@lil.ay
|
(Lilyum Efsanesi'nden kesit.) Elleri, bu ayaz havada buz tutmuştu. Karın üzerine basan botunun çıkardığı sese her zamankinin aksine, gülemedi. Nereye gittiğini bilmiyordu, ama artık gitmesi lazımdı. Küçük yüreğini incitmişlerdi. Onu sevecek kimsesi kalmamıştı, bunu bugün bir kez daha anlarmıştı. Üvey annesinin ona yaptığı eziyetlerini kaldıracağını düşünmüyordu artık. Bu küçük bedeni ona büyük şeyler öğretmişti. Yıldızlarda yaşayan annesine verdiği sözü tutamayacaktı. Bunun için çok üzgündü, ama ölmek istemiyordu. Gözlerinden yanaklarına doğru süzülen sıcak gözyaşı damlasını, hızlıca sildi. Yanağını silerken kolunu kaldırmıştı ve kolundaki moraran yerin acısını küçük bedeninde yine hissetmişti. Saçından tutularak sürüklendiği için saç diplerinin uyuştuğunu hala hissedebiliyordu. Elbisesi de yıpranmıştı. Babası, pazardan çok severek almıştı halbuki. Biraz bedenini sıksa da, bir yıl daha giymek istiyordu. Sadece biraz daha zaman istiyordu; o elbiseyi giymek için, babasından özür dilemek için, babaannesinin yanaklarını öpmek için, babasına sarılmak için... Babasına duyduğu özlem kalbini sızlattı. O gün gördüğü, kırmızı anahtarlıklı tuhaf dilenciye yardım etmek istemişti sadece. Ama o anda, babası yanına koşmuş adamla arasına girmişti. Daha sonra ise dilenci adam ortadan kaybolmuştu ve babası bir anda acılar içinde bağırıp, yere göz yaşlarıyla yığılmıştı. Okul bahçesinin yüksek duvarının dibinde babasını uyandırmaya çalışmıştı, ama uyanmamıştı. Kendisini bir kez daha suçladı küçük kız. Zaten babası ölmeseydi, üvey annesi de onu dövmezdi. Onun da kocası ölmüştü. Üvey annesi ona her dayak atışından sonra, baba katili olduğunu yüzüne bağırır ve orayı terk ederek, küçük kızı tek başına bırakırdı. Başını yere daha çok eğerek, boynunda bulunan pembe atkıya bununu soktu. Ağlamayacaktı, en azından bu sözünde durabilirdi, ağlamayacaktı. Ağaçların, soğuktan dolayı olan acı dolu çığlıklarını duymazdan gelerek yürümeye devam etti. Bu küçük kasabadan bir an önce kurtulmalıydı. Kasabada bulunan kimse onu sevmiyordu. Küçük çocuklar onu ne zaman görse taşlıyorlar, yetişkinler onu ne zaman görse ya görmezden geliyor ya da uzak duruyorlardı. Bir dükkanda dokunduğu objeyi kimse almıyordu. Dükkan sahipleri onu kovalayıp, objeyi yakıyordu. Fakat babası henüz hayattayken buna hiçbir şey dememiş veya tepki göstermemişti. Sadece ona yiyecek, barınak ve şefkatini veriyordu. Doğduğundan beridir, babaannesinden başka kimse onu korumamıştı. Babaannesi de yaşlılıktan dolayı öldükten sonra yerliler daha çok kıza yüklenmişti ve en sonunda babası da ölünce artık barınacak yeri bile kalmamıştı. Onu sevebilecek kişilerle olmalıydı, en azından ona hakaret etmeyen veya dövmeyen. Midesi kendisini sesli bir şekilde acıktığını belli etmişti. Küçük çantasının içine evdeki mutfaktan aldığı poğaçalar vardı. Bir yere oturup yemeliydi. Etrafta çığlık atan, çıplak ağaçlar ve kar vardı. Oturacak bir yer olmadığı için olduğu yere oturacakken, sol tarafında bir göl gördü. Geniş bir göldü. Göle doğru yürüdü, gölün çevresinde hiç ağaç yoktu, sanki ağaçlar kökleriyle yürüyerek gölden uzaklaşımış gibiydi. Gölün suyu soğuk olmalıydı, bu nedenle suya değmek istese de değmemeliydi. Hasta olabilirdi. Gölün kenarına oturmak istedi. Burada yere oturmak zorundaydı. Oturacağı yerde bulunan karın üzerine basmaya başladı. Yerdeki karı, botlanyla sertleştirdikten sonra, kirlenmiş olan krem rengi uzun ve eski montuyla oturdu. Pembe çantasının fermuarını açtı ve poğaçaları koyduğu açık mavi plastik kutunun kapağını açtı. Uzun süre yenmeyen yemeklerin eskiyip insanların karmını ağrıttığını duymuştu. Bu nedenle yemekler eskimeden bir yer bulmalıydı. Bunu aklına koymuştu. Daha 7 yaşındaydı belki ama onu seven anne-baba bulup kendine bir aile bulabilirdi, değil mi? 3 poğaçası vardı. Bir tanesinin yarısını bölüp yemeğe başladı. Hava karardığında da yarısını yer, akşam yemeğini yemiş olurdu. Yarım olan poğaçayı bitirdiğinde, ellerindeki kırıntıları yan tarafına çırpıp, kutuyu çantasına geri koydu. Pembe çantasını yere bırakıp su içmek için göle doğru yürüdü. Azıcık su hasta etmezdi, değil mi? Berrak suyu olan göle yaklaştı. İki elini tas şekilde yapıp, suya daldıracakken bir şey gördü. Suyun derinlerinde sanki bir balık geçmişti. "Ha! Balık mı yoksa? Hey balıkçık!" Tekrar balığı görmek için başını biraz daha õne uzattı. Ama yoktu. "Yanlış mı gördüm acaba?" Kafasından bu düşünceyi savmayı tercih ederek, "Gitmem lazım." dedi. Yine su içmek için aynı hareketi yapacaktı ki, yine aynı karartının hızlı geçişini gördü. "Gördüm seni! Hey balıkçık beni korkutmaya mı çalışıyorsun, çok komiksin!" Balığın onunla oynadığını düşünerek, kahkaha atmıştı. Hayvanlan çok seven biriydi, insanlar gibi onu itmiyorlardı. Bu sırada kız fark etmese de ağaçların çığlıkları, rüzgarın feryatları yükselmeye başlamıştı. "Görüşürüz balıkçık, gitmem gerek. Umarım yalnız değilsindir, yakında bende yalnız olmayacağım çünkü!" Kurduğu düşüyle gülümsedi. Su içmekten vazgeçip ayağa kalktı. Karın üzerinde duran çantasını eline alıp ağaçların çevrelediği yola doğru yönelmeye başladı. Fakat duyduğu su sesiyle adımı donmuştu. Balıkçık ona veda edeceğini düşünerek arkasını döndü ve suyun üzerinde gördüğü siyah bir nesne ile karşılaştı. Küçük nesneyi görünce gülümsedi. Balıkçıktı bu! Çantasını bırakıp oraya doğru koşarken konuştu. "Bana veda mu edeceksin Balıkçık!?" Fakat berrak suyun yanında yaklaştığında gördüğü şeyin netleşmesi ile durdu. "Sen balık değilsin." Suyun içinden ona bakan şeyle gülümsedi. "Ben seni balık sandım!" Küçük çocuk hiçbir insanın olmadığı yeri kahkahası ile doldurmuştu. Sudaki canlı, kızın tuhaf olduğunu ve burada neden olduğunu merak ediyordu. Ama konuşması yasaklandığı için dili yoktu, hoş olsa bile konuşamazdı. Küçük kız başını yana doğru hafifçe eğdi. "Nesin sen?" Sudaki canlının küçük ama ayrık iki gözü vardı, suda görünen yeri de koyu kırmızı ve pürüzlü bir şeydi. Sert bir derisi olduğunu fark etti. Sudaki onu dikkatle izledi. Daha ağızını açmamıştı ve sadece başını göstermişken kız tüm vücudu bu sanıyordu. Kız bir adım daha yaklaştı ve heyecan dolu hayretle çığlık attı. "Haa! Sen timsah mısın yoksa!? Öğretmenimiz göstermişti, tehlikeli canlılarmış. Vay be! Timsah görmek istemiştim ve gördüm bu çok havalı. Ama sen biraz şey değil misin, küçük..?" Sudaki canlı göz, devirmek istemişti. Salak mıydı bu insan yavrusu? Timsah diyor, tehlikeli diyor, ama kaçmıyordu. Ya çok saftı ya da ölmek istiyordu. Kız çocuğunun yoğun bakışları ile karşılaşınca istemsizce donmuştu. Burun deliklerinden gelen ılık hava, suda hafif buğulanmaya neden oluyordu. Buğulanan su karla kaplı kıyıya vuruyor, oradaki karın minik bir bölümünü eritiyordu. Kızın yüzündeki heyecan dolu gülümseme yavaşça soldu. Onu izleyen canlı, güzel güldüğünü düşünmüştü. Uzun zamandır bir insanın sıcaklığını ve gülümsemesini hissetmemişti. Sahi o insan yavrusu burayı nasıl bulmuştu? Kız dizlerinin üzerine oturdu. Yavru timsah sandığı canlıya baktı. "Burada ikimizden başka kimse yok." Hazır kimse yokken dırdırını dinlemeden seni yesem mi, diye yapmayacağını bile bile düşündü. İnsan yavrularına zarar veremezdi. "Sanırım sende yalnızsın, değil mi? Aynı benim gibi." Uusulca tebessüm etti, "Bizim kasabada yaşayan, çamaşır satan teyzeden duymuştum. Tek başına ile yalnız kelimeleri aynı değilmiş. Sen tek başınasın bense yalnız. Sonuçta ikimizin de kimsesi yok değil mi?" Kızın laflarından sonra yüzünde oluşan acı tebessüm onu etkilenmişti. Bu kadar acı çekecek ne yaşamış olabilir diye düşündü. "Hey kalıp sana kitap okumak isterdim hem çok zevkli bir roman ama gitmem gerek. Okuyabilseydin kitabı sana bırakabilirdim ama gitmem lazım. Ancak sonunu söylemeliyim ki, biraz hüzünlü. Kadının öldüğü, adamın cezalandırıldığı bir kitap." Kızın gözleri parladı. "Yine de, yeni bir aile bulduğumda seni ziyarete gelirim hatta sana kitap bile okurum. Şimdi benim gitmem gerek. Görüşürüz." Kardan dolayı ıslanan kalın külotlu çorabının diz tarafını hissetti. Hasta olmamayı diledi. Ayağa kalktı ve dizlerini çırptı. Kafasını kaldırdığında, sudaki canlının kuyruğunu gördü. Suda yüzen uzun ve kalın kuyruğu. Sonra ona bakan gözlere ve gözlerinden aşağıdaki karartıya baktı. Kocaman bir canlıydı bu. Timsah olmadığını anlamıştı. "Sen, timsah değilsin. Nesin sen..? Çok güzel büyüksün ama!" Sudaki canlı burnunu havaya kaldırıp, büyük burun deliklerinden hafifçe kızın dizlerine doğru üfledi. Dizlerindeki ıslaklık aniden kururken kız gülümsedi. "Vay be, bak bu çok havalı işte!" Sudaki canlı içten içe egosunun okşandığını hissetti. Uzun zamandır kimse onu övmemişti, hoşuna gitmişti. "Gözlerin güzelmiş." Sıcak gülümseyişi ile suyun üzerindeki bedeninin görünen kısmına bakan, kızın soğuk havadan dolayı kızarmış beyaz tenine ve biraz tombul yüzüne baktı. Keşke biraz daha kalsa da, o konuşsa ben dinlesem diye düşündü. Cezası ne zamana kadar süreceğini hala bilmiyordu ama kızın giysilerine baktığında en az 200 yılı devirmişti. Kız kaşlarını kaldırıp çantasının içinden poğaçanın yarısını çıkarttı. Poğaçayı, gölün yanına koydu. Çantasını da bıraktıktan sonra, suyun üzerinde onu izleyen ayrık siyah gözlere baktı. "Al, yemeğini seninle paylaşıyorum, yiyebilirsin. Acıkmışsındır." Eğilerek poğaça yarımını gölün sınırına doğru sürükledi. Kızın cesaretine hayran kalmıştı. Şuan gerçekten korkunç bir haldeydi ve bu kız ondan korkmuyordu. Poğaçaya baktı, tadını hatırlamıyordu. Gerçi bu insan yiyeceğinden yedi mi onu bile hatırlamıyordu. Küçük kız onun yemesini beklerken, merakına yenik düşüp canlıyı tam olarak görmek amacıyla, zaten yakın olduğu için küçük bir adım daha ilerledi. Sudakı canlı ise, poğaçayı ağızına alamadan, birden gerilemişti. Suyun yüzeyinde yüzen yarım poğaça yavaşça aralarından çekilirken, sudaki canlı temkinli bir şekilde kıza baktı. Onu incitmek istemezdi, sonuçta iyi bir insan yavrusuydu. Bunu hareketlerinden de anlayabiliyordu. Küçük kızın açık kahverengi gözlerine baktı. Sıcaklığını uzaktan da olsa hala hissedebiliyordu. Tüm bedenini gösterirse korkar mıydı? Kaçar mıydı ondan? Her şeye rağmen denemek istedi. İlk yavaşça başını kaldırdı. Boynuna ulaşmadan durdu. Kızın tepkisini merak ediyordu. Küçük kız, onun değişik yüzüne baktı. Kertenkeleye benzediğini düşündü, ama bir kertenkele olmak için aşırı büyüktü. "Dinazor musun sen? Bunca zaman nasıl yaşadın ya?" Kendi yaptığı espiriye sadece kendisinin güldüğünü sanan kıza baktı. Hala hoşgörü ile karşılıyordu. Eski, sivri ve uzun boynuzlarını görseydi ne tepki verirdi acaba, diye düşündü. Ona da bir benzetme bulurdu kesin. Yavaşça boynunun yarısını çıkartarak, suyun üzerinde yükseldi. Kız onun yüzünü takip ederken, boynunu kaldırıyordu ve en sonunda şaşkınlıkla yere düşmüştü. Kızın düşmesiyle, endişeyle başını öne doğru uzattı. Kız, kocaman açmış gözleriyle ona baktı. Büyük yüzü ve devasa boyuyla karşısında duran canlıya hayretler içerisinde bakıyordu. O da, daha önce boynunu dahi dışarıya çıkaramadığını hatırladı ve ikisi de şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakmıştı. Ruhlar Alemi onunla dalga mı geçiyordu yoksa bugün cezasının son bulduğu bir gün müydü? Sanki büyülendiğini hissederek hareket edemiyordu. Küçük kız yavaşa ayağa kalktı. Artık neredeyse yakınlardı. Onun güçlü ve ılık nefesi, küçük kızın minik bedenine vuruyor ve onu ısıtıyordu. Kız bu hisle gülümsedi. Kız, ona doğru; sert ve oldukça pürüzlü olan, koyu kırmızı derisine doğru elini havaya kaldırarak uzattı. Gülümsüyor ve heyecanla onunla arkadaş olmak istiyordu. O, kızdan kaçmamıştı ve bu kızı mutlu etmişti. "Ben, Işık. Arkadaş olalım mı? Deli mi bu kız, diye düşündü. Onun gibi üstün birisiyle, sıradan bir insan yavrusı arkadaş olabilir miydi hiç Gerçi quan tutsaktı, sıradan bir insandan farkı da üstünlüğü de mantıksal olarak yoktu. Kızın kızarmış burnu ve yanaklarına baktı. Yavaşça kıza yaklaştı, İnsan sıcaklığını hissetmek istiyordu. Kızın beyaz tenli güzel yüzünden gözlerini alamadı. En sonunda uzun ve ince bryıklarının ve burun deliklerinin ortasında küçük kızın, minik elini hissetti. Minik elinden yayılan sıcaklıkla tebessüm etti. Tebessüm ettiğinde istemsizce büyük bir nefes vermişti ve nefes verdiğinde kızın uzun kahverengi saçları uçuşup. karman beresi havada süzülerek onlardan uzaklaşımıştı. Kız bu duruma kahkaha attı, o da bo duruma içten içe güldü. Ağaçlar uzun yıllar sonra sessizleşmiş, tüzgar durgunlaşmıştı. Küçük loz bunun farkında olmasa da, o bunu fark etmişti. Hoş ve sıcak bir sessizliğin içinden, derin ve boğumlu bir ses duyuldu. Sesin nereden geldiğini anlamayan kız, elini çekmeden, çevresine bakındı. Kimse yoktu. Kız anlamasa da, o anlamıştı ve anladığında kızdan gözlerini alarıyordu. Bu kız o muydu? Olamazdı, o bir insan hatta insan yavrusuydu. Zamanı gelmiş maydı? Kehanetler doğru değildı o zaman. Onu kurtarmak için üstün ve özel kimse gelmemişti Kız, soru soran gözlerle ona baktığında, kuyruğunun ucundan itibaren duymaya başladığı bir acıyla, hızla suyun derinliklerine çekildi. Onun bu hızıyla suya olsan dalga ile kızım üzerine su gelmiş ve ıslanmıştı. Aniden delı gibi üşümeye başlayan kız tütreyerek bağırdı. "Hey! Nereye gittin? Dev kertenkele! Hey!" Suyun içine doğru bağıran kızın yanına gitmek istiyordu. Onu çağırıyordu ama gidemiyordu. Güçlü kollarıyla, kendını yukarıya çekmek için gücünü sarf en. Pes etmeden devam ediyordu. Kızı korkutmadan buradan çıkmak istiyordu. Hatta kıza görünmek istemiyordu, çünkü bu kez korkabilirdi. Kalbindeki hançer hissiyatı derinleşerek kursağında hızla yayılıyordu. Büyük ağrında bulunan dışlerini güçlükle sıktı. Çığlık atarsa büyük bir dalga kızı ıslatabilirdi. Kendini sıkıyordu, sıkıkça acı büyüyor, bünyesinin düştüğünü hissediyordu. Başının üzerinden çıkmaya başlayan uzun ve sivri boynuzları, başınım acımasına neden oluyordu. Görme yeteneği zayıflamış, suyun derinliklerinde olan dev kayaların görünüşü bulanıklaşmıştı. Sudan sızan güneş ışığı yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. En sonunda acının zirvesine ulaştığıı hissederek, kendisinde bulmaya çalıştığı son gücüyle kendisini ileriye doğru çekti. Vücudunun parçalandığını hissediyordu, sert derisi kendisini bırakıyor eski orijinal derisi kendini gösteriyordu. Küçük kız göle bakarak ağlıyordu. Göl buğulanmıştı ve artık onu görmüyordu. Ölmüş müydü? O gerçekten tanıştığı ve dokunduğu her şeyi mahv mi ediyordu? Insanların sarılmadığı titreyen bedenine, soğuk hava sarılıyordu. Küçük kız soğuk havayı hissetmemeye başlamıştı. Elleri başta olmak üzere, tüm vücudu karıncalanmaya başlamıştı. Ağlarken birkaç göz yaşı ağızına giriyor ama bunu umursamıyordu. Onu öldürdüğünü düşünüp duruyordu. O sırada suyun rengi kırmızılaştı, kız korkuyordu ama buna rağmen ağlamayı kesip yakından izlemeyi tercih etti. Onun çıkmasını umut ediyordu. Çok geçmeden kırmızı renk bir anda kayboldu ve suyun derinliklerinden güçlü bir ses duyuldu. Küçük kız yutkundu. Ortalık aniden sessizleştiğinde; ağaçlar çığlık atmadığını ve rüzgarla birlikte bulutlarım uğuldamadığını fark etti. Ortalıkta ölüm sessizliği vardı. Ortama sessizlik fazla hakim olamadan, gölün tam ortasında suyun fokurdadığını gördü. Oturduğu yerden hızlıca kalktı küçük kız. Fokurdayan su, başladığı yerden fazla yayılmadan olduğu yerde şiddetlenmeye başlamıştı. Bu olayı daha önce ne görmüş, ne de duymuştu. Onun iyi olup, olmadığını düşünürken endişesi daha da büyüyordu. Umarım ölmemiştir, diye düşündü. Bu sırada, gölün tam ortasından havaya fırlayan devasa bir şey görmüştü. Öyle ki, o devasa şeyin yukarıya çıkmasıyla gölün ortasından başlayıp oluşan dalgaya şaşkınlıkla baktı. Gölün çevresine eşit olarak dalgalar resmen devrilecekti. Sanki göl açgözlülükle daha çok yer kaplamak istiyordu. Tam yine üzerine dalga gelecek diye, kollarını vücuduna siper etmişti ki, Hiçbir su damlacığı bile ona ulaşmamıştı. Kolları arasından baktığında, devasa dalgalar gölün sınırlarını aşımadığını gördü. Dalga havada kalıp yavaşça inerek gölle buluşmuştu. Eski güzelliği olmasa da, eski durgunluğuna geri kazanmıştı. Kız hızla havaya çıkan şeyi görmek için başını kaldırıp bulutlara baktı. Havada gördüğü şeyle ağzı şaşkınlıkla aralandı. Havada ısıtmasa da güneş vardı ve Güneşin ışığından dolayı tam detaylı göremiyordu. Gözlerini kısmak zorunda kaldı. Uzun ve kocaman iki kanadı vardı, kanatları yarasanın kanat şekline benziyordu. Uzun ve kalın, sivri uçlu bir kuyruğu vardı. Ve boynuzları; uzun ve uçları sivri başında bulunan iki tane boynuzu vardı. Böyle bir canlıyı küçükken okuduğu bir hikaye kitabından hatırladı. Şaşkınlıkla aralanan ağzı, kapanamadan konuşmak için aralandı. Hala gözlerine inanamıyordu. "Sen, sen bir ejderhasın..?!" Son kez küçük kıza baktı. Son kez görecekti biliyordu, çünkü artık ondan üstündü, kurtulmuştu buradan. Ejderha arkasına dönüp bir daha buraya gelmemek üzere gidecekti ki, bir su sesi duydu. Kaşlarını çattı, göl onu geri mi istiyordu? Hızla kafasını çevirdiğinde göl her zamanki gibi cansız ve durgundu. Fakat gölün kenarında tek başına olan pembe bir çanta gördü. Karın üzerinde öylece duruyordu. Kız düşmüş müydü!? Onun bir insan yavrusu olduğu ve bu soğuğa dayanamayacağını hatırladı. Muhtemelen birkaç dakikaya ölmüş olacaktı. Onun ruhunu götürebilirdi ya da onu kurtarabilirdi. Hadi ama onu kurtardı diyelim burada hiç insan yoktu ki, kim ona nasıl yardım etsindi? Birazdan çocuk su üzerinde çırpınacak ve dibe batıp, ruhu su yüzeyine çıkacaktı. Gitmek fikrini bir süreliğine erteledi. Ruhunun yüzeye çıkmasını bekleyecekti. Bu daha pratikti ayrıca ona yardım eden kız çocuğuna, yardım edip acı çekmeden diğer dünyaya götürecekti. Bu yardımın ona çok bile olduğunu düşündü, ama iyi kalpli olması gerekiyordu ve iyi kalpli olmak bunu gerektirirdi. Sonuçta o çoğu kişiden üstün biriydi. Şu anlık mevkisi değişti mi bilmiyordu ama tek bir gerçeğin değişmediğini çok iyi biliyordu. Birkaç saniyenin ardından ortalıktaki tuhaflığı sezmiş ve çocuğu merak etmişti, acaba o arkasını dönmeden suda çırpınmış mıydı? Kızın ruhu da ortalıkta yoktu. Suya girmek istemiyordu, oraya bir daha asla dönmek istemiyordu. Gözlerini sabır dileyerek kapattı. Bunu yapmak istemediğini dile getirerek isyan kendine etti. Fakat içini ele geçiren, merak ve yardım duygusu onun benliğini yöneterek gölün buğulu suyuna daldırdı. Göle keskin bir giriş yapan Ejderha, gölün dibinde yatan küçük kıza baktı. Sadece yatıyordu, ruhu kaçmamıştı fakat nefes almıyordu. Bilimsel olarak bedeni ölüydü. Küçük kıza doğru yüzerek ona ulaştı. Onun, keskin uçlu parmak tırnaklarından dolayı fazla dikkat ederek, küçük ve zayıf bedenini kavradı. Yukarıya çıkmak için ayağını dibe vurarak kendini yüzeye çıkarttı. Gölden ayrıldığında, hızla küçük kızın narin bedenini pembe çantasının yanına koydu. Karın üzerinde hareketsizce yatıyordu. Nefes almadığı halde bedeninin titrediğini gördü. Üşüyor olmalı, diye düşünerek nefesini kızın üzerine doğru verdi. Kızın kıyafetleri kurumasını ve bedeninin çevresindeki kar yavaşça eriyerek, altta kalan çimlerin ortaya çıkmasını sağladı. Ne yapması gerektiğini düşündü. Sırtına vursa, bu büyük ellerle vuramazdı. Bedenine kavuşması için hesabı kapatması lazımdı. O sırada küçük kızın bedeni hızla sağ tarafa doğru eğildi ve ciğerlerine dolmuş olan suyu ağız yolu ile boşalttı. Ejderha dikkatle ona baktı, iyi olup olmadığından emin olmak istemişti. Küçük kızın bilinci yarı açıktı, yorgun ve baygın hissediyordu. Etrafa halsizlikten dolayı kısık gözleriyle baktı. Ejderhayı bu kadar yakından görmesiyle gülümsedi. Arkadaşının iyi olduğunu öğrenmek onu çok sevindirmişti. Elini bitkin ve kendini zorlayarak onun yüzüne koydu. Durun deliklerinin hemen yanına, oldukça sıcaktı. Gördüğü kadarıyla yüzünde; koyu olan kıpkırmızı sert derisi, iki uzun ve sivri boynuzu, havada süzülen bıyıkları ve keskin duran ama yumuşak bakan gözleriyle, ona bakıyordu. Çok geçmeden gözleri kapanıp, eli yere düştü. Ejderha, kulakları birkaç insanın seslerini duymasıyla hızla kafasını çevirdi. 3 insan buraya doğru ilerliyordu. Gitmeliydi, artık insanlara görünebilirdi. Kızdan ayrılıp, ilerledi. Havaya kalkıp onlardan havada da uzaklaştığında, 3 yetişkinden biri olan bir kadının, küçük kızı görmesini izledi. 3 insan da kızın çevresine dikilip, onu kontrol etmişlerdi. Yaşadığını gördüklerinde endişe ve hızla kucaklarına almış, insanların yaşadığı ortama götürmek için harekete geçmişlerdi. Ejderha arkasını döndü. O bu dünyada geçici birisiydi nede olsa, unutmalıydı onu. İlerlemeye başladı. "Umarım onunla bir daha görüşmem..." dedi, boynundaki kalın altın tasmayı fark etmeden birkaç saat önce... |
0% |