Yeni Üyelik
3.
Bölüm

⚔︎ 2 ⚔︎

@lilithstear

Nefesim kesildi. Elimdeki poşet gürültüyle yeri boylarken hala gözlerim yerdeydi. Yerde yatan adamdan sızan kanı izlerken midemin ağrısı adeta her şeyi dışarı dökmem için bana işaret veriyordu. Yutkunup elimi midemin üzerine bastırdım. Kalbim yerinden çıkmak istercesine göğüs kafesimi zorluyordu. Etrafımızı çepeçevre saran o ağır kan kokusunu içime çektim.

 

"Ne yaptın sen?"

 

Sesin geldiği yöne baktım. Karşı evden hızla benim olduğum tarafa koşan kadın çıldırmışçasına bağırmaya başladı. Sesi duyan diğer evlerdeki insanlar birer birer kapıya çıkıp merak ve şaşkınlık içerisinde yaşanan olayları izlemeye başladılar.

 

Kekeleyerek, "ben bir şey yapmadım." Diyebildim sadece.

 

Ellerini saçlarının arasına geçiren kadın, cesetin yanına eğilip korkusuzca elini kan fışkıran boğazına bastırdı. Gözyaşları yanaklarından aşağı süzülürken acıyla haykırdı. İnsanlar meraklı ve yargılayıcı bakışlarıyla beni ve olanları incelemeyi sürdürmeye devam ettiler. Birkaç kişi çoktan telefonunu kulağına götürmüştü bile.

 

Kesik kesik aldığım nefeslerin arasından "neyin oluyor?" Diye sordum kadına.

 

Kadının öfkeli gözleri midemin kasılmasına neden oldu. Yutkunup bir basamak aşağı indim. Eğilip adamı inceledim. Teninin sıcaklığı daha henüz öldüğününün en iyi işaretiydi. Kadın hışımla bileğimi tutup dokunduğum yerden çekti.

 

"Sakın! Bir daha sakın ona dokunma."

 

Ayağa kalkıp tuttuğu bileğimden beni sürüklemeye başladı. Sertçe kolumu ondan çekip olduğum yerde durdum.

 

"Ne yapmaya çalışıyorsun sen?"

 

Siyah saçlı kadının titreyen kanlı elleri tekrar bileğimle buluştu, "bunun bir cezası olacak. Kocamı öldürmenin bir cezası olacak." Diye bağırdı nefes nefese.

 

"Ben hiçbir şey yapmadım. Tekrarlamayacağım." Dedim sert bir ifadeyle.

 

"Sen yapmadıysan kim yaptı? Ceset tam evinin önünde." Dedi çaprazımızdaki beyaz evin önünde duran adam.

 

"Ayrıca sen kimsin ve ne zaman geldin buraya?" Dedi nerden geldiğini algılayamadığım bir başka ses.

 

O an anladım ki herkes kesinlikle bunu benim yaptığımı düşünüyordu. Aslında haklılardı da. Onlar için ne idiği belirsiz birisiydim sadece. Beni görmemişlerdi, hakkımda hiçbir fikirleri yoktu ve ceset benim verandamı kırmızıya boyuyordu.

 

Ortama giren sesle beraber arkama döndüm. Polis arabasının içinden inen bir adam ve bir kadın tam önümüzde durdu.

 

"Neler oluyor burda?"

 

Saçlarını at kuyruğu şeklinde bağlayan ela gözlü polis, kaşlarını çatıp yerde yatan cesedi ve birkaç metre ötesindeki bıçağı inceledi. Diğer uzun boylu esmer adam ise kapıda meraklı gözlerle etrafı izleyen insanlara neler olduğunu sormaya koyulmuştu.

 

"Bu!" Adamın karısı bağırmaktan çatallanan sesi kulaklarımı tırmalarken işaret parmağıyla beni gösterdi.

 

"Bu kadın benim kocamı öldürdü," Dedi haykırarak.

 

Yutkundum. O sırada polis arabasının arkasında siyah bir araba daha durdu. İçinden inen adamın gözleri anında yerdeki cesetle buluştu.

 

"Olay yeri inceleme birazdan burda olur. Sakinleşin tamam mı?" Dedi polis memuru.

 

Adam yanımıza yaklaşıp beni inceledi. Bakışları altında ezildiğimi hissettim. Mavi gözlerini benden çekip kısa bir süreliğine etrafa baktı.

 

"Merhaba ben Baray."

 

Uzattığı elini sıkıp doğrudan buz mavisi gözlerinin içine baktım.

 

"Dolunay."

 

Yakasından aldığı kırmızı mendili bana uzattı.

 

"Kurumuştur çoktan, teşekkürler."

 

Başıyla onaylayıp mendili katlayıp yerine koydu "Burada yenisiniz galiba. Sizi daha önce gördüğümü hatırlamıyorum."

 

"Daha dün taşındım." Elimle cesedin tam önünde yattığı evi işaret ettim, "buraya."

 

Kaşlarını kaldırıp "ilginç." Dedi.

 

Polis memuru çoktan cesedin başında bekleyen kadını alıp kendi evlerinin önüne götürmüştü. Titreyen kollarını sıvazlarken ona bir şeyler söyleyip duruyordu.

 

"Siz?"

 

"Ben bu olayla alakalı bir yetkili değilim ama buralar bana ait. Problem olduğunu duyunca kontrol etmek istedim."

 

"Nasıl yani?"

 

"Yani almış olduğunuz ve alınacak olan bu evlerin yapıldığı arazi bana ait. Komple ilerideki araziler ve devamı için de geçerli."

 

"Anladım..."

 

Esmer adam yanıma yaklaştı, "sizi karakola götürmemiz lazım. Bazı yapılması gereken işlemler var çünkü."

 

Başımı salladım. "Üzerimi değiştirmeme izin verin lütfen."

 

Anlayışlı gözleriyle isteğimi onayladı. Yanımdaki uzun boylu sarışın adama kısa bir bakış atıp yavaşça yanlarından uzaklaştım. İçeri geçip üzerimi değiştirdikten sonra çantamı da alıp tekrar yanlarına döndüm. Olay yeri incelemeden gelen insanlar dikkatle cesetten ve etraftan delil topluyorlardı. Son olarak bir tanesi yerdeki bıçağı alıp şeffaf torbaya koyduktan sonra geçmem için izin verdiler. Esmer adam koluma girip beni arabanın yanına götürürken Baray bizi durdurdu.

 

"Bırak benimle gelsin. Kadının kocasıyla aynı arabaya koymak mantıksız olur zaten."

 

Yavaşça kolumu bırakan adam başıyla onu onaylayıp bizden uzaklaştı. Gözlerim Baray'la buluştu. Mavi gözleri garip bir güvenle ışıldadı.

 

Eliyle arabayı işaret etti, "böylesi daha mantıklı geldi. Geçelim lütfen."

 

Bir şey demeden ardından yürüyüp arabaya bindim.

Yol boyunca hiçbir şey konuşmadık. Geldiğimizde bana eşlik etti. Hiçbir şey görmediğim ve bilmediğimle alakalı şeyler zırvalarken bile nasıl oluyorsa yanımdaydı ve kimse asla bu durumu sorgulamadı. Bıçağın ve cesedin üzerinde birden fazla parmak izi bulununca kayıtlarında parmak izim bulunmadığı için onu da verdim. Saatler süren bekleme sonucunda hiçbirinden benimle alakalı hiçbir ize rastlanmadığını söylediler.

 

"Peki bunu kimin yaptığıyla alakalı ben hariç şüpheliniz var mı? Çünkü birden fazla iz bulunduğunu söylemiştiniz."

 

Oturduğum sandalyede bıkkın şekilde bacağımı sallarken koca cüsseli komisere baktım.

 

"Diğer izin kime ait olduğunu bulamadık."

 

"Nasıl yani? Hani herkesin parmak izi verisi falan vardı burda."

 

"Demekki dışarıdan biri." Dedi imalı gözlerle.

 

İri vücudunu oturduğu koltukta rahatsızca ırgattı. Gözlerim, karşımda kollarını bağdaştırmış, düz bir ifadeyle polisi inceleyen Baray'a kaydı. Ona baktığımı hissetmiş gibi aynı anda o da bana baktı. Bıkkın bir nefes verdim.

 

"Evet, diyeceklerim bu kadar. Elimizde olan bu kadar."

 

"En azından önlem alacaksınız değil mi? Çünkü her kimse hala dışarıda."

 

Adamın gözleri önündeki belgelerdeydi, onları düzenliyordu.

 

"Evet devriyeler gezmeye başlayacak yarından itibaren."

 

"Yarından itibaren mi?"

 

Baray bir anda ayaklanınca tüm odağım ona kaydı.

 

"Tamam bu kadar yeterli. Teşekkürler." Avuçlarını birbirine sürtüp kapıya yöneldi. Kapıyı açtıktan sonra omzunun üstünden bana baktı.

 

"Gelmiyor musun?"

 

Gözlerim bir ona bir sol tarafımda oturan iri yarı komisere gidip geliyordu. Baray bakışlarını benden çekip, arkasına bakmadan adımlarını dışarı attı. Burnumdan solur bir vaziyette ayağa kalkıp arkasından ben de odadan çıktım. Ben peşinden gelene kadar o epey ilerlemişti, adımlarımı hızlandırıp ona yetiştim. Yanına yaklaştığımda başını eğip bana bakmadı bile. Kolundan tutup onu durdurdum.

 

"Problem ne?" Mavi gözlerini suratıma diktiğinde anlık afallayıp ne diyeceğimi unutur gibi hissetsem de konuya girdim.

 

"Problem ne mi? Prob-"

 

Kolumdan tutup beni karakoldan dışarı çıkardı.

 

"Güzelim sakin olur musun biraz? Nefes al. Bak şüpheli konumunda da değilsin artık."

 

Yutkunup kolumu parmaklarının arasından çektim. Derin bir nefes alıp geri bıraktım. Garip bir şekilde sinirim ve tedirginliğim asla yatışmıyordu. Tekrar Baray'a baktım. Sakince etrafı izliyordu. Dişlerini sıkıp gevşettikçe çene kaslarının oluşturduğu çıkıntı yüzüne ayrı bir derinlik kazandırıyordu. Gözleri tekrar benimle buluştu.

 

"Sakinleştiysen eğer..." eliyle yolu işaret etti.

 

"Ya sen nasıl bu kadar rahat olabilirsin ki? Ayrıca neden bir anda 'ah tamam ya!' diyip çıktık? Gece boyunca ne yapacağım ben?" Bütün bu soru silsilesini öfkeyle içimden kustum.

 

"Şu an sadece bir tane sorunu cevaplayabilirim, hangisi olacağını sen seç," dedi umursamaz bir tavırla.

 

Kayıtsız bakışlarla tekrar yürümeye başladı. Üzerimdeki şaşkınlığın verdiği duraksamayı bir kenara bırakıp tekrar peşinden yürümeye başladım.

 

"Peki, gece boyunca ne yapacağım ben?"

 

Yüzüme bakmadan konuşmaya devam etti, "bu kadar korkuyor olamazsın. Ajanmışsın ya hani."

 

"Sen bunu nereden öğrendin?"

 

"Gün boyunca seninle beraberdim unuttun mu? Ayrıca her şeyden tırsan birine göre bir meslek değil ama, neyse."

 

"Bu herhangi bir şey değil. Dışarıda caninin biri tanımadığım bir adamın boğazını kesip, daha taşınalı 24 saat bile olmayan evimin verandasına öylece bırakmış. Yani bu benim için bir tehdit."

 

Arabanın önüne geldiğimizde durup tam önüme geçti.

 

"Çözeceğiz korkma. Sadece bana bırak. Kimse buraya, benim topraklarıma elini sallaya sallaya girip kafasına göre birini katledemez."

 

Kahverengi gözlerimi delip geçen bakışları karşısında sanki telkin olmuşçasına sakinleşip, bir an onun dünyadaki her şeyi çözebileceğini hissine kapıldım. Arabaya bindiğimizde hiçbir şey demeden onun konuşmasını, bir şeyler diyip çözümler söylemesini bekledim. Kontağı çalıştırdıktan sonra bana döndü.

 

"Düşmanın var mıydı?"

 

Yutkundum, "bilmiyorum."

 

"Bilmen gerekiyor. Bu olay sen geldikten sonra oldu. Aksi taktirde tüm oklar sana dönüyor."

 

"Ben öldürsem neden kendi evimin verandasına bırakayım?"

 

Yüzüne küçümseyici bir tebessüm yerleştirdi, "bunu diyebilmek için."

 

Bütün cümlelerim ağzıma tıkıldı. Gözlerimi, önümde birbirine kenetlediğim ellerime diktim. Sanki bugün başka biriydim. Bu zamana kadar kimse bana kelime oyunları yapamamıştı, kendim hariç. Asla afallamazdım, karşımdaki hiçkimse beni bu derece çıkmaza sokacak cümleler söyleyemezdi. Çünkü asla hataya düşmezdim, hep uyanıktım. Buz tutan ellerimi ovuşturup işin içinden nasıl çıkabileceğimi düşündüm.

 

"Yarın tekrar buraya geleceğiz ve sen herkesin fotoğrafını inceleyip tanıdığın olup olmadığına bakacaksın. Yüzleri mi tanıdık değil, soy isimlerine bakacaksın anlaşıldı mı?"

 

Mantıklı gelen bu çözüm yolunu başımla onaylayıp yolu izlemeye başladım. Bok gibi bir güne uyanıp daha bu sabah tanıştığım bir adamla sorun çözmeye çalışıyordum. Kendi kendimi bu maceraya yine kendim sokmuştum. Ne hayıflanabilirdim ne de ağlayabilirdim. Hoş, ben ağlamazdım zaten. Ama işler ilk defa bu derece çıkmaza girmişti, daha doğrusu ilk defa tek başıma böyle bir çıkmaza girmiştim.

 

"Dolunay."

 

Araba yavaşça durunca karşıma baktım. Neredeyse evlerdeki tüm sakinler bir araya toplanıp yola dökülmüşlerdi. Ona döndüğümde yine dişlerini sıkıyordu. Sakin hareketlerle arabadan inince peşinden gitmem gerektiğini hissettim. Ağır adımlarla onlara yaklaşıp önlerinde durdu.

 

"Ne oluyor burda?"

 

Önde duran uzun boylu kızıl saçlı kadın, "onu burda istemiyoruz, o oluyor." Dedi sert ifadesini bozmadan.

 

"Neden durduk yere ayaklanıp taşkınlık çıkarmaya çalışıyorsunuz?

 

"Durduk yere mi?" Kadın bir adım daha öne çıktı. Diğerleri kendilerine cümleleriyle onun liderlik etmesinden memnun gibi duruyorlardı. Ben de Baray'ın arkasında durup aynen onlar gibi susmayı tercih ettim.

 

"Selin'in kocası, bu" parmağıyla beni işaret etti, "kadının evinin önündeki basamaklarda yatıyordu daha bu sabah. Kanlar içerisinde."

 

"Bu bir şeyi ifade etmiyor," dedi Baray sert ve boğuk bir sesle. "Aynı onun gibi sizler de birer şüpheli konumundasınız şu an. Hatta parmak izi olmadığı için o şüpheli listesinde bile değil büyük ihtimal. Nereden bilebiliriz bir yabancının gelişini fırsat olarak değerlendirmediğinizi?"

 

Kadın sinirle titredi. Herkes bir anda mırıltılar haline bir şeyler demeye başladı. Tartışma devam ederken ben de insanların hepsinin birer birer yüzlerini taramaya başladım. İçlerinden herhangi biri, daha önce gördüğüm kimseye benzemeye yakın bile değillerdi.

 

"Yeter Baray. Zırvalarını dinleyemeyiz. İstemiyoruz o kadar. Al madem o kadar güveniyorsun, evine götür olur mu? Eğer Selin bu kadını bir kez daha görürse eğer onu asla tutamayız. Başka bir kan daha çıkmasını istemiyorsan bir çözüm bulursun."

 

Her biri başıyla kızıl saçlı kadının dediği şeyleri onayladı.

 

"Ona güvendiğimi kim çıkardı. Belki size güvenmiyorum. Açık şekilde tehdit ona yapılmış görmüyor musunuz?"

 

Kadın gözlerini devirdi, "siktir git Baray." Dedi tükürür gibi. "Sırf buralara sahipsin diye her istediğini kabul edemeyiz."

 

Sessizce tüm bu olanları izlediğime kendi kendimi bir anlığına inanamadım. Karşımdaki tüm insanlar beni katil olarak suçlarken, hakkımı savunmayı başkasının diline bırakıp öylece aptal aptal olanları seyrediyordum. Nefes almaya dahi gücüm yok gibiydi.

 

"Tamam ben onunla kalacağım bu gece. Sabaha kadar da dışarı bir adım atmasına izin vermeyeceğim."

 

Kurduğu bu cümleyle gözlerim sol yanımda duran Baray'a kaydı.

 

Kadın, "peki öyle olsun." Diye kabullendi asla beklemediğim bir hızla. Herkes yavaş yavaş evlerine dağılırken biz orada durup onları izledik.

 

"Bu nereden çıktı şimdi?"

 

"Daha iyi bir fikrin var mıydı?" Dedi sert bir sesle.

 

Sessizce eve yönelip kanın, rengiyle desenler oluşturduğu basamakları çıktı. Kapının önünde durup cebimden anahtarı çıkardım. Kilidin deliğine anahtarı ne kadar sokmaya çalıştıysam da başaramadım. Başımın döndüğünü aşağı bakarken çok açık bir şekilde hissedebiliyordum. Derin bir nefes alıp tekrar denedim ama yine olmadı. Baray elimdeki anahtarı alıp beni kenara ittirdi. Kapıyı açıp içeri girdi.

 

"Geç hadi."

 

Başımı yukarı kaldırıp buz mavisi gözlerine kenetledim. Başım bu sefer daha şiddetli dönmeye başlayınca dengemi sağlayamadım. sendelediğim anda anlayamadığım bir hızda Baray beni çoktan havalandırmıştı bile.

 

"Saat dokuz buçuğu geçmiştir kaç saattir açsın, tabii bayılırsın. Kollarını bana dola!"

 

Sessiz bir şekilde emrettiği şeyi yapıp gözlerimi kapattım. Daha sonra tek hissettiğim şey göğüsümde oluşan boşluk hissiydi.

 

***

 

"Dolunay."

 

İsmimi fısıldayan yabancı ses zihnimin içinde boş bir arazinin içerisinde atılan çığlık misali yankılandı. Karanlık alandan çıkmak istemedim. Boşluğun içinde süzülürken tekrar o sesi duydum. Alnımda hissettiğim el ile beraber gözlerimi aralayıp başucumda dikilen kişiyi seçmeye çalıştım. Korkuyla irkilip kendimi geri çektim.

 

"İyi misin?"

 

Birkaç saniye sonra daha net görmeye başlayınca uzun boylu adamın kim olduğunu seçebilmiştim. Baray dikilmeyi bırakıp yanıma eğilince göz göze geldik.

 

"Uyan artık saat bire çeyrek var."

 

Kaşlarımı çatıp bu abuk durumu değerlendirmeye çalıştım ama bir türlü hiçbir şey anlamlı ve ait hissettirmiyordu. Yanımdaki adam, içinde olduğum ev, eşyalar, yattığım kanepe, ışığın rengi... bir anda doğrulup bacaklarımı karnıma çektim. Baş dönmesi hissi anında gözlerimin önünde belirirken gözlerimi kapatıp alnımı dizlerime yasladım. Kafamın içindeki tüm düşünceleri bir anda fırtına misali sağa sola uçuran his, mide bulantısından başka bir şey düşünmeme izin vermiyordu. Omzuma dokunan el ile başımın kaldırmadan sağ tarafıma döndüm.

 

"Sen gecenin bir yarısı burda ne halt ediyorsun?"

 

Burnundan soludu, "gidik misin sen?"

 

"Gidiğim." Diye fısıldadım. Sesim saklambaç oynayan bir çocuk misali boğazımın bir köşesine saklanıp çıkmak istemiyor gibiydi.

 

"Başın dönüyor hala değil mi? Ne bekliyordun ki?"

 

O bir anda ayağa kalkıp, aynı anda da arkadan bir şeyler zırvalamaya devam ederken aklım sadece midemdeydi. Midemin içinde yaşanan gel git olayları, ne varsa ağzıma getirip geri yolluyordu.

 

"Midem..."

 

"Kaldır kafanı."

 

Başımı hafiften yukarı kaldırdığımda önümde sallanan poşeti biraz daha ağzımın içine sokan Baray "Kus artık!" Diye emretti. İçimde ne var ne yoksa çenemin altından burnuma kadar uzanan poşetin içine döktüm.

 

"Aptalsın sen kızım."

 

Hafifçe yukarı doğru tırmanan gözlerim, onun iğrentiyle kırıştırdığı suratında duraksadı. Poşeti alıp ağzını sıkıca bağladı.

 

"Bekle burda. Evi çöple doldurmuşsun, şunları atıp gelirim şimdi."

 

"Özür dilerim, kapımda ölü bir herif gördükten sonra apar topar ifadeye götürülmeden önce evi temizlemediğim için," diye mırıldandım.

 

O ise çoktan kapıyı çekip çıkmıştı. Endişe göğsümün altında soluksuz şişirilen bir balon gibi büyüyüp beni darlamaya başlamıştı bile. Derin bir nefes verip erkenden dönmesi için içimden dua ettim. Daha doğrusu dönebilmesi için. Başımı kaldırıp birkaç saniye etrafa bakındım. Ayakucu tarafımda duran çantamı görünce aklıma Kuzey düştü. İçinden telefonumu alıp hızla ekranını açtım. Hiç bildirim görmeyince anlık afallasam da uçak modunda olduğunu görünce bu his, yerini telaşla karışık bir öfkeye bıraktı.

 

"Sıçayım ya ben bunu ne zaman bu moda aldım ki?"

 

En son aramalar dan bir tanesi dün öğleden sonra dört gibi, yani ben evi temizlemeye çalışırken, Ala tarafından gelmişti. Diğer ikisi ise on dakika arayla saat dokuzdan sonra Kuzey'den gelmişti.

 

"İyi de ben uyuyordum ki. Uçak moduna önceden almış olsaydım aramayı görmemin imkanı yoktu," diye mırıldandım kendi kendime.

 

O sırada dışarıdan gelen ufak gürültüyle beraber tam anlamıyla ayağa fırladım. Gözlerim etrafımda elime alabileceğim şeyleri taramaya başladı. Vardı ama kendimi savunabileceğim şeyler değildi. Eğer birinin elinde silah varsa öğrendiğiniz tüm dövüş teknikleri oyun dışı kalıyordu. O yüzden daha sağlam bir şeye ihtiyacım vardı. Arkamı dönüp mutfak tezgahına yöneldim. Elime ilk geçirdiğim bıçağı sıkıca kavradım.

 

"Ne yapıyorsun sen?"

 

Anlık ufak bir irkilme yaşamama sebep olan Baray'ı görünce içime su serpildi.

 

"Elindeki ne?" Kör edici loş ışığın içerisinde elimdeki şeyi gömek adına gözlerini kıstı. Sonrasında ufak bir kahkaha attı.

 

"Bıçak. Dışarıdan saçma sapan tıkırtılar gelip duruyordu ne yapsaydım?"

 

"Fırtına var dışarıda."

 

Birden üzerindeki kazağı bedeninden sıyırıp bir köşeye attı.

 

"Ne yapıyorsun sen?"

 

"Kusmuğunun bir kısmı üzerimdeydi ama farkında bile değilsin." Yavaş adımlarla ilerleyip tam önümde durdu.

 

"Ayrıca senin başın dönmüyor mu? Nasıl kalktın bir anda?" Diye sordu şüpheci bir tonda.

 

Birkaç saniye sağa sola bakındıktan sonra başımın eskisi kadar dönmediğini fark ettim.

 

"Hasta olmamı mı yeğlerdin?"

 

Biraz daha yaklaştı.

 

"Yoo, sadece garibime gitti," Diye fısıldadı.

 

Nefesini boynumda hissettim. Bu derece yakınımda durması ciddi derecede tansiyonumun oynamasına sebep oluyordu ama garip bir şekilde sakindim.

 

"Git banyo mu yapacaksın ne yapacaksan yap."

 

Omzunun yanından sıyrılıp kanepeye doğru yürüdüm.

 

"Bence sen de yapmalısın."

 

"Ne demek istiyorsun? Pis mi kokuyorum yani?"

 

"Kusmuk kokuyorsun."

 

Gözlerimi devirdim.

 

"Sana evimi açtım üzerine banyomu da kullanmana izin verdim ve aldığım karşılık boktan patavatsız bir davranış mı gerçekten."

 

"Doğruları söylemek ne zamandan beri patavatsızlık?" Arkasını dönüp banyoya yöneldi.

 

"Bir dakika sen banyonun nerede olduğunu nerden biliyorsun ki?"

 

Omzunun üzerinden bana baktı, "bu evlerin hepsini ben yaptırdım. Tüm evlerin dizaynı aynı yani."

 

Yüzüne küçümseyici bir gülüş yerleştirdikten sonra banyoya girdi. Kanepeye uzanıp elime telefonumu aldım. Belki yüzsüz gibi Kuzey'i aramalıydım. Saatlerce ona neler olduğunu anlatmak istedim. Tabi böyle bir şey yapsaydım eğer, bütün ekipleri toplayıp burayı basardı, beni de kolumdan tutup evine kapatırdı. Ordan asla çıkarmaz, sadece kendisiyle görüşmeme izin verirdi. İçten içe böyle bir şey olmasını hayal ettim. Garip bir fantezi. Geçen hafta o boktan oteldeki odamda uyurken, gece yarısı onunla alakalı şeyler gördüğümü hatırladım. Kesinlikle rüya gibi değildi. Onu bu derece arzularken geçen sabah başlayamayan ilişkimize nokta koyup buraya gelmiştim. İyi halt ettim.

 

Güzel ciddiyetli bir ilişkimiz olabilirdi, belki çocuklarımız bile. Ben çocuk bakmasını bilmem hatta sevmem bile. Ama onun çok iyi bir baba olacağı işine duyduğu sorumluluk ve sevgiden bile belliydi. Ailelerimizle sırf onları korumak adına çok fazla görüşmesekte onu birkaç kez yeğeniyle birlikte mükemmel bir vakit geçirirken görmüştüm. Çocuk sevgisi konusunda da herhangi bir soru işaretim yoktu bu yüzden. Eğer çocuk isterse, onun için katlanabilirdim. Belki.

 

"Ne hayal ediyorsun?"

 

Yerimden sıçramama sebep olan sesin sahibine döndüm. Baray, sadece beline sardığı havluyla başımın yanında durmuş öylece bana doğru bakıyordu. Göğsünden aşağı süzülen damlacıklar yavaşça, derin girinti çıkıntıların oluşturduğu labirentten aşağıya kayıp havluya vardıklarında emilip yok oluyorlardı. Koca cüssesini kaplayan bembeyaz tenini az miktardaki ışıktan bile net şekilde görebiliyordum. Yutkundum.

 

"Yutkundun mu sen?"

 

"Ne münasebet?"

 

"Kaç dakikadır burdayım fark etmedin bile. Tavanda senin görüp benim göremediğim bir şey mi var yoksa." Dedi alaycı bir tavırla.

 

Gözlerimi devirip göğsümün üzerindeki telefonumu alıp odağımı ona verdim.

 

"Kurutma makinen falan var mı ya?"

 

"Yok."

 

"Ne demek yok. Saçlarımı görmüyor musun?"

 

Kafamı çevirmeden ona baktım. Arkaya doğru yatırdığı sarı saçları epey ıslaktı.

 

"Havluyla kurut, kısa zaten."

 

Birkaç dakika boyunca başımda dikilmeye devam etse de ona tekrardan bakmadım. En sonunda pes edip havlu almaya gitti. Tekrar geri geldiğinde saçları neredeyse kurumuştu. Kendini karşıdaki tekli koltuğa bırakıp burnundan sinirli bir nefes verdi. Altında pantolonu vardı ama üzeri hala çıplaktı.

 

"Beni neden uyandırdın ki bu saatte?"

 

"İyi olup olmadığına bakmak için."

 

Verdiği cevap tatmin ediciydi ama üstelemek istedim;

 

"Sana ne ki?"

 

Kaşlarını çattı, "ne demek sana ne ki? Ölüp kalsan şurda şüpheli ben oluyorum farkında mısın kızım sen?"

 

Gözlerimi ondan çekip tekrar elimdeki telefona odaklandım.

 

"Telefonuma dokundun mu peki?"

 

"Evet."

 

Şok olmuş bir şekilde ayağa kalktım.

 

"Bu ne rahatlık, ne patavatsızlık ya? Elini kolunu sallaya sallaya evime girdin bir şey demedim. Ama çantamı açıp bir de içinden telefonumu a-"

 

"Sus bir ya. Seni mi dinleyeceğim sabaha kadar? İki üç kez biri aradı ben de uçak moduna aldım işte. Beş yaşında mısın ne bu tavırlar?"

 

Ben de susmazsam tartışmanın devam edeceği açıktı. Kollarımı bağlayıp arkama yaslandım. Adeta burnumdan solumama sebep olan adamla beraber karşılıklı oturuyordum. Üstelik adamın kim olduğundan haberim bile yoktu.

 

"Acıkmadın mı ya?" Diye sordu bir anda daha az önce hararetli bir tartışma yaşamamışız gibi.

 

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun?"

 

"Yoo açım sadece."

 

"Yumurta kır."

 

"Sen?"

 

Cevap vermedim. Ayağa kalkıp mutfak tezgahına yöneldi. Birer birer gözleri yoklayıp işine yarayan şeyi bulduktan sonra yumurtaları aldı.

 

"Kaç saattir beraberiz, bana sormak istediğin hiç mi bir şey yok."

 

O an onunla alakalı adı hariç gerçekten hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Neyseki alışkındım. Adını sanını bilmediğim insanlarla da haftalar boyunca çalıştığım oluyordu. Belki de bu yüzden pek yadırgamamıştım şu anki durumumuzu.

 

"Kaç yaşındasın?" Dedim gözümün ucuyla onu izlerken.

 

"42"

 

"Hassiktir ordan."

 

Başını geriye atıp yüksek sesli bir kahkaha attı. "Şaka yaptım. 30."

 

"Bu da fazla."

 

"Sakin ol güzelim koca adayın değilim merak etme." Dedi mavileriyle baştan aşağı beni süzerken.

 

"Yaşlısın manasında demiştim. Uygunluk açısından değil."

 

Elini göğsüne koyup sahte bir duygusal surat ifadesine büründü. "Bu beni derinden yaraladı."

 

"Sen sormayacak mısın?"

 

"Küçücüksün zaten neyi soracağım. Kaçsın 15 mi?" Dedi baş parmağını yalarken.

 

"15 yaşında ajan mı var ya?"

 

"Bilmem kaçsın ki? 22 mi?"

 

"23."

 

Masaya oturup tabağındakileri büyük bir iştahla midesine indirmeye başladı.

 

"Kalk hadi masada devam edersin sorguna."

 

Omuz silktim, "istemiyorum."

 

"Zor kullanmak zorunda bırakma beni." Dedi. Sesi eve geldiğimizden beri ilk defa bu kadar ciddi ve sert çıkmıştı.

 

Dediğini yapıp karşısına kuruldum. Eline aldığı bir parça ekmek ve yumurtayı suratımın ortasına uzattı.

 

"Bu kadar yakınlaştığımızı sanmıyorum."

 

Umursamaz bir tavırla parçayı ağzına atıp dudaklarını büzdü, "T.C. ni bile biliyorum."

 

Far görmüş tavşan gibi açtığım gözlerimi üzerine diktim.

 

"Benim için bayağı yakınız bence. Seni bilemem tabii. Sormak istediğin bir şey varsa çekinme sor lütfen," dedi hayranlık uyandırıcı bir gevşeklikle.

 

"Bilgilerime nasıl eriştin?"

 

"Gün boyu başındaydım ya."

 

"Yani az önceden beri benimle oynuyordun öyle mi?"

 

"Evet, doğum tarihin 11 kasım 1999. Doğru değil mi?"

 

Karşımda oturan adamı büyük bir ciddiyetle izlemeye başladım.

 

"Bunu aklında tutabilirsin belki. Ama kimlik bilgilerimi tutmanın imkanı yok, dahi olman gerekiyor."

 

"Dahi olmadığımı nerden biliyorsun ki? Unutma sen beni tanımıyorsun, ben seni tanıyorum."

 

"Yeter bu kadar şamata."

 

Ayağa kalkmaya yeltendiğim an kolumdan tutup beni geri çekti. Sendeleyip tekrar eski konumumu aldım. Göz göze geldiğimizde aramızda kısa bir an ciddi bir bakışma geçti. Ortamda soğuk rüzgarların esmesine sebep olan bu hareketi ciddi manada bu gecelik sinir kotamın aşılmasına sebep olmuştu.

 

"Derdin ne senin? Beni kolluyorsun, savunuyorsun. Yetmiyor gece bekçiliğimi yapıyorsun. O da yetmiyor yiyeceğim yiyeceğe de karışma hakkını kendinde görüyorsun." Sinirle bir nefes verdim.

 

"Bak yaptığın her şey için çok teşekkür ederim. Ama sınırlarını aşmaman gerek. Ciddiyim, bazı konularda şakam yoktur."

 

Kaşlarını yukarı kaldırıp muzip bir tavırla tebessüm etti. Sandalyesini geri itip ayağa kalktı. Tam önümde durup tehditkar bakışlarla beni süzmeye başladı.

 

"Ne yapabilirsin ki? Küçücüksün."

 

Kolumdan tutup beni ayağa kalkmaya zorladı. Masayla kendi arasına alıp sıkıştırdığında kaçmaya kesinlikle yerim yoktu.

 

"Ciddiyetini ve bugünkü soğukkanlılığını çok beğendim güzelim. Ama her şeyi, her hareketimi kendine yormasan her şey daha güzel olabilir."

 

Bahsettiği soğukkanlılığımı korumaya devam edip gözlerimi ondan ayırmadan konuşmaya başladım;

 

"Ne için yapıyorsun?"

 

"Kendime göre çıkarlarım var belki. Ha?"

 

"Ne gibi?"

 

Gözlerini kaçırdı.

 

"Zekanı kullan."

 

Üzerimden çekilip başka bir yere yöneldi. Su sesinden anladığım kadarıyla ellerini yıkıyordu. O kadar çok kasılmıştım ki bunu, o gittiği an göğüs kafesim büyük bir rahatlamayla inince anladım. Gözlerimi kapatıp kaslarımın gevşemesine yardımcı oldum. Geldiğini bile fark etmediğim kısa bir zaman aralığında yine karşıma geçmişti.

 

"Tabağı bitir de ziyan olmasın," dedikten sonra arkasını dönüp kanepeye uzandı. Boyu uzun olduğu için bacaklarının bir kısmını dışarıda bırakmak zorundaydı. Üzerini örtüp yönünü benden başka bir yere döndü.

 

***

 

"Dolunay."

 

Yattığım yerde ufak bir sıçrama yaşayıp gözlerimi araladım.

 

"Sakin ol, yavaşça kalk tamam mı?"

 

"Ne oluyor?" Diye fısıldadım.

 

Mavi gözleri sert bir bakışla kısıldı. Ellerimle yüzümü kapatıp nasıl bir bokluğun içine düştüğümü sorguladım.

 

"Olamaz," dedim başımı iki yana sallarken.

 

Yatağın kıyısına oturup omzumdan tutup destek vermek adına sırtımı sıvazladı.

 

"Seninle alakalı olmadığı apaçık belli, ben de şahidim. Endişelenme tamam mı?"

 

Yutkunup ellerimi yüzümden çekip saçlarımın arasına daldırdım.

 

"Nasıl bir kabus bu?"

 

"Bilmiyorum ama illaki bitecek. Her kabusun bir sonu vardır."

Loading...
0%