Yeni Üyelik
13.
Bölüm

❅ 10 ❅

@lilithstear

Omzumdan aşağı sarkan çantanın kulpunu sıkıca tutup omzumdaki yerini sağlamlaştırdım, emin adımlarla evimin girişine yöneldim. İronik bir şekilde bu sıralar arkadaşlarım benden daha çok evimde vakit geçirir olmuşlardı. Zili çalmama gerek kalmadan aralanan kapının ardındaki Batu, yüzündeki sert ifadeyle birlikte sessizce arkasını dönüp içeri yöneldi. İçeri girip ardımdan kapıyı kapattım, Batu'nun arkasından hızlı adımlarla ona ulaştım.

 

"Sen aklını kaçırmışsın."

 

Çıplak göğüsü öfkeyle kabarıp iniyordu, dişlerini sıkıp gevşettiğini görebiliyordum. Fazlasıyla sinirliydi, haklı olup olmadığı konusunda hiçbir fikrim yoktu.

 

"Neredeydin, kiminleydin? Koyduğumunun telefonu da mı çalışmıyordu Adal?"

 

"Üç yaşındaymışım gibi davranıyorsun."

 

"Hayır ben değil, sen öyle davranıyorsun."

 

Gözlerini belli belirsiz üstümde gezdirip, "üstündeki kimin o bile belli değil," dedi

 

"Rengin nerede?"

 

"Lafı değiştirmeye çalışma," dedi güçlü bir fısıltıyla.

 

Sessizliğine bakılırsa Rengin buradaydı, kanepelerin üstü olması gerektiğinden daha topluydu, kimse burada yatmamıştı. Batu için geriye kalan seçeneklerin biri fazlasıyla sinir bozucuydu. Ya birlikte yatmışlardı ya da diğer odada uyumuştu. O oda kullanılmadığı için geriye sadece diğer seçenek kalıyordu. Sorgulanması gereken tek kişi ben değildim, gözlerimi devirip tekrar ona döndüm.

 

"Birlikte mi yattınız?"

 

Kısa bir sessizliğin ardından, "evet, ne yapsaydım çok sarhoştu," dedi.

 

Burnumdan verdiğim sert nefesin ardından yanağımın içini dişleyip kafamı iki yana salladım. Birbirimize diktiğimiz sert bakışlarımıza yüzümü başka bir yöne döndürerek son verdim ama bu Batu'yu daha da sinirlendirmişti. Çenemi kavrayıp tekrar yüzümü kendine döndürdü. Bakışlarımızı tekrar birleştirdiğinde bu sefer onunkiler daha sertti ama ben, şu an bunu umursamayacak kadar gamsız olmayı tercih ettim.

 

"Değişiyorsun ve ben seni tanıyamıyorum, değişiyorsun ve ben bunu durduramıyorum."

 

"Değiştiğim kanaatine nereden vardın?"

 

"Kiminleydin?"

 

"Kiminle olduğum konusunun hangi tarafıyla ilgileniyorsun? Kıskançlık olan tarafı mı yoksa endişe mi?"

 

Dudağı belli belirsiz kıpırdadı, yüzündeki ifade adlandırmak için fazla karmaşık ve pusluydu. Biraz daha yaklaştığında başımı daha da geriye yatırdım.

 

"Hoşuna gidiyor. Senin için çıldırmam hoşuna gidiyor ve her şeyi sırf bunun için yapıyorsun."

 

Hiçbir şey demedim. İfadesiz, sinir bozucu derecede boş olan bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Davranışı sadece beni daha farklı duygulara sürüklüyordu ve evet, bir bakıma bu hoşuma gidiyordu. Umursamaz davranmak şu an fazlasıyla işime geliyordu ama ben böyle biri değilim, beni böyle yapan o. Beni böyle yapan, aramızdaki gel gitli ilişki.

 

"Kiminleydin?" Dedi sinirden titreyen bir fısıltıyla.

 

Bu soru nedensizce gülümsememe neden oldu, tek elimle alnımı sıvazladım.

 

"Batu, saat sabahın altısı ve sen beni sorguya çekiyorsun, sana hiçbir şey anlatmak zorunda değilim," dedim umursamaz bir tavırla.

 

Arkamı döner dönmez adım atmama bile olanak vermeden kolumu sıkıca kavrayan eli, tekrar ona dönmemi sağladı. Nefeslerimizin kolayca birbirine karışabileceği o yakınlığa tekrar geri dönmüştük, bu sefer gözlerinin içine bakmadım. Elimi göğsünün üstüne bastırıp ondan biraz uzaklaştım.

 

"Kavga etmek istemiyorum Batu. Bir arkadaşımla beraberdim, onda kaldım. Kısacası güvendiğim biri ve senin aksine ben bir bahaneyle onunla yatmadım. Bu seni rahatlattı mı, yeterli bir açıklama mı?" Dedim sert ama dengeli bir tonda

 

"Hayır, beni daha da sinirlendirdi."

 

Sıcak parmaklarını ensemde hissettiğimde kaçınılmaz bir öpücüğün geldiğinin farkındaydım. Kolumu tutan eli çözüldüğü an belimle buluştu, bedenlerimizi tutkuyla birbirine bastırdı. Beni istediğini biliyordum, ama ona istediğini vermeyecektim. Kısa bir süre sonra dudaklarımı onunkilerden ayırdım ve tekrar yakalamasına izin vermedim. Yavaşça kolunun arasından sıyrılıp merdivenlere yöneldim.

 

"Sen yatmayacaksan eğer arkadaşımın yanına gidiyorum."

 

Ardımdan üstüme diktiği gece mavisi gözlerinin içindeki yanan ateşi ona bakmadan da hissedebilir hatta görebilirdim. Bu ateş, belki öfkenin belki de şehvetin ateşiydi. Bildiğim tek şey ise hangisi olursa olsun ikimiz için fazlasıyla tehlikedeydi.

 

***

 

Yatakta bağdaş kurmuş bir şekilde oturuyorduk. Renginin gür, kahverengi saclarını bir araya toparlayıp nazikçe taramaya başladım.

 

"Mert'ten bunaldım sürekli arıyor," diye hayıflandı.

 

"Açma."

 

Saçlarını üç eşit parçaya bölüp onları sırasıyla birbirinin üstüne getirip sıkı bir örük ördüm. Uç kısmını bağlar bağlamaz Rengin pozisyonunu bozmadan hızlı bir hareketle bana döndü.

 

"Dün gece neredeydin Adal?"

 

Gözlerini kısıp beni dürtmeye başladı. Gözlerimi devirip başımı iki yana salladım, "arkadaşımın evinde."

 

"Benden başka arkadaşın olamaz! En yakının her zaman ben olacağım."

 

"Zaten öylesin ve o da yakın değil düz arkadaşım."

 

"Sen yakın olmadığın daha doğrusu güvenmediğin kimseyle beraber bir gece geçirmezsin Adal."

 

Gözlerindeki imalı bakışın ardındaki merakı okuyabiliyordum ama ona anlatacak önemli bir olay yoktu. Dediği şeyler doğruydu, onu hayatıma sokacak hatta onunla beraber kalacak kadar vakit geçirmemiştik ama ona baktığımda bir yerlerde verdiği güven kendini fazlasıyla hissettiriyordu, bu da bütün ön yargıları kırmaya yetiyordu. Güven problemleri olan biri olduğumu düşünmüyordum fakat birini bu derece yakınıma alacaksam eğer o kişiye güvenene kadar zaman geçirip tanımayı tercih ederdim.

 

"Tanıyorum bir yerlerden yani güvendiğim biri. Sizi göremediğim için kendime en yakın olan kişiyle beraber gittim işte."

 

Başıyla beni onaylayıp ayağa kalktı.

 

"Peki, erkek mi?"

 

"Rengin..."

 

Haylaz bir sırıtışın ardından dudaklarını birbirine bastırdı, "tamam susuyorum."

 

Kendi saçlarımı at kuyruğu yaptıktan sonra yataktan kalktım. Benden önce aşağı inen Rengin, "Batu gitmiş galiba." Dedi.

 

Omuzlarımı silktim, "bilmiyorum."

 

Kaşlarını çatıp bana bir adım daha yaklaştı.

 

"Sizin aranızda bir problem mi var?"

 

"Hayır, işi vardır belki."

 

"Batu ve iş, en saçma ve imkansız ikili olabilir."

 

Muhabbetin arasına giren zil sesiyle beraber ikimizin yüzü de kapıya döndü.

 

"Dedim sana, işini halledip geldi işte."

 

Kapıyı araladığımda karşımda gördüğüm kişi Batu değildi.

 

"Erim?"

 

Keskin çene hattı, dişlerini sıktığından dolayı olduğundan daha fazla belirginleşmişti. Sesimle beraber kafasını bana çevirdi. Onu burada görmeyi beklemediğimden fazlasıyla afallamıştım.

 

"Konuşabilir miyiz?"

 

Kapıyı ardıma alıp kapattım, bütün algılarım sadece onun üstündeydi.

 

"İşten ayrılmışsın."

 

"Öyle oldu."

 

Yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirdi, "bu kadar mı?"

 

"Bu kadar, öyle gerekti öyle oldu."

 

Hiçbir şey demeden bileğimden tutup beni kendi ardından yürümeye zorladı. Direnmedim, konuşmamız gereken fazlasıyla şey olduğunun farkındaydım. Kapıdan içeri girdiğimizde rutubet kokusu evin kullanılmadığını belli edercesine etrafımızı sardı.

 

"Neden?"

 

"Ne neden Erim Bey."

 

"Bey."

 

"Evet, bey. Sana bir zamanlar böyle hitap etmemi söylemiştin ben de öyle yapıyorum. Bir problem mi var?" Diye çıkıştım.

 

"Neden işten ayrıldın Adal? Tekrar sormayacağım."

 

"Daha iyisini buldum."

 

Alaylı bir gülüşün ardından tekrar sert ifadesine büründü.

 

"Hazal'ın yüzünden mi?"

 

"Kimsenin yüzünden değil. Daha iyi bir iş bulabileceğime bile inanmıyorsun ve hesap soruyorsun, bunca yıl sonra..."

 

Sinirle elimi alnıma bastırdım ve sakinleşmeye çalıştım.

 

"Onların yaptığı şeyi yapıyorsun. Onların beni kırdığı, aşağıladığı yerden beni vurmaya çalışıyorsun."

 

"Öyle bir şey yapmıyorum! Onlar yüzünden huzurunun bozulmasını istemiyorum o kadar. Anlayabiliyor musun?"

 

Duraksadım, gözlerimiz birbirini delmek istercesine sert bir bakışma yarışına girdi.

 

"Neden beni önemsiyorsun ki? Evet, teşekkür ederim. Hep yanımda durdun, bana destek çıktın. Ama hepsi bu kadardı işte. Karşında onsekiz yaşındaki küçük Adal yok artık. Beni özgür bırakabilirsin. Terk ettikten sonra da elinin üstümde durmasına gerek yok."

 

"Seni terk etmedim," diye fısıldadı. Sesinin bu kadar yakınımda olmasını kaldıramıyordum.

 

"Ettin. Bana her şeyinmişim gibi davrandın ve bir anda her şey bu kadar diyip çekip gittin."

 

Parmaklarımı saçlarımın arasına daldırdım, "ve evleneceğini söyledin," diye ekledim.

 

Gözlerini kapattı, sakinleşmeye çalışır gibi düzenli şekilde nefes alıp verdi. Umrumda değildi.

 

"Sorgun bittiyse gidebilir miyim?"

 

Gözlerimin dolduğunu hissettiğim an yüzümü ondan başka tarafa çevirdim. Ardından kapıya yöneldim.

 

"Dur."

 

Bacaklarım hareket etmeyi kesti. Onun bir 'dur' diyişi bile benim için nasıl bu kadar önemli olabilirdi ki? Ağzından çıkan her bir sözcük, nasıl kutsal bir seslenişmişçesine kalbime işleyebilirdi? İşte bu onu kolayca başarabiliyordu. Yüzümdeki tüm duyguları silip tekrar ona döndüm.

 

"Düzgünce bir yerde oturup konuşalım, lütfen."

 

"Erim konuşacak bir şey kalmadı," dedim sessiz bir tonda. Sesim fazlasıyla çatallı çıkmıştı.

 

Yaklaştı, daha da yaklaştı. Yüzümü avucunun içine alıp başparmağıyla elmacık kemiğimin üstünü okşadı. Gözlerim baştan aşağı yüzünün tüm detaylarında gezindi. Bakışlarımı ondan çekmek, buradan uzaklaşmak istedim. Ona bakarken her zaman yapmak istediklerimin tam tersi oluyordu. Hipnoz altındaymışım gibi gözlerinin içine kenetlediğim bakışlarımı zoraki ondan aldım.

 

"Gece. Burada ol, ben geleceğim."

 

Yüzüne belli belirsiz bir gülümseme yerleştirdi, başıyla beni onayladı. Kısa bir bakışmanın ardından sessizce oradan ayrılıp kendi evime döndüm. Rengin oturduğu kanepeden fırlayıp kaşlarını çatmış bir vaziyette tam önümde durdu.

 

"Adal nereye kayboldun bir anda?"

 

"Erim."

 

Gözleri kocaman açıldı, kolumdan tutup beni kanepeye çekti.

 

"Geri mi dönmüş!"

 

Hiçbir şey demeden başımı salladım. Elini ağzına kapatan Rengin heyecanla küçük bir çığlık bastı.

 

"Kafayı yiyeceğim şimdi, pijamalarınla çıktın bir de karşısına."

 

Gözlerimi devirip arkama yaslandım, "ne önemi var gerçekten? O kadar şeyden sonra..." dedim neşesiz bir tavırla.

 

"İlk, en büyük aşkın; hatta tek aşkın. Çocukluk aşkın Adal."

 

"İlk hatam, en büyük hatam ve tekrarlamamaya özen göstereceğim hatam, Rengin."

 

Dudaklarımın arasından bıkın bir nefes verip başımı geriye atıp kanepenin başlığına dayadım. Hayatımın en karmaşık günlerinde çıkagelmesi fazlasıyla ironik ve garip geliyordu. Gözlerimi Rengin'e çevirdiğimde heyecan dolu bakışlarının hala üzerimde olduğunu farkettim.

 

"Bitti Rengin gerçekten. Tekrar tekrar beni manipüle etmesine izin vereceğimi zannetmiyorum."

 

"Bu bir manipülasyonsa eğer dünyadaki en şehvetli en aksiyonlu ve en zevkli manipüle çeşidi. Bana bu derece takıntılı olan biri hayatıma girmiş olsaydı ben de aynı şekilde ona takardım."

 

"Toksik."

 

"En azından heyecan verici."

 

Aklıma birden düşen dün gece beraber yatma konusuyla Rengin'in ağzını aramak istedim. Sonuçta konu buydu, alakalıydı.

 

"Batu'yla beraberdiniz dün akşam," dedim yüzüme yerleştirdiğim sinsi gülümsemeyle. Göz kırptım, "bir şeyler döndü mü?"

 

Yüzü anlık olarak kızarsa da kendini bir şekilde toparlayıp omuz silkti.

 

"Garip bir geceydi. Sen gittikten sonra uzun bir süre dans ettik. Ardından midem durmadı tabiiki ve lavaboya gittik. Sanırım sen de bizi orada kaybettin." Dedi.

 

Bacaklarını yukarı toplayıp fazla mutlu bir tavra büründü.

 

"Ordan çıkışta direkt eve geldik. Kustuğum için üstümü tamamen berbat etmiştim. Hemen yukarı çıkıp odaya girdik."

 

Derin bir nefes alıp yavaşça geri bıraktım, bundan sonrasına hazır olup olmadığım konusunda hiçbir fikrim yoktu. Rengin hevesli anlatısına devam etti;

 

"Kafam gerçekten yerinde değildi bir sağa bir sola savrulup duruyordum. Batu belimden kavrayıp beni dengeledi. Bir zaman sonra kendi dengemi sağlayınca arkama geçip elbisenin fermuarını açtı. Elbise üstümden düştüğünde tam anlamıyla çıplaktım." Dedi.

 

Yerinde duramıyordu, her bir cümlesinden sonra oturuşunu değiştirip kaldığı yerden devam ediyordu.

 

"O sıra ona döndüm, göz göze geldik. Gülümsediğimi hatırlıyorum, fazlasıyla arsız bir gülümsemeydi. Elleri çıplak bedenimin üzerinde bir süre gezindi. İşte... buradan sonra devamı yok."

 

Üstüne diktiğim gözlerimi kırpıştırıp boğazımı temizledim. Gülümsemeye çalıştım, fazlasıyla yeterli ve inandırıcı olduğuna inanmak istedim. Şımarıkça ellerini çırpıp küçük bir çocuk gibi yüzünü kapattı.

 

"Devamında pekte masum şeyler yaşadığınızdan emin değilim," dedim muzip bir tavır takınmaya çalışarak.

 

"Bilmiyorum. Gerçekten heyecan vericiydi, sen sorunca hatırladım."

 

"Unutmamaya özen göster."

 

Ayağa kalkıp mutfağa yöneldim. Kahve makinesinin düğmesine bastıktan sonra birkaç saniye boyunca bomboş bakışlarımı makineye dikip öylece durdum. Kendime gelebilmek adına elimle sertçe yüzümü sıvazlayıp tezgaha yaslandım. Duyduğum şeyler karşısında ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Batu'yla aramızda bir ilişki yoktu, ama bir ilişki vardı da. Tüm hislerim allak bullak olmuştu. Bunu yapmaması gerekirdi, şimdilik tek emin olduğum şey buydu.

 

Kahveleri kupalara koyup tekrar Rengin'in yanına geri döndüm. Yüzünde anlamlandıramadığım bir duygu vardı. İkimiz de tek kelime etmedik. Kahvelerimizi yudumlarken kapıdan gelen sesle beraber mideme yumruk yemişim gibi hissettim. Batu, elindekileri mutfağa bırakıp yanımıza geldiğinde yüzüne bakmayı istememe rağmen kısa bir bakışma yaşadık. Bir zaman çaktırmamaya çalışarak sessizce ikilinin imalı bakışmalarını izledim. Derin bir iç çekişin ardından işim olduğunu söyleyip odaya çekildim.

 

Akşam yemeğe gidene kadar kendimi oyalamak, düşüncelerden kopmak adına elime aldığım laptopta açılır açılmaz karşıma çıkan 'KAHRA AKSOY' adlı klasör, düşüncelerimin tepetaklak olmasına sebep oldu. Kusmak istedim, gerçek anlamda kusmak istedim. Odadan çıkar çıkmaz girdiğim lavaboda direkt klozete yöneldim. Bugün ikinci kez içimdekileri boşalttıktan sonra elimin tersine ağzımı silip sifona bastım. lavaboda ellerimi yıkayıp ağzımı çalkaladım. Derin derin aldığım nefesle kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Gözlerim, bir anda içeri dalan Batu'ya döndü.

 

"İyi misin?"

 

"Midem bozulmuş, bu kadar çalkantılı bir hayata alışkın değilim sanırım."

 

Belime dokunduğunu hissettiğimde kendimi geri çektim. Yüzünde soru işaretleriyle yukarıdan aşağı beni inceledi.

 

"Bir sorun mu var Adal?"

 

Başımı iki yana sallayıp kapıya yöneldim. Kilidi çevirdi.

 

"Bir sorun var."

 

"Hayır yok Batu. Hasta hissediyorum sadece. Midem öpüşmeyi kaldıracak durumda değil, senin için uygunsa tabii."

 

"Öpüşmeyi mi kaldıracak durumda değil yoksa benimle mi öpüşmeyi kaldıracak durumda değil?"

 

"Her ikisi de."

 

Kilidi açıp banyodan ayrıldım.

 

***

 

Yemek sofrasına oturduğumuzda Rengin fazlasıyla gergin gözüküyordu. Asım amcanın ona karşı bu derece fevri ve sert çıkışlarını göze aldığımızda böyle olmasını normal karşılayabilirdik. Kaygan dokudaki kan kırmızı parlak masa örtüsü, dudaklarıma sürdüğüm rujla ve Rengin'in aynı renkteki saten elbisesiyle mükemmel bir uyum içerisindeydi. Otantik işlemelere sahip altın renkli şamdanların üstünde duran siyah mumlar ve mumlarla eşleşen servisler, ortamın kasvetli havasına katkıda bulunuyordu.

 

Asım amca henüz inmediği için üçümüz yemek masasının etrafında sessiz bakışlarımızı sırasıyla birbirimizde gezdiriyorduk. Siyah ceket elbisemin yakasını düzeltip duruşumu dikleştirdim. Yan yana oturan ikiliye baktım, onlarsa bu sefer birbirlerine bakıyorlardı. Rengin cilveli bir şekilde elbisesinin düşen askısını düzeltti. Batu kendini toparlayamıyor gibi gözüküyordu. Tahminimce içmişti, aptalcaydı. İkisine bakmak epey zor ve boğucu geliyordu.

 

Sancılı duygularımı susturup gözlerimi ayna kadar parlak olan bıçağa doğrulttum. İstemsizce sertleşen ifademi orada daha net görebiliyordum. Masanın arka tarafında duran merdivenlerin olduğu yerde hırlamayla karışık öksürük sesini duyunca üçümüz de ayağa kalktık. Ağır aksak merdivenleri inen Asım amca bizi görür görmez elini sallayıp oturmamızı işaret edince herkes sandalyesini düzeltip eski konumuna geri döndü.

 

Kusursuzca şekillendirdiği beyaz gür saçlarının arasında artık siyaha rastlamak fazlasıyla zordu. Her zaman şık ve temiz giyimiyle göze çarpan bir insandı. Onu tanımayan insanlar dik ve görkemli duruşundan ödün vermediği için burnu havada biri olduğunu düşünebilirdi ama tam tersi olduğunu onu tanıdığınızda anlayabilirdiniz. Yaşlı adam, masanın en başına geçtiğinde bastonunu yavaşça yere vurup neşeyle ışıldayan gözlerini her birimizde gezdirdi.

 

"İşte, evlatlarımın etrafımda olmasını özlemişim," dedi gururlu bir edayla. Ardından gözleri tekrar beni buldu. "En çokta seni özlediğimi biliyorsun Adal!"

 

Minnet dolu bir gülümsemenin ardından saygıyla eğdiğim başımla ona karşılık verdim. Oturduğundaysa Rengin'le Batu ikilisine döndü.

 

"Bu ikisinden de iyice bunaldım," dedi muzip bir tavırla, "ama seni görmeyeli çok olmuştu. Nasılsın bakalım?"

 

"Teşekkür ederim, iyiyim. Siz?"

 

"Size taş çıkarırım," diye yanıtladığında herkes ufak bir kahkahaya tutuldu.

 

Konuşma sırasında yapılan yemek servisiyle birlikte herkes yavaştan yemeğine odaklandı. Yemeğimi birkaç kez çatalladıktan sonra midemin kesinlikle hiçbir şey kabul etmeyeceğini anladım. Onun yerine suyumu yudumlayıp biraz daha önümdeki ortama uyum sağlamak adına yemekle oynadım. Yemek boyunca Asım amcayla birkaç kez göz göze geldik. Kafasında soru işaretleri olduğu apaçık bir şekilde belliydi. Sonunda yemek bitimine yakın elindeki çatal ve bıçağı yerine koyup konuşmaya başladı:

 

"Duyduğuma göre işten ayrılmışsın Adal, Rengin bahsetti."

 

Başımla onu onayladım. Herkes pürdikkat onu dinlemeye başladı.

 

"Kendi isteğinle mi ayrıldın yoksa bir sıkıntı mı yaşadın kızım?"

 

"Kendi isteğimle," diye yanıtladım.

 

Masanın üstünden aldığı peçeteyle ağzını silerken memnun bir ifadeyle başını salladı.

 

"O zaman yeni tekliflere de açıksın anladığım kadarıyla," dedi imalı bir gülümsemeyle.

 

"Tabii."

 

"Açıkça konuşmak gerekirse şirketimizde senin gibi başarılı biriyle çalışmayı isterim."

 

Heyecandan nefes boruma kaçan tükürük yüzünden öksürüp boğazımı temizledikten sonra ciddiyetli bakışlarımı Asım amcaya çevirdim, "ben psikoloğum ama. Bunu biliyorsunuz değil mi?"

 

"Tabii, tabii! Şirketimizde önem verdiğimiz tek şey sükse getirecek projeler değil elbet, çalışanlarımızın psikolojisi de bizim için pekala önemli. İşte burada da senin yatıştırıcı sesinden dinledikleri kişisel gelişim ipuçları ve profesyonel önerilerin, sağlıklı iletişimin önünü açtığı gibi çalışanların iş becerilerine de iyi gelecektir. Öyle değil mi?"

 

Göğsümün içerisinde büyüyen sevinç ve heyecan duygusu yüzünden çığlık çığlığa kahkaha atmak istedim, fakat burası kesinlikle yeri değildi. Onun yerine genişçe gülümsedim. Gözlerim ister istemez Rengin'e kaydı. Renginin kahverengileri ise babasının üstündeydi, dudağının içini kemiriyordu. Babasının yaptığı bu tekliften bir haber olduğu, yüzündeki afallamış ifadeden belli oluyordu. Bana baktığında ise yüzüne yarım ağız bir gülümseme yerleştirdi. Onun fazlasıyla kıskanç olduğunu bildiğimden bu teklife hemen cevap vermek benim için fazlasıyla zordu. Onun bu konu hakkında ne düşündüğününü öğrenmem gerekiyordu.

 

"Asım amca bu harika teklifin için çok minnettarım ve teşekkür ederim. Ama düşünmem gerekiyor, tabii buna hakkım varsa..."

 

"Tabiiki var Adal! Konuyu daha yeni gündeme getirmiştik. Ama beni fazla bekletme çünkü duyulmaya başladığında kapıyı yumruklayan çok sayıda çıkacaktır, her an sana ayırdığım yeri kapabilirler," dedi babacan bir tavırla.

 

Çekingen bir tavırla gülümseyip önüme döndüm. Fazla uzun sürmeyen zevkli muhabbetin sonu geldiğinde yavaştan herkes ayaklanıp kapıya yöneldi. Ceketine yöneldiği an Asım amca sert bir tavırla Rengin'i durdurdu.

 

"Sen nereye küçük hanım? Adal'ın evini bu kadar işgal ettiğiniz yetmiyor mu ha?"

 

Rengin elindekini yerine astıktan sonra ikimize döndü. "İzin çıkmadı," diye mırıldandı yüzündeki sırıtmayla.

 

"Sen de babanla arandaki sıkıntıyı düzeltip evine dönsen iyi edersin beyefendi. Orası otel değil," dedi Batu'nun sırtına destekleyici vuruşlar yaparken. Batu çarpık bir gülümsemeyle, "haklısınız efendim," diye yanıtladı.

 

Rengin sarılmak için yanıma yaklaştı.

 

"O zaman ben buralardayım." Dedi sıkıca bedenimi sararken. Ardından, "yarın görüşürüz tamam mı?" Diye fısıldadı kulağıma.

 

Benden ayrıldığında çaktırmadan göz kırptı, aynı şekilde karşılık verdim. Evden ayrıldıktan sonra arabayı park ettiğimiz alana doğru sessizce yürüdük. Aynı sessizlikte anahtarı çantamdan çıkarıp arabayı çalıştırdım. Yüzünde haşin bir ifade vardı. Tavrına aldırış etmeden sessizliğine ayak uydurdum. Tavır koyması gereken biri varsa onun ben olduğumdan kesinlikle emindim. Sessizliğim sinirlerini daha çok bozmuş olacak ki homurdanır gibi bir ses çıkarıp olduğu yerde rahatsızca ırgandı.

 

"Sorun ne?"

 

"Sana ne? Umrunda mıyım sanki?"

 

Gözlerimi devirdim, yüzümü ondan aksi yöne çevirip dikkatimi trafiğe verdim. Sus pus halinin kısa süreceğine emin olduğumdan içini şişiren konuyu kendisinin açmasını bekledim. Eninde sonunda üstünde konuşacağımız kaçınılmaz konular vardı zaten.

 

"Erim gelmiş, doğru mu?"

 

Gözlerimi yoldan çekmedim. "Rengin mi dedi?"

 

"Ne önemi var?"

 

Bıkkın bir nefes verip, "evet geldi." Diye yanıtladım.

 

Dudaklarını büzüp sinirle başını salladı.

 

"Konuştunuz yani. Doğru mu anlıyorum?"

 

"Bana hesap soracak durumda değilsin bence."

 

Eve ulaşmaya yakın odağım kısa bir anlığına ona kaydığında gözlerinde büyük bir hiddet gördüm. Arabadan iner inmez kavgaya tutuşacağımızın en büyük sinyali olan bakışlarını, kapıya gelene kadar sessizlikle gizledi. İçeriye girdiğimiz an üstündeki paltosunu çıkarıp bir tarafa savurdu. Hareketlerinde garip bir dengesizlik ve fazlasıyla öfke vardı.

 

Merdivenin basamaklarından birine oturup onu izlemeye başladım. Kafayı sıyırmış gibi gözüküyordu. Ensesinde birleştirdiği elleriyle beraber evin ortasında sinir krizi geçirir gibi volta atıp duraksıyor, beklenmedik bir anda aynı şekilde bunu tekrarlıyordu.

 

"Tekrar seni becermek için mi gelmiş? Yine gidecek miymiş?" Diye bağırdı bir anda. "Amına koyduğumun herifi bir türlü senden vazgeçemiyor."

 

Üslubu beni hayrete düşürdü. Adeta şoka girmiş gibi olduğum yerde anlık olarak kalakaldım. Bunu uzatacağını fark ettiğim an ayağa kalkıp üst kata yöneldim.

 

"Gerçekten şu an bunlarla uğraşamam Batu. İçmişsin, kafan yerinde değil belli ama ağzını topla ve en kısa sürede kendine gel."

 

Arkamdan gelip sertçe kolumu kavradı, basamakları geri inip tekrardan yüz yüze gelebileceğimiz bir konuma geri döndüm. Beni hafifçe ittirdiğinde duvara yaslandım.

 

"Özlemiş misin onu? Konuştuğunuzda ne hissetin ha özlemiş misin?"

 

"Hayır."

 

"Yalan söylüyorsun!" Diye haykırdı yüzüme karşı, "Yoksa öpüştüğünüz için mi beni öpmek istemedin bugün? Benim için aralamadığın bacakları ona mı aralamak istiyorsun?"

 

Cümlesiyle beraber yüzüne fazlasıyla can yakıcı bir tokat indirdim. İfadesi sertleşti.

 

"Çık git evimden, derhal."

 

"Yalan mı? Dünyadaki herhangi bir erkeği bana tercih edersin. Hele ki bu kişi Erim olursa gözünün kimseyi görmeyeceğini ikimiz de biliyoruz."

 

Alt dudağım, hayal kırıklılığıyla titredi. Gözümden aşağı süzülen yaşı elimin tersiyle sildim.

 

"Kalbim ona karşı bomboş ama..." sesim titredi, "yıllar sonra ilk defa Rengin'e rağmen seninle bir yola çıkabileceğimi düşünmüştüm. Tüm aklım seninle doluydu, kalbim de. Bunu biliyordun. Ama şu saatten sonra ikimizden de hiçbir şey olmayacağı gayet açık bir şekilde belli. Şimdi git, git ki en azından arkadaşça da olsa yüzüne bakabileyim."

 

Gözlerini üstümden ayırmadan yerdeki paltosunu alıp, kapıyı sertçe vurup çıktı. O çıkar çıkmaz yere yığıldım, bacaklarımı kendime çekip alnımı dizime dayadım. Gözyaşlarım; hüzünle, öfkeyle ve kalp kırıklıklarıyla birleşti. Hıçkırıklarım dakikalarca evin içinde yankılandı. Susmak istemedim. Sabaha kadar olduğum yerde uzanıp ağlayabilirdim. Ayağımı yere sürüyerek mutfağa ulaştım. Buzdolabında Batu'nun yarıladığı şarap şişesini elime aldım. Kafama diklediğim şişeyle beraber öylece yere oturdum.

 

Mutfağın ortasında şık kıyafeti, bozulmuş ruju ve rimeliyle ruhu dağılmış bir kadın. Düşündüğümde fazlasıyla sefil hissettiriyordu. Batu'yla biz bir türlü olamıyorduk. Onun öfkesi ikimize de fazla geliyordu. Birbirimize geri alamayacağımız, değiştiremeyeceğimiz sözler söylemekten korkuyordum. Belki de korktuğum başıma gelmişti. Birlikte ilerletebileceğimiz tek şey arkadaşlıktı. Onu da becerebilirsek tabii...

 

Sessizliğin ortasında çalan kapım, tüm vücudumu uyarmıştı. Burnumu çekip ayağa kalkmaya çalıştım. Sendeleyerek ulaştığım kapının ardında Erim vardı. Yüzündeki düz ifade beni inceleyince yerini şaşkınlığa bıraktı. Benim dağınık ifademse kocaman bir afallamaya döndü. Hızlıca beni kucağına alıp kanepeye kadar götürdü. Yavaşça bırakıp kendisi de hemen yanıma kuruldu.

 

"Bu halin ne Adal? Biri bir şey mi yaptı?" Dedi sert ama temkinli bir ses tonuyla.

 

"Yine zor anlarımda yanımda olup aklıma mı girmeye çalışıyorsun?"

 

"Soruma cevap ver."

 

Burnumdan gülercesine bir nefes verdim, "sen gittikten sonra şen şakrak hayatıma devam ettiğimi mi düşündün? O zamanlar da böyleydim ama sen bilmiyordun. Meraklanma seninle bir alakası yok. Böyle olması gerekiyordu böyle oldu."

 

Bir zaman ikimiz de sessizliğe gömüldük. Bacağının üzerinde parmaklarıyla ritim tutturuşunu seyrettim. Dikkatimi yüzük olmayışı çekti.

 

"Ezgi'yle naptınız?"

 

Sorumla beraber bakışlarını bana döndürdü. Ağzını açıp tekrar kapadı, doğru bir cevap arıyor gibiydi.

 

"En son evleneceğini söyleyip beni yatak odasında terk edip gitmiştin. O yüzden sordum, özel bir şey değilse tabii." Dedim patavatsızca.

 

"Değil. Birlikte gibiyiz hala."

 

Evin içersinde yankılanan bir kahkaha attım. Kahkaham kısa süre içerisinde ağlamaya dönüşünce sustum. Bana yöneldi, bedenimi kavrayıp beni kendine doğru çekti. Kıvrak bir hareketle beni havalandırdığında kendimi bir anda kucağında buldum. Vücutlarımızı birbirine bastırdığında başımı omzuna koydum.

 

"Ne istiyorsun benden?" Diye sordum ağlamaklı sesimle.

 

"Nasıl olduğunu bilmek istedim. Neden bu kadar dağıldın?"

 

"Neden bilmek istiyorsun?"

 

"Nedenini biliyorsun," diye fısıldadı.

 

"Bilmiyorum..."

 

Bir süre öyle kaldık. Saçlarımı okşarken kendimi ona bıraktım. O bana her dokunduğunda küçük bir çocuk gibi hissediyordum. Ona her şeyimi dökmek, tekrardan güvenmek istiyordum. Beni bırakmasın, hep yanımda kalsın ve şefkatli bakışlarını asla üstümden çekmesin... ama hiçbir şey eskisi gibi değildi, ben dahil. Artık bunların hiçbiri olamayacak kadar birbirimizden uzaktık.

 

"Seni bu kadar üzen şey ne?"

 

"Sen."

 

Başımı omzundan kaldırdığımda gece karanlığı gözleriyle yüzümü inceledi. Saçlarımı yüzümden geri itip yanağımı okşadı.

 

"Sakinleş biraz," dedi başımı tekrar boyun çukuruna gömerken. Burnumu çekip derin bir nefes verdim. Bu anın bitmemesi için her şeyimi verebilirdim. Gözyaşlarım durmadılar, ağladıkça ağladım. Onun burada oluşu bana bir şekilde iyi geliyordu.

 

"Psikoloğum çok üzgün." Diye fısıldadı.

 

Deja vu. Zihnimin içerisinde yankılanan bu cümle başka bir sesle birleşti. Kalp atışlarımın değiştiğini hissettim, hızla geri çekilip kucağında oturduğum adamın yüzüne baktım. Gördüğüm bulanık yüz Kahra'ya aitti. Ayağa kalkıp arkamı döndüm.

 

"Adal?"

 

Düşecek gibi olduğum an kolunu belime doladı. Yavaşça arkamda duran adama gözlerimi çevirdiğimde gördüğüm şeyin hayal olduğunu anladım. Dudaklarımın arasından rahatlamışçasına bir nefes döküldü.

 

"İyi misin sen?"

 

Başımı salladım, "olacağım."

 

***

 

Berbat günlerin devamındaki bir buçuk hafta boyunca Rengin dışında kimseyle görüşmedim. Tabiri caizse kendimi tam anlamıyla eve kapattım. Düşüncelerimi ve duygularımı toparlamak adına yemek ve tuvalet ihtiyacı hariç yataktan çıkmadım. Yatağın içerisinde dönenip durduğum bu sürede içimde biriken öfke, hüzün ve aptal birkaç duygu daha kendini dizginleyip normale döndüler. Özellikle öfke konusunda bu duyguyu hissettiğim kişileri görmemek daha da iyi geldi. O sabah uyandığımda her şey normal devam ederken beklenmedik bir şekilde kapıda Batu'yu gördüm.

 

Utanç dolu bakışlarıyla kapının pervazına yaslanmış bir halde öylece dikeliyordu.

 

"Konuşalım mı?"

 

Sessizce başımı salladım. İçeri girdiğinde davranışları epey temkinliydi. Kovma ihtimalime karşı üstündekileri çıkarmadan ayakta dikilmeye devam etti. Bu tip konuşmaları beceremeyeceğinden dediği şeyler ne olursa olsun olayın benim duygularıma göre şekilleneceği aşikardı, bunu biliyordu. Amacı da zaten konuşmak değil beni yoklamaktı.

 

"Adal ben... Konu sen olunca kafayı yiyorum, biliyorsun. Seni düşünürken seni unutabiliyorum. Bu da benim en büyük aptallığım." Diye söze girişti. Ardından, "içmiştim. Tam bir gerizekalıyım," dedi

 

Gülümseyip onu kendime çektim. Ufak bir sarılmanın ardından ayrıldığımızda rahatlayışı gözle görülür bir biçimdeydi.

 

"Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak değil mi?"

 

"Batu... sen değişmediğin sürece -ki bunun mümkün olmadığını ikimiz de biliyoruz- biz... o durumu ilerletemeyiz. Ayrıca tek sorun kıskançlık kavgaların da değil. Rengin..."

 

"Rengin ne?"

 

"Rengin'le durumun."

 

Kaşlarını anlamadığını belirtircesine çattı, "Rengin ve benim ne alakam var?"

 

Gözlerimi devirdim, "parti çıkışı..."

 

Elini öne uzatıp beni susturdu. "Bir dakika anlamıyorum. Rengin sana benimle alakalı ne dedi?"

 

"Birlikte olduğunuzdan bahsetti."

 

Sırıttı, olduğu yerde sağa sola dönüp tekrar bana baktı. Yüzü şaşkınlıkla alıp verdi.

 

"Ve sen de buna inandın, öyle mi?"

 

Tepki vermedim. Batu eliyle saçlarını karıştırıp bir adım daha yaklaştı, alnını benimkine dayadı. Mavilerimizi birleştirdi. Bakışlarında güven ve ikna edicilik vardı.

 

"Yalan söylüyor."

 

"Rengin bu konuda yalan söylemez."

 

Güldü, "söylüyor. Sikeyim karı bize takmış Adal."

 

"O bizim dostumuz Batu. Evet sana takıntılıydı ama seninle yattığıyla alakalı yalan söylemez."

 

"Ben söylüyor muyum yani?"

 

Ellerini boynumdan çekip yüzlerimizi ayırdı.

 

"Hayır. Sarhoş olabilirsin, hatırlamıyor olabilirsin..."

 

"Arabayı ben sürdüm amına koyayım, senin arabanla geldik biz eve. O derece sarhoş olsam nasıl sürebilirdim?"

 

Haklıydı. Elimi ağzıma kapatıp şaşkınlık içerisinde ona bakmaya devam ettim. Batu yüzünde alaycı bir ifadeyle kahkaha attı. Birbirimize diktiğimiz bakışlarımızı zil sesi böldü. Kapıyı açtığımda postacı elime bir zarf tutuşturup imzamı istedi. Batu ise hala arkada olayın şokunu atlatmaya çalışıyordu. Zarfı açıp okuduğumdaysa bunun bir mahkeme celbi olduğunu fark ettim. Kahra Aksoy tarafından açılan bir tazminat davasının celbiydi. Batu dikkatlice beni incelemeye başladı. Ben ise hala okuduğum şeyi idrak etmeye çalışıyordum.

 

"Ne olmuş?" Dedi merakla yanıma yaklaşırken.

 

Sıkıntılı bir iç çekişin ardından elimdeki milyon paralık tazminat davası celbini sessizce Batu'ya uzattım. Batu kısa bir incelemenin ardından kağıdı buruşturup bir köşeye attı. Düzelmeye yüz tutmuş mental sağlığımın bu kadar kısa sürede yıkılmasını beklemiyordum. Yerde duran kağıt parçasına diktiğim boş bakışlarımla beraber durumu kabullenmeye çalıştım. Hızlı hızlı aldığım nefesleri sakinleştirmek epey zordu.

 

"Sözleşme ihlalinden dolayı..."

 

"Adal, sakinleş tamam mı? Hallederiz sorun yok."

 

Mekanik bir hareketle kanepenin üzerindeki telefonuma yöneldim. Aras'ı aradım.

 

"Adal?"

 

"Kahra bana tazminat davası açmış."

 

"Biliyorum, ben de seninle bu konuyu görüşecektim."

 

"Bana gel."

 

Telefonu kapatıp tekrar eski yerine savurdum. Kanepenin üstüne kendimi bırakıp dirseklerimi dizime dayadım. Yüzümü ellerimin içine gömüp bir zaman sessizce oturdum. Batu önümde dizlerinin üstüne çöküp ellerimi yüzümden çekip kendi ellerinin arasına aldı.

 

"Sanırım bu sefer kafayı kıracağım." Diye mırıldandım.

 

"Hayır öyle bir şey olmayacak, sakinleş."

 

"Bilmediğim bir yerde on buçuk milyon paramız yoksa sakinleşmemin imkanı da yok."

 

"Bir şekilde halledeceğiz."

 

"Rengin'e söyleyeceğim. En azından avukatım var," diye kendi kendimi avuttum.

 

Telefonun ardından Rengin'in sesini duyunca hızlıca konuya girdim, "Rengin gelmen gerekiyor. Çok önemli bir konu var."

 

"Ne oldu ya?"

 

"Gelince anlatırım, sadece olabildiğince erkenden gel."

 

"Tamam. Geliyorum şimdi," diye yanıtladı.

 

Batu'nun beni sakinleştirmeye çalışması ve benim asla hiçbir şeyin yoluna girmeyeceğiyle alakalı uzun soluklu konuşmamın arasında Rengin, telaş içerisinde evin önünde belirdi. Hızla içeri girip tam önümde durdu.

 

"Sorun ne?"

 

Batu benim yerime, "Kahra tazminat davası açmış," diye yanıtladı. Rengin'e tepkili olduğu belliydi ama Rengin bunu umursamadı

 

Yerden aldığı kağıdı onun eline tutuştururken kayıtsız gözlerle ikisini izlemeye koyuldum. Rengin, okuduğu satırların ardından sakin kalmaya çalışır gibi yavaşça buruşmuş kağıdı sehpanın üstüne bıraktı; hareketlerinin aksine yüzü öfkeyle kızardı.

 

"Şimdi bir soluklanayım. Siz de öyle yapın çünkü bizi bayağı zorlayacak bir şeye benziyor." Dedi temkinli bir sesle.

 

Kısa bir süre kimsenin ağzını bıçak açmadı. Rengin kafasının içinde bir şeyler tasarlıyor gibi sert bakışlarını tek bir yere odaklamıştı. Batu ise onun bu haline karşı biraz daha rahat gözüküyordu.

 

"Parayı ödeyelim." Diye yükseldi bir anda. İkimiz de bakışlarımızı Batu'ya çevirdik.

 

"Parayı ödeyelim ve bitsin."

 

"Nerden bulmayı düşünüyorsun? Banka falan mı soyacaksın?"

 

"Babamla barışırım. Zaten tek istediği şey bu."

 

"Ölme eşeğim ölme Batu," dedi Rengin. "Bir sakin ol bakalım belki uzlaşmaya falan varır iş."

 

Zil sesiyle beraber hesap yapmayı kestik. Kapıyı açtığımda Aras, başıyla beni selamladı. İçeriye davet ettim. Rengin, yargılayıcı bakışlarını onun üzerinde gezdirip hemen ayağa kalktı. Soğuk bir ifadeyle elini uzattı.

 

"Merhaba, ben Rengin Derince. Adal'ın avukatıyım."

 

Aras şaşkınlıkla kaşlarını kaldırıp Rengin'in elini sıktı, "Aras, Kahra'nın yardımcısıyım." Dedi. Aras, umursamaz duruşu ve duygusuz ses tonuyla Rengin'i delirtebilecek biriydi. İkili kısa bir süre birbirini inceledikten sonra ellerini bıraktılar.

 

"Evet, sizi dinliyorum. Nedir bu absürt durum? Umarım mantıklı bir gerekçesi vardır."

 

Aras derin bir nefes verip, "açıkçası durumu açıklayacak bir şey yok. Her şey ortada zaten," diye yanıtladı.

 

"Anlamadım?"

 

"Yani... ben Adal'la konuşmayı bekliyordum. Böyle bir şeyle karşılaşacağımı pek düşünmemiştim."

 

"Güzel oyun çeviriyorsunuz, iyi plan yani." Dedi sinir bozucu bir tavırla.

 

Bu sefer Aras, "Anlamadım," diye yanıtladı.

 

"Tabii böyle salağa yatmak fazlasıyla akıllıca. Kaç kişiye daha böyle bir oyun kurdunuz merak ediyorum doğrusu. Hasta ama zengin bir adam, hastaneyi reddeder falan filan... sonrasında gözüne kestirdiği genç doktorlara sunduğu uçuk teklifler ve aldığı imzalar. Ardından gelen tacizler ve sonuç olarak sözleşme ihlalinden milyonlar kazanmak. Nedir bu tam olarak yeni saadet zinciri türü falan mı?"

 

Aras ne yapacağını bilmez bir haldeydi, afallamıştı ve bunu gizleyemiyordu. Kenetlediği bakışlarını Rengin'den çekip bana doğrulttu. Batu ise tek kelime etmeden olanları seyrediyordu.

 

"Adal, konuşalım."

 

"Ne konuşacaksanız burada konuşacaksınız," diye emretti Rengin.

 

"Peki. Kahra'nın neden bunu yaptığını anlamışsındır değil mi? Sana bunu söylemiştim oradan ayrıldığın gün. Amacı, avukatının suçlayıcı bir dille belirttiği gibi olmadığı apaçık belli -ki araştırırsanız herhangi biriyle böyle bir geçmişi daha olmadığını anlayabilirsiniz. Demem o ki bu sadece seni caydırmak amaçlı yapılmış."

 

Rengin, "ha yani arkadaşımı tekrar oraya yollayacağımı düşünüyorsunuz öyle mi?" Diye parladı bir anda.

 

Aralarına girip onu durdurdum. Aras'ın kolundan tutup dışarı çıkardığımda Rengin hala içeride sinirle bir şeyler homurdanıp duruyordu. Mahcup bir halde karşımda duran Aras'a baktım.

 

"Durumu nasıl?"

 

Omuzlarını silkti, "evde dönüp duruyor. Uzun bir süre odasından çıktığını görmedim. İşte en son üç gün önce avukatıyla görüştü, orada anladım seninle alakalı bir şeyler döndüğünü."

 

Önümde birleştirdiğim ellerimle oynayıp ne yapmam gerektiği konusunda derin olmayan bir düşünceye daldım.

 

"Ne yapacaksın?"

 

"Biliyor gibi mi görünüyorum?" Dedim bıkkınca bir iç çekişin ardından.

 

"Tahmin ettiğim gibi seni zora sokup tekrar ona dönmeni sağlamaya çalışıyor. Uzlaşmaya gitmeyeceği de belli."

 

Düşünceli bir tavırla başımı salladım. "Parayı ödediğimi varsay, sonrasında beni ne bekliyor?"

 

"Kahra... çok karmaşık biri, ne yapabileceğini kestiremiyorum ama sana zarar vermez. Parayı bulabilecek misin?"

 

"Hayır. Haksız olduğum için davayı kaybedeceğim de belli. Kısacası kapana kısıldım, o da amacına ulaştı."

 

Aramızda kısa bir sessizlik hüküm sürdü. Sinirlerim alt üst olmuştu. En mantıklı şey geri dönmekti ama tükürdüğünü yalamak benim için fazlasıyla zordu. Onu düşündüm, zihninin içinde dönen tahmin edilemez planları ve dengesiz davranışlarını... sonrasında kavga ettiğimiz geceye döndüm. Sarf ettiği sözler kulaklarımda yankılandı. Neden beni istiyordu? Gözlerinin içine nefretle baktığı, sürekli zıtlaştığı birini neden yana yakıla yanına istiyordu? Kafamdaki tüm cevapsız soruları bir kenara attım. Sükunetle bekleyen Aras'a döndüm.

 

"Geleceğim. Ona haber ver rahatlasın, kendini toparlasın. Toparlasın ki en azından onu bıraktığım gibi bulayım, kırılan parçalar tuz buz olmadan toparlayabileyim."

 

Başıyla beni onayladıktan sonra sessizce arabasına yöneldi. El sallayıp onu yolcu ettikten sonra tekrar yangın yerine dönmüş olan eve girdim.

 

"Ne dedi? Tehdit falan ettiyse karşı dava açabiliriz."

 

Gözlerimi devirdim, elimle onu tutup tekrar oturttum.

 

"Rengin, boku yediğimizin farkındayım. Yani o kadar bilgiye sahibim merak etme. Ters psikoloji uygulayıp uzlaşmaya sokabileceğimiz biri değil o."

 

Rengin havayla şişirdiği yanaklarını yavaşça söndürüp arkasına yaslandı.

 

"Haklı çıkamayacağımızı bilmen iyi oldu zaten. Elimden geldiğince belki sustururuz, uzlaşmaya sokarız diye üste çıkmaya çalıştım fakat olacak şey değil."

 

"Farkındayım." Dedim onu rahatlatmak adına. Rengin kollarını boynuma dolayıp beni kendine çekti. Sırtını sıvazladım.

 

"Özür dilerim arkadaşım, elimden gelen buydu."

 

"Biliyorum. Sen şimdi buna takılma, işine git. Yarın görüşelim tamam mı?"

 

Duygusal sarılmamızın ardından hızlıca kendini toparlayıp ayağa kalktı. Ayrıldığında Batu'yla tekrar baş başa kaldık. O gider gitmez paltoma yöneldim.

 

"Nereye?"

 

"Biraz kafa dağıtacağım."

 

"Ben de geliyorum."

 

***

 

Sahile geldiğimizde rüzgar epey şiddetliydi. Batu yol boyunca bakışlarını benden ayırmadı. Deniz kıyısına indiğimizde durduk. Denizin hırçın dalgalarını izlemeye koyuldum. Kararan hava denizin sonsuzluğunu korkutucu bir hale getirmişti. Göz göze geldiğimizde yine konu açıldı.

 

"Adal, denedin olmadı. Oraya dönmek zorunda değilsin. Önünde bir sürü seçenek var, parayı öderiz ve iş biter."

 

Başımı iki yana sallayıp önerisini reddettim. Kesinliği olmayan ve beni daha da sıkıntıya sokacak bir durumdu bu ama Batu, bunun doğru ve iyi bir yol olduğuna çoktan kendini inandırmıştı.

 

"Bu teklifin yapıldığı ilk zamanları hatırlıyor musun? Ellerim titriyor, her şeye şüpheyle yaklaşıyordum. Çünkü kimsenin yardımı, tabiri caizse 'torpili' olmadan herhangi bir kişinin beni tercih edebileceğine inancım yoktu." Güldüm, "olsa olsa mafya beni kaçırıp organlarımı aldıktan sonra basıp gider diye düşünüyordum."

 

"Adal..."

 

"Kısacası, birilerinin yardımıyla, bana acımasıyla ya da ilgisiyle bir yere geldiğimi düşünüp duruyordum. Çünkü buna inanmamam için hiçbir neden yoktu. Yüzüme bakan herkes, ardımdan bunu konuşuyordu. Hatta bazıları bunu açıkça söylüyordu. Kendimi işe yaramaz bir aptal gibi hissediyordum, başkalarının üstüne basa basa ilerleyen aptal bir insan gibi... Şimdi sen benden aynı hatayı tekrarlamamı bekliyorsun. Benden yardım almamı ve işin içinden hızlıca sıvışmamı bekliyorsun.

 

"Bu aynı şey değil."

 

"Fark nedir peki? Konuştuğumuz para sana ait bile değil, babanın. Aldım diyelim, bu hisle nereye kadar yaşayabilirim zannediyorsun?"

 

Israrcı bakışlarını beni ikna edene kadar kullanacağını biliyordum. Bunu reddettiğim için bana kırılacağının da farkındaydım. Zamanında zorlu bir yoldan geldiğim için kendimi zora sokmamayı öğrendim. Bir şey olmuyorsa olmuyordur, zorlamanın bir anlamı yoktur dedim her zaman. Ya da benim için aralanan gizli kapılardan geçip zorluğu arkamda bırakmaya çalıştım. Yüzüme gerçekler çarptığındaysa ağır bir yüzleşmeye tabi tutuldum. Karşımda dikilen Batu, bana yine gizli bir kapıdan geçmem gerektiğini söylüyordu. Bu sefer yapamazdım.

 

Esen rüzgar saçlarımı birbirine karıştırdı. Batu hala beni ikna etmek adına karşımda dikiliyordu.

 

"Adal yapma," diye fısıldadı.

 

"Başladığım işi bitirmem gerekiyor Batu. Bu sorumluluğu alacağım. Geri döneceğim ve geriye kalan süreyi o donuk duvarların ruhsuz sahibini iyileştirmeyle geçireceğim."

 

Evet! Sizce bölüm nasıldı? Aşağıya yorumlarınızı bırakmayı unutmayın.

Kitabı ve beni takip etmeyi, oy vermeyi unutmayın.🤍🤍

Bir sonraki bölüm biraz geç gelecek çünkü okunmalar ve özellikle oy sayısı fazlasıyla düşük o yüzden bir süre beklemeyi düşünüyorum. Şimdiden görüşürüzz.

Loading...
0%