Yeni Üyelik
3.
Bölüm

❅ 2 ❅

@lilithstear

Her zamanki gibi, aynı saate oradaydım ama bu sefer son defa. Hastanenin girişinde duraksayıp öylece otomatik kapıdan içeri girip çıkan insanlara bakmaya başladım. Güvenlik beni görünce gülümsedi. Geri gülümseyip daha fazla beklemeden içeri girdim. Hastane yönetiminin olduğu bölüme geldiğim zaman son kez elimdeki dilekçeye baktım. Aptallık mı ediyordum yoksa en mantıklı kararı mı veriyordum bilmiyorum ama cesaretimi toplayıp kapıyı tıklatarak içeri girdim.

Önündeki kağıtlarla ilgilenen Hazal Hanım, başını kaldırmadan gözlüğünün üstünden kayıtsızca bana baktı.

 

"Adal?

 

Kahverengi koltuğa daha da yerleşerek gözündeki gözlüğü çıkardı.

 

"Ne vardı?"

 

İmkanım olsaydı şu an burada asla bulunmamayı, hatta bu kadının yüzünü sonsuza dek hafızamdan silmeyi çok ama çok isterdim. Elimdeki kağıdı yavaşça masasına bıraktım. Gözlüğünü geri takıp önündeki kağıda odaklandı. Okuması bittiği an yüzüne iğrenç bir gülümseme koydu.

 

"Fazla cüretkar bir o kadar da akıllıca."

 

Tekrar kafasını kaldırıp bana baktığında gözlerimi istemsizce ondan çektim. Ayağa kalkıp tam önümde durdu.

 

"Bazı şeyleri anlaman ve zamanında doğru kararlar vermen çok iyi oldu. En azından bunda iyisin. Adal. Her neyse bunu kurula da sunarım"

 

Tekrar güldü.

 

"Kimsenin karşı çıkacağını sanmıyorum o yüzden yavaştan odandaki eşyaları toplamanı öneririm. Gel git kimsenin yararına olmaz, öyle değil mi?"

 

Tek bir kelime, tepki ya da herhangi bir şey söylemedim. Tam çıkmak üzereydim ki kolumdan tutup beni durdurdu.

 

"Hadi ama Adal. Ne bu tavrın? Sen de kabul ettin işte. İyi olmadığını, buraya laik bir doktor olmadığını ve asla olamayacağını sen de biliyorsun ki bu kâğıt şu an önümde.

 

"Hayır, aslında daha iyisini bulduğum için bu kâğıt şu an önünde."

 

Dişlerini göstererek genişçe bir kahkaha attı.

 

"Hayal dünyan çok geniş Adal. Tedavi ettiğin, ah ya da edemediğin 5 6 hastandan geçmiş galiba."

 

Hasta insanlarla dalga geçmesi ondan neden bu kadar tiksindiğimi hatırlatıp, üstüne daha çok tiksinmeme neden oldu. Gülümseyip odadan çıktım. 3 yıldır onun ve yanında olanların uyguladığı psikolojik baskı, aşağılama ve karalamaları yüzünden olduğum hastalar, çektiğim eziyetler aklıma gelince gözlerimden bir damla yaş süzüldü. Daha fazla akmasına izin vermedim. Çünkü buna bile değmezlerdi. Odamın bulunduğu yere gelince danışman beni gördü.

 

"Adal hanım bugünkü ilk hastanızın randevusu otuz dakika sonra.

 

Odama yöneldim.

 

"Bütün randevuları iptal et."

 

"Ama Adal hanım neden?"

 

"Ben artık burada çalışmıyorum çünkü."

 

Odaya girip ardımdan kapıyı kapattım. Masamın üstünde duran üç beş kağıda odaklanıp biraz öyle kaldım. Her şeyi toparladıktan sonra gözüm kapının yanındaki askılığa takıldı. Asılı olan kartıma baktım. Onu da boşta olan elime aldıktan sonra kapıyı açıp odadan çıktım. Danışman tekrar beni görünce ayağa kalktı.

 

"Neden gidiyorsunuz?"

 

Duraksamama neden olan soruyla beraber ona döndüm.

 

"Çünkü öyle gerekti."

 

"Peki ya tedavisi yarıda kalacak olan hastalarınız?"

 

"Onu da Hazal Hanım halletsin."

 

Onu geride bırakıp merdivenlere yöneldim. En son duyduğum şey ise 'sizi özleyeceğiz' cümlesi oldu. Merdivenleri inerken ağzımın içinden mırıldandım

 

"hiç sanmıyorum."

 

Hastaneden dışarı çıktığım an derin bir nefes verdim. Anlık olarak üstümden bir yük kalkmış gibi hissetsem de uzun sürmedi. Onun yerine buruk bir hüzün geldi. Gördüğüm ilk banka oturup elimdekileri yanıma bıraktım. Telefonu çıkarıp aklıma gelen tek kişiyi aradım.

 

"Alo?"

 

"Rengin..."

 

"Ses tonundan anladığıma göre her şeyi bitirmişsin, öyle mi?"

 

"Öyle oldu. Kurtuldum galiba. Kağıdı Hazal'a verdim. Kendince bir aşağılama seansı gerçekleştirdikten sonra her şey bitmiş oldu işte."

 

"Lütfen Adal, şu kadını bırak. Sana ne derse desin sen işinde çok iyisin. Görmüyor musun birine o kadar iyi gelmişsin ki adamlar seni bulup sana daha tanımadan neler teklif etti. Hadi topla kendini, bugün yeni işinde ilk günün."

 

Gülümsedim.

 

"Teşekkür ederim."

 

"Hadi topla kendini. Benim bir duruşmam var. Sonra konuşuruz yine."

 

Telefonu kulağımdan çekip çantama attım. Arabama binip arkama bakmadan hastaneden uzaklaştım.

 

***

 

Eve girdiğim an elimdekileri ayakkabılığın üstüne bıraktım. Salona doğru yürürken gözüme yerdeki halı takıldı. Daha doğrusu halının üstündeki leke. Biraz daha yaklaştığımda gerçekten de büyük damlalar halindeki sapsarı bir lekenin berbat bir şekilde halımın tam üzerinde olduğunu gördüm. Ne kadar silsem de lekenin kuruduğunu ve çıkmayacağını biliyordum, bu nedenle uğraşmadım bile. Telefonu elime alıp Batu'yu aradım.

 

"Sarışın, n'aber?"

 

"İyiyim. Nerelerdesin?"

 

"Evdeyim, uzanıyorum. Bir şey mi oldu?"

 

"Evet oldu. Halımın üzerinde sarı bir leke var. Mesela bir şey lekesi gibi, kutlama şampanyası? Ve bunu senin yaptığını ne kadar içsem de çok net hatırlıyorum."

 

Kahkaha atmaya başladı. Sağır olmamak için yüzümü istemsizce buruşturarak telefonu kulağımdan uzaklaştırdım. Hiçbir şey demeden susmasını bekledim. Aslında ben de gülmemek için kendimi tutuyordum. Dudaklarımı birbirine bastırdım. O gülerken istemsizce bende kahkahalara boğulabilirim. Batu beni "Adal" diyerek bile güldürebilirdi bazen.

 

"Seni o kadar uyarmıştım oysaki... biraz dinlesen beni artık."

 

"Sarışın bu halıya neden takıldın?"

 

"Ailemden bana kalan az şeylerden biri çünkü. Serdiğim için o kadar pişmanım ki..."

 

"Aman tanrım. O halı bu muydu? Hiç fark etmedim."

 

Biraz sustuktan sonra sözlerine devam etti.

 

"Onu halı yıkamayıcıya versek ya."

 

"Götüreceğim ama büyük ihtimalle yaklaşık yarım saate adamlar gelecek. Ve ben daha eve yeni geldim. Demek istediğim nasıl yetişebilirim? Bugün götürmesem daha çok kötü olur diye çok korkuyorum"

 

"Oo, işi bırakmışız galiba?"

 

"Öyle oldu. Erim Bey hariç hepsini zihnimden silmek istiyorum," gözlerimi devirdim, "hoş, onu da silsem iyi olurdu ama yediğim kaba tükürmüş gibi olmak istemiyorum." Dedim.

 

"Boşver, unut gitsin. Bu arada bunlar neden bu saatlerde geliyorlar ki? İşin akşamları falan değil miydi?"

 

"Akşam pijama partisi yapmaya gidebilirim. Ama şimdi konuşmaya ve uyarsa anlaşma yapmaya gidiyorum. Ayrıca çok gerginim."

 

Batu bıkmışçasına nefes alıp verdi.

 

"Gerileceğin bir şey yok. Dediğin gibi, iş görüşmesi. Seni öldürecek halleri yok. Zaten hepimiz biliyoruz nerede olacağını. Bir problem olursa kendileri yanarlar. Her neyse, ben geliyorum ve halıyı alıp götüreceğim."

 

"Gerçek mi? Çok teşekkür ederim..."

 

"Hatamı üstlenmek en mantıklısı. Bekle on dakikaya geliyorum. Sende hazırlansan diyorum, düzgünce hazırlanma süren çok uzun da."

 

Küçük bir kahkaha attım.

 

Telefonu kapattıktan hemen sonra odama çıkıp üstümü değiştirmek için dolabı karıştırmaya başladım. Ne giyebilirdim ki? Ciddi bir şeyler mi giymeliydim? Yoksa her zaman olduğu gibi şeyler mi? Adamın daha ne olduğunu bile bilmiyordum. Tanım nasıl güvenmiştim bu işe ki? Nerede ne şekilde ne olacağını kim bilebilirdi? Belkide adamlar bir organ mafyasıdır. Kuytu köşelerde organlarımı alıp geri kalan bedenimi denizin içine atacaklardı. Kısacası nasıl bir işe karıştığım bilinmezken burda ne giyeceğimi düşünüyordum. Saçmaydı.

 

Aralık ayı soğukların başlangıcıydı. Daha fazla düşünmeyi bırakıp üstüme kırmızı bir kazak giydim, altıma gri bir jean. Muhtemelen üstüne de siyah kabanımı giyecektim. Kısacası her zamanki gibi giyinmiştim. Bir saniye duraksadım. Kahvaltı? Aklıma sabah hastaneye gitmeden önce kahvaltı yapmadığım takıldı. Ve o sesin de nerden geldiğini anlamıştım. Aç midemden.

 

Fermuarımı kapattıktan sonra hızlıca aşağıya indim ve kendime bir çırpıda özensizce bir sandviç hazırladım. O kadar hızlı yiyordum ki bir salam parçası ağzımdan düşüp yeri boyladı. Almadım. Kalsaydı ne olurdu sanki? Mutfaktan çıkıp hızlıca tekrar banyoya girdim. Kalbim ağzımda atıyordu. Dişlerimi fırçalarken aynaya sıçrattığım köpük tanecikleri her Fırça sesinden sonra çoğalmaya başlıyordu. Onlara aldırış etmeden bunu da yaptıktan sonra hızlı bir şekilde tekrar saçlarımı da düzelttim.

 

İşlerimi hallettikten salona indim. Oturduğumda gözüme halıdaki leke çarptı. Yine, tekrardan. Onu yere sererek nasıl bu hatayı yaptığımı düşünüp durmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Onları erken kaybetmenin verdiği acıyı nasıl içimden atardım onu da bilmiyordum. Yıllar geçse de bu acı göğsümün üzerinde her nefes alışımda hissettiğim bir ağırlık gibi. Annemin ve babamın benimle olmasını, onlara bu işi başardığımı göstermeyi o kadar istiyordum ki...

 

Daha fazla oyalanmadan düşüncelerimden çıkıp halıyı rulo şeklinde katlayarak yerden aldım ve kapının arkasındaki duvara yasladım.

Onu oraya bıraktıktan sonra biraz sakinleşmek için tekrar kanepeye oturdum ve her şeyin olup bitmesini beklemeye başladım. Saat on ikiye geliyordu. Yakında Batu gelir, ona halıyı teslim eder ve adamlar geldikten sonra her nereye gideceksek gidebilirdik.

Aniden kapı çalınca bir hışımla kapıya koştum. Batu kapının kenarına yaslanmış, sırıtarak tam karşımda duruyordu. Gözlerimi devirdim ve kendimi tutamayıp ben de sırıttım.

 

"Vay be! Hazırlanmışsın. Ben daha çok seni hala saçının düğümlerini tarakla açmaya çalışırken karşımda beklerdim ama, neyse böyle görmek kısmet olmuş." Dedi patavatsızca.

 

"Gerçekten mi? Ne zaman bu halde karşındaydım ki?" Dedim ciddiyetsiz bir tavırla. "Ayrıca ben hazırdım, sadece üstümü değiştirdim o kadar."

 

Güldü. "Onu bunu boş ver şimdi. Heyecanlı mısın?"

 

Bunun sorusu bile beni heyecanlandırırken böyle bir şeyi sorması komiğime gitti.

 

"Anladım kalp krizi geçirmek üzeresin." İkimiz de güldük.

 

Beni çok iyi tanıyordu. Bir anda ikimizde gülüşmeyi ve konuşmayı kestik. Batu'nun bakışları da değişti. Bana, ne zamandır bakmadığı bir şekilde bakıyordu. Yine o bakışlardan, garip ve derin olanlardan. Yaklaştı.

 

"Kendini çok özletir misin? Biliyorsun sensiz günüm geçmedi tüm üniversite hayatından beri."

 

"Görüşeceğiz, zaten hiçbir şey belli değil."

 

"Senden ayrı kalamıyorum, Adal."

 

Yine saçmalamaya başlamıştı, ama aklımı kurcalıyordu. Daha fazla konuşmasına izin vermeden ona sarıldım. Duygularının yine nereye gittiğini biliyordum.

 

"Merak etme seni her gün arayacağım."

 

Beni kendinden uzaklaştırdı ve yüzüme odaklandı. Tekrar yaklaştı, daha da yaklaştı. Gözlerimi kapattım. Dudaklarının dudaklarımı yakalamaya çalıştığının farkındaydım. Buna izin verdim, kısa bir süreliğine.

 

"Aklımı karıştırıyorsun Batu."

 

"Bırak karışsın o zaman."

 

Sesi çok yumuşak çıktı. Ama gözündeki alevlenmeyi görebiliyordum.

 

Elleri sırtımdan aşağı inip belimi buldu, beni kendine çekti. Sımsıkı sarıldı. Kulağına doğru fısıldadım.

 

"Unut bunları şimdi."

 

Sarılmaya devam ederken üçüncü bir ses ortama giriş yaptı.

 

"İki tane küçük aşık mı görüyorum yoksa?"

 

Bu Rengin'in sesiydi. Birbirimizi bıraktık ve sesin geldiği yöne döndük. Rengin gülümsüyordu. Ama gerçekçi değildi. Elimle kafamı hafifçe kaşıdım.

 

"Aşık mı? Ne saçmalıyorsun Rengin?"

 

Dediklerim Batu'nun hoşuna gitmediği belliydi ama çaktırmadı.

 

"Halısına şampanya döktüğüm için beni tartakladı bende halı yıkamacıya götürmek, hem de onu görmek için geldim."

 

"Tamam millet niye bu kadar kastınız, sizi bastım diye mi yoksa" dedi şakacı bir tavır takınmaya çalışarak.

 

"Abartma Rengin ben Adal'a her zaman sarılıyorum zaten."

 

Rengin gözlerini devirdi.

 

"Her neyse, işim erken bitince ben de veda etmeye geldim. Belki çok sık görüşemeyiz diye. Ki kabul edersen öyle olacak. Çünkü adamlar seni istiyorlar."

 

"Bir şey belli değil. Adamlar on iki ay, yatılı falan diyip duruyorlar. Zaten aşırı derece garip davranışları vardı. Bugün gitmem bile saçma. Altından ne çıkacak kim bilir?"

 

"Saçmalama, altından ne çıkabilir ki?"

Yüzünde farklı bir duygunun yansıması vardı bunu derken.

 

"Nasıl bu kadar emin olabilirsin Rengin? Sanki tanıyor gibi konuşuyorsun."

 

"Sen de önyargılısın."

 

Yüzümü ekşittim.

 

Hafifçe gülümseyip bana yaklaştı. Omuzlarımdan tutup beni kendine çekti.

 

"Kızım biraz sakin olsan, ha? Kötü düşünürsen kötü gider. Pozitif ol biraz!"

 

Batu sessizdi. Aslında bende sessizdim. Sessizlik.

 

"Adamlar gelmediler. Halbuki bana erkenden geleceklerini söylemişlerdi."

 

Kaygılı gibiydim, sanki vazgeçmelerinden korkuyordum. Ama bunu istiyordum da. Bugün olması gerektiğinden çok fazla duygu hissediyordum. Renginin omuzlarımdaki elleri kollarımdan aşağı inip ellerimi sıktı.

 

"Ellerin buz gibi ve soğuk soğuk terlemiş. İçeri geçelim bence. Daha fazla ayakta beklersen bayılacaksın."

 

Onaylarcasına kafamı yukarı aşağı salladım. Yarı açık kapıdan içeri girdik. Girer girmez Batu kapının arkasındaki duvara yasladığım halıyı fark edip eline aldı.

 

"Şunu bagaja atıp geliyorum."

 

Ardından kapıyı çekip arabasına doğru yürüdü. Rengin'le baş başaydık, gözlerimin içine baktı.

 

"Bence işin erken biter. Ben seni evde bekleyeyim, o sıra Batu'da halı işini halledip buraya gelir."

 

Titrek ve kısık bir sesle "evet, olabilir." Dedim.

 

Sesimin garip çıkması sinirlerimi bozdu. Boğazımı temizledim, Rengin gülmeye başladı.

 

"Kendini daha fazla kasarsan adamları beklemek yerine ambulansı bekleyeceğiz. Cidden sıkıntı ne? Anlat bana, gerçi farkındayım ama senden de duymak istiyorum" dedi şakacı bir gülümsemeyle.

 

"Bilmiyorum. Gerçekten, hem vazgeçerler diye korkuyorum hemde istiyorum."

 

"İstiyorsun. Hem neden vazgeçsinler? Adamlar değil miydi seni ikna etmeye çalışan bir günde ne vazgeçirebilir ki onları?"

 

Sessizce Rengin'le bakıştık. Bakışlarıyla beni yatıştırmakla uğraşıyordu. Gerginliğimin azaldığını göstermek için tebessüm ederek onu rahatlattım.

 

"İşte şöyle. Adal çocuk değilsin. Salak hiç değilsin. Sana kimse zarar veremez. Eğer verecek olsa bunu fark edebilecek kadar dikkatlisin. Ki zaten bizde de konumunu belli eden bir uygulama var. Gariplik sezersek polise haber veririz. Boşuna geriliyorsun. Her şey çok güzel gidecek inan bana."

 

Sözleri beni cesaretlendirdi. Derin bir nefes alıp verdim.

 

Batu kapıyı tıklatınca Rengin kalkıp kapıyı açtı. Batu içeri girmedi, eliyle beni kapıya çağırdı. Yanlarına gittim.

 

"Sanırım seninkiler gelmiş Adal."

 

Kapının girişine çekmiş, epey geniş koyu gri Jeep'i kısaca inceledim. Beklediğim araba daha çok filmlerde gördüğümüz büyük, siyah arabalardandı. Dünkü adamlara bakarsak öyle bir şey beklerdim ama değildi.

 

"Sanırım." Diye mırıldandım gözlerimi arabadan almadan.

 

Kapının arkasındaki askılıktan çantamı ve montumu alıp hızlıca botumu giydim ve arabaya doğru yürüdüm. Rengin'de arkadan planımızı Batu'ya anlatmaya başlamıştı bile. Arabanın tam önünde durduğumda şoför pencereyi indirdi. Dünkü adamlardan biri değildi ama yan koltuktaki adam dünkü, iri ve uzun olandı. Evet kalp krizi geçirebilirdim şu an ama öyle olmadı.

 

"Adal?" Kaşlarını kaldırdı ve gülümser gibi yaptı.

 

Bu biraz da olsun kafamdaki deli cinayet kurguları bastırdı. Kafamı hafifçe yukarı aşağı sallayarak onayladım. Arka kapıyı açıp koltuğa oturdum. Pencereden son defa Rengin'le Batu'ya baktım, onlar da bana el salladılar. Yol boyunca kimse konuşmadı. Bende ne olur ne olmaz diye yoları inceledim. Yaklaşık bir yarım saat yolculuktan sonra arabayı kullanan adam dikiz aynasından bize baktı.

 

"Gelmek üzereyiz. Umarım hazırsındır Adal."

 

Sesi ayazdan soğuktu ama yüzüne az önceki gibi gülümser bir ifade vardı. Bende gülümsemeye çalıştım. Geldiğimiz yer görebildiğim kadar ağaçların fazlalık olduğu bir yerdi. Şehirden uzaktık, emindim. Ses yoktu, sonbaharın kurutup yere düşürdüğü yaprakların arabanın altında hışırtıyla ezilmesinden çıkan sesten başka hiçbir ses yoktu.

 

"Nereye gidiyoruz? Tahminimce şehirden bayağı uzak bir yerdeyiz. Uzun da bir yolculuk geçirdik."

 

Ne kadar belli etmemeye çalışsam da sesimdeki tedirginlik açık bir haldeydi.

 

"Evet, ev şehrin biraz dışında. Daha çok ormanlık denebilecek bir yerdeyiz. Tedirgin olmanı normal buluyorum ama biz eşkıya değiliz Adal."

 

Aramızda geçen bu kısa konuşma sonrası dik bir yolu çıktıktan sonra düzlüğe vardığımızda araba yavaşça durmaya başladı. Kapıyı açıp indim. Kocaman bir arazinin ortasında en az onun kadar büyük olan bir villa, onun yanında da aynı boyutlarda bir ev duruyordu. Ev o kadar karanlık, eski ve sadeydi ki içimin ürperdiğini hissettim. Kapıyı bir kadın açtı. Tahminimce o da hizmetliydi. Açılan kapıya doğru yürümeye başladım. Sonunda 'Kahra Bey' kimmiş öğrenecektim.

 

Böyle bir evde yaşasaydım büyük ihtimalle ben de her gece, gece terörü geçirirdim. Çünkü ev korku filmlerinden fırlamış gibiydi. Simsiyah, ürpertici ama görkemliydi. Ardımdan kapı büyük bir gürültüyle kapandı. İçeri girdiğimde ilgimi çeken ilk şey iki yanda duran devasa heykeller ve iki tarafa açılan görkemli merdivenlerden aşağı bakan adamdı. Bu da Kahra olmalıydı. Göz göze geldik. Adam sağındaki merdivenden aşağı yavaş adımlarla indi ve yanıma geldi.

 

"Hoş geldin."

 

Siyah, boğazlı kazağı epey açık tenini daha belirginleştiriyordu. Uzun boylu, koyu kahve rengini andıran uzun dalgalı saçları vardı. Bir kaç saniye boyunca gözlerimi kırpmadan sadece ona odaklandığımı fark edince hemen kendimi toparladım.

 

"Hoş buldum." Dedim gözlerimi ondan ayırmadan. Elini uzattı;

 

"Kahra Aksoy."

 

Elini sıktım;

 

"Adal Bulut."

 

Eli de sesi gibi soğuktu. Eliyle hızlıca yandaki büyük kapıyı işaret etti.

 

"İçeri geçmeyecek misiniz?"

 

Kapıdan içeri girdim. Sanırım burası onun çalışma odası gibi bir şeydi. Masanın önünde duran iki siyah deri koltuktan birine oturdum, o da karşımdakine oturdu. Bir kaç saniye gözlerimizi kırpmadan birbirimizi inceledik. Yaslandı, ağzını açmasıyla kapaması bir oldu. Ela gözlerini dikkatlice üzerimde gezdirmeye devam etti. Birimizin konuya girmesi gerektiğinin ikimiz de farkındaydık. Söze ilk ben girdim;

 

"Dün, iki tane adam geldi. Ki bunu siz benden iyi biliyorsunuz, sizin adamlarınızdı."

 

İşte, sonunda konuşmayı başlatmıştım. Hafifçe kafasını onaylar gibi salladı. Sözlerime devam ettim.

 

"Anladığım kadarıyla her gece aralıksız kabuslar, uyku bölünmeleri gibi bir şey yaşıyormuşsunuz. Sizinle birebir konuşmadığım için ancak bu kadarını biliyorum."

 

Sessizce bana bakmaya devam etti. Adam garip biriydi, bakışlarında esrarengiz bir şeyler seziyordum. Zaten ortam bir hayli soğuk ve sessizdi. Ya da ben abartıyordum.

 

"Neden hastaneye gelmek yerine adamlarınızı evime göndermeyi tercih ettiniz?"

 

İşte tüm cesaretimi toplayıp bunları söyledim. Yüzündeki durgun ifade silinip yerine hafif dalga geçer gibi bir gülümseme oturdu.

 

"Neden güldünüz?"

 

"Siz biz işlerini bıraksak daha iyi olmaz mı?"

 

Memnuniyetsiz bir biçimde tekrar sordum.

 

"Peki o zaman, neden güldün?"

 

"Hiç, öylesine." Diyerek geçiştirdi.

 

Sessizce, sessiz bir ortamda birbirimize bakıyorduk. Gözlerim keskin çene hatlarına takıldı. Sahi, bayağı çıkık ve keskindi. Dudakları ince bir çizgi gibiydi. Gözlerimi ondan aldım ve boğazımı temizliyormuş gibi yaptım. O da gözlerini benden alıp ayağa kalktı.

 

"Anlaşmış olduğumuzu düşünüyorum. Detayları yarın daha iyi konuşabiliriz, eğer anlaştıysak tabii"

 

"Daha hiçbir şey konuşmadan hemen anlaşmamız çok saçma değil mi?"

 

"Burada olmanız yüzde doksan anlaştığımız anlamına gelmiyor mu zaten? Çoğu detayı adamlarımın anlattığını varsayıyorum. Kabul etmeyecek birinin buraya kadar geleceğini hiç sanmam."

 

Onu onaylamamı istercesine kaşlarını kaldırıp dudaklarını büzdü. Sözleriyle beni alt ediyordu. Cüretkar bakışları daha da alt ediciydi. Ciddiyetle ayağa kalktım ve karşısına geçtim. Yukardan aşağı beni süzdü. Gülümsedim.

 

"O zaman deneyelim bakalım."

Loading...
0%