@lilithstear
|
Dünyam kendi içinde dönüyor, sadece dipsiz bir karanlık var. Kalp atışlarım en seslisiyle kulaklarımda uğulduyor. Bir dikişi sökercesine açtığım gözlerimi yine karanlık karşıladı. İliklerime kadar hissettiğim, korku veren o garip hissiyat titrememe neden oldu. Yatar vaziyette ve bir arabada olduğumun farkındaydım. Bilen bilir, ben karanlıktan korkarım. Kimse konuşmuyordu. Duyduğum tek ses süratle giden araba tekerleğinin asfalt üzerindeki çıkardığı sesti. Derin derin alıp vermeye başladığım soluklarımı birisi fark etmiş olacak ki ellerini kolumun üzerinde hissettim.
"Uslu duracak mısın," diye fısıldadı yabancı kulağıma eğilip.
Kim olduğunu kestiremiyordum. Bu belirsizlik bende yüksekten aşağı itilmişim gibi hissetmeme sebep oluyordu. Kolumun üstünde hissettiğim el bu sefer başıma dokundu.
"Çıkaracağım."
Başımdaki çuval benzeri şeyi yavaşça çekip çıkardı. Başımı hafif kaldırıp geri bırakmamla birinin dizlerinin üzerinde yattığımın farkına vardım. Karanlık yavaştan kendini loş, kırmızı bir ışığa bıraktı. Gözlerim yaşardığı için tam olarak aralayamasam da artık nerede olduğumun farkındaydım. Başımı hafifçe arkama döndürdüğümde mavi gözlerle karşılaştım. Ortamın havasına bürünen mavi gözler şimdi en koyu tonundaydı. Ellerini saçlarımın arasına daldırıp oralarda gezdirdi. Kalkmaya çabaladığımda el ve ayak bileklerimin sıkıca bağlı olduğunu fark ettim.
"İstiyorsan seni doğrultabilirim."
Tek kelime etmedim, omuzlarımdan tutup dediğini yaptı. Doğrulduğumda başım deli gibi dönüyordu. Kusmamak adına yutkunup arkama yaslandım. Şu an ağlayabilirdim, sabaha kadar. Belki de sabah olmuştu da bilmiyordum. Hiçbir şey bilmiyordum. Her yeri simsiyah kaplı bir arabanın arkasında elim kolum bağlı bir şekilde bir yere götürülüyordum.
Ona döndüm. Bana bakıyordu ama fazlasıyla umursamaz, ketum bir ifadeye sahipti. Sanki yirmi iki, hatta belki daha da fazlası insanı öldürmemiş gibi bir rahatlıktaydı. Üzerime davranınca refleks olarak geriye çekildim. Bu bana kendimi fazlasıyla ezik ve rahatsız hissettirdi. Baray, verdiğim tepkiye takılmadan ellerime yöneldi. Bileklerimin çevresindeki bağı çözdükten sonra yere attı. Bileklerimi ovuştururken üstümde sadece uzun, beyaz bir gömleğin olduğunu farkettim. Ayaklarımı da çözdüğünde artık kısmen özgürdüm.
"Neydi şimdi bu?"
Sesim kısık ve titrek çıkmıştı.
"Hiçbir şey. Rahat et diye, istiyorsan geri bağlayayım."
Gözlerimden aşağı teker teker kayan göz yaşlarının ardından nefretle ona bakıyordum. Tam anlamıyla çaresiz ve tiksinmiş durumdaydım. Gözlerimi üstünden çekmeden elimin tersiyle çenemde biriken büyük damlayı sildim, yenileri birikmeye devam ediyordu. Kafam fazlasıyla karışmıştı ve ne yapmam gerektiğini bilmiyor, düşünemiyordum. Neden buradaydım, bu adam benden ne istiyordu ve nereye götürülüyordum?
Başını yaktığım hatta hayatını tamamen bitirdiğim adamların birinin oğlu olabilirdi, aklıma şimdilik bu ihtimalden başka bir şey gelmiyordu. Gözlerim arabanın kapısına kaydı, bu yolculuğun sonunun iyi bir şeye açılmayacağını herkes bilebilirdi. Yüreğimde biriken cesaretle her şeyi göze alabileceğimi fark ettim. Kapı kolunu kendime doğru çekmemle beraber kapı hızla savrularak açıldı. Hiç düşünmeden bedenimi ileri doğru ittim.
Sertçe tutulan bileğim duraksamama neden olunca yarı yarıya dışarı sarkmış bedenimle olduğum yerde kalakaldım. Nefesimi kesildi, korkuyla kocaman açılan gözlerim etrafı taramaya başladı. Süratle giden arabadan aşağı sarkan saçlarım rüzgarın etkisiyle suratıma çarpıyor, nerede olduğumu kestiremiyordum. Baray, kararlı bir şekilde beni içeri çekmeye çalışıyordu. Kolumu ondan kurtarmaya çalıştığım an yakamdan yakalamasıyla beraber beni içeri çekip öteki tarafa savurdu. Hızla kapıyı kapatıp beni saçlarımdan kavrayıp doğrulttu.
"Ne yapmaya çalışıyorsun sen," diye bağırdı öfkeyle.
İkimiz de nefes nefeseydik. Mavilerine diktiğim nefret dolu bakışlarımı kesmeden, "senin elinde öleceğime sonsuz acılar eşliğinde ölmeyi yeğlerim," dedim tükürürcesine. Arkadan tuttuğu saçlarımı daha da sıkınca yüzümü buruşturdum, beni biraz daha kendine çekti.
"Ben istemediğim sürece ölemezsin," dedi kulaklarımın içerisinde tekrar tekrar çınlayacak bir ses tonuyla, ardından ekledi; "ben istemediğim sürece yaşayamazsın da."
Saçlarımın arasında sıkıca onları tutan parmakları yavaşça gevşerken hızla alıp verdiğimiz soluklarımız da dengelenmeye başlamıştı. Bedenimi bir oyuncak bebek misali yanına yerleştirip kemerimi bağladı. Ardından bileklerimi bir araya getirip eline geçirdiği iple tekrar sıkıca etrafını sardı. Boş gözlerle yaptığı her bir hareketi izlemeye koyuldum. Bağlama işini bitirdiğinde çattığı kaşlarının taçlandırdığı sert bakışlarını tekrar benimle buluşturdu. Gaddar ifadesi bu zamana kadar yakaladıklarımın en deriniydi. Daha sonra eline aldığı siyah bandajı yüzüme yaklaştırdı.
"Sakın."
Sesim fazlasıyla savunmasız çıkmıştı, bu onun duraksamasına neden oldu. Bandajı avucunun içine alıp geriye yaslandı. Bir zaman ikimizin ağzını da bıçak açmadı, asfaltın sesi kulaklarımı tırmalamaya başlamıştı. Ne için ve kimin isteğiyle buradaydım? Gözlerim istemsizce sağ tarafımda oturan adama kaydı. Ona her baktığımda o adamı görüyordum, boğazındaki kesikten aşağı akan kanlar belki de benim yüzümden akmıştı.
Bilinmezliğin içerisinde kendimle boğuşuyordum, kafamda dönen deli saçması kurtuluş fikirleri bir türlü bitmiyordu. Ona kim olduğunu sorsam söyler miydi emin değilim. Aslına bakarsan kim olduğunun bir önemi de yoktu, benim ne için burada olduğumun ve bütün bu dönen sirkin nasıl bir amacı var bunu bilmemin önemi vardı. Doğru soruları bulmalıydım ya da susmalıydım tek yapmam gereken buydu.
"Neler oluyor?"
Gözlerimi ürkek bir edayla ona döndürdüm, o da aynı şekilde kayıtsız bakışlarını. Kafasını geriye atıp omuzlarını dikleştirdi;
"Hiçbir şey."
"Neden buradayım?"
"Ben istediğim için."
"Kim için buradayım?"
"Benim için."
"Sen kimsin?"
Sinirle alıp verdiği nefesin ardından, "bunların hepsi bittiğinde beni ne diye tanımlamak istersen oyum," diye cevapladı.
Yutkundum, kimin sürdüğünü ve nereye varacağını bilmediğim karanlık bir arabanın içerisinde daha dün birini öldürdüğüne şahit olduğum bir adama sakince kim olduğunu soruyordum. Bu delilikti, hem de zır delilik. Elindeki bandanayı hala bırakmamıştı. Bu durumun şimdilik böyle olduğu belliydi, zora girmeden önce biraz daha bir şeyler öğrenmem gerekiyordu.
"Başını yaktığım birinin oğlu ya da adamı mısın?"
Bembeyaz dişlerini sergilercesine güldü, umursamazca kafasını iki yana salladı. Bu bir cevap değildi.
"Benden ne istiyorsun, biz nereye gidiyoruz?" Diye çıkıştım. "Beni de mi öldüreceksin?"
Sorduğum hiçbir soruyla ilgilenmiyor gibiydi. O an nefesimi boşa tükettiğimi anladım. Kafasında başka bir şeyler döndüğü belliydi, düşünceli bakışları üstümdeydi. Benim aksime fazlasıyla rahat gözüküyordu. Ne hakkında düşünüyordu bilmiyorun ama kesinlikle bir çıkış noktası bulacağına emindim.
Boğazını temizleyip, "evet," dedi sesli bir şekilde. Ben neler olduğunu anlayana kadar kollarımdan kavrayıp beni göğsüne yasladı. Elindeki bandanayı gözlerimin önüne getirdi;
"Gözlerini kapat bakalım."
Göz kapaklarımın üstündeki karanlık örtüyü, arkadan attığı düğümle birlikte oraya sabitledi. Boynumda hissettiğim ılık nefesle beraber kasıldım, nefesim bedenimin içerisinde kapana kısıldı. Dudaklarını birkaç saniye boynumda gezdirdikten sonra, "çok eğleneceğiz," diye fısıldadı. Arabanın kapısı açıldı, kollarımdaki sıkı parmakları gevşedi ve beni ileri doğru savurdu. Sertçe dizlerimin üstüne kapaklandım. Ellerim arkamda bağlı olduğu için dengede durması epey zordu. Hiçbir şey göremesem de güneşin tenimde bıraktığı hafif ısıyı hissedebiliyordum, soğuğa rağmen...
Kollarıma zamk gibi yapışan eller güçlü bir hamleyle ayağa kalkmamı sağladı. İlerlemeye başlamıştık, ayağımın altındaki zemin asfalt kadar pürüzsüz değildi, çakıl taşlarından yapılmıştı. Ben yavaşladıkça kolumu tutan eller tarafından itilmeye devam ediyordum.
"Baray!"
Duraksadık. Çakıl taşlarının çıkardığı sesleri dinledim, onun adımları hariç kimseden ses çıkmıyordu. Yakınlarıma gelince duraksadı. Nefes seslerini dinlemeye koyuldum. Arkamda mıydı? Yoksa sol çaprazımda... o muydu?..
"Sakinleş," diye fısıldadı kulağıma. Arkamdaydı. Dudaklarımın üstüne getirdiği elini sertçe bastırdı, kafamı göğsüne dayadı.
"Sana önemli yerlerde sessiz olman gerektiği öğretilmedi mi?"
Parmakları dudaklarımın üstünde haylaz bir gezintiye başladı. Kalbim göğüs kafesimi zorlarken burnumdan çektiğim güçlü nefesle beraber sakinleşmeyi umdum.
"Ulu orta yerlerde kolayca adımı haykırabileceğini sana kim söyledi?" Dedi tehditkar bir ses tonuyla
Dokunuşu sertleşti; dudaklarımı zorla araladı, daha sonra dişlerimi. Dilimle buluşturduğu uzun parmaklarını oralarda dolandırdı.
"Ben izin vermediğim müddetçe bu dili kullanamazsın, özellikle de adımı seslenmek için."
Yaptığı bu amaçsız ve iğrenç işlemin ardından dudaklarımın tam ortasından bir bağ geçirdi. Onu da düğümlediğinde artık ne görebiliyor ne de konuşabiliyordum. Tekrar ilerlemeye başladığımızda göğsümün ortasında bu zamana kadar hiç hissetmediğim panik verici bir duygu yerleşti. Belki korkuydu belki de özgürlüğümün tamamen elimden gittiğiyle alakalı bir endişe. Bu duygu fazlasıyla boğucuydu, en temiz oksijeni bile zehre çevirebilecek cinsten... Yüzümün ortasına bastırılan bir bezle beraber kendimi ellerinden kurtarmak için çırpındım ve sağır edici bir çığlık bastım. Onlarsa bu çığlığı bastırıp ufak bir iniltiye dönüştürmede fazlasıyla ustalardı.
***
"Yavaş ol biraz, Baray ne yaparsanız yapın dedi ama neyin ne olacağı belli olmaz."
"İnan sikimde değil." Dedi nefes nefese.
Beynimin içerisinde yankılanan seslerin hiçbirine tepki veremiyordum. Derin, karanlık bir kuyunun içerisinde bir labirent bulmuşum ve orada ne kadar dolanırsam dolanayım, hangi bölüme girersem gireyim asla bir çıkış bulamayacakmışım gibi hissettiriyordu her şey. Beynimde yankılanan sesleri dinlemeye devam ettim:
"Aptallaşma, ben üst kısmından tutayım sen de bacaklarından tut. Kadını sürükleyip durma."
"Ne halt ediyorsunuz siz orada?" Dedi üçüncü bir ses. Bulunduğum sonsuz kuyudan daha derin ve karanlık bir tınıya sahipti. Tanınmış ve tanınacak tüm sesleri zihinden silecek türden bir sesti.
"Hiçbir şey Zade abi."
Adım sesleri yaklaştıkça zihnimin içerisinde çınladı.
"Zade abi ben dedim, sürüklemeyelim dedim."
"Bırakın kızı."
Koltuk altlarımdaki acı his son buldu, hafiflediğimi hissettim.
"Ne için getirdiniz bu kızı?"
"Biz biz de bilmiyoruz kim olduğunu. Baray Bey kaç gündür ortada yoktu, kızla alakalı bir olayı var ama çözemedik. Dün gece de hazırlıklar yapıldı daha sonra buraya getirmemizi emretti."
Kısa bir sessizlik ortamı ele geçirdi, nefes sesleri birbirinin peşine sıralandı. Bir anda bacaklarımın altında ve sırtımın arkasında hissettiğim eller beni havaya kaldırdı.
"Tamam siz gidin."
Güçlü kollar sıkıca bedenimi kavradı. Gözlerimi açmak istedim, kendimi buna zorladım. Göz kapaklarımı araladığımda ise beni karşılayan keskin, biçimli bir çene hattıydı. Yeşil-mavi yansımalı ışıkların altından geçerken o renklere bürünen siyah saçları karanlığa geldiğimizde tamamen görünmez oluyordu. Başını eğdiğinde göz göze geldik, donuk bakışlarını yüzümde gezdirip tekrar önüne baktı.
"Neden buradasın?"
Sert ve kalın sesi koridorda yankılandı. Henüz bunun cevabını ben de bilmiyordum. Verebilecek net bir cevabım yoktu.
"Bilmiyorum," dedim bir fısıltı gücünde.
Sağa keskin bir dönüş yaptıktan sonra duraksadı, tekrar göz göze geldik.
"Seni dikeltmem gerekiyor, ayakta durabilir misin?"
Başımla onu onayladım. Ayaklarım yerle buluştuğunda hala sırtımdaki koluyla bana destek veriyordu. Önünde durduğumuz yerin hücre benzeri bir yer olduğunu fark edince bir adım geriye attım. Adam, eline aldığı anahtarı demir kapının deliğine sokup kilidi çevirdi, kapıyı araladı.
"Hayır, hayır ben buraya giremem. Beni buraya sokamazsınız," diye bağırdım.
Kayıtsız bakışlarını yavaşça üzerime çevirdi, "zorundasın. Ne dendiyse o."
"Hayır," diye tekrarladım, "girmeyeceğim."
Sırtımdaki eli sert bir dokunuşla varlığını belli etti. Yavaşça beni ittirdiği hücrenin içine baktım. Tek, küçücük pencerenin ardından sızan ay ışığının aydınlattığı, tamamen betondan yapılmış kutu kadar bir odaydı. Başımı iki yana sallayıp arkamı döndüm. Derin derin aldığım nefesleri düzene sokmaya çalıştım.
"Bak, diretmeye devam edersen büyük ihtimalle başımıza bir sürü kişiyi toplarsın. Emin ol onlar Baray'ın gözüne girebilmek için seni en acı verici şekilde buraya tıkarlar. O nedenle benimle olduğuna şükret ve gir şu koyduğumun yerine."
"Siz ne..." nefesim kesildi, cümlem yarıda kaldı. Yutkundum ve ona döndüm, "siz nesiniz böyle? Tarikat mısınız, organ mafyası mısınız? Kime hizmet ediyorsunuz?"
Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirip her bir tutamı sıktım. Delirmek üzere gibi hissediyordum.
"Bu sorularını Baray'a sorarsın artık. Hadi gir şuraya, seni incitmek istemiyorum."
Bakışlarımız aynı keskinlikte birleşti. Yakınlarda duyulan adım sesleri ifadesini daha da sertleştirdi. Gözleri sesin geldiği yöne döndü.
"Beğendin mi yaptığını?"
Bileğimi kavrayıp beni hücrenin içerisine ittirdi, kapıyı kapattı ama kilitlemedi.
"Sorun mu var?"
"Her zamanki gibi."
Verdiği cevap beni korumak için verilmiş bir cevap gibi durmuyordu. Gergin bakışlarım, üç küçük deliği olan kapının üstündeydi.
"Müdahale edelim o zaman."
Yutkundum. Gelebilecek herhangi bir kargaşaya kendimi hazırlamam gerekiyordu.
"Hayır, bir şeye müdahale edilecek olsa sizce ben mi kolayca hallederim siz mi?" Dedi kendinden emin bir sesle. Fazlasıyla rahat cevaplar veriyordu.
Kıkırdaşma sesleri ardından kısa bir sessizlik yaşandı. Hemen sonrası aralanan kapıdan içeri girdi.
"Senin Baray'la ne işin var küçük kız, kısaca özetle." Diye fısıldadı.
"Bir işim var gibi mi duruyorum?" Dedim aynı tonda.
"O zaman seni neden bu sıçtığımın yerine sokmak için özen gösteriyor?"
"Delirmiş çünkü."
Derin bir nefes alıp geri verdi.
"Bana bak aranızda ne geçti bilmiyorum, umrumda da değil. Ama tavırlarına dikkat etsen iyi olur. Sandığımdan da ciddi bir olay dönüyor çünkü."
"Öğren."
Yüzünü buruşturdu, "neyi öğreneceğim? Bir şeyler öğrenmesi gereken kişi sensin. Baray'ın kim olduğunu bile bilmiyorsun daha."
Bakışları ciddileşti, kaşlarını çatıp yukarıdan aşağı beni süzdü.
"Titriyorsun sen."
O diyene kadar bu durumu fark etmemiştim. Gözlerimi kapatıp soğuk betona yaslandım. Sakinleşmem gerekiyordu, kendimi kontrol altına almam gerekiyordu. Düşünmeliydim. Buradan kendimi kurtaracak bir şeyler düşünmeliydim.
"Bir hastalığın mı var üşüdün mü yoksa korkuyor musun anlamıyorum." Dedi endişeli bir sesle.
Dediği şeyleri arkaplana atıp kendime odaklandım. Birazdan çıkıp gidecekti, ona bir şey açıklamama ya da anlatmama gerek yoktu. Sonuçta burada olduğuna göre o da onlardan farksız, iğrenç birinin tekiydi. Benliğimi kendi içime hapsedip sakinleşmeye, düşünmeye koyuldum. Kafamın içindeki sesleri bu gece susturmamalıydım, çünkü onlara bu sefer ihtiyacım vardı. Kendimi ancak böyle rahatlatabilirdim. Bulunduğum durumun garipliğini, saçmalığını ve duyduğum paniği böyle atlatabilirdim.
Burası boktan bir bilinmezlik çukuruydu. Bense tüm yalnızlığımla buradaydım. Bu farkındalık zihnimin içerisinde dolaştıkça nefesimi kesiyor, mantıklı düşünmeme engel oluyordu. Bu durumda mantıklı düşünmeme gerek var mıydı yoksa mantığımı bir kenara bırakıp buradan kurtulmak için elimden ne geliyorsa yapmalı mıydım? Kafamda dönen onlarca cevapsız soru beni boğuyordu. Göğüs kafesimi zorlayarak aldığım nefesler gitgide beni mahvediyordu. Vücudumun etrafında hissettiğim sıcaklıkla beraber gözlerimi araladım. Bedenimin etrafına sarılmış kollar afallamama neden oldu. İtmeye kalkıştığım koca beden bir santim bile ırganmadı.
"Kendine geldin sonunda."
Kafamı kaldırıp ona baktım.
"Bırak, iyiydim ben zaten. Öylesine bir titreme. Hiç titreyen insan görmedin mi? Ya da gördüğünde hepsine sarılıyor muydun?"
Dudağının bir kenarı alaycı bir tavırla yukarı kıvrıldı, "titreyen insan gördüm ama titrerken yaklaşık on dakika boyunca kendinden geçen biriyle en son gebertene kadar dövdüğümde karşılaşmıştım. O da zaten normaldi."
Güç bela kollarının arasından sıyrılıp arkamı döndüm. Yavaş adımlarla bana yaklaşıp sırtımı sıvazlar gibi yaptı.
"Tamam, madem neden burada olduğunla alakalı hiçbir fikrin yok o zaman senin için ne olup bittiğini anlamaya çalışacağım," dedi sessizce. "Sen de bu süre zarfında fevri çıkışlarını kendine saklasan iyi edersin."
Dediği hiçbir şeye karşılık vermeden öylece durduğum yerde kalakaldım. Bir zaman sonra o da çıkıp ardından kapıyı kilitledi. Gider gitmez yüzümü kapıya çevirdim, sırtımı duvara yaslayıp yavaşça aşağı kaydım. Dizlerimi kendime çekip kollarımı çevresine doladım. Görebildiğim tek şey ise deliklerden içeri yansıyan, bozuk ampullerin verdiği fersiz ışıktan başka bir şey değildi.
***
Ağır kapının gürültülü gıcırtısı irkilmeme neden oldu. Birkaç saatliğine dalmış olmalıyım ki yere uzandığımı gözlerimi araladığımda fark etmiştim. Hızla toparlandım, odanın bir köşesine geçip dikildiğim yerden kapının açılışını izledim. İçeri giren adam, elindeki tepsiyi ileriye doğru sürüp sessizce odadan ayrıldı.
Tepsinin üstünde duran bir paket sigara, çakmak ve suyu inceledim. Yavaşça oraya yaklaşıp eğildim. Tepsinin üzerinden aldığım sigara paketini açıp içerisinden bir tane sigara çıkardım. Çakmağı ateşleyip dudaklarımın arasına aldığım sigaranın ucunu tutuşturdum. Çakmağı eski yerine geri koyarken ellerimin hala titrediğini fark ettim. Gülümsedim. Hemen sonrasında sağ gözümden aşağı süzülen bir damla yaş, düştüğü beton zemini koyulaştırdı. Dahası gelmedi. Ayağa kalkmadan kendimi kapının sağ tarafındaki duvara ittirip sırtımı duvarla birleştirdim.
Titreyen parmaklarımın arasına aldığım sigarayı dudaklarımdan çekip dumanı on beş metrekarelik, betondan alana üfledim. Hava akışı olmayan odanın içerisinde dağılmayan sigara dumanı sisli bir ortam yarattı. Başımı geriye yasladığımda yaklaşık üç metre üstümde, bir uçtan öteki uca sabitlenmiş kalın demir çubuk dikkatimi çekti. Kıstığım gözlerimi ondan ayırmadan sigaramı bitirdim. Bir tane daha almak için açtığım paketin arkasına sıkıştırılmış kağıt parçası dikkatimi çekti. Elime alıp yazılanı okudum;
"Günaydın, sigaranın tadını çıkar. -Baray."
İğrentiyle yüzümü buruşturup paketi odanın bir köşesine fırlattım. Elimi sertçe alnıma bastırıp bu abuk durumun sinir bozuculuğuna küfrettim. Bana zarar vermek istemediğine neredeyse emin olmaya başlamıştım. Eğer vermek isteseydi bu zamana kadar bunu çoktan yapardı. O daha çok oyun istiyor gibiydi, ben oyuncak olacak biri değildim. Kendimi ona bırakmayacaktım. Kapının ardından belli belirsiz bir ses duyuldu. Ardından kilit sesiyle beraber kapı açıldı. Yerimden ırganmadan içeri giren kişiye baktım. Kısa boylu, kaslı bir adam arka cebinden çıkardığı epey dandik kelepçeyle beraber başımda dikilmeye koyuldu.
"Günaydın, seni kelepçelemem gerek," dedi gözleriyle az önce varlığının farkına vardığım demir çubuğu işaret ederken.
"Sebep?" Dedim umursamaz bir ifadeyle.
Donuk bakışlarını bana döndürdü, açıklama yapmak istemiyor gibi bıkkın bir hali vardı.
"Zor kullanmak durumunda kalabilirim. Ayaklan lütfen."
Dudaklarımı umursamazca büzüp, "peki öyle olsun. Bu da istediğiniz gibi olsun." Dedim.
Çubuğun tam altında durup ellerimi öne doğru uzattım. Bileklerimden bir tanesine geçirdiği halkayı kapatıp bileğime göre sıktı. Ötekini de demir çubuğun etrafından geçirdikten sonra kolumu yukarı kaldırıp orada kapattı.
"Bu kadar mı?"
"Şimdilik. Birazdan Baray gelir."
Kaşlarımı çatıp fazlasıyla komik olan durumu değerlendirdim.
"Beni bağlamanıza ne gerek vardı?"
"Öyle gerekti öyle oldu," diye yanıtladı sevimsiz bir ifadeyle.
Adam çıktıktan sonra kafamı kaldırıp demirle baktım. Sağlamlığını test etmek adına tutunup birkaç saniye ileri geri sallandım. Yavaştan kollarıma ağrı girmeye başladığı dakikalarda kapı hızla ardına kadar açıldı, hemen arkasından büyük bir galibiyet almışçasına kibirli ve gururlu bir ifadeyle içeri Baray girdi. Ardından birkaç kişi daha ona katıldı. Üstüne giydiği tamamen beyazlardan oluşan takım elbisesinin içerisinde fazlasıyla duru gözüküyordu, olmamasına rağmen... Mavi gözlerini üstümde gezdirdi. Birkaç adım önünde duran iki adam sağına ve soluna konumlandı.
"Dolunay... harika görünüyorsun, tam istediğim gibi."
Kurduğu bu aptal cümle ardından içimde kabaran gülme isteğini durduramadım, boğazımdan gelen kısa kahkaha ardından tekrar önümde duran erkek ordusuna baktım. Gözlerim istemsizce içlerinden en arkada duran, siyahlar içerisindeki görkemli cüssesini kapının girişine yaslamış olan ona kenetlendi. Onun gözleri ise üstünkörü bir bakışın ardından kapıdan dışarı kaydı, burada bulunmak istemiyor gibiydi.
"Beni özledin mi?"
Sorusuyla beraber tekrar Baray'a geri döndüm.
"Benden bu kadar korkuyor musun Baray?"
Duruşunu dikleştirdi, gözlerini kıstı. Sinsice gülümseyip sağ tarafında duran adamı göz hapsine aldım. Yavaşça parmaklarımı az önceki gibi demire dolayıp kollarımdan aldığım güçle belden altımı havalandırıp adamın boynunu bacaklarımın arasına alıp sıktım. Kimsenin algılayamadığı bu saliselik hareketimin hemen ardından herkes geri çekilip silahına davrandı ama kimse tetiği çekmedi. Boynu bacaklarımın arasında kalan adam birkaç saniye sonra gözlerini yumduğunda onu serbest bıraktım.
"Güvenlik önlemin pek işe yaramamış gibi gözüküyor." Dedim sinir bozucu bir tavırla. Altımda yatan adamı işaret edip. Şaşırmış gibi yapıp dudaklarımı araladım ve sesli bir nefes çektim, "ya sen olsaydın Baray? Ne büyük hata ama..." diye dalga geçtim.
Baray, bozulan yüz hatlarını eski haline geri getirdi. Memnun bakışlarla yerde yatan adama baktı.
"Seni seçtiğimde yanılmayacağımdan çok emindim. Fazla zeki ve muhteşem bir adamım değil mi?" Diye bağırdı.
Herkes başıyla onu onaylarken kaşlarımı çatıp dediği şeyi anlamlandırmaya çalıştım.
"Ne demeye çalışıyorsun sen?"
Şımarıkça dudaklarını büzüp, "benim için çalışacaksın, benim olacaksın." Dedi.
Kaşlarımı kaldırıp yukarıdan aşağı onu süzdüm. Dediklerinde epey ciddi gözüküyordu.
"Yani bana ihtiyacın var," dedim kendinden emin bir tavırla.
Bir adım daha yaklaştı, ifadesi fazlasıyla sertleşti. Gözlerini meydan okurcasına benimkilere dikti. Tehlikeli uzaklık, herhangi birimizin hareketiyle dudaklarımızı birleştirebilecek kadar kısaydı.
"Sikeyim, bana ihtiyacın var," diye fısıldadım yüzüne karşı. Bu farkındalık yüzümde genişçe bir gülümse yayılmasına neden oldu.
Baray, yavaşça bedenimi kavradı, nazik dokunuşlarını üzerimde gezdirmeye başladı.
"Hayır," dedi parmaklarını kaburga kemiklerimin hepsine birer birer dokundururken. "Seni kullanmak istiyorum."
En sonuncu kemiğimde parmakları gezintisini sonlandırdı. Başparmaklarını sertçe altına doğru ittirdi. Nefesimi tuttum, parmak ucunda yükseldim.
"Seni kullanmak ve senden faydalanmak istiyorum, her anlamda," diye fısıldadı tehditkar bir tınıyla.
Dudaklarını benimkilere sürttü, zevkle gülümsediğinde dişlerini tenimde hissettim. Parmakları, işkencesini bitirir bitirmez belimi kavradı. Dudaklarını kulak hizama getirip öteki eliyle saçlarımı arkaya attı.
"Ve öyle de yapacağım."
Vücudumu serbest bıraktığında kalp atışlarım göğüs kafesimi zorlayacak bir hızdaydı ama kendimi kontrol edebilmiştim, bir yere kadar. Yutkundum. Baray yavaşça benden uzaklaştı ve arkasını döndü.
"Ama ben bunu kabul etmeyeceğim."
Duraksadı. Omzunun üstünden kısa bir bakış attı. Ardından tekrar yüz yüze geldik.
"O zaman seni burada misafir etmeye devam etmek zorundayım Dolunay'ım."
Yüzümü avucunun içine alıp okşadı, "ve bu misafirlik gün geçtikçe daha da acı verici bir hale gelecek," dedi başını eğip.
"Sonunda öyle bir noktaya gelecek ki, sana bugün sunduğum bu hediye için bana yalvaracaksın."
Başımı iki yana salladım, çenemi meydan okurcasına kaldırdım.
"Ben asla yalvarmam."
Sinir bozucu bir ifadesizlikle dudakları yukarı kıvrıldı.
"Göreceğiz."
Kapıdan ilk çıkan Baray oldu, en son çıkan ise o. Kapıyı kapatmadan hemen önce siyah gözleri, ruhumun derinliklerini okumak istercesine üstümde gezindi. Sessizce çıkıp gittiklerinde ben hala bıraktıkları yerde afallamış bir halde duruyordum. bölümü nasıl buldunuz yorumlarda belirtin🖤 beni takip etmeyi ve oy vermeyi unutmayın!! |
0% |