@lilithstear
|
Kapıdan içeri girip elindeki kupayı masanın üzerine koydu ve masanın diğer ucundaki sandalyeyi çekerek oturdu. Gözlerimi okuduğum kitaptan ayırmamaya çalıştım. Konuşmamız gerekiyordu, biliyorum. Bilmediğim tek şey neden konuşamadığımız. Belki de bir anda olup biten olayları açıklayacak kelimeleri bir araya getiremediğimizden dolayıydı. Kitabın üstünden kaçamak bir bakışla ona baktım. Hiçbir şey yapmadan oturuyordu. Asla herhangi bir duygu belirtisi yoktu. Gözlerini mekanik bir şekilde kırpıp tekrar açıyordu.
"Bana baktığını görebiliyorum."
Kitabı yavaşça kaşımın üstüne çektim. Boğazımı temizledim, sakince tekrar kitabı hafifçe aşağıya doğru indirdim. Göz göze geldik. Gözlerimi devirip kitabı kapattım ve ona doğrudan baktım.
"Neler yaptığına bakmak zorundayım zaten."
Sessizce yüzüme doğru bakmaya devam etti. Bende aynı şeyi yaptım. Masanın üstünden aldığım, içinde acı kahve olan kupayı dudaklarıma doğru götürüp içtim.
"Bana bakmayı kes artık Adal. Birini sürekli izlemek, izlediğin kişi için sinir bozucu."
"Sende bakıyorsun. Ayrıca ne bu? İlkokul çocukları gibi bunları konuşuyoruz."
Hiçbir şey demeden sinirle burnundan soludu, başka bir tarafa baktı. Bende tekrar kitabımı açtım. Açıkçası, hafta sonları hariç bir yıl boyunca bu şeye nasıl katlanacağımı merak ediyordum. Uzayan sessizlik sinirlerimi bozuyordu.
"Dün gece ben de garip bir kabus gördüm."
Gözlerimi, kitabın yanından nasıl bir tepki vereceğini izlemek için ona yönelttim. Öylesine odaklandığı yerden gözlerini çekip tekrar bana bakmaya başladı. Fark ettirmemek için anında kitaba geri döndüm. Gözlerim kelimelerin üzerinde öylesine kayıyordu. Kitabın ne anlattığı şu anlık umrumda değildi. Bir zaman sessizce oturmaya devam etti. Ne düşündüğünü merak ediyordum.
"Çoğu insan için yeni bir yere alışmak zordur. Bunu en iyi sen bilirsin zaten."
Bir cümleyle nasıl oluyor da bana diyecek hiçbir şey bırakmıyordu bunu hala çözememiştim. Daha fazla bir şey demeden masadan hızlıca kalktı ve karşıdaki çalışma odasının kapısından içeri girdi. Şaşkın bir halde ardından bakarken onu neyin bu kadar agresifleştirdiğini düşünmeye başladım. Peşinden gitmek istedim, ama biraz daha yalnız kalmasının iyi olacağını düşündüğüm için oturduğum yerde kalmaya devam ettim. Bir zaman sonra illaki konuşacaktık zaten.
*** Lanet olasıca bir saatten beri tek bir ses bile çıkartmadan odada kalmaya devam ediyordu. Kahvem bitmiş, yeni başladığım kitabımı neredeyse bitirmek üzereydim. Elimdeki kitabı masanın üstüne bıraktım ve hızlı adımlarla karşı odaya yürüdüm. Kapının önüne geldiğimde tam açacakken duraksadım. Telefonda biriyle konuşuyordu.
"Neden böyle bir şey istedin hala anlamıyorum ama ödemeni yaptığına göre mecburen yapacağım, tamam."
Özel hayata saygısızlık olduğunun farkındaydım ama Kahra'yı tanımak zorundaydım. Ayrıca Kahra ilk izlenimlerime göre zor bir insandı. Kendi ağzından onu tanımak imkansız denebilecek bir şeydi. Bu nedenle bu gibi yollardan gitmeliydim. Ve buna benim olmadığım yerlerde, hayatında nasıl bir yaşantısı olduğunu bilmekle başlayacaktım. Kulağımı kabartmış ciddiyetle konuşulanları dinliyordum. Bu yüzden arkamdan yaklaşan hizmetli kadını fark etmemiştim.
"Adal hanım, bir şey mi oldu?"
Olduğum yerde ufak bir irkilme yaşamamla beraber yüzümü yavaşça hizmetli kadına döndürdüm. Korktuğumda pek ses çıkarma alışkanlığım olmadığı için ne kadar şanslı olduğumu o an defalarca aklımdan geçirdim. Yutkundum ve hızlı bir şekilde söyleyeceğim şeyleri aklımda toparladım.
"Hiçbir sorun yok. Sadece Kahra nasıl ona bakacaktım, evet bu kadar."
Sahte gülümsememi de ardına ekleyerek konuşmayı bitirdim. Kadın bir şey sezmemiş olacak ki sıcak bir şekilde bana gülümseyerek elindekilerle beraber yoluna devam etti. O gidene kadar bekledikten sonra tekrar kapıya yöneldim ama içeriden ses gelmiyordu. Konuşma bitmişti. Benim tek duyduğum ise Kahra'nın birilerine verdiği sözlerdi. Kapıyı tıklattım ve içeri girdim.
"Yeni tanıdığın birini evin içinde tek bırakman tehlikeli olabilir."
Gözleri beni bulduğunda sanki huzursuzlaşmış gibiydi. Dünkü bakışları asla yoktu. Bunun nedenini az çok tahmin edebiliyordum aslında. Kapıyı yavaşça kapatarak yanına geldim. Ahşap masanın önünde durduğumda hala gözlerini benden çekmemişti.
"Çalışıyorum, Adal. Sana güvenmesem evime yaklaşamazdın bile."
Bunu dedikten sonra önündeki kağıtlarla ilgilenmeye başladı. Bir şey demeden tam karşısında dikilmeye devam ettim. Gerçekten beni hayrete düşürecek hareketler sergiliyordu. Dünkü kişiyi sanki alıp gece yerine başka birini bırakmışlardı.
"Neden benden kaçıyormuşsun gibi seziyorum?"
Gözlerini kağıtlardan ayırmadı "sezgilerin yanlış."
Söylediği şeyler gözlerimin devrilmesinden başka bir işe yaramıyordu. İnsanların gereksiz yere takındığı tavırlar bana asla işlemezdi. Bilerek daha çok üstüne gitmeye başladım.
"Aslında gözle görünür şeye sezgi bile diyemem. Sorunun ne? Çözmek için burada değil miyim? Senin aptal triplerini çekeceğimi sanmıyorum hem de 1 yıl boyunca. Koskocaman adamsın. Derdin neyse anlat işte."
Hızla oturduğu yerden kalktı ve korkutucu bir ciddiyetle bana odaklandı. Burnundan soludu. Sinirlenmişti, kendini kontrol etmeye çalışıyordu. İşte başlıyoruz.
"Saçma cümleler kurasın diye de burada değilsin."
Sinirli sinirli alıp verdiği nefesler devam ediyordu. Dişini sıkıp sıkıp gevşetiyordu. Bir elini saçlarından geçirerek onları geri attı.
"Bu kadar mı? Ne bu? Böyle gideceğini sanıyorsan çok yanılıyorsun!"
Bu lafların onu biraz daha kışkırtacağından emindim. Onu sınamak, öfkesinin ne dereceye geleceğini ölçmek istiyordum.
"Adal sınırlarımı zorlama."
"Yapabileceğinin en iyisini yap! Ne duruyorsun?"
Kapıya yöneldim ve kapının kilidini çevirdim. Hala bakışlarını ayırmadan beni takip ediyordu. Kapıyı hallettikten sonra tekrar karşısına geçtim. Masanın arkasından çıkıp pencerenin yanına gitti. Sakinleşmeye çalışıyordu. Bağırarak onu kendime döndürdüm.
"Neler yapabileceğini görmek istiyorum. Hadisene! Dertlerini istediği alınmayınca sinirlenen çocuklar gibi mi anlatabiliyorsun?"
Üzerime doğru yürüdü ama aramızdaki mesafeyi ayarlamıştı. Bu sefer sesini o yükseltmişti.
"Benim derdim falan yok! Senin amacın ne gerçekten?"
"Bunlarla mı sınırlısın? Diyeceklerin bunlar mı? Ne diye çağırdın o zaman beni buraya? Dadılığını yapmam için mi?"
Bağrışmalarımızı duyan hizmetliler kapıyı açmaya çalıştılar ama kilitli olduğu için başaramadılar.
"Adal haddini bil! Yeter."
"Derdini anlat o zaman! Bu tavrın kime?"
"Adal..."
İsmim ağzından kısık ama uyarırcasına çıkmıştı. Umursamadım. Devam ettim.
"Hadisene." Diye bağırdım. "Suspus duracak mısın?"
Sesini çıkartmadı. Ama çok fazla sinirlendiğinin farkındaydım. Yapboz parçalarını aramaya vaktim yoktu. Buraya puzzle yapmaya gelmemiştim. Ama karşımdaki adam puzzle olmayı tercih ediyordu. Ama dediğim gibi, ben buraya bunun için gelmemiştim. Ya o parça kendi kendine yerine otururdu, ya da uğraşmadan kendi yöntemlerimde oturturdum. Bir saç tutamını kulağının arkasına sıkıştırmaya çalışırken elinin titrediğini fark ettim. aramızdaki mesafeyi iyice kapattı. Yüzüne bakmak için başımı kaldırmam gerekiyordu. Geri adım atmadım, başımı kaldırıp gözünün içine odaklandım.
"Belki de daha dün tanıdığım bir insanın en aciz anlarımı görmesinden dolayı sinirliyimdir?"
Aramızdaki mesafe cümlelerini devam ettirdikçe kapanmaya devam ediyordu. Hiçbir şey demeden onu dinlemeye devam ettim.
"Belki de daha dün tanıdığım bir insana sarılarak yardım istememden dolayı öfkeliyimdir! Belki de ağrıma gitmiştir!"
Her cümlede sesi biraz daha yükselmişti. bunları yüzüme karşı itiraf etmişti. İstediğimi almıştım. Tam da tahmin ettiğim gibiydi. Duygularını bir sinir patlamasıyla anında ortaya dökmüştü. İçinde tutmasındansa böyle olması daha iyiydi.
"Anladım. Bugünkü seansımız bitti."
Sinirden kıpkırmızı olmuştu. Bakışları değişti. Yaptığım şeye anlam verememişti.
"Sakinleşince tekrar konuşuruz."
Ona bakmadan kapıya yöneldim. Kapının kilidini açtım ve dışarı çıktım. Tahmin ettiğim gibi tüm herkes kapıdaydı. Aralarından sıyrılarak yukarıdaki odama yöneldim. Ardımdan Kahra'nın onlara acımasızca bağırışlarını duydum. Yarı yolda arkama döndüğümde hepsinin bir anda tekrar işine döndüğünü gördüm.
***
Akşam olana kadar odamdan çıkmadım. Olup biten şeyleri Batu'ya anlatmaktan başka bir şey yapmadan yatağımın tam ortasında oturarak saatlerin geçmesini bekledim. Onun sakinleşmesi, benim de kafamı toparlamam gerekiyordu. Hiç ses yoktu. Telefonumu sessize alıp cebime koyduktan sonra kapıyı açıp aşağıya indim. Çalışma odasının kapısı kapalıydı. Mutfağa girdiğimde bugünkü yakalandığım kadın akşam yemeği için bir şeyler hazırlıyordu. Beni görünce gülümseyerek selam verdi. Ben de aynısını yaptım. Elime aldığım bardağın içine sürahiden su koyup dikledim. Yaslandığım tezgahtan kadının yaptıklarına gözüm kaydı, ne yaptığını tam anlayamamıştım.
"Bir şey mi isteyeceksiniz Adal hanım?"
Daldığım yerden gözlerimi alıp ona baktım.
"H-hayır hiçbir şey istemiyorum, bana sadece Adal de lütfen."
Gülümseyerek "Tamam Adal." Dedi.
Bardağı bulaşık makinesine koyduktan sonra eski konumumu alarak onu izlemeye devam ettim.
"Senin adın ne?"
"Dicle."
"Çok güzel bir adın var."
Gülümseyerek işine devam etti. Mutfaktan çıkıp tekrar üst kata yöneldim odama girecekken Kahra'nın odasından bu sabahki gibi konuşma sesleri geldiğini farkettim. İçeri dalmayı düşündüm çünkü kendi kendine mi konuşuyor yoksa telefondaki kişiyle mi emin değildim. Etrafıma bakındım, ortalıkta kimse yoktu ve ses gelmiyordu. İkinci bir yakalanma vakasına kendimi hazırlayarak kapıya yaklaştım. Ses buradan daha netti. Yerde bir şey arıyormuş gibi yapacaktım bu daha mantıklıydı. Kulağımdaki küpeyi çıkarıp çapraz uzağıma yolladım. Hafifçe eğilerek yere odaklandım ama kulağım oradaydı.
"Hallettin mi? Tamam, ben yarın sana yerin konumunu atarım."
Sesi yine anlaşılmaz hale geldi. Sanırım daha kısık bir sesle konuşmaya başlamıştı. Bir anda kapının açılmasıyla tüm vücuduma şok verilmişçesine irkildim. Bu, bugün ikinci kez oluyordu.
"Adal casusluk mu yapmaya başladın şimdi de?"
Hiç tepki vermeden kafamı kaldırdım ve ona baktım.
"Seninle bir ilgim yok."
Gözlerini devirdi ve sorgular gözlerle bana bakmaya devam etti. Gözlerimi yere döndürdüm ve rolüme devam ettim.
"Küpemi düşürdüm ve onu arıyorum."
"Adal küpeni görebiliyorum. Tam karşında resmen."
"Tamam olabilir ben de şimdi gördüm. Karanlık burası. Sen kapıyı açınca aydınlandı biraz. Ayrıca kapıyı açmadan saniyeler önce düştü."
"Yalan konuşma."
Sesi benimle alay edercesine çıkıyordu. Evin içine kamera koyup koymadığına bakmak için hafifçe kafamı yukarı kaldırdım. Etrafta kamera falan yoktu. Hala gözlerini üstümden çekmeyen Kahra'ya döndüm.
"Kaç dakikadan beri ayak gölgelerin kapının altından belli oluyor. Onca dakikadan beri önündeki bir şeyi görmemen için kör olman gerekiyor. Ama değilsin."
Yerdeki küpeyi alıp cebime attım. Kollarını bağdaştırıp kapının kenarına yaslanan Kahra'ya bir göz bakıp odama girdim. Güldüğünü duydum. Garibime gitse de geri dönüp bir şey demek istemedim.
"Yemeğe insen iyi edersin. Aç kalma." Diye kapıdan seslendi.
Geldiğimden beri ilk defa içten bir kahkaha attığını duymuştum. Gerçekten garip bir insandı. Gülmez, fazla konuşmaz, katı ve asla sosyal bir insan değildi. Tabii onu tanıyalı en fazla 3 gün falan olduğu için hemen nasıl biri olduğunu öğrenemezdim, zamana ihtiyacımız vardı. Ayrıca tek başına yaşadığı halde neden evde 3-4 tane hizmetli bilmem kaç tane güvenlik çalıştırdığı da merak konusuydu. İnsanların yaşadığı hayatı sorgulamam gereksiz biliyordum ama tuhafıma gitmişti sadece.
Yemeğe indiğimde saat altıyı çeyrek geçiyordu. Mutfağa girip bir göz Dicle'ye baktım. Ona bir nebze de yardım olsun diye kendi tabağımı ben aldım. Beraber yemek salonuna geçtik.
"Zaten az kişiyiz. Sende bize katılsana. Hatta diğer çalışanı da çağıralım?"
Dicle hem şaşkın hem de isteksiz bir tavırla bana döndü.
"Çok güzel olurdu. Buraya yeni geldiğin için Kahra Bey'i tanımıyorsun. O yalnız kalmayı seviyor. Hatta arkadaşı yok denecek kadar az. Yemeklerini tek yer, biz hep mutfaktayız. Eve arkadaşlarını pek kabul etmez. İnsanlarla sosyalleşmeyi seven biri değil. Seninle nasıl vakit geçiriyor bilmiyorum ama, böyle işte."
Sözlerini bitirdiğinde neredeyse ağzım açık ona doğru bakıyordum. Her şey tahmin ettiğim gibi ortaya çıkıyordu. Tatmin olmuş bir gülümsemeyle tekrar Dicle'ye döndüm.
"Tamam o zaman, sana afiyet olsun."
"Size de."
Sessizce Dicle'nin ayrılmasını izlerken aynı anda karşıdan Kahra'nın geldiğini gördüm. Yine dümdüz bir surat takınmıştı, sanki birkaç dakika önce kahkaha atmamış gibi. Sanırsam bu sabahki itiraflarından dolayı hala rahatsızdı. Masadaki konumunu aldı. Bende yerime geçtim. Masanın bir uçlarında oturuyorduk. Aramızda 3 metre vardı. Uzunluğu gerçekten beni sinir ediyordu.
"Neden bu kadar uzun bir masa tercih ettin ki?"
Bazen ağzımdan çıkan şeyleri, merakımı durdurmam gerekiyor. Gözleri beni buldu.
"Neden sadece yemeğini yemiyorsun? Neden her şeyi sorguluyorsun? Neden hiçbir şeyden memnun değilsin?"
Hiçbir şey demedim. Bu akşam yemeklerimizi yerken konuşmadık. Sessizce önümdekileri bitirdikten sonra tabağımı alıp ayağa kalktım.
"Onlar halledebilir."
Durdum ve arkamı döndüm.
"Ben de halledebilirim, ellerim tutuyor."
Kaşlarını yukarı kaldırdı, hafiften sinirlenmişti sanki.
"Ne demeye çalışıyorsun? Yine bana laf mı attın şimdi?"
"Hiçbir şey demeye çalışmıyorum. Tabağımı mutfağa bırakıyorum sadece."
Mutfağa doğru yol alırken sırıtmadan edemedim. Mutfakta kimse yoktu, tabağı bıraktığım sırada arkamda biri olduğunu farkettim. Döndüğümde Kahra elinde tabağıyla tam önümde duruyordu. Elinden tabağı bana gösterircesine yukarı kaldırdı ve tezgaha bırakıp bana garip bir bakış attı. Ben ise hala sessizce onu izliyordum.
"Gördüğün gibi ellerim tutuyor."
Kahkaha attım.
"Neden bu kadar ciddiye aldın ki? Öylesine dediğim bir şeydi."
Mutfaktan çıkıp ışığı kapattım. Arkamdan o da çıktı. Gözlerim büyük salondaki küçük saatle buluştu. Saat çok erkendi. Kahra tam yanımda durdu. Ona döndüm. Başımla saati işaret edince o da baktı.
"Saat çok erken."
Anlamamış bir ifadeyle yüzüme baktı.
"Dışarıda biraz dolanmak ister misin?"
"Nerede?"
Hafif şaşırmış, hafif çekingen bir tavır aldı.
"Kapının önünde işte. Ne yapacağız ki tek başımıza koskocaman evde?"
"Tamam, bekle bir dakika."
Üst kata çıktı. İki tane polar battaniye ile geri döndü. Bir tanesini kendi benim sırtıma örttü diğerini de kendisininkine.
"Teşekkür ederim."
Hava aralık ayının son günlerine göre güzel sayılabilirdi. Esen rüzgar ürpermeme neden olsa da aksine bundan zevk aldım. Kahra sessizce önündeki taşları ayağıyla vurarak yürümeye devam ediyordu. Dışarısı gerçekten güzeldi. Temiz havayı derin bir şekilde içime çekip biraz tuttuktan sonra geri bıraktım. Ona baktım.
"Kızgın mısın hala?"
Sorumla beraber o da bana baktı.
"Hayır değilim. Ama yaptığın hoş değildi."
"Yapmasaydım kıvranıp duracaktın. Şimdi daha rahatsın. Eminim."
Duraksadı.
"İçimdekileri başkasına kusmak hoşuma gitmedi. Anlıyor musun?"
Başımla onu onayladım. Yürümeye devam etti. Duygularını ifade etmeyip saklamayı, içine atmayı tercih ediyordu. Ama yapmamalıydı. Üzgünse ağlamalı, mutluysa gülmesi gerekiyordu.
"Her gece aynı şeyleri yaşamaktan sıkıldım."
Gözlerim bir anda sessizliği bozan Kahra'nın gözleriyle buluştu. Ayın aydınlattığı kadarıyla yüzündeki bıkmış ifadeyi görebiliyordum. Tam önünde durdum, kollarını destek vermek istercesine sıktım.
"Söz veriyorum, iyi olacaksın."
Ne dersem diyeyim gözleri umutsuzca bakıyordu. İnanmıyordu.
"Gerçekten, tüm olanlardan sıkıldım. Sabahtan akşama kadar gece kabuslarımı bekliyorum. Bazen unutmak için deli gibi içiyorum ama yine aklımdan çıkmıyor, gece beni bırakmadığı yetmezmiş gibi sabahta sürekli düşünüyorum. Akşam da zaten aklımda olan tek şey geceleri yaşayacağım şeyler oluyor."
Derin bir nefes alıp bıraktı, başını geriye atıp gökyüzüne baktı. Duygusuz bir sesle sözlerine devam etti.
"Her şey sanki-"
Sustu. Devam etmedi. Hiçbir şey diyemedim. Sessizce sadece onu izliyordum. Çünkü ne desem boş gelecekti. Gereksiz avutma sözcüklerinin artık ona işlemediğini anlamıştım. Onu bu acı döngüden çekip çıkarmak tek yoldu. Ben de o yolu az çok biliyordum. Onu ikna etmek zaman alsa da yapacağım şeyi artık çok iyi biliyordum. |
0% |