşırken, sanki orman beni içine çekiyordu.

Tam pes etmek üzereyken, bir ışık gördüm. Ufak, zayıf bir ışık… Ama orada, ilerideydi.

O ışığa doğru koşmaya başladım. Koştukça ışık büyüyordu, ağaçlar aralanıyordu. Ve sonunda o ışığa vardım.

Bir an için nefesimi toparladım, ama karşıma çıkan şey beni yerimde dondurdu. İhtiyar adam oradaydı, tam karşımda.

"Geri dönmek istiyorsan, Emily," dedi, "bana güvenmek zorundasın."

Ama içimde bir şey bana onun güvenilir olmadığını söylüyordu. Ona güvenip güvenmemem gerektiğini bilmeden, çaresizce gözlerimi kapattım.

Ve bir adım daha attım.

Gözlerimi kapatıp bir adım daha attığımda, çevremdeki her şey değişti. Ormanın karanlık ve ürkütücü atmosferi, birden bire yerini bambaşka bir dünyaya bıraktı. Ağaçların yerini beyaz, sisli bir alan aldı; havada asılı kalmış gibiydim, ne yer vardı ne gök. Ancak bu yeni dünyada tek başıma değildim.

"Emily..." fısıltı yine yankılandı, bu kez daha belirgin, daha yakın.

Gözlerimi açtım ve tam karşımda gördüm. Bir yansıma gibi, tıpatıp bana benzeyen bir figür duruyordu. Ama bu ben değildim; onun gözleri boştu, ruhsuzdu. Yüzü ifadesizdi, sanki yalnızca bir gölgeydi.

"Sen... sen kimsin?" diye sordum, titrek bir sesle.

Figür bana doğru bir adım attı. "Ben sensin," dedi soğuk bir sesle. "Senin korkuların, senin geçmişin, senin karanlığın... Orman seni çağırıyor çünkü burada yüzleşmen gereken bir şey var."

Geriye doğru bir adım attım, ama yere basmıyordum sanki, adımım boşlukta kayboldu. "Hayır... Sen ben olamazsın. Bu sadece bir rüya!"

"Rüya mı?" Figür alaycı bir gülümsemeyle başını eğdi. "Rüyalar gerçeklerden doğar, Emily. Ve sen gerçeği çok uzun zamandır görmezden geliyorsun. Ormanın seni çağırmasının bir sebebi var. Rüyaların bir sebeple seni buluyor. Kaçamazsın."

Bedenim titremeye başladı. Neden bu rüyalar beni buluyordu? Neden orman beni bırakmıyordu? Ne yapmam gerekiyordu?

"Ne istiyorsunuz benden?" diye bağırdım, sesimde çaresizlik yankılandı.

Figür yaklaştı, yüzünü benimkine yaklaştırdı, soğuk nefesi tenime değdi. "Gerçeği kabullenmelisin. Kendi karanlığınla yüzleşmelisin, Emily. Yoksa bu orman, seni sonsuza kadar esir alacak."

Bir anda figürün gözlerinde bir şey parladı; öfke mi, acı mı, yoksa başka bir şey mi bilmiyordum. Ama beni içine çekiyordu. Gözlerimi ondan kaçırmak, uzaklaşmak istedim ama yapamadım. Sanki büyülenmiş gibiydim.

O sırada başka bir ses duyuldu. Daha tanıdık, daha sıcak. "Emily!"

Sesin geldiği yöne dönmeye çalıştım. Bu ses... Amy’nin sesiydi. Gerçek dünyadan bir yankı gibi kulağıma çalındı.

"Emily, uyan! Bize geri dön!"

Amy’nin sesi beni geri çekmeye çalışıyordu, ama figür daha da yaklaştı. "Seçimini yap, Emily," dedi. "Karanlıkta kal ya da gerçeği bul."

Zihnimde bir savaş patlak verdi. Bir yanım burada, bu gölgelerle yüzleşmek istiyordu. Diğer yanım ise Amy’nin sesine tutunmak, gerçek dünyaya geri dönmek istiyordu. Nefesim sıkıştı, kalbim hızla çarpıyordu. Her şey bulanıklaşıyordu.

"Emily!" Amy’nin sesi bir kez daha yankılandı, bu sefer daha güçlüydü.

Figüre bir kez daha baktım. O soğuk gözlerde bir an için bir şey gördüm... bir kırılma, belki de bir pişmanlık. Ama vakit doluyordu. Son bir kez derin bir nefes alıp, kararı verdim.

"Gerçeği seçeceğim," dedim fısıldayarak, "ama seni dinlemeyeceğim."

Ve gözlerimi sonuna kadar açtım.

Bir anda, kendimi başka bir odada buldum. Odanın duvarları karanlık taşlardan yapılmıştı, ve tavandaki eski avize titrek bir ışık veriyordu. Dışarıda, rüzgarın uğultusu ve yağmurun sesi yankılanıyordu.Bir süre olduğu. yerde durdum, etrafına bakındım. Bu yer... bana tanıdık geliyordu ama aynı zamanda yabancıydı. Adımlarını dikkatlice attım, her adımım yankı yapıyordu.

Bir kapı gördüm, ağır ve ahşap. Onu itmek için ellerimi uzattığımda, kapı kendiliğinden aralandı ve içeriye bir ışık sızdı.Bir an duraksadım, ama kapının ardındaki şeyin ne olduğunu görmek zorundaymış gibi hissettim.

Adımımı attım ve içeride, Amy’yi gördüm. Ama bu, tanıdığım Amy değildi. Gözlerinde bir boşluk, yüzünde bir soğukluk vardı. Amy, bana dönüp başını hafifçe yana eğdi. "Emily, neden kaçıyorsun?"

Bu soruyu anlamaya çalıştım. "Kaçmıyorum... ben... sadece bir çıkış yolu bulmaya çalışıyorum."

Amy, sessizce bana baktı. "Gerçeklerden kaçıyorsun," diye fısıldadı. "Her şey senin içinde, ama sen onları görmek istemiyorsun."

Nefesim hızlandı, etrafım gitgide daha karanlıklaştı. "Hayır, bu gerçek değil," diye mırıldandım. Geri adım atmaya çalıştım ama ayaklarım sanki yere yapışmış gibiydi. Amy, adım adım bana yaklaşıyordu. "Kendi karanlığınla yüzleşmezsen, bu asla bitmeyecek, Emily."

Birden odanın içindeki hava ağırlaştı. Derin bir nefes almaya çalıştım, ama sanki nefesim yetmiyordu. Zihnim karıştı, her şey bulanıklaştı.

Sonra, dışarıdan bir ses geldi.

"Emily! Uyan!" Bu Amy’nin gerçek sesi gibiydi. Bu, rüyadaki Amy’nin sesi değildi. Başımı çevirdim, ama karanlık o kadar yoğundu ki, hiçbir şey göremiyordum.

"Emily! Uyan!" Ses tekrar yankılandı, bu sefer daha güçlüydü.Zihnimdeki karanlığı silip atmaya çalıştım, ama bu zor oluyordu. Amy'nin sesi bir rehber gibiydi, Beni geri çağırıyordu. Son bir güçle, karanlığın içinde ileri atıldım, nefesimi tuttum ve gözlerimi hızla açtım.Gerçek dünyaya döndüğümde, gözlerim yavaşça odanın içini seçmeye başladı. Başucumda Amy vardı, yüzünde panik dolu bir ifadeyle beni sarsıyordu.
"Emily! Sonunda uyandın!" Amy’nin sesi rahatlamıştı ama hâlâ endişeliydi.Derin bir nefes aldım, kalbim göğsümde hızla atıyordu."Ne... ne oldu?" diye mırıldandım hâlâ rüyanın etkisi altındaydım."Rüyadaydın, ve seni uyandıramadık. Saatlerce hareket etmeden kaldın," dedi. Amy'nin gözleri gözlerime dikiliydi. "Tamam mısın?"
O rüyanın etkisinden kurtulmaya çalışarak başımı salladım. "Sanırım... evet. Ama o kadar gerçekti ki... oradaydı. O karanlık, o his..." Duraksadım. "Sanki hâlâ içimde."Amy beni rahatlatmaya çalışarak omzuma dokundu. "Biz buradayız, Emily. Artık o rüya bitti." Ama biliyordum ki, bu sadece bir başlangıçtı. O karanlık, o his... gerçekten bitmiş miydi?

​​​​​

Loading...
0%