Yeni Üyelik
4.
Bölüm

❅ 3 ❅

@lilithstear

Elimde tuttuğum sıcak çikolata içimi ısıtırken bir yandan da kaçamak bakışlarla dakikalardır kesintisiz şekilde bana bakan Batu ve Rengin ikilisini izliyordum. Bana kızgın oldukları belliydi, nasıl bunu yaptığımın şaşkınlığıda vardı tabii. En sonunda gözlerimi devirip onlara döndüm.

 

"Daha fazla uzaydan gelmişim gibi bakmaya devam edecek misiniz?"

 

Cevap vermediler. Batu oflayarak arkasına yaslandı, Rengin ise hala tüm olanları alt dudağının bir kısmını ısırmış, şaşkın bir ifadeyle izlemeye devam ediyordu. Aşırı derecedeki yorgunluğum yetmezmiş gibi onların da böyle yapması ağırıma gitmeye başlamıştı. Gözlerimi kapatıp boşta olan elimle alnımı ovuşturdum.

 

"Hiçbir şey konuşmadan nasıl anlaştınız merak ediyorum."

 

Batu yaslandığı kanepeden bir anda fırlayarak ayağa kalktı, salonun ortasında volta atmaya başladı.

 

"Adam çok haklıydı. Oraya neden gittim? Her şey belli değil miydi zaten?" Parmaklarımın üzerine bastırarak teker teker saymaya başladım.

 

"Rahatsızlığın az çok ne olduğu belliydi, hiçbir şey olmadan ücreti bile belirlemişlerdi. Neredeyse her şeyi zaten adamlarıyla konuşmuştuk! Eğer gitmeseydim bu reddettiğim anlamına gelirdi. Ama ben gittim, bile isteye gittim!"

 

"Adamın ne olduğu belli değil. Anlattığına göre yer dağ başı! Tanımıyorsun bile. Nasıl rahat edeceksin? Biz nasıl rahat edeceğiz burada?"

 

"Dramatikleştirme. Sadece yaşadığı yer mi garip oldu şimdi bütün bu olayların içinde. Ayrıca sabah bana her şeyden korkmamam, her şeyi abarttığımı sen söylemiyor muydun Batu?"

 

"İkisi ayrı şeyler! Ayrıca imza nedir ya? Evleniyor musunuz?" Sert bir ifadeyle yüzüme doğru bakarken sağ gözü seğirdi, derin bir nefes alıp geri verdi.

 

"Kesin sesinizi artık!" Rengin ayağa kalkıp önümde volta atan Batu'yu kolundan tutup tekrar kanepeye oturttu. "Sakinleşin biraz."

 

"Konu kapandı tamam mı? Anlaştık işte, imzaladım ne istediyse bitti."

 

Onu daha fazla sinirlendirmek istemezdim ama bunu söylemek zorundaydım. Eminim sinirlenecekti.

 

"Ayrıca anlaşmada geceleri değil hafta içleri orada kalacağım yazıyordu. Sadece Hafta sonları evimdeyim."

 

Batu oradan üzerime fırlayıp beni boğazlayacakmış gibi görünüyordu, ama yapmadı.

 

"Alkışlamamızı da ister misin? Adal... lütfen sus."

 

"Batu, bunu yapma." Hafifçe başımı eğdim.

 

"Bana öyle bakma. Yaptığın bir saçmalıktan ibaret."

 

"Ne yapsaydım? Hastamı garip bir yerde oturuyor diye bıraksa mıydım?"

 

Rengin hafifçe güldü.

 

"Sen şuna kırk bini kaçırmak istemiyordum desene."

 

"Hiçte bile! Ayrıca kabul et diye ısrar eden de sizdiniz." Sırıttım.

 

Rengin bana katıldı ama Batu gülmedi, aksine bir şeyler düşünüyor gibiydi. Gözleri beni buldu. Düşünceli düşünceli bana bakmaya başladı. Kafamı ne var dercesine salladım. Karşılık olarak aynısını yaparak gözlerini benden alıp başka bir yere yöneltti. Benim için endişelendiğinin farkındaydım. Ama önüme gelen her şeyi geri tepemezdim, bugünden itibaren öyle bir lüksüm de yoktu. Ayrıca bu benim mesleğimdi. Karşı kanepeye koşup ona sarıldım. Gözlerini devirir gibi oldu ama o da sarıldı.

 

"Bana oraya pijama partisi yapmaya gitmiyorum diyordun birde. Pijama partisi bundan daha ciddi ve mantıklı bir olay."

 

"Tamam haklı olabilirsin. Ama yeter bu kadar somurtma artık."

 

Elimi saçlarının arasına geçirip karıştırdım. Karşılık olarak yanağıma bir öpücük kondurdu. O sırada Rengin hafifçe bizden uzaklaştı ve ayağa kalktı. Az önce gülümseyen Rengin'in yüzü kusacak gibi bir hal aldı. Kollarımı Batu'dan çekip bende ayağa kalktım. Yüzü solmuştu, derince bir nefes çekti ve bize döndü.

 

"N'oldu? İyi misin Rengin?"

 

Cevap vermedi. Sadece başını onaylarcasına salladı. Batu endişeli bir şekilde ayağa kalkıp elini klasik bir şekilde Rengin'in alnına dokundurdu. Dikkatlice olanları izlemeye devam ettim.

 

"İyi olduğuna emin misin? Yüzün bembeyaz." Dedi.

 

"İstersen seni hastaneye götürelim? Ne dersin?" İkimiz de korkuyla ona bakıyorduk.

 

"İyiyim sadece eve gitmek istiyorum. Merak etmeyin, gerçekten."

 

Gözlerinden bir şeyler sakladığını anlıyordum. Çünkü gözler her zaman gerçeğin gösterildiği bir alandır, anlayabilirseniz tabii.

 

"Bana öyle bakmayın, gerçekten iyiyim. Sadece eve gidip biraz dinlenmek istiyorum."

 

Batu'ya döndü.

 

"Her neyse, sen geliyor musun?"

 

Batu kafasını iki yana salladı.

 

"Ben, biraz daha kalırız diye düşünmüştüm. Böyle olacağını asla tahmin etmedim."

 

Rengin sessizce "peki" dedi. Kanepenin üzerinde duran çantasını ve montunu aldı ve kapıya yöneldi. Onun peşinden gittim.

 

"Gitmek istediğine emin misin? Ne oldu bir anda?"

 

Yüzümü avuçlarının içine aldı, gözlerimin tam içine baktı.

 

"Çok iyiyim. Ve daha da iyi olacağım, yemin ederim. İlerleyen günler bana ilaç gibi gelecek emin ol."

 

Bunları söylerken gözleri çok az dolmuştu. Bir şey söylemek için tam ağzımı açıyordum ki yüzümden çektiği elini hafifçe dudaklarımın üstüne bastırdı.

 

"Seni çok seviyorum. Yarın yine geleceğim, zaten akşam gitmiyor musun ha? Görüşeceğiz. Şimdilik hoşçakal."

 

Daha fazla bir şey söylemeden hızlıca kapıdan çıktı ve kapıyı kapattı. Ardından biraz kapıya doğru baktım. Ayağımı yere sürte sürte Batu'nun yanına geri döndüm. Ona baktığımda gözlerindeki kaygıyı fark ettim. Nedenini bilmediğin bir şekilde Rengin'de çok büyük değişiklikler seziyordum. Ve emindim ki bu Batu'da bu durumun farkındaydı. Onu 15 yıldır tanıyordum. Ama son zamanlarda onu çözmemiz imkansızlaşıyor gibiydi. Daha fazla ayakta durmayıp kendimi Batu'nun yanına bıraktım.

 

"Onu anlayamıyorum." Diye mırıldandı.

 

"Sanki gözümüzün önünde bize yabancılaşıyor gibi değil mi?"

 

"Gerçekten bilmiyorum ama bu aralar gerçekten çok değiştiğini görmemek için kör olmak gerekir."

 

Başıma anlam veremediğim şiddetli bir ağrı yerleşti. O anda içimdeki ürperti geçti ve bu da gözlerimin dolmasına neden oldu. Hayır üzgün ya da sinirli değildim. Bu hissizliğin yaşarmasıydı. Batu yanıma yaklaşıp beni koltuğunun altına aldı.

 

"Üşüdün mü sen?"

 

"Kafam o kadar dolu, o kadar karışık ki Batu... hayal bile edemezsin."

 

Kafamı yavaşça omuzuna yasladım. Bedeninden yayılan ısıyı hissedebiliyordum. Uzun mu yoksa kısa mı tam olarak algılayamadığım birkaç dakikadan sonra kafamı omzundan kaldırıp ona baktım. Sarhoşmuşçasına bir sesle konuşmaya başladım.

 

"Biliyor musun bu aralar ne yaptığımı bilmiyorum."

 

Kaşlarını çatıp anlamaya çalışıyormuş gibi bir yüz ifadesine büründü.

 

"O ne demek şimdi."

 

Yüzünü detaylıca inceledim. Her ayrıntısına kadar. Kusursuz gibiydi. Ama o benim arkadaşımdı, en yakın arkadaşım. Elini yüzümün tam ortasına getirip parmağını şıklattı.

 

"Uyuyor musun Adal?"

 

"Bu akşam burda kalıyorsun değil mi?"

 

"Evet."

 

"O zaman sus da uyuyalım. Daha fazla ayakta kalırsam bayılacakmışım gibi hissediyorum."

 

Kanepeden bir yere ayrılmadan oraya kıvrıldık. Gözlerim uykusuzluktan acıyordu. Sessizce bir kaç dakikanın ardından Batu kıpırdanmaya başladı. Gözlerimi açıp ona baktım. Sonunda diyeceği şeyi ağzından çıkardı.

 

"Adal emin misin? Sen, bilmiyorum böyle aceleye gelen işlerden hoşlanmazsın. Ayrıca çok garip şartları da var. Ne şimdi bu?"

 

"Her doktor gibi sadece işime odaklanacağım. Tamam mı? Her şeyi dün gece boyunca kafamda planladım. Rüyam da bile, bozmak istemiyorum. Ayrıca bu benim mesleğim."

 

"Ne kadar kızsam arkanda olduğumu asla unutma."

 

Uykulu bir sesle 'tamam' diye mırıldanarak arkama döndüm. Haklılardı. Durduk yere bir insana 12 ay doktorluk yapmak için resmen imza atmıştım. En saçma olan ise bu adamı hayatımda ilk defa bugün görüp bir kaç gün içinde yarı yarıya onun evinde yaşacağımdı. Gözlerim uyku denizinde yüzmeye başlamışken bunu durdurmadan onu bu denizde yalnız bıraktım.

 

                        ***

Saat altıya çeyrek kala elime aldığım botlarımı kapının önüne koydum ve yavaşça ayaklarımı içine soktum. Kapıyı kilitlediğim anda yükselen tekerlek sesiyle beraber bir arabanın evimin önüne doğru geldiğini duydum. Yüzümü kapı tarafından arkamda duran arabaya çevirdim. Tam tahmin ettiğim gibi. Kahra'nın adamları. Arabaya doğru yürüdüm ve camı tıklattım. Elimdeki araba anahtarını önünde salladım.

 

"Yolu biliyorum."

 

"Bir dahakine öyle yaparsın, hadi bin."

 

Hiçbir şey demeden girmem için açtığım kapıdan içeri girip soğuk deri koltuğa oturdum.

Yolculuk boyunca gittiğim yerin ne değişik bir yer olduğunu düşünmekten başka bir şey yapamadığımı fark ettim. İndiğim zaman aynı kapı, aynı kişi. İçeri girdim. Aynı merdiven, aynı adam. Yukarıdan bana bakıyor. Hafif uzun dalgalı saçlarının bir kısmı gözünün önünde. O saçları tekrar tekrar geri iterek yanıma indi.

 

"Her zaman beni böyle mi karşılayacaksın?"

 

Dudaklarını büzdü.

 

"Belki."

 

Önüme geçerek soldaki odaya yöneldi. Peşinden gittim ve odanın kapısını ardımdan kapattım. Çalışma odası olarak belirlediğim yere girmiştik yine. Aynı şekilde çalışma masasının önündeki siyah deri koltuğa oturdu. Ben de karşısındakine.

 

"Sen gelmeden hemen önce sıcak çikolata hazırlatmıştım."

 

Parmağıyla önümüzde duran sehpayı işaret etti. İki tane kupa duruyordu. Kendime yakın olanı elime aldım. O da önündeki, içinde aynı şekilde sıcak çikolata olduğunu düşündüğüm kupayı eline alarak dudaklarına götürdü.

 

"Seversin diye düşündüm."

 

İçmeden önce kokusunu içime çektim. En sevdiğim şeylerden ilk olanı kahve ikinci olanı ise lanet olacası mükemmel sıcak çikolataydı.

 

"Çoğu akşam içmeden uyuyamıyorum. Teşekkür ederim."

 

İki elimi de kupaya sararak karşımdaki adamı incelemeye koyuldum. Arada bir iki yudum alıyordum. O da aynı şekilde yapıyordu.

 

"Sana sormam gereken bazı şeyler var Kahra."

 

"Ne gibi?"

 

"Daha önce herhangi bir psikiyatriste ya da psikoloğa gitmeyi denedin mi?"

 

"Birkaç kez."

 

Anladım. İlaç tedavisi kullandın mı peki? Uyku bozukluğu gibi durumlarda çoğunlukla ikisi kesin bir sonuç verir."

 

"Ağzıma asla o zehirleri sokmam."

 

Şaşırtıcı derece cahilce bir söylem. Kendine eziyetten başka bir şey değil. Gittiği doktorlarda ilaç yazdıklarına, ama onun kullanmadığına emindim. Bu işi daha çok zorlaştırmaktan başka hiçbir şeye yaramazdı.

 

"Peki, öyle olsun. Bana kendinden bahsetmek ister misin?"

 

Gözlerini kupadan çekip bana doğrulttu.

 

"Ne gibi şeylerden bahsetmemi istersin?"

 

"Kendinden işte. Seni tanımam gerekiyor. Adını biliyorum bir tek."

 

"32 yaşındayım." Sustu ve tekrar elindeki kupayla ilgilenmeye başladı.

 

‘Kahra Aksoy, 32 yaşında. Harika bir tanıtım. Bu kadarı çok açık oldu’ diye geçirdim içimden.

 

"Bu kadar mı?"

 

"Daha ne olsun? Ben işte, tam karşındayım etimle kemiğimle. Gün geçtikçe zaten beni daha iyi tanıyacaksın. Yani acele etmeye gerek yok bence. Önümüzde koskocaman bir on iki ay var."

 

"Ne hoş. Ama bahsetmen gerekiyor. Mesela geçmişe gidelim. Yaşadığın ve unutamadığın bir olay var mı?"

 

"Yani?"

 

"Geçmişte yaşamış olduğun, seni etkisi altında bırakan şeyler ya da yaşadığın bir veya bir kaç olay gibi işte."

 

Gülümseyip içeçekten bir yudum aldı. Elindeki kupayı incelermişçesine kendi yörüngesinde döndürmeye başladı.

 

"Klasik psikolog seansı."

 

Ağzını hoşnutsuzca büzdü. Daha sonra elindekiyle biraz daha oyalandı. En sonunda konuştu.

 

"Annem, öldü. Bir kaç yıl önce."

 

Gözlerini elindeki kupadan ayırmamaya özen gösterdi. Bacağını sallamaya başladı.

 

"Bu yani, en etkilendiğim bu olmuştur. Gerisi umrumda değil zaten."

 

Yalan konuşuyordu. Kendiyle alakalı şeyleri ortaya dökmemeye çalıştığı apaçık belliydi. Başka şeyler de vardı. Hemde bir hayli uzun şeyler. Kesin diyemezdim ama öyle olduğu tavrından belliydi. İlk günden böyle olmasını normal karşıladım.

 

"Seni uyandıran, her gece kan ter içinde bırakan şeyin ne olduğu ve ne zaman başladığı hakkında bir fikrin var mı peki?"

 

Elindeki kupayı sehpanın üzerine yavaşça koydu, dirseklerini diz kapaklarının üstüne koyarak öne eğildi.

 

"Bir fikrim yok. Ama dersen ki, annenin ölümüyle alakalı trajedi falan gibi şeyler."

 

Fısıldadı;

 

"Onunla alakalı olmadığına adım gibi eminim."

 

Geri yaslandı ve eline kupasını geri aldı."

 

"Bu gece izle ve gör."

 

"Kahra, baban nerede?"

 

Sorduğum soruyla beraber yüzü kasıldı. Tüm duygularını bir ruh emici çekmiş ve onu ölü bedeniyle baş başa bırakmış gibi görünüyordu. İğrenircesine güldü.

 

"O mu? Annem öldükten sonra çekip gitti. Nerede olduğunu bile bilmiyorum. Belki ölmüştür bile."

 

Dudaklarını hafifçe kıpırdatarak "umarım." Diye mırıldandı. Yerinde kıpırdandı.

O sıra biri kapıyı çaldı ve içeri girdi. Girer girmez kim olduğuna bakmadan kişiyi, elini sertçe sallayarak geri cevirdi.

 

"Size kaç defa dediğimi sayamıyorum bile."

 

Sinirli yakınmasını bitirdikten sonra tekrar bana döndü.

 

"Öyle işte Adal Bulut. Sen bahset biraz. Senden."

 

Anın verdiği dikkat dağınıklığını değerlendirip lafı başka yerlere getirmeye çalıştı.

 

"Senin de benim gibi yaraların var mı?"

 

"Yaşayan herkesin bir yarası vardır."

 

Dalgalı saçlarını karıştırdı ve geriye doğru yatırdı. Ne kadar yatırsa da geri gelen bir tutam saçı kendini sürekli öne atıyordu.

 

"Bir şeyler yemek ister misin?"

 

"Olabilir."

 

Ne? Adal? Kendine gel. Olabilir mi? Batu'nun evinde değiliz. Bir saniye. Ben zaten burada kalıyorum artık. Adal sus. Sus artık.

 

Ayağa kalktı kapıyı açtı ve çıktı. Hemen peşinden açık kapıdan çıkıp kapıyı kapattım. Tam karşıdaki salona girdi ve orada duran adama bir şeyler dedi. Adam kafasını salladığı gibi verilen göreve anında koştu. Salon büyük, bir o kadar da sessiz ve ürperticiydi. Gereksiz olduğunu düşündüğüm uzun masanın bir ucuna ben, diğer ucuna o oturdu.

 

"Sessiz olmaya devam mı edeceğiz?"

 

Sorduğu soru gözlerimi ona yöneltti.

 

"Sormak istediğin bir soru varmış da soramıyormuşsun gibi."

 

Haklıydı. Soracağım tonlarca soru vardı ama ben daha çok kendime sormayı tercih ediyordum. Tanımadığım bir adamın evinde kalmayı kabul etmem, şu an bu masada neden yemek yediğim gibi sorulardı. O sıra hiçbir şey dememeyi tercih ettim.

 

***

 

Birkaç saat sonra ne kadar muhabbet ettiğimizin farkına gülerken vardım. Gözüm salonun uç tarafında asılı olan saate gitti. Saat ona on vardı. Onca saat, yeni tanıdığım bir insanla nasıl bu kadar uzun muhabbete dalmıştım bilmiyordum. Normalde Batu ve Rengin'den başkasıyla çok fazla uzun muhabbetler ettiğimi hatırlamıyordum. Ama gerçekten iyi vakit geçirdiğimi hissettim.

 

"Sana odanı gösterdiler mi?"

 

Hafifçe kafamı olumsuz şekilde salladım.

 

"O zaman gel de sana yeni odanı göstereyim."

 

Gülümsedim. Gerçekten hangi ara buraya kadar geldik diye düşünmeden edemedim. Beraber üst kata çıktıktan sonra yolun sonundaki sağ odanın önünde durduk. Odam gerçekten güzeldi. En azından ben çok beğenmiştim...

 

"Eşyalarını yerleştir. Ben içerideyim."

 

Kapıyı çekti ve gitti.

 

Eşyalarımı çantamın içinden çıkarıp hafif eski olduğunu tahmin ettiğim gardroba yerleştirdim. Şimdilik bir kaç parça bir şey getirmiştim. Çoğunu aşırı kalın kazaklar, tişörtler, eşofmanlar ve taytlar oluşturuyordu. İşimi hallettikten sonra aşağı indim. Ev soğuktu, sessizleşmişti. Sanırım -ki öyleydi büyük ihtimal- çalışanlar uyumuştu. Ve biz baş başaydık. Çalışma odasında olabileceğini düşündüğüm için odaya girdim ama burada değildi. Arkamda bir hareketlilik hissedince yavaşça döndüm.

 

"Biliyorsun, bu evde başka odalar da var. Sadece burada olacak değilim ya."

 

"Bilmem buraya geldiğimden beri hep bu odadayız. Burada beklersin beni diye düşündüm."

 

"O zaman gel evi gör."

 

Kolumu nazikçe tutarak beni tekrar üst kata çıkardı. Karşımıza çıkan sağdaki ilk odaya girdik.

 

"Burası düz bir oda. Kendimi dinlemek istersem buraya girerim. Dış dünyadan kaçmak istersem falan işte."

 

Oda boş denebilecek bir haldeydi. Büyükçe siyah bir koltuk, duvarı süsleyen büyüklü küçüklü tablolar vs... Kanepenin tam karşısında çalışma odasındakine benzer, duvarı kaplayan büyüklükte dopdolu bir kitaplık vardı. Gezinmeyi bitirdikten sonra odanın kapısını kapattı. Tam karşıdaki odaya girdik. Bu odada bir kaç enstruman vardı. Gözüme ilk ortada görkemli bir şekilde duran piyano çarptı.

 

"Dur tahmin edeyim. Burası da kafanı dağıtmak için girip bir şeyler çaldığın bir oda."

 

"Evet. Piyano çalmayı bilir misin?"

 

"Pek değil, hatta, bilmiyorum."

 

"Beni çalarken izlersin."

 

Birkaç saniye elleri cebinde beni süzdü. Ben ona bakmıyordum ama farkındaydım. Yanda duran gitar ve kemanı inceliyordum. İncelenecek çok fazla enstrüman olduğundan burayı sonraya bırakıp erkenden çıktım. İleri çaprazdaki odaya girdik. Tanrım, burası içki kaynıyordu. Bir bardan farksızdı. Neredeyse her çeşit içeçekten vardı. İlaçlara zehir diyen birinin evinde bu kadar içkiyi barındırması büyük bir ironiydi. Ortada duran uzun masaya doğru yaslandım.

 

"Burası ne? Bar mı açmayı planlıyorsun. Çok üzgünüm ama kimse gelmez. Çünkü burası şehirden bayağı uzak."

 

Kafasını geri yatırdı ve hafif bir kahkaha attı.

 

"Kendim, çoğunlukla tek başıma içmeyi tercih ederim."

 

"Çok üzgünüm ama buna pek izin verebileceğimi pek sanmıyorum. Sözleşmede sağlığın için her istediğimi yapabileceğin gibi bir şey okumuştum."

 

Odanın kapısını kapattı.

 

"Ayrıca sigara gibi bir alışkanlığın varsa onu da bırakmanı istiyorum. Bu gibi şeylerin ne kadar zararlı olduğunu bir çocuğa anlatırmış gibi anlatmama gerek yok bence."

 

Dibime kadar yaklaştı. Şimdi deli gibi şu gibi bu gibi kokuyordu falan demeyeceğim. Ama çok güzel kokuyordu.

 

"İşte buna kesin bir şey diyemeyeceğim. O kadar özele girmezsin diye düşünmüştüm."

 

"Demek zorunda olduğunu hatırlatmak zor değil."

 

Sesimi oldukça soğuk tutmaya çalıştım. Yanından uzaklaşıp kapıyı açtım. Ben çıktıktan sonra peşimden o da geldi. İlerideki diğer odayı işaret etti:

 

"Oradaki odada evdeki çalışanımın biri kalıyor."

 

Biraz daha yürüdükten sonra uzun koridorun sonuna geldiğimizde benim odamın önünde durduk.

 

"Burası hep boştu. Artık sen varsın. Karşındaki oda da lavabo zaten."

 

"Senin odan da burası olsa gerek."

 

Gözlerimle benim odamın çaprazındaki iki kapılı büyük odayı işaret ettim. Başıyla onayladı. Oraya yönelince peşinden onu takip ettim. Cebinden bir anahtar çıkardı ve kapıyı açtı. İçerisi garip bir şekilde ürpermeme neden oldu. Oda çok fazla büyüktü, dikkatimi ilk çeken şey perdelerin ardındaki balkon oldu. Yatağın sağ ve solunda duran siyah renkte komodinler, sağ tarafın en köşesinde ise sallanan büyük bir koltuk duruyordu. Ayak tarafına doğru düz siyah bir şifonyer ve büyük bir gardrop vardı. Odayı incelemeyi bıraktım. Neredeyse tamamı siyah renkten oluşan mobilyalar içimin daralmasına neden olmuştu.

 

"Siyahtan çok hoşlanıyorsun galiba. Girdiğimiz odalardaki mobilyaların çoğu siyahtı."

 

"Denebilir. Sevdiğim renkler arasında."

 

Artık gece neler olduğunu görmek istiyordum. Uykusunda ne gibi bir bölünme yaşıyor merak ediyordum. Hani şu hastanede çözemeyeceğim kadar sıkıntılı bölünmeler...

 

"Kahra. Uyumak ister misin?"

 

Cümlem, yüzünde gergin ve isteksiz bir ifadenin ortaya çıkmasına neden oldu. Onunla başka şeyler konuşurken daha iyi hissediyor gibiydi.

 

"Çok komik değil mi? Uyuyacağım ve sen de beni izleyeceksin. Karanlıktan korkan bir çocuğun annesi ışık gelene kadar onu beklemesi gibi."

 

Ona yaklaştım ve omuzuna dokundum. Benden o kadar uzundu ki ona bakabilmek için kafamı epey kaldırmam gerekti. Aramızda otuz santimden fazla varmış gibime geliyordu.

 

"Öyle değil, emin olabilirsin. Saat çok geç oldu. Gidip pijamalarımı giyeceğim ve bu gece neler oluyor göreceğiz."

 

Kapıdan çıktım. Odama girdiğimde çantamın içinde telefonun sesini duydum. Çantanın içinden deli gibi titreyen telefonu çıkardım. Batu arıyordu. Hemen açtım.

 

"Batu?"

 

"Sarışın! Lanet olsun. Açmasaydın bu aramadan sonra polisi arayacaktım."

 

"Batu sakin ol, iyiyim."

 

"Lanet olasıca! Adam seni doğradı falan sandık!"

 

"Saçmalama. O iyi biri. Eminim. Şimdi kapatmam gerekiyor."

 

"Dur bekle! Rengin seni istiyor."

 

Yandan Rengin'in 'ver bana şu telefonu' diye cırlamalarını duyabiliyordum. Batu da yandan ona bağırıyordu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

"Alo? Aman Allah'ım Adal! Bizi delirtmeye mi çalışıyorsun? Daha geçen gün organ mafyası mı acaba diye düşündüğün bir adamın evindesin ve bizi aramadın bile! Hangi ara bu kadar güvenip rahatlığa erdin?"

 

"Sakin ol. Tek tek konuş ve bağırma. Sağır olmak istemiyorum. Şu telefonu hoparlöre alır mısın?"

 

"Dinliyoruz."

 

"İyiyim. O da iyi biri. Sakin olabilirsiniz yani. Şimdi üstümü değiştirip neler olduğuna bakmam lazım. Sizi sabah arayacağım. Söz veriyorum. Şu an her şey iyi gidiyor. Siz de rahat edebilirsiniz."

 

Masum bir tınıyla ikisi de 'tamam' diye mırıldandı. Ardından telefonu kapattım ve üstümü değiştirdim. Odanın önüne vardığımda kulağımı kapıya yaslayıp biraz dinledim. İçeriden ses gelmiyordu. Kapıyı tıklayıp içeri girdim. Onu yatağın solundaki komodinin üstünde duran bir şeyle ilgilenirken buldum.

 

"Deli gibi uykum var."

 

Kendimi yatağın köşesine konumlanmış sallanan koltuğa bıraktım. Arkasını döndü bana baktı ve güldü.

 

"Ayıcıklı pijamaların harikaymış Adal."

 

"Teşekkür ederim."

 

Sırıttım. Hafif bir şekilde kendimi sallandırarak kafamı geri yaslayıp gözlerimi kapattım.

 

"Rahat mı bari? Başka bir şey de getirtebilirim."

 

"Evet. Alışkınım ben. Küçükken benimde vardı bir tane. Şimdi nerede onu bile bilmiyorum."

 

Tek gözümü açıp ışığı kapatmak yerine ne halt yediğine baktım. Hala komodinin üzerinde duran şeyle ilgileniyordu.

 

"Buraya ilk geldiğindeki bakışların yok. Seni getiren şoför bizden korktuğunu söyledi. Korkak bir çocuk gibisin. Ya da şüpheci mi demeli?"

 

Sallanmaya devam ettim.

 

"Doğru. Şüpheci biriyim. Buna bir çare bulamadım. Günümüz şartları gerek herhalde."

 

"Şimdi ne değişti? Hala beni tanımıyorsun."

 

"Ben, insanları gözlerinin içine baktıktan sonra tanıyabilirim. Sen asla kimseye zarar vermezsin. İyi birisin."

 

Etrafımda kıpırdanma hissettiğimde gözlerimi açtım ve yanıma baktım. Yatmıştı ve tavana bakıyordu.

 

"Öyle miyim?"

 

"Öylesin."

 

Gülümsedi. Bende gülümsedim. Düğmeye bastı ve karanlığı buraya çağırdı. Gözlerim de uykuyu çağırıyordu. Derin olmaması lazımdı. Bu gece yardımcı olmam gereken birileri vardı.

 

"İyi geceler" diye fısıldadım.

 

Gözlerimi kapattığım birkaç dakika içerisinde garip şeyler görmeye başladım. Biri peşimden koşuyordu. Bir karaltı. Nereye koştuğumu görmediğim için bilmediğim bir yere gelmiştim. Kimse yoktu. Anneme seslendim. O da gelmedi. Babam, Batu, Rengin... Hiçbiri burada değildi. Ayaklarım acıyordu. Ayaklarıma baktım. Çıplaktı, kanıyorlardı. Tek bir adım dahi öteye gidemeyeceğimi anladığımda kendimi olduğum yere bıraktım. Gözümden kulağıma aşağı akan göz yaşı soğuktu. Uzaktan bir ses geliyordu. Boğuk bir ses. Yardım istiyor gibiydi. Ona yardım etmek istiyordum. Ama kalkamadım.

 

"Bırak peşimi!"

 

Gözlerimi acı bir göğüs ağrısıyla açtım. Elimi kalbimin üstüne koyup ovuşturdum, çok hızlı atıyordu. Derin derin nefes alırken neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Yine aynı ses kulağımı tırmaladı. Tanrım... ne kadar saat geçmişti ki?

 

"Hayır!"

 

Yanıma döndüğümde Kahra yatak örtüsünü sıkmış bir vaziyette bağırıyordu. Kapının açıldığını duyunca arkama döndüm. Çalışanlardan biriydi sanırsam. Anın verdiği telaşla onu kovdum ve Kahra'nın yanına oturdum.

 

"Kahra! Buradayım. Gözlerini açman gerekiyor. Lütfen gözlerini aç!"

 

Acı feryatlarımız odada yankılanıyordu. Soğuk soğuk terlemişti. Onu omuzlarından tutup sarstım ama hala gözleri kapalı, kaskatı bir biçimde bağırıyordu.

 

"Gözlerini aç!"

 

Boğazına biri yapışmış ve ellerini şu an geri çekmişçesine nefes aldı ve gözlerini açtı. Yanımdaki komodinin üstünde duran suyu alıp ona verdim. Ellerimden taparcasına aldığı bardağı dikledi. Bitirdiğinde bardağı elinden aldım ve yerine koydum. Sakinleşmesini bekledim.

 

"Kahra ne gördün?"

 

Gözlerinden inen bir damla yaş yatak örtüsünü ıslattı. Yüzünü benden öte tarafa çevirdi. Yüzünü avuçlarımın içine aldım, kendime döndürdüm. Hala derin derin nefesler alıp veriyordu.

 

"Buradayım sakin ol. Hiçbir şey olmadı. Etrafına bak. Odandayız."

 

Sıktığı ellerini yavaşça gevşetti. Belimden tutup beni kendine çekti. Sımsıkı sarıldığı bedenimi bırakmak istemiyor gibiydi. Saçları ıslanmıştı. Her yeri ter içindeydi. Ben de ona sarıldım, bir zaman öyle durduk.

 

"Peşimdeydi. Beni bırakmak istemedi." Diye fısıldadı.

 

Gördüğümüz kabusların benzer olduğunu fark ettim. Derin derin aldığı nefesleri titreyerek geriye bırakıyordu. Bedenlerimizi ayırdı ve gözlerimin içine baktı.

 

"Beni bundan kurtar Adal. Gittikçe daha beter oluyor, korkuyorum."

 

Gözlerindeki korku içimi ürpertti. Dudakları titredi. Sanki yüzünü görmemi istemiyormuşçasına tekrar sarıldı. Elimi saçlarının arasına geçirip başını omzuma bastırdım.

 

"Tamam. Sakinleş. Bitti, ben buradayım. Yalnız değilsin, olmayacaksın da."

 

"Korkuyorum!"

 

Fısıldayarak söylese de bunun bir haykırış olduğunun farkındaydım. söylediği bu sözcük tüylerimi diken diken etti. Belki ben değildim ama o korkak bir çocuktu. Hemde çok korkak.

Loading...
0%