@lilithstear
|
Küçük bir uyarı yapmam gerekiyor. Fazlaca ölüm ve kan tasviri olacak eğer bundan etkileniyorsanız başına * koyduğum bölümleri atlayabilirsiniz. Şimdiden iyi okumalar🖤
Çenemi sıkıp geri bıraktım. Önümdeki yeni açtığım bembeyaz sayfaya bomboş gözlerle bakıyordum. Kafamda dönen sorulara cevap bulmaya çalışsam da bunun şimdilik imkansız olduğunun farkındaydım. Elimde tuttuğum kurşun kalemi parmaklarımın ortasında döndürdüm, bir kez daha o soru beynimin içerisinde yakılandı. Neden hala buradasın? Daha sonra diğeri kendini belli etti, onları kim öldürüyor? Burnumdan sert bir nefes verip ayağa kalktım.
Takvime baktığımda buraya geleli tam yirmi bir gün olduğunu gördüm. İnsanlar ajan olduğumu öğrendiğinden beridir benden medet umar olmuşlardı. Halbuki ben dedektif değilim, adı üstüne ajanım. Yine de bazı şeylerde polislere yardımım dokunmuştu. Mesela katile ait olduğunu düşündüğümüz bir mendil. Kapı kapı gezilip mendilin buradan herhangi birine ait olabileceği sorulduğunda kimse onaylamadı. En son gelen haber mendildeki izlerin hala incelemede olduğu yönündeydi.
Yirmi bir gün yirmi bir ceset, muhtemelen sabaha önlenemeyen yeni bir ceset ya da kayıp insan daha. Midem acı verici buruk bir hisle kasıldı, oturduğum yerde dizlerimi kırıp kendime doğru çektim. Gözlerim orta sehpanın üstünde duran diğer defterin boş sayfasına takıldı. Her gün katledilen ya da kaybolan insanların isimlerini buraya yazıyordum. Kayıp ruhlar çetelesi, ölü bedenler silsilesi...
Zihnimin içinde susmayan ve büyük bir baskı kuran iç sesimi susturmaya çalışıyordum, günlerdir bu böyleydi. Üstümden kalkan şüphe ardından kaçıp gitmeliydim. Hatta baştan buraya gelmemeliydim. Tümü boktan bir hatadan ibaretti. Şimdi istesem de gidemezdim. Kaçmayı düşündüm, hala kaçabilirdim. Dışarda esen terörden kaçabilirsem kaçabilirdim. Hiç kimseye burada olanlardan bahsetmemiştim. Bu da bir hataydı belki bilmiyorum ama şimdilik en doğrusu bu gibi geliyordu.
Kapımın tıklatılmasıyla beraber omzumun üstünden arkamda duran kapıya baktım.
"Dolunay," diye fısıldadı kapının ardındaki ses. Sesin kime ait olduğunu biliyordum, artık.
Kapının açılmasıyla beraber içeriye dalan Baray, üstündekileri çıkartıp askılığa astı.
"Dışarısı hangi ara bu kadar soğumuş?"
"Zaten ocak sonu Baray, ne bekliyorsun?"
"Sikeyim, bir beklentim yok. Sadece geçen haftaya göre daha da soğuk."
Sert ve ciddi bakışları kısa bir anlığına üstümde gezindi. Arkamı dönüp az önceki yerime kurulmak üzereyken bileğimi kavrayan eliyle beraber duraksadım. Ona dönmeme izin vermeden sırtımı kocaman cüssesine yasladı. Bileğimdeki eli çözülürken bu sefer karnımın üzerine koydu. Parmaklarını içe doğru bastırdığı an kasılarak nefesimi tuttum.
"Sakin ol."
Hiçbir şey demeden yaptığı şeyde bir anlam aradım. Ellerini karnımın üzerinde acı verici baskılarla gezindirmeye devam etti.
"Ne yapmaya çalışıyorsun?" Diye fısıldadım.
"Neden sürekli miden bulanıyor onu anlamaya çalışıyorum küçük kız."
Ne yapmaya çalıştığını anladığım an kollarının arasından sıyrılıp ona döndüm. Yüzündeki belli belirsiz ifade ciddi manada sinir bozucuydu.
"Amacın ne senin?"
"Sakin ol sadece kontrol etmek istedim."
"O kadar patavatsız o kadar sinir bozucu bir insansın ki... Haddin olmayan şeylere karışıyorsun hamileyim ya da değilim. Senin için farkı ne?"
Dişlerini sıkıp gevşetti, "sinirleneceğini düşünmemiştim. Kaç gündür kusup duruyorsun."
"Ne oldu şimdi de kadın doğumcu mu kesildin başıma? Ya da jinekolog falan her hangisi ilgileniyorsa."
"Yani olabilirim aslında fazlasıyla ilgilendiğim bir böl-"
Cümlesini böldüm, "kes sesini artık."
"Sen bilirsin."
Montunun cebinden çıkardığı ilaç kutusu benzeri bir kutuyu bana uzattı.
"Yine de bir kontrol et, içim rahat etmedi."
Elimdeki şeyi okuduğum an sinirle kaşlarım çatıldı. Kutuyu suratının ortasına fırlatıp kapıya yöneldim.
"Çık evimden."
Hızla olduğum yere gelip sertçe kapıyı kapattı. Birkaç saniye gözlerini kapatıp burnundan hızla bir nefes verdi.
"Ben ciddiyim, Dolunay. Git şu sikik testi yap."
"Ben de ciddiyim. Siktir ol git evimden. Saygısızın tekisin sadece."
"Bak ben dalga geçmiyorum sürekli kusuyorsun. Ya ciddi manada ağır hastasın ya da hamile."
"Neden bununla bu kadar ilgileniyorsun? Sana ne?"
Tek gözü seğirdi, bir adım daha yaklaşıp yüzümü yüzüne denkleştirdi.
"Çünkü ciddiye almamız gereken bir konu."
"Seninle alakası olmayan bir konu."
"Bensiz hiçbir şey yapamayacağın bir konu."
Gözlerimi devirip başımı iki yana salladım. Arkamı döndüğüm an tekrar beni kendisine döndürdü. Göz göze geldiğimizde mavileri derin bir deniz olup beni içinde boğacakmış gibi hissettim.
"Hamileliğim seni neden bu kadar ilgilendiriyor son defa soracağım."
Duraksamadan cevap verdi; "çünkü çevremizde kişileri öldüren ya da ortadan kaldıran biri var. Sıranın kimde olduğunu bilmiyoruz."
"Ne yapabilirsin?"
"Seni buradan kaçırabilirim, hamileysen."
Kısa bir anlığına buradan defolup gitmenin ne kadar güzel bir şey olabileceğini düşündüm. Karşımda ciddiyetle gözlerimin içine bakan adama odaklandım. Her nefes alış verişinde kabarıp inen göğüsü saliseliğine birbirimize değmemizi sağlıyordu.
"Madem bu kadar önemsiyorsun, neden şimdi gitmiyoruz."
"Önemsediğim sen değilsin, karnındaki. Tabii varsa."
"Kötü haber, olmasının imkanı yok."
Elinden kurtulup eski yerime kuruldum. Yerdeki hamilelik testi ezilmiş kutusunun biraz ilerisine savrulmuş bir halde duruyordu. Dışarıdan biri, hiçbir şey duymadan bu manzarayı izlemiş olsaydı eğer bizi bebek için kavga eden bir çift sanabilirdi. Baray dikildiği yerden ayrılıp tam karşıma oturdu. Rahatlamış gibiydi, gözlerinde garip bir merak seziyordum.
"Testi yapmayacak mısın?"
"Dalga geçiyor olmalısın."
"Kısır mısın?"
"Bakireyim."
Yüzüne ağır bir tokat yemiş gibi olmasına sebep olan cevabımdan sonra dudağının bir kenarı alaycı bir şekilde yukarı kıvrıldı.
"Komik olan şey ne?"
"Yalan konuşuyor olman," dedi yüzündeki ifadeyi bir santim bile oynatmadan.
Boş gözlerle yüzüne bakmaya devam ettim. Sırıtışı yavaşça yüzünden silinirken sırtını dikleştirdi.
"Tamam, öyle olsun," dedi beden diline karşın ciddiyetsiz bir ses tonuyla.
Sehpanın üstünden aldığım kibritle beraber cebimden çıkardığım sigaramı yaktım. Baray her zaman yaptığı gibi yüzünü buruşturup elini yüzünun önünde salladı.
"Hala çakmak almadın mı?"
"Nasıl alabilirim? Marketle aramızda kilometreler var. Çıkışımıza izin verilseydi sigarayı neyle yaktığım umrumda olmazdı emin ol."
"Yeni bir şeyler fark edebildin mi?"
"Ne gibi?"
"Bilmem, mendil hala sende mi?"
"Evet," dedim kaşlarımı yukarı kaldırırken. "Neden soruyorsun ki?"
"Sana belki bir şeyler hatırlatır diye."
"İnan detay hafızam hiç iyi değil. Ama sana getirebilirim, eğer bir şey geliyorsa aklına."
Mendili bana neden verdikleri hala cevaplanmamış sorulardan biriydi. Sırf benim evimin çevresinde diye delil olan bir şeyi neden bana verirlerdi ki? Elbet bir şeyler yakalanabilirdi, ama onlar yakalamak istiyor gibi gözükmüyorlardı.
Olayı takip eden ekibin kesinlikle çoğu şeyi göz ardı ettiği ve bazı konuların peşine düşmediği apaçık ortada olan bir durumdu. Örnek vermek gerekirse eğer, buldukları parmak izinin burdan biri olmadığını tespit ettikten sonra bu delili umursamayışları. İlk cinayetin yaşandığı geceden bir önceki gece kameralardan buralarda birinin dolandığını fark etmişler. Arabayla gelmediği ve yüzü belli olmadığı için bu olayı da boşverdikleri söyleniyordu. Zaten cinayet gecesi cevredeki tüm kameralarda aksaklık olduğunu belirtmişlerdi. Hoş, belki de oyunu döndüren ekibin içinden biriydi.
Sigaramın geri kalanını söndürüp izmaritini bir kenara bıraktım. Baray kokudan rahatsız olduğunu belli eden bir yüz ifadesiyle kapıya yöneldi. Kapıyı açıp temiz havayı içine çekti.
"Ne oluyor lan?"
Hışımla yanına geldiğimde bizden epey uzakta olan kapüşonlu biri, koşarak daha da uzaklaşmaya başlamıştı.
"Devriyeler nerede amına koyayım?"
Baray'ın bağırışlarını duyan ahali, kapılarını açıp dışarı çıktı. Meraklı bakışlar ve hızla yapılan telefon çağrıları... Midemin ortasında oluşan buruk his acıyla bedenimi çepeçevre sardı. Çevremdeki karmaşa, telaşın ortasında bir başıma kaldığımla gerçeğiyle yüzleşmem; nefes alış verişlerimi bile zehir soluyormuşumcasına hissettiriyordu. Her şeyle başa çıkabilirdim, psikolojim el verdiği sürece. Ama bu cehennemin ortasında yapayalnız hissediyordum.
Baray'ın kolları arasında olduğumu çok geç farkettim. Gözlerindeki anlamlandıramadığım güçlü duygu benimle alakalıydı, bunu görebiliyordum. Belimdeki güçlü elleri beni başka bir yere yürümeye davet etti. Verandanın korkuluklarına kalçalarımı yasladığımda tek elini hala belimde hissedebiliyordum.
"İyi değilsin," dedi durgun bir ses tonuyla, "seni içeri götürebilirim."
Başımı iki yana salladım, "gerek yok, gerçekten."
"Dikkat et," diye uyardı elini üzerimden ayırırken. Eline aldığı su şişesini açarken bir göz de etrafa baktı. Uzattığı şişeyi alıp dudaklarıma götürdüm. İlk yudumu alır almaz midemdeki buruk acı kendisini hatırlattı. Derin bir nefes çektikten sonra dudaklarımı tişörtümün koluna sildim.
Polisler etrafta gezinmeye başlamışlardı, boşa. Bu kabusun sonsuza kadar sürebileceğinden kesinlikle emindim. Yirmi ikinci güne girmek üzereydik. Günler, sonsuz bir döngüye açılan yeni bir kapı gibiydi. Tekrar, tekrar ve tekrar. Belki de herkes dönen oyunun farkındaydı, ayakta uyuyan bendim. Yaslandığım yerden doğrulup elimdeki şişeyi bir kenara bıraktım.
Bileğimde hissettiğim el ile beraber duraksadım.
"Yapma. Ne yapacağını biliyorum. Ortalığı dağıtmak istiyorsun hatta hepsini gebertmek istiyorsun. Çünkü yaptıkları o boktan işe yaramaz aramalar sinirlerini bozuyor, biliyorum," diye fısıldadı kulağıma.
Dudaklarının baskısını şakaklarımın üstünde hissedebiliyordum. Yavaşça bileğimin etrafındaki parmaklarını çözüp beni serbest bıraktı. Yutkundum. Omzumun üzerinden ona baktığımda göz göze geldik. Benim aksime Baray sakin görünüyordu. Sanki bir planı var gibi, her şeyden haberdar gibi... gözlerini ilk çeken o oldu. Aramızda yaşanan bu kısa andan sonra verandanın basamaklarını inip insanların arasına karıştım. İki ev çaprazımızda oturan Ersin Bey'in yedi yaşlarındaki kızının usulca yanıma yaklaştığını farkettiğimde ona döndüm.
"Naz, bir şey mi oldu?"
"Hayır sadece bir şey demek istedim," dedi. Gözleri bende değil, arkamızdaki evin duvarına yaslanmış bir şekilde duran Baray'daydı elinden tutup onu biraz daha sakin bir yere götürdüm. Eğildiğimde göz göze geldik.
"Problem nedir güzelim?"
Arkasında tutuşturduğu elleriyle beraber olduğu yerde çekingen bir tavırla sallanıyordu.
"Onu gördüm, dün gece."
"Kimi?"
"O abiyi."
"Evet, dün akşam benim yanımdaydı. Bir şey mi oldu?"
"Hayır. Dün güneş daha yukarı çıkmamıştı. Biriyle konuşuyordu," dedi başını yukarı aşağı sallarken.
Kahverengi saçlarını kulağının arkasına sıkıştırırken ona biraz daha yaklaştım.
"Sonra ne oldu?"
"Gittiler."
Tüylerimi diken diken eden bu konuşma iyice garip yerlere doğru sürükleniyordu.
"Yanındaki kişi kız mıydı yoksa erkek mi?"
"Bi abiydi," dedi sessizce. Biraz daha bana doğru eğildi. "Ona sertçe vurdu."
Derin bir nefes alıp titreyen ellerimi tişörtümle gizledim. Daha küçüktü, kafasında kurmuş olabileceği ihtimali daha mantıklı geliyordu. Ya da ben böyle olduğuna inanmak istiyordum. Naz, işaret parmağını dudaklarına götürüp sus işareti yaptı.
"Kimseye söyleme tamam mı? Güneş yukarıya çıkana kadar aramızda kalsın."
Onu kucağıma alıp babasının yanına götürdüm. Geri döndüğümde Baray hala aynı konumunda duruyordu. Bakışlarındaki korkusuzluk ve sakinlik kesinlikle rahatsız ediciydi. Yüzüme yansıyan duyguları kontrol altına alıp ona yanaştım.
"Ne olmuş?"
"Ne demek ne olmuş?"
"Çocuk epey tedirgin görünüyordu ya, onu sordum işte."
"Adı üstünde, çocuk işte. Kafasında bir şeyler kurmuş. Problem yok," dedim duygusuz bir tavırla.
Yanına kurulurken bu boktan gecenin erkenden bitmesi için dua ediyordum. İç sıkıntısıyla boğuştuğum bu günler beni alt üst ediyordu. Bir de tam yanımda duran adamın bu dolabı döndüren şerefsiz olma ihtimali geceyi daha da derin bir çukura sürüklüyordu.
"Rahatsız edici bir sakinliğin var."
Omzunun üstünden beni süzdü,
"Ortada henüz panik etmemi gerektirecek bir şey yok."
Omzumu silktim, "bu gece hiç bitmeyecekmiş gibi hissettiriyor."
"Burada beklememiz bir şeyi değiştirmiyor, içeri geçelim."
Parmak uçlarını benimkilerin üzerinde hissedince onları kavradım. Beni evin içine çektikten sonra ardından kapıyı kapattı.
"Sinirlerimi bozuyorsun."
"Hiçbir şey yapmıyorum."
Teslim olur gibi iki elini de yukarı kaldırdı, "sadece bir şeyler yemek istiyorum."
Mutfağa yöneldi, ardından ben de gittim.
"Şu anda bir dilek hakkım olsaydı beyninin içindekileri okumak isterdim."
Kolları, yaslandığım tezgahla kendi arasında beni esir aldı.
"Bir şeylerden mi şüpheleniyorsun yoksa?"
Mavi gözleri daha önce görmediğim bir duygunun şehvetiyle yandı, yüzünü benimkine biraz daha yaklaştırdı. Dudakları, benimkini teğet geçtiğinde boynumun üzerindeki arsız gezintisine başladı.
"Aklımı okumaman senin için daha iyi olabilir," diye fısıldadı.
Onu hafifçe geri ittirip elinden kurtuldum.
"Ben ciddiyim. Bir şeyler mi çeviriyorsun Baray?"
Yüzüne yerleştirdiği sahte gülümsemenin ardından gergin bir tavırla gözlerini devirdi, dişlerini sıktığını görebiliyordum.
"Şüpheleniyorsan neden hala yanımdasın?"
"Bir şeyden şüphelendiğim yok, zaten ortada bir şey de yok."
"O zaman bu sorgunun amacı ne? Rahatla biraz, psikolojine iyi gelmiyor."
"Belki de duygu takasına ihtiyacımız vardır, ha?"
"Benim sadece yemek yemeye ihtiyacım var, senin de. Ayrıca..." parmağıyla arkamızdaki bir yeri işaret edince oraya baktım, "yerdeki şu şeyi kaldır."
Hamilelik testi hala attığım yerde duruyordu. Yerden alıp tezgahın altındaki çöpe attım. Baray'ın yüzünde belli belirsiz bir gülüş belirdi.
"Çok inatçısın."
"İnatçı değilim, olmayan şeylerin peşine düşmüyorum sadece."
Belli belirsiz bir homurdanma ardından ilgisiz bir tavırla önündeki yemeklik malzemelerle ilgilenmeye başladı. Hışımla kendimi dışarıya attığımdan giymeyi unuttuğum deri ceketimi giyip tekrar kapıya yöneldim.
"Nereye gidiyorsun?"
Sigara kutusunu salladım, çıkan sesi duyduktan sonra ağzının içinden bir şeyler söyleyemeye başlayan Baray'ın boş nasihatlerini dinlememek adına açtığım kapıdan kendimi dışarı attım. Omuzlarına attıkları şallar ve benzeri ısı veren örtülerle kendilerini sarıp sarmalayan insanlar, tedirgin be bekleyiş dolu gözlerle görevlilerin bir oraya bir buraya gezinmelerini izliyorlardı.
Kibritin kısık tıslayışı kalabalığın uğultusunun arasında hiçliğe karışarak yok oldu. Kollarımı birbirine geçirip kapının kıyısına yaslandım. Meraklı gözlere katılıp polis memurlarının boş dolanışını izlemeye başladım. Kesinlikle boşuna geziniyorlardı. Dudaklarımın arasındaki ince sigara, ben olan biteni izlerken küllere dönüşerek kayboldu. Gözlerimi devirip tekrar içeri girdim.
"Midenin neden bulandığını artık anlayabiliyorum."
"Lütfen söyleyin profesör, derdim nedir?"
"Açsın, beslensen de sağlıksız besleniyorsun, sigara içiyorsun ve uyku uyumuyorsun."
"Devası nedir," dedim ceketimi asarken.
"Otur şuraya da tanrının cennetinden çıkan yemekleri tat."
Masanın üzerinden aldığım suyu dikledikten sonra boş şişeyi büküp çöpe attıktan sonra, "ben bir şey yemeyeceğim," dedim
Odama geçip ardımdan kapıyı kapattım, yatağın üstüne kendimi atıp öylece tavana bakmaya başladım. Dakika geçmeden hızla açılan kapının arkasından odaya dalan Baray, kolumdan tutup beni ayağa kalmaya zorladı.
"Benimle derdin ne senin ya? Hamile de değilim tamam, neyi düşünüyorsun?"
"Boş konuşma, kalk ayağa," diye emretti sert ve tok bir sesle.
Boğazımdan gelen boğuk bir kahkahanın ardından, "sen hani beni düşünmüyordun ya bıraksana peşimi," dedim.
Bir anda beklemediğim bir hamle yapıp üzerime çıktı. Üzerime doğru eğildiğinde bu sefer kendimi geri kaçırmak için yerim yoktu.
"Seninle ilgilenmediğim gerçeği gerçekten bu kadar sinirlendiriyor mu seni?"
"Nereden çıktı şimdi bu? Şaka yaptım sadece."
Yavaşça tuttuğum bileğimin yanına diğerini de ekleyip başımın üstünde birleştirdi.
"Şakalarının bu yönde olması bunu gösterir," dedi boynuma doğru sokulurken
Felç geçirmişçesine yaptığı her hareketi sessizce izliyordum. Aramızda artan garip gerilim, şakalaşmanın da dışına çıkmaya başlamıştı. Üst üste getirdiği ellerimi bileklerinden tek eliyle sıkıca tepemde tutuyordu. Yüzünü boynumdan çektiği zaman göz göze geldik. İkimizin de yüzünde az önceki gülümsemeden eser yoktu.
Bileklerimin üzerindeki elinin gevşediğini hissettiğim an beni çekip ayağa kaldırdı.
"Son akşam yemeğini tek yemek istemiyorum."
Kaşlarımın çatılmasına neden olan bu cümlenin ardından duraksayıp güldüm, "son akşam derken? Gidiyor musun?"
"Hayır güzelim, sanatsal olduğu için."
Kısa süren yemeğin ardından zaman ayarı yapmışsızcasına çalan kapıyı açtık. Elindeki kravatı bize uzatan polis memuru, "böyle bir şey bulduk Baray Bey," dedi.
Baray uzatılan kravatı eline alıp bana uzattı.
"Bir şey hatırlatıyor mu?"
Yüzünden çektiğim gözlerimi kravata diktim. Kırmızı mendil, kırmızı kravat. İlk tanıştığımız gün bana uzattığı mendil ve taktığı kravat. Yukarı doğru kıvrılan dudağıyla beni izleyen Baray elindeki kravatı bir anda polis memurunun boynuna dolayıp onu basamaklardan aşağı sürüklemeye başladı. Ne olduğunu algılayamadığım ufacık bir anda herkes dışarı çıkıp duygusuz gözlerle onu izlemeye başkadı. Sıkıca kavradığı kravatı biraz daha çekiştirerek diğer ucunu da öteki eline geçirdi.
"Güzelim, gelmiyor musun?"
Yutkundum. Şaka olabileceğine inanmak istediğim için yüzüme takındığım titrek gülümsemeyle kapının dışına ilerledim. Baray sol kolundaki saate bakıp gülümsedi.
"Evet, ben de tam sıkılmaya başlamıştım ki saat on ikiyi geçmiş. Yeni güne girdiğimize göre eğlence başlasın," dedi yüzünde aptal bir sırıtmayla.
"Bıraksana adamı," dedim basamaklardan aşağı inip ona doğru ilerlerken, "komik değil Baray."
Baray gecenin sessizliğini tamamen dolduracak bir kahkaha attıktan sonra önünde, boynunu sıkıca tuttuğu adamla beraber bana bir adım daha attı.
"Burada şaka olan hiçbir şey yok zaten," dedi beni umursamadan.
Arkama dönüp öylece duran insanlara baktım. Tiyatro izler gibi ilgili gözlerle ve vurdumduymaz bir edayla öylece olup bitene bakıyorlardı.
"Neden kimse bir şey yapmıyor? Neyi seyrediyorsunuz hepiniz!"
Hiçbiri haykırışlarıma tepki vermedi. Hatta birkaçı sıkılmışçasına gözlerini devirip, arkasına yaslanıp olacakları seyretmeye devam etti.
"Oysaki bir sürü ipucu bırakmıştım. Detay hafızanın bu derece körelmiş olması ajanlıkta seni tökezletebilir güzelim."
"Baray, adamı bırak," dedim temkinli bir sesle.
Baray dediğime kulak vermiş gibi başını sallayıp dudaklarını peki dercesine büzdü ve adamın boynundaki kravatı serbest bırakıp yavaşça yere attı. Adam hala gözleri bağlı bir kurbanlık koyun misali sessizce önünde beklemeye devam ediyordu. Adamı omuzlarından aşağı bastırarak dizlerinin üzerine çökmesini sağladı. Tam o anda aynı şey bana da yapıldı. Karşımdaki adamla artık göz gözeydik. Arkama baktığımda iki tane takım elbiseli adam, ileri doğru boş gözlerle bakarken aynı anda beni omuzlarımdan aşağı bastırmaya devam ediyordu.
"Dolunay, ah Dolunay..." dedi Baray iç çekerken, "sana hazırladığım bu özel tiyatro boşa mıydı yoksa?"
"Ne için yaptın bu iğrençliğin hepsini? Siz ne tip bir tarikatsınız ha!"
Adamlar, ufak bir kıpırdanmaya bile fırsat vermeyecek şekildeki tutuşlarını daha da sertleştirdiler. Baray dizlerinin üstüne çökmüş halde duran adamın çenesini sıkıca kavrayıp başını kendine doğru eğdi.
"Biliyor musun, eğer onu boğsaydım finalim pekte görkemli olmazdı. Yirmi ikinciye yakışır bir şekilde olsun."
* Genişçe gülümsemesi, büyükçe açtığı mavi gözleri ve onun önüne düşmüş bir tutam saç ile bir deliden farksızdı. Elini cebine sokup çıkardığı an parmaklarının arasında bir bıçak belirdi. Saliseler sonra bıçak, önünde tuttuğu adamın boynunu uzun bir kesikle ortadan ikiye yardı.
Boğazımı yırtarak delip geçen çığlığım, sessizliğin içinde yankılar halinde yayıldı. Nefesimin bana yetmediğini hissettiğim o an ciğerlerime zorla çektiğim nefes işe yaramıyordu, nefes alamıyordum. Bilincimi kaybetmeye başladığımı hissettim. Başım dönüyor, hiçbir şeye odaklanamıyordum. Gözlerimin önünde sadece o adam vardı. Hareket edemiyordum, başka hiçbir yere bakamıyordum.
* Kanı boğazındaki uzun yarıktan fışkırırıcasına akan adam, gözleri açık bir şekilde Baray'ın dizlerinden aşağı kayarak yerle buluştu. Daha fazla kendimi tutamadım ve midemdeki her şeyi dışarı boşalttım. Dizlerime sıçrayarak yayılan kusmuğum bana kanı anımsattı. Omuzlarımdaki baskı azalınca kendimi ellerimin üstüne bıraktım. Bana doğru ilerlerleyen ayak seslerini duysam da hareket edemeyeceğimin farkındaydım. Belki de şimdi gelip beni öldürecekti, ben zaten nefes bile alamıyordum.
Yavaşça başımı kaldırıp önümde duran o kişiye baktım. Üstü başı tamamen kan içinde olan o kişi bundan memnun gibiydi. Eğilip gözlerimin içine baktı. Yüzüne sıçrayan kan damlalarının birkaçı yavaşça aşağı doğru süzülmeye devam ediyordu. Bu kişiyi tanımıyordum, tanıyamıyordum. Kanlı eliyle dudaklarımı sildi, diğer eliyle de tüm yüzümü avucunun içine aldı.
"Yarın görüşürüz güzelim."
Nasıl bir bölümdü? Yorumlarınızı aşağıya bırakabilirsiniz🖤🖤 Kitabı kaydedip oy vermeyi unutmayın!! |
0% |