Yeni Üyelik
6.
Bölüm

❅ 5 ❅

@lilithstear

Geçen haftanın geri kalan kısmında, her gece. Üst üste terler içinde uyandık. Yani daha doğrusu Kahra uyandı. Peşinden irkilmelerle ben de ona katıldım. Ne gördüğünü inat kesilip anlatmasa da kesik kesik kelimelerden bir hikaye oluşturmaya çalışıyordum. Kötü anılarının içinde kayboluyor gibiydi. Henüz öyle olduğunu düşünüyorum. Benimle derin konuşmalar yapmayı kesin bir şekilde reddediyordu. Bu haftaya girdiğimizde, evde tam anlamıyla köşe kapmaca oynamaya başladık. Geçen haftaya göre daha konuşkandı ama işe yarar derecede değil. Arada umursamaz tavırlarını bırakıp öfkeyle keskin laflar edip gidiyordu. Beni önemsemiyor gibi görmezden geliyor gibi davranıyor. Ama dediğim her bir cümleyi ciddiye alıp üzerinde düşünüyordu. Arada sıra evin avlusunda dolanırkenki konuşmalarımızda bazen kendiyle alakalı şeylerden bahsetti. Az da olsa...

 

En büyük problem ise gözümün önünde acı çekiyor olması. Acı çekmesi gerçekten katlanılmaz bir hal almaya başladı. Belki de ben çok duygusal düşünüyordum. İlk defa böyle bir hastayla yakından ilgileniyordum. Bu süreç, haliyle onun kadar beni de yoruyordu.

 

Ama onunla ilgilenmeyi, zaman geçirmeyi günlük rutinlerimden biri yapmıştım artık. Arada duygu değişimleri yaşayıp başka bir insana dönüşmelerine de yavaş yavaş alışıyordum. Ve bir şekilde kabuslarını kısa sürede güzel rüyalara dönüştüreceğime emindim. Buna dair içimde büyük bir umut vardı.

 

Güneş tam batmadan evin bahçesindeydik. Saat altıya yirmi vardı sanırsam. Bu sefer gezmek yerine, sonbaharın etkisiyle beraber kuruyup dökülen yapraklarla kaplı çimlerin üstünde oturduk. Sessizce gökyüzünü izleyen Kahra'ya baktım. Güneş, ela gözlerini kendine benzetmek istercesine onları ele geçirmiş ve harika bir renge dönüştürerek iyice ortaya çıkarmıştı. Pürüzsüz yüzünü çerçeveleyen keskin çene hatları, başını sağa sola çevirdikçe daha çok belli oluyordu. Kemersiz dümdüz bir burnu vardı. Çenesinin aşağısına kadar uzanan koyu kahve saçlarını asla bilmediğim bir nedenden dolayı bağlamayı sevmiyordu.

 

Bugün normalden daha geç bir saatte buradaydım. Anlaşmaya göre şu an çoktan evde ulaşmış olmam gerekirdi. Zaten evime dönmeme bir kaç dakika falan kalmıştı. Aklımın Kahra'da kalacağından adım gibi emindim. O uyusa da ben onu düşünmekten uyuyamacaktım.

 

"Bensiz uyuyabilir misin?" Sorduğum sorunun gereksizliği ve garipliğiyle içten içe kendime sövmeye başlamıştım bile.

 

Bana döndü ve küçümser ama mutlu bir tavırla güldü.

 

"Senden önce uyuyabiliyordum Adal, evine gittiğinde için rahat olabilir."

 

Gülümsedim. Kısa süren sessizliğin ardından Kahra tekrar konuşmaya başladı;

 

"Yani anlıyorum ki bana alıştın ve devam edeceğiz, öyle mi?"

 

Başımla onu onayladıktan sonra ufak bir kahkaha attım,"Her hafta bugün bu soruyu soracak mısın gerçekten."

 

Tebessüm etti, "son defa teyit etmek istedim."

 

"Peki."

 

Kısa bakışmamızdan sonra ilk günkü gibi elini uzattı, ben de sıktım. Güneşin göz alıcı parlaklığı yavaştan yok olmaya başlamıştı. Dakikalar saatleri kovalarken hava iyice soğudu ve mavi gök, kendisini gri bir renge bıraktı. Ayağa kalktım ve elinden tutup Kahra'nın da kalkmasına yardım ettim. Üstümüzü elimizle temizledikten sonra eve girdik. Odama çıktım ve çantamı alıp aşağı indim. Kapının önünde beni bekliyordu. Beni yolcu ettikten sonra yine şoförle beraberdim. Arabaya bindiğim anda dikiz aynasında göz göze geldik. Daha çok evime gelip bana teklifi sunan ikiliyle beraber gidip gelmiştim ama bu seferki adam başka biriydi.

 

"Bundan sonra kendim geleceğim-"

 

Kaşlarımı kaldırıp sorgularcasına ona baktım.

 

"Aras. Adım Aras. Sorun yok ben artık sadece seninle ilgileneceğim. Kahra öyle dedi."

 

Kahra'ya diğerlerinin aksine 'bey' dememesi tuhafıma gitti. Onu daha önce buralarda görmemiştim de. Yolculuk boyunca binlerce ağaç dalının hızlıca gözümün önünden kayboluşunu izledim. Evin önüne geldiğimizde kapıda Batu ve Rengin ikilisi beni bekliyorlardı. Son defa Aras'la göz göze geldikten sonra arabadan indim.

 

"İyi akşamlar." Arabanın penceresinden sarkmış koluyla bana bakıyordu.

 

"Sana da."

 

Evin girişine vardığımda ikisinin boynuna atladım.

 

"Sarışın özlettin! Hiç aramıyorsun bile. Kahra Bey'in telefon kullanmanı da mı yasakladı yoksa?"

 

Batu yine beni güldürmeyi başarıyordu. Rengin'i de aynı şekilde.

 

"Götüm dondu içeri geçelim." Dedi Rengin.

 

Üstümdekileri değiştirdikten sonra kendimi sevgili kanepeme attım. Önümüzde duran sehpadaki çıtır çerezleri ağzıma tek tek gönderirken bir yandan da dedikoduları dinliyordum.

 

"Asel ve Hira bizi aramadı ben hala ona şaşkınım."

 

"Aman Rengin, belki de onlar senin aramanı bekliyordur."

 

"Gideceklerini bile son dakika söylediler Batu. Çok sevselerdi oraya gittikleri an ararlardı. Demekki o kadar umurlarında değiliz."

 

"Beni de aramadılar."

 

Rengin gözlerini Batu'dan alıp bana çevirdi.

 

"Sen arasakta açmıyorsun ki zaten."

 

"Çok sitemkarsın Rengin."

 

Batu gözleriyle bana işaret yapıp duruyordu. Gizliden ne var dercesine kafamı salladım. Gözleriyle mutfağı işaret ediyordu. Hemen önümde duran sehpadan içi boşalmış bir tabağı kapıp ayağa kalktım.

 

"Şunu doldurup geleyim bari. Başka şeyler de getireceğim, Batu koca götünü kaldır da yardıma gel."

 

"Tabii."

 

Mutfağa girince elimdeki tabağı tezgaha bırakıp meraklı bir şekilde Batu'ya döndüm. Anlatmak için sabırsız olduğunun farkındaydım ama hala bir şey demiyordu.

 

"Söylesene hadi!"

 

"Bir saniye ya, toparlanayım az! Sen kapıyı kontrol et arada."

 

Kapının açık kalan kısmından karşıda oturan Rengin görünüyordu. Elindeki telefonla bir şeylere bakınıyordu.

 

"Oturuyor. Görebilirim onu buradan, sen anlat hadi!"

 

"Bak, biz Rengin'in garip davranışlar sergilediğini fark etmiştik, hatırla. Birkaç gündür Rengin telefonda gizli gizli biriyle konuşuyordu. Pek ciddiye almadım ama dün yine gizliden gizliye konuşurken yakaladım. Ben gelince direkt 'tamam görüşürüz' deyip kapadı telefonu. 'Kim o' desem de doğru düzgün cevap vermedi."

 

Aralıktan Rengin'i kontrol ettim. Batu heyecanlı ve bir o kadar da sessiz konuşmasına devam etti.

 

"Sonra ben bir aralık bulup telefonunu ele geçirdim. Sekiz defa konuşmuşlar ve numara kaydedilmemişti, ondan öncede beni aramış zaten. Aklıma numarayı almak gelmedi. Her neyse, bir kaç gün sonra yine baktım, son aramaların hepsi duruyor ama o görüştüğü numarayı silmiş."

 

Gözlerimi eminim aynada görsem korkardım. O derece açtığımı Batu konuşmayı bitirdikten sonra farkına vardım.

 

"Yani bilmiyorum. Tehdit ediliyor olabilir diye düşündüm. Garip tavırları, gizleyişleri falan işte. Gizliden sorsak mı problem var mı gibisinden?

 

"Şimdi sorarsak bir şeyler fark ettiğimizi anlar ve asla konuşmaz. Sen birkaç gün sonra dene. Bana anlatırsın. Sana hiç açılmazsa ben denerim."

 

"Anlaştık."

 

İçeriden aldığım tabağın yanında iki tabak daha doldurarak hızlıca salona geri döndük. Rengin dudağıyla oynarken sessizce telefonuyla da ilgilenmeye devam ediyordu. Batu bir anda olduğu yerde donakaldı.

 

"Bir saniye, yarın gece yılbaşı pazartesi de tatil. Ve sen hepsini Kahra'yla mı geçiriyorsun yani?"

 

Batu hatırlatmasa asla aklıma gelmeyeceğinden emindim. Ve gerçekten de Kahra ile beraber geçirecektim. Eliyle yüzünü kapatan Batu, garip sesler çıkartarak sinir krizi geçirdiğini destekleyecek hareketler de yapmaya devam ediyordu.

 

"Yapabilecek hiçbir şey yok. Yarın geleneksel sürpriz hediye alışverişine çıkalım. Yarın akşama kadar zamanımız yok mu? Yılbaşı kutlamamızı akşama kadar yaparız biz de."

 

"Ben aldım size hediye." Rengin gözünü telefondan ayırmadı. Dikkatlice bir şeylere bakıyordu.

 

Bir anda Rengin'in üstüne atıldım. Telefonu elinden aldığım gibi tekrar ayağa kalktım. Rengin'in yüzü anında kıpkırmızı oldu. Telefona bakmıyordum, hatta tuş kilidine basıp kapatmıştım bile. O izin vermeden de böyle bir şey yapacağımı hiç sanmıyordum. Ama onun yakalanma iç güdüsüyle alıp veren yüzü beni bir hayli meraklandırmıştı. Fark etmemiş gibi yaptım ve telefonunu önümüzdeki sehpanın üstüne koydum.

 

"Telefonu bırak artık."

 

Gözlerini devirdi. "S-söylemen yeterliydi Adal."

 

Normal davranmaya çalışsa da gizlediği şey her neyse bakmamış olmamın rahatlığıyla alıp verdiği nefes fark ediliyordu. Yanımdaki Batu'ya döndüğümde elini çenesine dayamış, kaşları kalkık bir şekilde olan biteni izlediğini gördüm. Hiçbir şey demeden önündeki tabaklardan birini alıp içindekileri ağzına götürdü.

 

Gergin birkaç dakikanın ardından normal halimize geri döndük. Ama ortam hala sessizdi. Ben yine düşünceler içindeydim. Bu gece neler olup bittiğini öğrenmek istiyordum. Az önceki tezimi çürütecek düşünceler beynimin içinde dolaşıp duruyordu. Rengin'in telefonunu karıştırmamın özel hayata müdahale olduğunun farkındaydım. Bu aralar hep özel hayata müdahale içeren işler yaptığımın da farkındaydım.

 

Ama bir yandan da bizden başka kimsesi olmayan, daha doğrusu olsa bile manevi bir şekilde destek çıkacak kimsesi olmayan Rengin'in başına bir şey gelecek olsa, onu girdiği durumlardan çıkaracak bizden başka kimse olmadığı gerçeği yüzüme bir tokat gibi çarpıyordu. Son dedektiflik girişimim pek başarılı sayılmazdı. O kadar kurguya rağmen gerçekten bayağı kötü olmuştu. Ama ben başarısız değildim, Kahra çok dikkatliydi. Arka planda adımın geçtiğini duyunca düşüncelerin içinden sıyrılıp zihnimi bulunduğum ana geri döndürdüm.

 

"Adal yine uyuma moduna geçmiş." Dedi Batu kıs kıs gülerken.

 

Gözlerimi devirip ona döndüm.

 

"Ben kalkıyorum."

 

İkimizde anlam verememiş bir ifadeyle Rengin'e bakmaya başladık.

 

"Kalacağını söylemiştin. Ne ara kararın değişti? Ben karışmam, buradayım."

 

Rengin ağzındaki pipetle oynayarak hiçbir şey demeden ikimize doğru bakıyordu. Batu teslim olur gibi ellerini yukarı yaptı. Bende hala sessizliğimi koruyordum.

 

"Dediğim gibi karışmam."

 

"Tamam ben kaçar o zaman. Yarın sabah buluşuruz tekrar."

 

Her zamanki yolculamamızı yaptık, o da her zamanki çıkışını. Batu sinirle bana döndü. Dişlerini bir hayli fazla sıktığını fark ettim.

 

"Sikerler. Bu ne saklayıp duruyor bilmiyorum. Eğer başına sorun açılırsa karışmam."

 

Bıkmış bir vaziyette az önce oturduğum kanepeye geri döndüm. Kendimi kanepenin üstüne yüzükoyun bıraktım. Tekrar oturuş pozisyonuna döndüğümde karşıki kanepede Batu düşünür hallerini almış, ciddiyetle bana doğru bakıyordu.

 

"Ben gerçekten iki tane kapalı kutuyla nasıl uğraşacağımı kesinlikle bilmiyorum."

 

Batu kaşlarını çatıp ne dediğimi anlamak istercesine bana bakmaya devam etti. Gözlerimi devirdim.

 

"Bir tanesi de Kahra," omuzlarımı silkip konuşmaya devam ettim. "Biliyorsun ki onu anlamak ve problemi her neyse çözüm bulmak için her şeyini bilmem gerekiyor. Ama o aksine beni gördükçe kendini daha da kapatıyor. Bana güvenmesi için ona arkadaşıymışım gibi yapmaya başlayacağım."

 

Batu anlattıklarımı ilgiyle dinlemeye devam ediyordu;

 

"Bana bazı şeyler anlattı ama hepsini değil. Olmadığının farkındayım. Konu açtığım zaman bana attığı bakışlardan anlıyorum. Yani anlayacağın adam sır küpü."

 

Konuşmam bittiğinde kaşlarını çattı, "nasıl bir saçmalık bu böyle? Ne gerek var böyle şeylere? Senin oraya psikolog sıfatıyla geldiğinin farkında değil mi?"

 

"Öyle evet. Ama nadiren bazı insanlar sadece yakınlarına ya da ailesine içini dökmeyi rahat bulurken çoğu insan da tanımadığı, özellikle psikolog ya da anonim bir şekilde birine içini dökmeyi rahat buluyor. Kahra'da büyük ihtimalle sadece güvendiği, tanıdığı insanlara içini döken biri."

 

"Ne hoş, o zaman öyle yapsaymış. Seni neden alıkoyuyor?"

 

"İçten içe içindekileri dökmek, kurtulmak istiyor belki ama şu an değil. Bilmiyorum Batu, öyle işte."

 

Anlık duraksayıp düşündü. Daha sonra tekrar bana döndü. şeytani bir gülümsemeyle kaşlarını hızlı bir şekilde yukarı aşağı yaptı.

 

"Ne anlattı sana? İllaki bir şeyler anlatmıştır."

 

"Al işte. Ne konuşulduysa o evde kalacak ve çıkmayacak."

 

"Aman Adal tamam. Ben ne yapacağım senin hastanın özelini zaten?"

 

"Batu zorlama işte. Beni manipüle edemezsin. Hem başkalarının özelini karıştırmayı bırakıp en yakınındakine odaklan sen."

 

Batu istediğini alamadığı için bezgin bir şekilde nefes verdi. Saçının rengi, koyu kahve olan Rengin'e oranla bir hayli açık tonlardaydı. Gözleri bal rengini andıran bir renkti. Rengin'in gözleri ise siyaha dönüktü. Sanırım aralarında en sarışın bendim. Bu nedenle sürekli 'küçük sarışın' dım.

 

"Bu işe bir çözüm bulmak gerek. Görmüyor musun bizden anlattığın adamın senden kaçması gibi kaçıyor. Ayrıca agresifte."

 

Elini çenesine dayamış Batu, dirseklerini de dizlerine dayamıştı.

 

"Dediğim planı uygulayalım. Olmazsa açıkça sıkıştırıp sorarız. Çünkü basit bir olaya benzemiyor. Resmen yakalanacağım diye soğuk terler döküyor. Ne bataklığına girdiyse daha fazla batmadan onu kurtarmak gerek."

 

Saate baktığımda on ikikiyi beş geçiyordu.

 

"Daha fazla kafa yormaya gerek yok. Pazartesi birlikte olursunuz zaten. O zaman açarsın konuyu. Seni seviyor. Sana benden daha iyi açılır diye düşünüyorum."

 

Batu 'bilmem' dercesine dudağını büzdü.

 

"Ben yatıyorum. İyi geceler sana."

 

Ona sarıldıktan sonra üst kattaki odama yol aldım. Bazen ısrarla yanımda uyumak istese de çoğunlukla aşağıdaki kanepede yatmayı tercih ediyordu. Zaten kendi evinden çok benim evimdeydi. Bu durumdan asla rahatsız olmadım. Aksine çok mutluydum. Başımı yastığa koyduğum anda gözümün önüne Kahra geldi. Gerçekten ne yapıyordu şu an? Huzursuz bir şekilde yatakta dönüp durdum. Sonunda uyumayı başarmıştım.

 

                     ***

 

"Ne yani? Bize hediyelerimizle alakalı ipucu bile vermeyecek misin?"

 

Batu Rengin'e yakınırken bir yandan da ağzına salatalığı götürmeye çalışıyordu. Rengin elini hızlı bir şekilde alnına vurarak bıkmış bir nefes verdi. "Batu..." Daha fazla bir şey demeden kahvaltısını yapmaya devam etti. Bense onları izliyordum. İkisini izlemek bana terapi gibi geliyordu... Rengin gerçekten çok güzel bir kızdı. Elini sallasa ellisi diyebileceğim tiplerdendi. Ama nedense bir türlü Batu'dan vazgeçemiyordu. Onu resmen takıntı haline getirmişti. Bir türlü vazgeçirememiştim onu. Gerçi vazgeçirmeye çalışsam da hep yanlış anlayıp aramıza garip bir soğukluk giriyordu. Tekrar bir zamanlar yaptığı gibi konuşmayı bırakır diye korkuyordum.

 

En son üniversitede ona bir cesaret açılmış, Batu'dan ise 'seni seviyorum ama küçük kız kardeşim gibi' cevabını alınca bir süre bizimle konuşmamıştı. Onu zorla da olsa ikna etmeyi başardıktan sonra yavaş yavaş tekrar aramıza dönmüştü. O zamanki gibi, Batu'ya bakışları hala aynıydı. O nedenle hala sevdiğine emindim. Batu'nun bana karşı olan ilgisini az çok sezmişti ama, bilmem kaçıncı defa yaptığı çıkma tekliflerini ve öpüşmelerimizi görse ne gibi bir tepki vereceğini bilmiyordum.

 

Bazen beraber olup olmadığımızla alakalı ikimizi de yokluyordu ama asla bu konu hakkında bir şey dememiştik. Batu'nun da bana baktığı zaman bakışlarındaki anlamı görmemek için kör olmak gerekirdi zaten.

Kahvaltımızı bitirdikten sonra hemen alışveriş merkezine yol aldık. Arabada çalan şarkı fazlasıyla kulaklarıma dolarken coşkuyla sözlerini de tekrarlıyordum.

 

*"Cause baby, now we got bad blood

You know it used to be mad love

So take a look what you've done

'Cause baby, now we got bad blood hey!"

 

Yanımda oturan Rengin saçma hareketlerle bana ayak uyduruyordu. Batu büyük ihtimalle istediği şarkıyı açmadığımız için bize tripli bir şekilde arka koltuğun en ortasından bir bana bir Rengin'e bakıp ikide bir gözlerini devirip duruyordu.

 

"Somurtup durma." Diye emretti Rengin.

 

Bunun üzerine sert bir ifadeyle suratını cama çeviren Batu'ya dikiz aynasından görünce gülmeden edemedim.

 

"25 yaşında kazık kadar adamsın Batu yaptığına bak."

 

Rengin benim aksime ciddileşip bu sözleri söylerken Batu kısa bir süreliğine izlediği yoldan gözlerini çekip Rengin'e baktı. Dilleşeceğe benziyorlardı ama Batu tekrar yolu izlemeye koyuldu. Sanki şarkı olayından başka bir şey vardı. Ciddi ciddi morali bozuk gibiydi ama sesimi çıkarmadım.

 

"Bir şey yaptığım yok."

 

"Emin misin?"

 

"Ben şarkıda değilim." Gözlerini devirip tekrar bize döndü ve ortamı yumuşatmak adına gülümsedi. "Burada değilmişim gibi davranıyorsunuz. Ayrıca görüşlerim sizin için önemli değilse inebilirim arabadan."

 

"Yuh artık." Rengin oturduğu yerde arkasına döndü. "Ne yaptık Batu. İkiye bir kaldın ne yapalım şimdi. Ayrıca bir defa da sen bize katıl."

 

Onlar anlamadığım bir şekilde şakayla karışık didişmelerine devam ederken diğer şeritten direksiyonu bize doğru kırmış, hızla gelen arabayla beraber gözlerim far görmüş tavşan gibi açıldı. Artık ne konuştuklarını algılayamaz duruma gelmiştim. Tüm algılarım bize doğru gelen arabadaydı. Tek şerit olduğu için yaptığı çok ama çok büyük bir hataydı. Bizim önümüzde araba yoktu. Haliyle şu anda bir şey yapmazsam büyük bir hasar alacağımız tartışmasız bir gerçekti. Nasıl kazasız kurtulabileceğimizi hesaplıyordum ama uymayan bir şeyler vardı.

 

Araba düşüncesizce kendi şeridindeki arabanın önüne geçmeye çalışırken süratle bize sürüyordu. Yapılabilecek en iyi şeyi yaptım. Sağa kırdım. Arkamızdan gelen arabalar da aynı şeyi yaptı. Sadece hızını alamayıp bize çarptı. Diğer şeritteki araba arkamdan gelen üçüncü arabaya çarpınca ortalık savaş alanına döndü. Trafik tamamen birbirine girmişti. Bir anda frene basmamın bana cezası da burnumu direksiyona çarpmam, ardından bir hayli kanaması olmuştu. Ne olduğunu anlamadığım bu olay tam dört beş saniye içinde olup bitmişti.

 

Yanımda oturan Rengin anın sarsıntısını atlattıktan sonra telaşla bana döndü, "iyi misin Adal!?"

 

Aynı şekilde Batu' da arkamdan sırtımı sıvazlayıp bir şeyler diyordu ama benim aklım, frene basmamın hemen ardından vurduğum burnumdaydı. Acıyla zonkluyordu. Arkamdaki aynı şekilde kurtulmak için mecburen bize çarpan arabanın şoförü arabadan inmişti. Bende aynı şeyi yaptım. Bir andan da kanayan burnuma bulduğun bir peçeteyi tutuyordum. Adam hemen bana yöneldi.

 

"İyi misiniz?" Endişeli gözlerle beni inceliyordu. "O kadar iyi bir sürücüymüşsünüz ki ucuz kurtulduk."

 

Bunu ikimizin arkasındaki araba için diyemeyecektim. Çünkü karşıdan gelen araba ona girmiş vaziyetteydi. Biz konuşurken 2 tane polis arabası daha göründü, ve arkasında bir tane ambulans geliyordu. Olay yerine bu kadar çabuk intikal etmeleri çok fazla garibime gitmişti.

 

"Ne hasara yol açtıysam ödeyebilirim." Dedi arabayı incelerken.

 

"Önemli değil, gerçekten. Bu sizin suçunuz değil. Mecburen siz de böyle yapmak zorundaydınız."

 

Polislere ifade verdikten sonra yaralıları ambulansa aldılar. Garip olan şu ki bizi tehlikeye atan araba o karışıklığın içerisinde bir anda ortadan kaybolmuştu, ya da ben fark etmemiştim. Benim ve hemen arkamda olan arabadaki hasar o kadar önemli değildi, hatta yok bile denebilirdi. Sadece bir kaç çizik ve bazı yerde içe göçmeler vardı. Ama kazaya neden olan arabanın direkt çarptığı araba ve içindeki aile ağır denebilecek bir hasar görmüştü. Aile ambulansla hastaneye giderken arabaları da tamirhane yolunu aldı. Araba ne kadar düzelirdi orası tartışılır.

 

Trafik yeniden normalleşmeye başlamıştı. Ambulanstan aldığım bir yara bandını arabaya doğru yürürken burnumun üstüne yapıştırdım. Rengin ve Batu'da arabadan inip endişeli gözlerle olayları izlemişti. Batu yanına gelir gelmez bana sarılıp başımı göğsüne gömdü.

 

"İyi misin Adal? Sadece burnun değil mi?"

 

"Evet. İyiyim, bir şey yok."

 

Rengin sessizce bizi izliyordu. Batudan ayrılıp ona sarıldım. Sessizliğini sürdürdü.

 

"Adal çok yoruldun, baksana ellerin titriyor." Dedi Batu.

 

Rengin'in kollarından ayrılıp ona baktım.

 

"Bence eve gidelim. Daha fazla yorulma.

 

"Ne? Hiçbir şeyi yok işte Batu. Neden bu kadar abartıyorsun ki?"

 

Rengin, Batu'nun sunduğu öneri karşısında epey öfkeli bir çıkış yaptı.

 

"Sikeyim Rengin! Körsen bu senin için tabii ki sorun değil."

 

İkisinin tartışmasını izlerken bana da garip bir öfke bastı. Titreyen ellerimi izlerken bu öfke bir anda ikiye katlandı.

 

"Yeter. Susun ikiniz de." Arabaya binip çalıştırdım.

 

"Daha fazla ayakta duracak halim yok."

 

Rengin'in hali hazırda düşük olan suratı bu sözlerle beraber daha da düştü. İkisi de hiçbir şey demeden arabaya bindi. İleriden u dönüşü yapıp tekrar eve dönüş yoluna girdim.

 

"Seninle arkadaş olmanın en yorucu kısmı da bu işte." Dedi Rengin ağzının içinden.

 

Sadece dişlerimi sıktım ve hiçbir şey söylemeden sürmeye devam ettim. Eve vardığımızda Sinirlerim tavan yapmış bir şekilde anahtarları alıp arabadan indim. Ardımdan gelen ayak sesleriyle beraber kapıyı açık bırakarak eve girdim. Kapının kapanma sesiyle onlara döndüm, ikisi yan yana bana bakmaya devam ediyorlardı.

 

"Sarışın, sakin ol lütfen."

 

"Batu... lütfen. Bana şu an hiçbir şey demeyin."

 

Kanepeye oturup alnımı ovmaya başladım. Başım çatlıyordu ve sinirden ağlamak üzeydim. Ayrıca yaşadığım ani korkuyla boşalan elim ayağım hala titriyordu. Batu yanıma oturup öylece bana bakmaya başladı. Ne var dercesine kafamı salladım.

 

"Burnunla ilgili bir problem mi var?"

 

"Hayır. Sadece başım ağrıyor."

 

"Yine Adal ve mızmızlanmaları."

 

"Rengin sus!"

 

Gözleri, ona bağırırcasına emir veren Batu'ya kaydı. Kollarını birleştirip karşıdaki kanepeye oturdu. Anlamsızca kurduğu bu cümle, yüzüme hafiften bir sıcaklık dağılmasına neden oldu. Rengin'le çoğunlukla kavgalı bir arkadaşlığımız oldu. Bir anda küçücük olaydan kıvılcımların alevlendiği, Günlerce konuşmadığımız, bir zaman sonra hiçbir şey olmamış gibi boynuna atıldığım... Biz kavga ederek anlaşıyoruz diyebilirdim. Ve bugün o günlerden biri olacakmış gibi hissediyordum.

 

"Ne saçmalıyorsun Rengin?" Bu çıkışımın üzerine kavga çıkacağını anlayan Batu kolumdan çekiştirmeye başlamıştı bile. Yanımdaki Batu'ya beni bırakması için bir bakış yolladıktan sonra tekrar gözlerimi Rengin'e çevirdim.

 

"Gününümüzü mahvettiğinin farkındasın değil mi Adal?" Sözlerini bitirdikten sonraki dişlerini sıkması gözümden kaçmamıştı.

 

"Seni çekemeyeceğim. Hiçbir şey yapmadım çünkü."

 

"Her zamanki sen işte... Pamuk şekerim yere düştü diye ağlama nedenlerin, hiçbir şey demeden her şeyi mahvedecek ani hareketlerin, sinirli tavırların."

 

Eli belinde bana ağzına ne gelirse sayan Rengin'in gözü seğirdi. Kanepenin üstüne koyduğu çantasını gözlerini benden ayırmadan aldı ve hızlı adımlarla kapıya yürüdü. Kapının tam önünde durdu.

 

"Her zamanki sen." Kafasını salladı, "her zamanki sen işte." Diye ekledi. Kapıyı çarpıp çıkacağını biliyordum. O da her zamanki Rengin'di işte... Küçük bir şeyden ortalığı sanki savaş çıkmışçasına ayağa kaldıran ve çekip giden. Ama bu sefer boynuna atlayıp barışma isteğini sunan ben olmayacaktım.

 

***

 

Çarpılarak kapanan kapının çıkardığı ses hala beynimde yankılanıyordu. Bu sese Batu'da katılınca beynim pazar alanına dönüyordu sanki. Yaslandığım omzunda saçlarımı öpüp beni sakinleştirmek adına sürekli bir şeyler anlatıyordu.

 

"Boşver, gerçekten o bu aralar pek iyi değil. Görmüyor musun düzgün düşünemiyor, sen kaza geçirmişsin onun aklı hala gezmekte. Yani anlayacağın iyi değil bu aralar. Onu geri kazanmak istiyorsak hafif alttan almamız gerek."

 

Sözlerini bitirdiği an başımı hafifçe kaldırıp, gözlerimi diktiğim duvardan Batu'ya çevirdim. Ona kinlenmemem için ikna edici sözlerinin yanında yalvaran gözlerinin de farkındaydım.

 

"Tamam, Batu. Ben bir şey demedim. Hey heyleri üzerine toplanınca aşırı tepki veren Rengin işte. Zaten bu aralar çözemediğimiz bir gizemde." Elimi 'boşver' dercesine savurdum, "Gerçekten kafasının pek yerinde olduğunu ben de düşünmüyorum"

 

Gözlerini rahatlamışçasına kırpıştırıp tekrar bana döndürdü.

 

"Benden af dilemezse pek affedeceğimi sanmıyorum ama."

 

Batu tam bir şey söyleyecekken aşırı sesli bir şekilde çalan telefonum sözünü kesti. Onun yerine memnuniyetsiz bir surat ifadesi yerini aldı.

 

"Adal... telefonun neden son seste? Allah aşkına bir anda ödüm koptu!"

 

"Ben de bilmiyorum." Sonunda telefonu bulup arayan kişiye baktım. Numara kayıtlı değildi ve ısrarla çalmaya devam ediyordu. Kolumda hissettiğim acıyla Batu'ya döndüm. Beni çimdiklemişti...

 

"Ne!?"

 

"Ya aç ya da kapat şunu kulaklarım sağır olacak."

 

Ani bir kararla telefonu açıp kulağıma götürdüm. Açar açmaz karşıdaki kişi konuşmaya başladı.

 

"5 dakikaya evinin önünde olurum. Hazırlan."

Loading...
0%