@lilithstear
|
Loş ışığın içinde gözüm onu seçmeye çalışıyordu. Aptal herif, otoparkın içinde nereye kaçabileceğini sanıyordu bilmiyorum. Birazdan beynini dağıttığımda da bu kadar hızlı davranabilecek miydi diye düşünmeden edemedim.
"Girecek menfezin kalmadı! Adamlarını çoktan almışlardır. Boşa saklanma, senin de sonun o parmaklıkların arkasında çürümek olacak!" Diye bağırdım keyifle.
Sesim geniş alanda yankıyla yayılırken bıkkın bir nefes verdim. Orospu evladı. Ayağımdaki ayakkabıları çıkartıp yavaşça bir kenara koydum. Duraksayıp nefes seslerini dinlemeye başladım. Derin derin alıp verdiği sesleri algılamak zor değildi. İlerideki kolonlardan birinin arkasına saklanmıştı. Yavaş adımlarla oraya yaklaştım ama ilk hamleyi yapan o oldu.
Burnuma yediğim yumrukla beraber geriye doğru sarsıldım. Tam kaçacaktı ki kafasının arkasına silahın arkasıyla bir darbe indirdim. Darbenin etkisiyle ellerinin üstüne düştü. Pahalı ceketinin kol kısmından onu tutup sırtüstü çevirdim. Ayağımla boğazına bastırınca acıyla yüzünü buruşturdu. Bir anda kollarını bacağıma sardı.
"Lütfen, bırak beni. Sana milyon dolarlar veririm, anında. Sadece beni bırak gideyim."
Yalvarması o kadar hoşuma gitmişti ki kesik kesik bunları derken adeta acizliği de yüzünden okunuyordu. Tam o anda zevkle bir kahkaha bastım.
"Senin o boktan parana ihtiyacım olduğunu da nereden çıkardın? Hiç sanmıyorum sapık ucube. Ben zaten kazanıyorum, hem de en temizinden."
Gözlerinde hala o aptal umut parçalarını görebiliyordum. Sessizce yalvarırcasına bakmaya devam ediyordu.
"Ne yazık... Neyse midemi bulandırıyorsun."
Bacağımı ellerinden kurtardım. Suratının tam ortasına az önceki gibi bir darbe daha indirdiğim anda başı bir tarafa düştü.
"Böyle daha iyi."
Otopark bir anda aydınlanmaya başlayınca bulunduğumuz yere bir araba girdiğini fark ettim. Kolonların arkasından çıkıp kim olduğunu anlamak adına girişe baktım. Tehlike arz etmedikleri açıktı ama elim silahıma güvenle tutundu. Ufak bir incelemeden sonra kaşlarım istemsiz bir şekilde çatıldı. Buna arabanın farları sebep olmuştu. Ani ışık değişimi sonucu gözümü kısıp, elimi siper etmek zorunda kaldım. Neyseki saniyeler sonra araba olduğu yerde durdu, farları söndü. Elimi indirdiğimde birkaç kişinin bana doğru yürüdüğünü fark ettim. Hala onları seçemiyordum.
"Vay Dolunay, ne bakıştı o öyle. Silahla arabaya ateş edersin diye bir an korkmadım değil ha."
Gelen kişilerin bizim ekipten olduğunu görünce derin bir nefes verdim. Ala, Akın ve Kuzey bana doğru geliyorlardı.
"Valla yapabilirdim Kuzey. Paçayı kurtardınız."
Güldük.
"İyisin değil mi?" Dedi Kuzey, gözleri endişeyle vücudumun her bir yanını dolaşırken.
"İyiyim bir şeyim yok." Aramızda kısa ama anlamlı bir bakışma geçti.
"Seni arıyoruz kaç saattir bir şey oldu sandık hiç bir işaret gelmeyince. Seni bulduğumuz yere bak." Dedi eliyle etrafı işaret ederken.
"Bir de sana bir şey diyeceğim ya. Bizim bu baş piçi bulamadık biz o ne olacak." Dedi Akın düşünceli bir şekilde.
Kolonun arkasındaki baygın adamı saçlarından tutup değersiz bir eşyaymışçasına önlerine doğru savurdum.
"Böyle bir aksiliğin yaşanmaması gerekiyordu zaten. Her şey kusursuz işliyordu son ana kadar. Kolyeden size sinyal verirken gördü büyük ihtimal."
Yerde yatan adama bakmaya devam ettim.
"Zaten gözü gece boyunca bendeydi. Yavaştan gözden kaybolmaya başladı. Ben de fark ettirmeden takip ettim. Baktım otelin yangın merdiveninden kaçmaya çalışıyor, koştum peşinden. Biraz orda boğuştuk falan ama bi şekilde indik aşağıya. Geri zekalı otoparkın içine girdi. Bir de bana yalvarıyor. Neymiş bırakırsam milyon dolarlar verecekmiş." Burnumdan bir nefes vererek güldüm.
"Piçe bak piçe." Diye sinirlendi Akın. Onlar da adama bakıyorlardı.
"Gözü sendeyse zaten ya güvenmemiştir ya da kendine ayırmayı planlıyordur şerefsiz."
"Bilmiyorum ne planlıyordu ama bu tip işlere bulaşmış birisi her an tetiktedir zaten. Az daha elimde kalacaktı, ucuz kurtuldu."
Ala suratını buruşturup "Suratın çok kötü bir durumda Dolunay." Dedi.
Aklıma biraz önce yüzümün ortasına aldığım yumruk gelince acısını tekrar hissettim. Elimle burnumun altına işaret parmağımı değdirdiğimde elime bolca kan bulaştı, neyseki kesilmişti.
"Yukarı çıkalım, kıyafetlerim falan da orada zaten."
Başıyla beni onaylayıp peşime takıldı. Oteldeki bana ayrılan odaya girdik. Saçımdaki soğan kabuğu rengi peruğu çıkarıp ortaya attım. Ana, koyu kızıl, saçlarımı çözüp diplerine kısa bir masaj yaptıktan sonra Ala'yla beraber banyoya girdik. Aynada yüzüme baktığımda gerçekten kötü bir durumda olduğunu fark ettim.
"İnşallah kırılmamıştır. Baksana elbisen bile kan."
"Yok ya, kırılsa acıdan duramazdım. Ama bayağı kanamış."
"Nasıl bu riski alırsın Dolunay... ya herif bir anda silah çıkarıp seni vursaydı?"
Omuz silktim, "kaçmasına izin mi verseydim? Bende de vardı silah. O öyle bir şeye yeltenirken benim elim elma mı toplayacaktı sanki?"
Ala kendini tutamayıp bir kahkaha bastı.
"Kızım sana yılın en iyi ajanı ödülü falan verilmesi lazım. Ya da savaşçısı!" Dedi gururla çenesini kaldırırken
Suyu açıp ellerimi yıkamaya başladım. "Valla ne verirlerse versinler, isterlerse dünyayı versinler ama ben bitmiş durumdayım. Benden bu kadar, bu sondu. En azından şimdilik."
Makyaj pamuğunun üstüne biraz makyaj temizleyici koyup yüzümdeki gece makyajını silmeye başladım.
"Nasıl yani?"
"4-5 aylık, belki de hep 1 yıllık bir inzivaya çekilip kafamı dinlemeyi planlıyorum. Yerime birini koyacağım."
Gülümseyerek Ala'ya baktım. O da alttan alttan gülümsedi.
"Saçlarımı tutar mısın."
Arkama geçip saçlarımı bir araya topladı. Lavaboya eğilip yüzümü yıkamaya başladım. İşim bittikten sonra yanda asılı havluyla yüzümü kuruladım. Meraklı gözlerle beni izleyen Ala, daha fazla sessiz kalamayıp sorularını sormaya başladı.
"Bu çok tehlikeli değil mi?" Dedi masum bir tınıyla.
"Bir tehlikesinin olacağını sanmıyorum. Sessiz sakin bir yerde tatile çıkıyormuşum gibi düşün. Herhangi birinin beni tanıma ihtimali olmayan bir yerlere gideceğim zaten."
Bir avuç daha su alıp yüzüme vurdum.
"Ben yokken sizin tek yapmanız gereken şey küçük gizli grubumuzu açık etmeden işleri yavaş yavaş halletmeniz. Zaten tüm planı beraber kuruyoruz."
"Peki, kime bırakmayı planlıyorsun?" Dedi sanki çok fazla seçeneğim varmışçasına.
"Sarışın, uzun boylu, sert ve kusursuz bir kıza bırakmayı planlıyorum."
"Ya, Dolunay..."
Sevinçle boynuma sarıldı.
"Yavaş kızım, boğacaksın beni. Daha kimseyle konuşmadım hem."
"Tamam, tamam."
Lavabodan çıkıp üzerimi değiştirdim. O sıra Ala bana, ben gelinceye kadar ekibimizi nasıl harika bir şekilde idare edeceğini anlatıyordu. Arada gülüyordum tabii. Komik, nazik ama bir o kadar da duygu kontrolü yüksek biriydi Ala. Ekip yöneticisi ben olsam da, onun da benim titizliğimle bu işi yapacağından emindim.
"Söz veriyorum."
"Söz vermene gerek yok. Hatta artı bir şey yapmana dahi gerek yok. Sen zaten işini kusursuzca yapan birisin."
Gözlerinin dolduğunu fark ettim ama benim bu tip duygusal bir an yaşamaya hiç mecalim yoktu.
"Hadi toparlan Ala!"
"Her zaman böyle değilim. Sadece bana güvenmen beni çok fazla mutlu etti. Beni çok fazla takmadıklarını biliyorsun."
"Öğreneceksin. İyisin, ve daha da iyi olacaksın."
O sırada içeri birkaç polis memuru daldı.
"Siz kimsiniz?" Diye sordu içlerinden biri elindeki silahı yüzüme doğrulturken.
Yatağın üzerinde duran çantamdan cüzdanımı çıkarıp kimliğimi ve meslek kartımı gösterdim.
"Kusura bakmayın, hala burada olduğunuzu bilmiyorduk. Oteli boşaltıyorduk."
"Biliyorum, önemli değil."
Gülümseyerek odanın kapısını kapatıp çıktılar.
"Çok saçma. Olay ekibinin ajanını nasıl bilmiyorlar ki?"
"Bütün polis memurlarına söylemediler, söylemezler de zaten. Baş komiserin falan haberi vardır sadece."
Odadan ayrılıp merdivenlere yöneldik. Otelin her karışında polis memurları geziniyordu. Aşağı indiğimizde Kuzey ve Akını gördük.
"Sizi bekliyorduk. Adamı da aldılar. Nasıl indirdiysen suratına artık hala baygındı." Dedi Kuzey.
Gülmemi bastıramadım.
"Hadi gelin çıkalım. Bir şeyler yeriz, ordan sonra da beni eve bırakırsınız çünkü çok fazla yorgunum."
Hep beraber arabaya atlayıp açık bulduğumuz bir yeme içme yerinde durduk. Yer yemez oyalanmadan kalktık. Araba her sarsıldığında yediğim şeylerin ağzıma geldini hissettim. Kuzey'e durmasını söyleyip arabadan indim. Olduğum yere eğilip midemde ne varsa çıkardım.
"İyi değilsin. Zehirlenmiş olabilirsin bence doktora gidelim Dolunay."
"İyiyim iyiyim. Bir şeyim yok."
"Emin misin?"
"Eminim Kuzey!" Diye cırladım. "Bence siz beni eve bırakın. Uyursam geçer."
Eğildiğim yerden kalkıp onlara baktım. Endişeli bakışlarla kusmamı izlemeleri asla hoşuma gimemişti.
"Bakmayın."
Dememle beraber gözlerini başka bir tarafa çevirdiler. Ala'nın bana bakmadan uzattığı pet şişedeki suyla ağzımı çalkalayıp tükürdüm. Tekrar arabaya binip yola çıktık. Yol boyunca hiçbir yere bakmadan başımı cama yaslayıp ağrıdan çatlayan şakaklarımı ovdum. Herkesi teker teker evine dağıttıktan sonra en sona ben kalmıştım. Evin kapısında durduğumuzda tam inecekken Kuzey kolumu tuttu.
"Ne oldu?" Dedim gözlerinin içine bakarken. Gözleri kahverengi olmasına karşın geceleri gökyüzü karanlığına bürünüyordu.
"İyi değilsen gerçekten hastaneye gidebiliriz."
Gülümsemeden edemedim. Birinin bana bu derece değer verdiğini uzun zamandır görmemiş, ya da farketmemiştim. Kuzeyle aramızda son zamanlarda olan yakınlık göz ardı edilemeyecek bir gerçekti. Kolumdaki elini alıp iki avucumun arasına koydum.
"Gerçekten iyiyim. Olmasaydım eğer götürmene karşı koymazdım, emin olabilirsin."
Kısa bir süre sessizce bakıştık.
"O zaman iyi geceler ayın en güzel hali." Dedi gözleri beni sevgiyle süzerken
"Bekle. İstersen bu akşam bende kal. Ne dersin? Yarın birlikte geçeriz bizimkilerin yanına. Sen de daha fazla boşa direksiyon sallamamış olursun."
Şaşkın bakışlarla dalga geçip geçmediğimi anlamak istercesine kaşlarını çatıp gülümsedi.
"Ciddi misin?"
"Neden ciddi olmayayım? Hem,"
Muzip bir tavırla ona yaklaşıp başımı omzuna yasladım;
"Hastayım biliyorsun."
Kendini tutamayıp bir kahkaha patlattı.
"Peki, bu gece sana hasta bakıcılık yapabilirim. Madem o kadar ısrar ettin."
Arabadan inip eve girdik.
"Hiçbir şey değiştirmemişsin. En son doğum gününde gelmiştim galiba."
"Çok olmadı zaten ne değiştireceğim ki?" Dedim gülerek, "kafamı kaşımaya vaktim olmuyor bazen biliyorsun, zaten kaç haftadır ev yüzü görmedim. Neyse, bir şeyler içmek ister misin?"
"Dolunay... midem ağzıma kadar dolu zaten."
Sırıttım.
"O zaman gel uyuyalım çünkü biraz daha ayakta kalırsam kusacakmışım gibi hissediyorum."
Cümlemle beraber tekrar ciddileşti.
"Sen iyi değilsin gerçekten." Dedi endişeli endişeli hayıflanarak "Gidelim diyorum kabul de etmiyorsun ki."
"Hadi tamam tamam."
Kolundan tutup onu odama götürdüm. O hala iyi olmadığım hakkında şeyler söylemeye devam ediyordu. Dinlememeye özen gösterdim
"Şanslısın, evden en son çarşafları değiştirip çıkmıştım." Dedim kapıyı aralarken.
Susup odamda göz gezdirdi.
"Burada mı yatacağız?"
Şaşkın bir ifadeyle ona döndüm;
"Yatacaksın."
Memnuniyetsizce suratını buruşturdu.
"Hadi ama Dolunay," dedi kapının kenarına yaslanırken.
Elinden tutup onu içeri çektim, ardımdan kapıyı kapattım. Yüzü mutlulukla aydınlandı.
"Yanlış anlaşılmasın, sana daha iyi bakabilmek için bunu teklif ettim." Dedi muzip bir tavırla.
"Bu bana nedense birini hatırlattı. Kötü amelleri olan büyük bir kurt gibi."
Sırıttı. Kahverengi gözleri benimkileri delip geçerken bana biraz daha yaklaştı. Ellerimi boynuna doladım.
"Seni kabul etmiş olabilirim ama bu üzerimi değiştirirken burada olman gerektiği anlamına gelmiyor."
Hiçbir şey demeden odadan kısa bir süreliğine ayrıldı. İşim bittiğinde tekrar ona seslendim. Yavaşça yumuşak yatağımın içine gömülürken Kuzey yatağın ayakucuna oturdu.
"Sana bir şey söylemem gerekiyor." Dedim bir anda. Hiç istemediğim bir şeydi, ama gerekliydi.
"Söyle hadi, yine ne çıkacak acaba başının altından."
"Ben," dedim. Sesim çıkmak istemiyormuşçasına boğazımda takılı kaldı. "Yarın izne ayrılıp buralardan gideceğim. Epey uzun bir süreliğine."
Yattığım yerde doğrulup sırtımı yatak başlığına yasladım. Kuzey'in dudakları bir şeyler söylemek için aralandı, ama demedi. Uzanıp elini tuttum.
"Bu aralar çok yakınız farkındasın değil mi?" Dedi kısık bir sesle. Gözleri tuttuğum elindeydi.
Canımı yaktı. İlk defa canım yandı. Bu yüzden kimseye bağlanmamaya çalışıyordum. İkimiz bir anda biz olma yolunda ilerlerken, o yola büyük bir çığ kütlesi indi. Yol darmadağın oldu.
"Biliyorum. Ama inan ne seninle ne de başka biriyle alakası var bu durumun. Kafam allak bullak. Bazen yiyip içmeyi bile unutuyorum. Beynim plan yapmaktan, onu nasıl uygulamaya geçireceğimden başka hiçbir şey düşünemez oldu."
Sessizce cümlelerimi dinlerken gözleri benimle buluştu. Esmer teni loş ışığın altında kusursuz görünüyordu. Bir şeyler demesini bekledim, o ise devam etmemi bekler gibiydi.
"Görüşürüz, hep yanıma gelirsin. Ne bileyim..."Kelimelerin arasında kayboldum.
"Yapma Dolunay. Yakında uzun soluklu bir işe daha girişiriz. Sen de farkındasın. Bana imkansızlar üzerinden söz vermeye kalkışma sakın."
Cümleleri birer birer kalbime battı. Nefes almakta zorlandım. Ona karşı garip bir zaafım vardı. Ben kimseyi önemsemezdim. Ama o farklıydı, herkesten. Elleriyle yavaşça belimi kavrayıp beni biraz daha kendine yaklaştırdı.
"Seni bir şeye zorlayamam, hakkım yok biliyorum. Ama seni bekleyeceğimi bil."
Başımı salladım, "biliyorum." Diye fısıldadım.
"Şimdi bunları dert etmeyi bırak, dinlenmen gerek. Yarın çok işin var." Dedi gülümserken.
Üzerini çıkarıp yanıma kıvrıldı. Yüzümüz birbirine dönükken kaçınılmaz bir şekilde dudaklarımız birleşti. Kısa öpücüğün ardından arkamı dönüp bana sarılmasına izin verdim. Sıcaklığı ruhumun derinlerine işlerken gözlerim güvenle kapandı, ilk kez...
***
"Peki kime bırakıyorsun? Kesin Ala'ya değil mi?"
"Kaçınılmaz son. Çok hevesliydi ne yapabilirim? Keşke senin yerinde olsaydım derdi hep. Sanki planları beraber yapmıyormuşuz gibi."
"Eğlence arıyor." Dedi kahkahasının ardından.
O sırada Ala görüş alanımıza girdi. Esneyerek kayıtsız gözlerle etrafa bakındı. Beni görünce az önceki kısık gözlerinden eser kalmadı, kocaman açtığı gözleriyle koşarak yanımıza geldi.
"Dolunay!"
Boynuma atlarken bebek sarısı saçları gözlerimin içine doluştu. Onları yüzümden aşağı ederken bir yandan da ona sarıldım.
"Yerime geçecek o kadın da sonunda geldi."
Koca gözleri heyecanla karışık bir mutlulukla ışıldadı.
"Akın nerede? Gitmeden hepinizle konuşmam gerek."
Ala bir anda kaşlarını çattı, "e ekip azaldı. Hangi birimiz hangi işi halledecek?"
"Ben karışmam, bilgisayarım bende. Siz kendi aranızda düşünüp karar verirsiniz artık." Dedi Kuzey omuzlarını silkerken.
Oturduğum döner sandalyemde yavaşça kendi eksenimde dönerken muhabbetlerini dinliyordum. Akın da bir zaman sonra aramıza katılınca birkaç dakikalık küçük çaplı bir konuşma yaptım.
"En önemlisi de dikkatli olun."
Hepsinin yüzündeki endişeli ifade, yoğun gerginlik barındıran bu ciddi ortamı adeta nefes alınmaz hale getiriyordu.
"Kendime harika bir ev seçtim," dedim bir anda sis gibi çöken gerginliği dağıtabilmek için. Bu az da olsa iş odaklı atmosferi başka konulara sürüklemişti.
"Satın mı aldın yoksa kira mı?"
"Satın aldım." Dedim Akın'ın sorusuna gururla çenemi kaldırırken.
"Peki bize nerede olduğunu söyleyecek misin artık? Hani kırsal dedin uzak dedin, biraz daha ipucu versen?"
"Maalesef bu bilgiyi hiçbirinizle paylaşmayacağım. Sadece şehrin dışında koca bir arazide harika müstakil evlerin bulunduğu bir yer. Ama acil, gerçekten acil bir durum olursa diye bir kasa kiraladım. Adres ve evin anahtarı orada."
Hepsi imalı bir şekilde gülümserken gözlerim devrilmekten başka hiçbir şey yapmadı.
"Acil durum. Telefonunuzu açmam bir ay iki ay, o zaman acil durum tamam mı?"
"Bulurum ki sinyalden." Dedi Kuzey sinir bozucu bir sırıtışla.
"Hattımı kırarım."
"Acil durum olur, kasayı açar yine bulurum." Dedi dudaklarını büzmeden önce
"Taşınırım." Kaşlarımı tehditkâr bir şekilde kaldırdım.
Kuzeyle birbirimize birer av ve avcıymışız gibi bakıyorduk. Her cümlenin ardından türler yer değişiyordu. Soluk kesen bakışmalarımıza ara verip diğer ikisine döndük. Akın ve Ala, bıyık altı gülüşlerle bizi seyrediyorlardı.
"Cinsel gerilimden öldüm." Dedi Ala pervasız bir tavırla.
Konuyu bir şekilde dağıtıp onlarla son bir konuşma yaptım. Ardından kasanın şifresini verdikten sonra gitme vaktinin gelip çattığı gerçeği kalbimde büyük bir boşluk hissi uyandırdı. Dışarı çıktığımızda her biriyle sarılarak vedalaştım.
"Sadece bir yıl. Hatta canım isterse bir kaç ay. Kime ne ki?"
"Bizi mi yoksa kendini mi avutuyorsun Dolunay?"
Akın'ın bu cümlesinden sonra durgunluk, üzerime gece gibi çöktü. Derin bir nefes alıp onlara döndüm.
"Sizi tabiiki."
"Doğru, senin umursamaz kraliçe olduğunu unutmuşuz." Dedi Kuzey. Sesindeki kin miydi yoksa burukluk mu karar veremedim.
"Neyse, bir gün illaki görüşeceğiz. O zamana kadar diri kalınız lütfen."
Birkaç saniye sonra Kuzey'le baş başa kalmıştık. Kahverengi gözlerinde donukluk vardı. Sessizce arabamın önüne kadar yürüdük. İsteksizdi, veda etmek istemiyordu. Elini tutup kendime döndürdüm.
"Çok bencilim değil mi? Öyle düşünüyorsun artık hakkımda."
"Hayır. Öyle bir düşüncem yok. Senden başka bir düşüncem yok."
Cümlesi parçalara bölündü, kıymık misali kalbime saplandı. Sessizliğin ortasında kahverengi gözlerine odaklandım. Orda kaybolmak istedim, onunla beraber. Yapamazdım. Bunu ne kendime ne ona yapamazdım. Gözlerimi gözlerinden ayırıp başka bir yöne döndüm. Gözlerim dolmadı, çünkü istemedim. Büyük bir soğukkanlılıkla tekrar ona döndüm.
"Herkes önüne bakmalı bence."
Yüzü kasıldı, nefesleri sesli hale büründü.
"Beni kendinden nefret ettirmeye çalışma Dolunay. Edemem."
"Görüşürüz, Kuzey." Dedim sesimin en sert ve duygusuz tınısıyla.
Arabama binip çalıştırdım. Arkama bakamazdım. Bakarsam ileri gitmemin imkansız olacağından emindim çünkü. Cesaret edebildiğim tek şey uzaklaşırken dikiz aynasına baktığımdaki gördüğüm bulanık silüetiydi.
***
Yaklaşmaya yakın bir market görür görmez önünde durup saate baktım. Emlak danışmanıyla ayarladığımız saate sadece yarım saat kalmıştı. Marketten birkaç parça gıda malzemesi aldım. Arabaya geri döndüğümde kafamın içi konuşmaya başladı. Boş sesleri bastırması için açtığım şarkı, hiçbir işe yaramıyordu. Sinirle direksiyonu sıktım. Duygularıma hakim olamadığım, kendimi aptal bir duyguya ölesiye teslim ettiğimle alakalı düşünceler kafamda dönerken bu yolu hatasız gelmem bile şükredilesiydi.
Aşkın gözü aptal duygularla perdelidir. Ben buna alışkın değilim. Önünü şeffaf bir şekilde göremezsen duyguların arasında kaybolman olasıdır. Duyguların arasında kaybolursan doğru yolu göremezsin, hata üstüne hata yapman da olasıdır. Benim hayatımda hataya yer yoktu.
Hatasız insanlar, mantığıyla hareket edenlerdir. Mantığın gözleri bir şahinininki gibi keskindir. Kafanızı kurcalayacak gereksiz duyguları barındırmaz. Sizi boş hayallerle oyalamak yerine başarıya odaklar. Duyguların gelip geçici olduğunu bilmeyen birisinin varolduğunu sanmıyorum. O yüzden mantıklı olup onları göz ardı ederseniz, bir çiçek misali solacaklardır. Göz ardı etmeniz için duyguyu beslemenizi sağlayan şeyden uzaklaşmanız gerekir. Gözden ırak, gönülden de ıraktır.
Evin önüne geldiğimde kafamın içindeki savaş beyaz bayrak çıkardı. Düşünceler susunca derin bir nefes verdim. Birkaç dakikalığına arkama yaslanıp sakince oturdum. Gözlerim etrafı taramaya başladı. Sol taraftan takım elbiseli bir erkek kafilesi ağır adımlarla etrafa bakmadan ileriye doğru yürüyorlardı. İstemsizce kaşlarım çatıldı. FBI konulu filmlerden fırlamış gibi duran bu adamlar, böyle bir yere göre fazla resmi bir giyime sahiplerdi, eğreti duruyorlardı.
"Dolunay Hanım!"
Tiz bir kadın sesi gözlerimi onlardan çekmeme neden oldu. Tam arabanın önünde duran kadını görünce kapıyı açıp indim.
"Geç kaldığım için özür dilerim. Hemen eve geçelim." Dedi eliyle evi işaret ederken.
"Önemli değil."
Kapıyı açar açmaz evin kendine ait, asla nasıl bir şey olduğunu açıklayamayacağım kendine has kokusu burnuma doldu. Üzeri beyaz çarşaflarla örtülü mobilyalar, cadılar bayramında hayalet kostümüyle ortalıkta gezinen çocukları anımsattı. Bazı eşyalar ise naylonlarla kaplıydı. Koyu meşe ağacı rengi parkeler bastığım an ayağımın altında acı bir sesle gıcırdadı.
"Ev kesinlikle internette bana gösterdiğiniz fotoğraflardan daha iyi."
"Beğenmenize gerçekten çok sevindim." Dedi gergince yutkunurken.
"Bir problem mi var?" Dedim sol tarafımda duran siyah saçlı, kısa boylu kadına.
"Ah, hayır. Buradan sonra görüşmem gereken iki tane daha müşterim var da, geciktiğim için hepsini nasıl halledeceğimi düşünüyordum sadece." Dedi mahçup bir edayla.
"Daha fazla beraber gezmemize gerek yok, ben evi aldım sayılır zaten."
"Gerçekten mi?" Yüzü heyecanla ışıldadı. "O zaman ben size anahtarı vereyim, imzaları attıktan sonra."
"Tabii."
Gerekli yerleri imzaladıktan sonra kapının önünde çıkmadan önce kadın tekrar bana döndü.
"En yakın market bir kilometre uzaklıkta. Çevre evler tamamen dolu, sakinlerini yakında daha iyi tanıyacağınıza eminim." Dedi biraz ötedeki iki evi işaret ederken. "Bu sıradaki evlerden sadece sağ tarafa doğru olanlar boş."
Anladığımı belirtircesine kafamı salladım.
"Bir de boş dediğim evlerden çok çok fazla ileriye gitmeyin. Arazi çıkışı oluyor. Ne olur ne olmaz." Sesindeki tedirginlik açıkça kendini ele verdi.
"Çevreyi neredeyse tamamen gezmiştim geçen aylarda. Orası bomboş. Üç beş tane boş depo vardı sadece." Dedim sert bir ifadeyle.
"Dediğiniz gibi, bomboş. Ne çıkacağını bilemeyiz. Öylesine uyarmak istedim." Dedi, gülümsemesini ardına yerleştirdi.
"Anlıyorum."
"O zaman bana müsade. Bir problemle karşılaşırsanız beni aramaktan çekinmeyin lütfen."
"Teşekkür ederim."
Kapıyı kapatır kapatmaz olduğum yerde yaslandım. Gözlerim evin her bir yanında gezdi. Sıvası sağlam beyaz renk duvarlar onlara can vermemi istercesine kendilerini öne atıyorlardı. Onlardan önce boyamam gereken başka bir şey daha vardı. Birer birer eşyaların üzerinden tozlu örtüleri kaldırırken saat çoktan ikindi vaktini geçmişti bile.
***
"Buraları da temizlemem lazım." Dedim salonda kendi kendime. Şimdilik banyo ve kendi kalacağım odayı temizlemiştim. Kararan hava gece yarısını geçen saati bildirirken gözlerim ortada duran yemek masanın üzerindeki telefonuma gitti. Elime alıp bakma isteğiyle yanıp tutuştu. Ama bakmadım. Yapmam gereken son bir şey vardı.
Çantamın içerisinden çıkardığım saç boyasıyla kısa bir bakışma yaşadık. Hızla banyoya ilerleyip boyayı talimatlara göre hazırladıktan sonra saçlarıma uyguladım. Boya tuttuktan sonra kalıntıları keyifli bir duşla beraber saçlarımdan arındırdım. Aynanın karşısından bana bakan yeni kadına gülümsedim. Uzun zaman sonra kendi rengi olan koyu kahveye döndürdüğüm saçlarım ışık altında altın gibi parlıyordu. Kuruttuğum an o canlılığını kaybetse de özüme döndüğüm hissi hala aynı şekilde duruyordu.
Kısa bir an bundan öncesi kaç renge daha döndürdüğümü düşündüm. Her renkte başka bir kişilik yatıyordu, en azından benim için. İçlerinde en sevdiğim bundan önceki kırmızı olandı. Tartışmasız. Tüm bunları düşünürken kafa dinlemeye gerçekten ne kadar ihtiyacım olduğunu anladım. Odama girdiğimde asla bana ait hissettirmedi, yine. Başımı yastığa koyduğum an kafamın içindeki tüm kargaşa birkaç dakikalığına sustu. Bu da uykuya dalabilmem için çok güzel bir aralıktı.
***
Saman çiğner gibi hissettiren sandviçi bıkkın bir nefes verdikten sonra bir köşeye bıraktım. İstediğim zaman dışarıdan yemek yiyemeyecek olmak işleri bozuyordu ama yemek yapmasını öğrenebilirdim. Şimdilik tek bildiğim şeyi yaptım. Temiz olduğunu düşündüğüm tavaya, dünyada en nefret ettiğim şey olan yumurtayı kırıp boş gözlerle istediğim kıvama gelmesini izledim.
Tabak kirletmeye gerek olmadığını düşündüğüm için altına altlık koyup sıcak tavayı masanın üzerine bıraktım. Dün aldığım ekmek kesinlikle ilk aldığım gibi değildi. Kahvaltıyı bitirdikten sonra çöpleri toplayıp hepsini bir araya getirdim. Dün çok fazla çöp çıkmıştı. Özellikle iğnenin dahi sarılı olması çok fazlaydı. Elime aldığım ilk poşet ile kapıya doğru yürüdüm. Kilidi çevirdiğim an gördüğüm şeyle beraber kaslarımın gevşemesi bir oldu.
Boğazı tamamen yarılmış bir erkek bedeni, basamakların tam önünde kanlar içinde öylece duruyordu. |
0% |