@lilithstear
|
Yüzümdeki şaşkın ama bir o kadar da kaygılı ifadenin nedenini merak eden Batu, kısık sesle bana sorular yağdırmaya devam ediyordu. Hiçbirini algılayamıyordum çünkü aklım onda değil, bana hala orda olup olmadığımı soran yabancıdaydı. Elimle Batu'nun ağzını kapattım.
"Adal? Kapattın mı?!"
"Kimsin?"
On-on beş saniye kadar duraksamamın ardından ağzımdan çıkan tek şey bu olmuştu.
"Kapının önüne geldim. Hadi çık."
Her kimse dediği doğruydu. Pencereden içeri sızan ışığa bakılırsa uzun, beyaz farlarını sonuna kadar yakmış bir araba buraya yaklaşıyordu. Telefonu kulağımdan çekip evin önüne çıktım. Batu'da ardımdan aynısını yaptı. Çıkmamla rahatlamam bir oldu. Derin bir nefes verip yavaş adımlarla kapımın önünde duran arabaya yaklaştım.
"Hazır mısın? Daha fazla beklemeyelim."
Aras, indirdiği camdan sol kolunu dışarı atmış vaziyette beni bekliyordu. Şu sıralar kendi kendime yaptığım stresten dolayı havadan nem kapar olmuştum. Her şeye panik halinde yaklaşıyordum. Bunu acilen bırakmam gerektiğinin farkındaydım ama nasıl yapacağım hakkında bir fikrim yoktu. Bir de bugünkü yaşananların bende bıraktığı etkiyle beraber sinirlerim tamamen alt üst olmuştu. Bendeki Anormal durumu sezmiş olacak ki Aras'ın gözleri ilk titreyen dizlerime indi. Hızlıca incelemeyi yaptıktan sonra tekrar yüzümü buldu. Donuk ifadesini bozmayacak şekilde kaşlarını çattı, ne olduğunu anlamak istercesine hafifçe başını eğdi;
"Havanın soğukluğundan mı bu haldesin yoksa bir problem mi var? Bin arabaya ve anlat."
"Problem yok, küçük bir kaza yaşandı ama önemli değil. Geliyorum, bana bir kaç dakika ver."
Şüpheyle kıstığı gözlerini üzerimden almadan başıyla onayladı. Kapının kenarına yaslanmış, aynı yüz ifadesiyle bizi seyreden Batu'ya yöneldim. Yüzünden okuyabildiğim kadarıyla çok fazla sorusu vardı. Bir tanesini cevaplarsam ardı arkasının kesilmeyeceği kadar fazla sorusu...
"Kim bu? Nereden tanıyorsun?"
"Aras. Gitmem lazım Batu, söz sonra her şeyi anlatırım. Arabanın anahtarını versene içeriden."
Bir şey demeden içeri girip getirdi. Arabanın anahtarını alıp kapıyı açtım. Çantamı ve montumu içinden alıp anahtarı tekrar Batu'ya teslim ettikten sonra beni bekleyen Aras'ın yanına gittim.
"Hazırsan gidelim artık."
***
Şehrin içi, ışıklı ve kalabalık bir ortam. Yılbaşı için süslenen caddede insanlar birbirleriyle muhabbet eşliğinde yürüyorlardı. Mağaza vitrinleri, asla bozulmayacakmışçasına yılbaşını andıran tüm renkleri içeren süslerle, ihtişamlı bir şekilde insanların gözünü alıyordu. El ele tutuşmuş koşan iki çift, annesinin ve babasının elinden tutmuş küçük bir kız, elinde hediye paketleri dolu kişiler... Kahkahalar ve yalnızlar. Adım başı farklı mekanlar, farklı anılar... gözümün önünden kayıp geçen bu görsel şöleni sessizce izliyordum. İtiraf etmeliyim ki arkadaşlarımla beraber bu kalabalığın içinde kendi anımı yaşamak isterdim. Ama yakında onların yerini kuru dallar içindeki büyük orman arazisi alacaktı. Daha sonra Kahra'nın evi. Bir anda kulağıma ilişen şarkıyla beraber gözümü pencereden çekip Aras'a döndüm.
"Kahra'yla yakınlığın ne?"
"Nerden çıktı bu şimdi?
"Kahra'ya 'bey' demedin de ondan."
Bir şey demeden yoluna bakmaya devam etti. Açtığı şarkı sinirimi bozmaya başlayınca kapatma tuşuna basıp şarkıyı kestim.
"Biz yakınız, yakınız derken akraba değil. Sadece tüm çalışanlardan daha önce onunla çalışıyordum. Arkadaş sayılırız."
Başımı cama yaslayıp dışarıyı izlemeye devam ettim. Arabalarına binen bir ailenin aldığı devasa hediyeyi görünce aklıma takılan fikri ve ağzımı durduramadım. Gözlerimi yoldan ayırmadan konuşmaya başladım. Reddedilmesi büyük olasılıkta olan o soru ağzımdan çıkıverdi;
"Bu akşam yılbaşı. Kahra'ya hediye alalım mı?"
Benim bile beklemediğim bu çıkışın ardından Ona kaçamak bir bakış attım. Aras'ın kaşları şaşırmışçasına çatıldı. Garipsemişti, bir yandan da hoşuna gitmiş gibi görünüyordu.
"Nereden çıktı bu şimdi? Daha dün tanıdığın bir insana ne alacaksın ki?"
"Arkadaşınmış işte, yardım edersin. Herkesin elinde büyük büyük hediyeleri görünce şimdi ona bir şey alamazsam kendimi kötü hissederim."
Ki hissediyordum da. Bugün yaptığımız plan yatınca ne Rengin'e ne de Batu'ya hediye alabilmiştim. Hediyeleşmeyi seviyordum, hele özel günlerde daha çok. O sıra Aras'ın bir alışveriş mağazasının otoparkına girdiğini fark ettim. Boş bir yer bulup park etti.
Arabadan inip fazlaca katı olan alışveriş merkezine giriş yaptık. Her mağazada yılbaşına özel indirimler vardı. Olmadığına emindim. Ama benim ilgimi başka bir yer çekmişti bile. Onlardan küçük bir dükkan vardı. Daha çok hippi tarzı hediyelik eşyalar olduğunu düşünsem de beni çeken bir şey olduğu için oraya yöneldim.
Arkaplanda çalan şarkıyı çözmeye çalışırken bir yandan da rüya kapanları, güzel dilek defterleri, anahtarlıklar, şekilli kalemler ve dahası arasında gezinip duruyordum. Gözüme kilden yapıldığını varsaydığım orta boyutlardaki beyaz mat heykelcik ilişti. Birbirine sarılan biri erkek biri kadın iki figürdü. O kadar asil ve güzel duruyordu ki gördüğüm anda odağım tamamen o şeye kaydı. Yüzümdeki gülümseme git gide yayılırken buna benzer şeyleri onun evinde gördüğümü hatırlayınca aradığımı bulduğuma emindim. Aras'ı arkamda hissedince ona döndüm.
"Sanırım buldum." Parmağımla heykeli gösterdim.
Boş gözlerle işaret ettiğim yere baktı. "Olabilir. Kahra hastası böyle saçma şeylerin."
"Neresi saçma? Çok güzel görünüyor. Ayrıca sanat bu."
Dudağını memnuniyetsiz bir şekilde büzüp omzunu silkti.
"Bana çok gereksiz ve saçma geliyor. Ama dediğim gibi, o seviyor. Al işte."
Yanımdan ayrılıp kendinden emin bir şekilde dükkanın çıkışına yürüdü ve arkası dönük bir şekilde orada durdu. Yaklaşık 1.90 boylarında geniş omuzlu biriydi. Onu ilk defa bu derece detaylı bir şekilde incelemiştim. Elini, benimkine nazaran biraz daha koyu olan düz sarı saçlarına daldırıp geriye doğru itti. Ben onu incelerken bir anda arkasına dönüp bana bakınca gözlerimi hemen heykele çevirdim.
"Adal."
Eliyle yanına gelmem için bir hareket yapınca elimdeki şeyi hediye kutusuna koydurtup hemen çıkışa yöneldim.
Elimdeki siyah hediye kutusunu nereye koysam diye kara kara düşünürken bir yandan da camdan yolu izliyordum. Evin önüne geldiğimizde kapısını inmekte kararlı bir şekilde açan Aras'ın kolunu tutup onu durdurdum.
"Dursana!"
"Ne?"
"Bunu nereye saklayacağım?"
Gözlerini devirdi. Tekrar kapıyı açıp arabadan indi. Gideceğini sandığım sıra durup eğildi, başını arabanın içine soktu. Gözleriyle omzumda asılı olan çantamı işaret etti.
"Çantana koysana."
"Sığmaz. Ayrıca sığsa bile onun dikkatini çeker kesin."
Bıkmış bir şekilde burnundan soludu. "Zaten bir kaç saat sonra yılbaşı değil mi? Arka koltuğa bırak. Zaman gelince alırsın işte. Sanki Kahra şimdi çıkıp arabayı tarayacak."
Kapıyı kapatıp evin yolunu tuttu. Kutuyu hızlıca arka koltuğa koyduktan sonra ben de arabadan inip ona yetiştim. Evin önüne geldiğimizde kapıyı çaldı.
"Ufak şeyleri kendine problem etmeyi bırakmalısın."
Böyle bir şey söylemesini beklemediğim için ifadesiz bir şekilde bakakaldım. O sırada kapı açıldı, Dicle'ydi. Kapının açılmasıyla beraber Aras yanımdan uzaklaşmaya başladı. Bir şey demem gerektiğini düşündüğüm için hemen arkama döndüm,
"İyi geceler."
Omzunun üstünden üstünkörü bir bakış atıp yoluna devam etti.
"Soğuk nevale." Gözlerimi devirip önüme döndüm.
Mırıldandığım lafı Dicle duymuş olmalı ki, ona döndüğümde dudaklarını gülmemek için birbirine bastırdığını fark ettim. Önümden çekilip bana yol verdi. Evin kasvetli havası tekrar beni kendine çektiğinde gözlerim istemsizce üst kata kaydı.
"Hadi canım. Yine mi?"
Fazlasıyla eğleniyormuş gibi görünen Kahra, merdivenin tırabzanına yaslanmış bir vaziyette yukarıdan bana bakıyordu. Yine. Yüzündeki memnun ifade, yerini gergin ve ciddi bir yüz ifadesine bırakınca kaşlarım istemsizce çatıldı. Yine sol taraftan aşağı inip yanıma geldi, hala yüzündeki ciddi ifadesini koruyordu.
"Burnuna ne oldu?"
Gözlerimi rahatlamışçasına devirip derin bir nefes verdim. "Beni korkuttun. Bir şey oldu sandım. Burnuma bir şey olmadı. Ufak bir kaza sadece."
"Kazanın ufağı mı var?" Yine o duygudan uzak tonuyla konuşuyordu. "Geç hadi." Eliyle sol taraftaki çalışma odasını işaret etti. Odaya geçtiğimizde kapıyı kapatıp masasının başına geçti. Ben de tam karşısındaki siyah deri koltuğa oturdum. Odada yanan küçük ışıklar, odaya mumla aydınlatılıyormuş havası katıyordu. Loştu, ama karanlıktan uzak bir ortamdı. Açık olmak gerekirse evde şimdilik en sevdiğim yer burasıydı.
"Ne o? Odayı mı ezberliyorsun? Yoksa burayı mı özledin iki günde?"
Sorusuyla beraber gözümü sol tarafımdaki küçük ışıklardan alıp ona döndürdüm.
"Hiç, bakınıyorum öyle." Gözleri tekrardan önündeki kağıtlarla buluştu.
Bir zaman sonra Kahra'yı dikkatlice incelemeye başladım. Ciddi bir şekilde kağıtlara odaklanmaya çalışıyordu. Karşımdaki adamın hiçbir şey yapmadığına tamamen emindim. Dikkatlice bakınca gözlerini kağıdın üzerinde öylece gezdirdiği anlaşılıyordu. Hiçbir varlık bu hızda bir şey okuyamazdı.
"Gerçekten mi? Sana soracağım sorulardan yeni kaçış yolun bu mu Kahra? Kağıtların boş olduğuna yemin ederim."
Kafasını kaldırıp yeniden bana baktı. Gözlerimi ondan ayırmadan arkama yaslandım.
"Fark etmeyeceğimi falan mı sandın?"
Yüzünde anlamlandıramadığım bir gülümseme yayılmaya başladı. "Dikkatinizi neye borçluyuz bayan casus?"
"Çok komik. İlk esprin miydi?"
Gülümsemesi yüzünden anında silindi, gözlerini devirdi. O da aynı şekilde arkasına yaslanıp beni incelemeye başladı.
"Hayır, yani bugün yılbaşı. Biraz anlayışlı olacacağını ve başka bir şeyler yapabileceğimizi düşünmüştüm. İllaki can sıkıcı şeyler mi konuşmak zorundayız?"
Geçmişini, her gece yaşadığı olayları tekrar tekrar hatırlamak, dile getirmek onu aşırı rahatsız ediyordu. Ama bir şey vardı. Artık bana karşı biraz daha açık sözlü olmaya başlamış gibiydi. Bu, beni istemsizce gülümsetti. Eğer gerçekten bana güvenmeye başladıysa onu bazı şeylere ikna edebilir, düşündüğüm şeyi bu akşam hayata geçirebilirdim.
"Madem yılbaşı olduğu için başka şeyler yapmak istiyorsun, gel o zaman dışarı çıkalım."
Önerimle beraber biraz önce gevşettiği yüz hatları tekrar kasıldı.
"Ne yapacağız dışarıda?"
"Burada oturup hiçbir şey konuşmadan ne yapacağız? Ha daha iyi bir önerin ya da planın varsa eğer, o zaman onu yapalım. Fark etmez yani."
Önerimden pek hoşnut olmadığı yüzünden anlaşılıyordu. Önünde bağdaş kurduğu kollarını çözüp tekrar masaya yaklaştı.
"Hayır. Daha iyi bir fikrim ya da önceden belirlemiş olduğum bir planım yok. Ama dışarıda ne yapacağız?"
"Dışarı çıktığımız zaman yapacak çok şey bulabiliriz. Önemli olan şu an dışarı çıkıp çıkmayacak olmamız. Eğer istemiyorsan ve senin için bir problem teşkil ediyorsa çıkmayalım tabii."
Kendi içinde kısa bir süre düşünceye daldı. Tekrar gözleri benimle buluştuğunda isteksizlik sezdim. Tam lafa giriyordum ki o benden önce davrandı.
"Bir yer var. Çok fazla kişinin bildiğini sanmıyorum. Bu gece de kalabalık olacağını sanmam. Buradan biraz uzak ama arabayla gidebiliriz. Sana uyar mı?"
Derin bir nefes alıp geri verdim. Şu an bir zafer kazanmışçasına gülümsediğime emindim. Kahra ise kaşlarını çatıp anlamaya çalışırcasına bana bakıyordu.
"Bana her yer uyar."
"O zaman bekle, üstümü değiştirip geliyorum."
İkimiz de odadan çıktık. Kahra üst kata çıkarken ben de kabanımı üstüme giyip dışarıda onu beklemeye başladım. Kahra da yaklaşık on dakikaya yanıma geldi. Siyah kabanının altındaki siyah gömleğiyle gecenin karanlığında onu seçmek çok zordu. Saçlarını eliyle geri yatırıp düzeltti. Tam o sırada bıkkın bir şekilde nefes verdi.
"Arabanın anahtarını odada unuttum. Neyse şu arabayla gideriz."
Başıyla işaret ettiği arabayı gördüğüm anda aklıma şu anda arka koltukta kabak gibi öylece duran hediyem geldi. Kazık yutmuş gibi olduğum yerde durup onu ne yapacağımı düşünürken Kahra çoktan Aras'tan anahtarları almış, gelmem için arabanın yanında beni bekliyordu. Yavaş ve isteksiz adımlarla yanına yürümeye başladım. O sırada gözlerim Aras'la buluştu. Ona kaş göz yapmama rağmen hala bana 'ne var' dercesine kafasını sallıyordu. Kahra, arabanın kapısını açıp içeriye çoktan girmişti. Aras'ın en sonunda aklına gelmiş olacak ki hatırladığını belirtircesine gözlerini kapattı ve ağzından o kelime çıktı:
"Siktir."
Sinirle, ayaklarımı küçük bir çocuk gibi yere hızla basa basa yanına yaklaşıp tam önünde durdum.
"Nasıl yarım saatte unutabilirsin ki? Hatta o kadar bile olmadı."
"Senin saklanacaklar listeni mi aklımda tutacağım Adal? Orada öylece dikileceğine hızlı davransaydın da bir şey yapsaydın."
"Ben ne yapabilirdim ki? Anahtar sendeydi iki dakika bir şey uyduramadın mı vermemek için? Pardon! Senin alzheimer olduğunu unutmuşum."
"Hadi uydurdum varsayalım. Gözünün önünde çıkarıp nerene sokacaktın ki? Ver işte zaten saat ka-"
Üçüncü bir ses Aras'ın cümlesini böldü.
"Bu ne Aras? Ayrıca siz orda ne yapıyorsunuz?"
Aras gözlerini benden alıp arkamdaki Kahra'ya odaklandı. Ona döndüğümde Kahra kaşlarını çatmış, elinde siyah, büyük hediye paketiyle arabanın önünde duruyordu.
"Senin. Adal açıklasın artık gerisini. Ben karışmıyorum."
Arkasını dönüp ağır adımlarla tam arkamızdaki 'küçük ev' diye adlandırdığım yere girdi. Artık burada oturan kişinin de kim olduğunu biliyordum. Düşüncelerimden sıyrılıp Kahra'ya yöneldim. O hala soru işaretleri içerisinde bana bakıyordu.
"Sana." Dedim elindeki paketi işaret ederken. "Aslında tam gece yarısı verecektim. Senin burayla işin olmaz diye buraya saklamıştık ama işler planladığım gibi gitmedi işte."
"Ne bu?"
"Yılbaşı hediyesi."
Kahra tam gözlerimin içine bakıyordu. Bir zaman gözlerini gözlerimden ayırmadı. En sonunda dayanamayıp güldüm.
"Neden öyle bakıyorsun?"
O da karşılık olarak hafif tebessüm etti.
"Nasıl bakıyorum?"
"Öyle işte. Bakakaldın bir anda. Yanlış bir şey mi yaptım."
"Hayır."
Gözlerini benden ayırıp elindeki hediyesine odaklandı.
"O zaman gece yarısı açarım. Madem öyle olacaktı, bozmaya gerek yok."
Arka kapıyı açıp paketi tekrar eski yerine geri koydu.
"Hadi bin, saat on olmuş neredeyse. Geç olmadan görmeni istiyorum."
Böyle diyerek beni daha çok heyecanlandırmıştı. Hemen ön kapıyı açıp yanındaki yerimi aldım. Arabayı çalıştırıp yola koyuldu.
***
Epey bir yol gitmemize rağmen Kahra hala hiçbir yerde durmamıştı. Yollar kapkaranlık olduğu için hiçbir şey göremiyordum ama tepelerde bir yerde olduğumuzu anlayabiliyordum. Çünkü metrelerce dik bir alana doğru yol almıştık.
"Nasıl bir yere gidiyoruz ki bu kadar uzun yol gittik?"
"Sürpriz, sadece çok kusursuz bir yer olduğunu söyleyebilirim. Benim görüşümce tabii. Ben gittiğim zaman kimse olmuyor. Bana kalsa benden başka bilen de yok. Yani zevkini sadece ikimiz çıkaracağız."
"Hiç sanmıyorum. Burada nasıl bir yer olabilir ki? Hiçliğe doğru gidiyoruz resmen."
"Yeterince detay verdim bence."
Hiçbir şey demeden bekleyişime devam ettim. Dışarıya baktığımda ağaç dallarının izin verdiği kadarıyla ufaktan ışıklar görmeye başlamıştım. Ama bayağı yüksek bir yerde olacağız ki çok ufak görünüyorlardı. Araba son defa bir dik daha çıktıktan sonra durdu.
"Geldik."
İndiğimde dümdüz, boş bir arazide olduğumuzu gördüm. Karanlığın içinde kendi etrafımda dönüp bakınmaya devam ettim.
"Ee ne var burada?"
"Arkanı dön, biraz daha ilerle."
"Saçmalama Kahra. İlerisi bildiğin uçurum gibi."
"Hayır değil. O kadar ileri gitmene gerek yok zaten. Güven bana."
Biraz daha yanıma yaklaşıp elimi tuttu. Elleri yine buz gibiydi. İlerlemeye başladığımızda yavaştan gözlerime renk renk ışıklar ilişmeye başladı. Bulunduğumuz yer gerçekten de düşsek kesin öleceğimiz uçurum gibi bir yerdi. Ama tüm şehir sanki ayaklarımızın altındaydı. Neden döne döne o kadar diki çıktığımızı anlamıştım. Gözlerimin önündeki manzara kapkaranlık gecenin içinde enfes bir şekilde parlıyordu. Bir zaman sessizce manzarayı seyrettikten sonra yanımdaki Kahra'ya döndüm. Yüzünde ufak bir gülümsemeyle beni izliyordu.
"Nasıl? Gittiğimiz yola değdi mi?"
"Bir uçaktayım ve yukarıdan tüm şehri izliyorum Aynı öyle hissettiriyor. Ve evet, değdi."
Yüzündeki gülümseme daha da genişledi.
"Elimi bırakma. Daha fazla da ileri gitme. Gündüz olsa otururduk fakat şu an nerenin sağlam olduğu seçilmiyor."
Haklıydı. Olduğumuz yerde kalıp bir zaman manzarayı izledik. Sessizliği bozan hiçbir şey, hiç kimse yoktu. Sadece ikimiz karanlığın içinde el ele tutuşmuş, tüm ihtişamıyla karşımızda duran şehri izliyorduk. Bir anda atılan havai fişeklerle beraber yeni yıla girdiğimizi anladım. Birer birer havaya atılan havai fişekler o kadar parlak, rengarenk ve büyüklerdi ki her biri gözlerimi alıyordu.
"Çok güzel."
Havai fişek şöleni yavaş yavaş bitmeye yüz tutarken Kahra beni kendine döndürdü.
"Bu gecelik bence bu kadar yeterli. Hava iyice soğudu."
Tuttuğu elimi gece boyunca hiç bırakmamıştı. Bu, arabanın yanına gidene kadar devam etti.
"Gece yarısına ve yeni yıla girdiğimize göre artık hediyeni açabilirsin bence."
Ufak bir kahkaha attı. "Evet açabilirim."
Arabanın içine girdiğimizde arkadaki büyük paketi eline alıp içindeki kutuyu çıkardı. Kutuyu da açtığında hediyesini gördü. Heykelciği eline alıp incelemeye başladı. Ben de heyecanlı bir şekilde nasıl bir tepki vereceğini izliyordum. Gülümseyip bana döndü;
"The Abyss."
Tekrar elindeki heykelciğe odaklandı. Sessizce elim çenemde dediklerini dinlemeye devam ettim.
"Bu hali hazırda var olan bir sanat eserinin, ufak bir canlandırması gibi bir şey. Tabii onun kadar kusursuz olmasa da güzel bir el işçiliğiyle yapılmış. Sen nerden buldun bunu?"
"Alışveriş merkezinin içinde küçük bir dükkan vardı. Girer girmez bu dikkatimi çekti. Çalışma odanda ve evin bazı bölümlerinde küçüklü büyüklü buna benzer şeyler görünce de beğeneceğini düşünüp hemen aldım. Beğendin değil mi?"
Elindekini kutunun içine koyup tekrar arka koltuğa bıraktı.
"Beğendim. Çok güzel."
"Sevindim."
Arabayı çalıştırıp ev yoluna koyulduk. Yol boyunca bana heykelin hakkında bir sürü şeyden bahsetti. Onu dinlerken eve geldiğimizin, o bana seslenene kadar farkına bile varmamıştım.
"Hadi Adal, geldik."
Gözümü, daldığı yerden çekip emniyet kemerini çıkardım. Arabadan indiğimde soğuğu iliklerime kadar hissettim. Bu biraz beni ayıltmıştı. Kahra arabanın arkasından hediyesini aldıktan sonra eve doğru yürümeye başladık.
"Titriyorsun."
Omzumdan ittirip beni daha hızlı yürümeye teşvik etti. Eve girdiğimizde ılık hava, soğuktan neredeyse kaskatı kesilmiş vücudumu az da olsa rahatlattı. Gece geç bir saat olduğundan herkes yatmıştı. Oldukça sessiz olmaya çalışarak merdivenlerden çıkıp üst kata geldik. Odalarımızın kapısına vardığımızda durdum. Sessizce fısıldadım;
"Ben üstümü değiştirip geliyorum. Sen de aynı şeyi yapsan iyi olur."
"Tamam."
Odaya girdiğimde paltomu ve çantamı askıya astım, tam üstümü değiştirmeye yeltenecektim ki çantanın içindeki telefonumun durmadan titrediğini fark ettim. Ben onu çantanın içinden çıkarana kadar kapandı. Telefonu elime aldığımda bir sürü cevapsız çağrı ve bir kaç mesaj gördüm. Hepsi Batu'dandı.
"Kahretsin. Batu beni gerçekten öldürecek."
Onu geri aradım. Açar açmaz söveceğini falan düşünüyordum ama sessizlikten başka hiçbir şey yoktu.
"Batu? Orda mısın?"
"Ben buradayım. Sen neredesin?"
Sesinde büyük bir hayal kırıklılığı vardı, hissediyordum.
"Senin evinde, yapayalnız bir şekilde yastıklarına sarılmış kaç saattir bir umut yeni yıla girmeden aramalarıma geri dönersin diye bekliyorum. İşin ne kadar uzun, önemli olursa olsun en azından 'meşgulüm' diye mesaj atmanı isterdim Adal. Şu an yılbaşı olsa da olmasa da önemli değil. Çünkü konu o değil. Konu, senin için ne kadar görünmez olduğumu anlamam ve bunu kendime yedirmeye çalışmam. Bunun ne kadar sefil hissettirdiğini asla anlayamazsın. Teşekkür ederim."
Dediği şeylerden sonra üste söyleyecek hiçbir şey bulamadım. Öylece, telefon kulağımda, yatak odasının tam ortasında duruyordum.
"Bunların doğru olmadığını biliyorsun Batu. Sana ne kadar değer verdiğimi bildiğin halde bunu yapma lütfen."
"Neredeydin Adal? Gerçekten doğruyu söyle."
"Kahra'yla, dışarıda."
"Daha fazla konuşmayalım olur mu? Sen de sadece bir haftada hayatının merkezine koyduğun Kahra'nın yanına git. Beraber güzelce uyuyun. Ben de burada seni beklerim. Yastıklarınla beraber."
Telefonu kapattı. Gözlerimi kırptığım an aşağı kayan yaşlar yerle buluştu. Onu ilk defa böyle kırılmış bir halde görmüştüm. Ne yapacağımı bilmiyordum. Sadece delicesine yanında olmak isteğiyle yanıp tutuşuyordum. Belki herkes hayatımdan bir gün çıkıp gidebilirdi ama onu kaybedersem, kaybolacağımı biliyordum. Olduğum yerde hala öylece dikiliyordum. Kendime, kapının tıklama sesiyle beraber anca gelebilmiştim. Kahra kapıyı açıp içeri girdi.
"Ağlamışsın."
Elimin tersiyle yüzümde kalan gözyaşı izlerini sildim. Elini çeneme koyup yüzümü kendi yüzüyle eşitledi.
"Olamaz, psikoloğum çok üzgün."
Belki normal zamanda deseydi bu dediğine gülebilirdim. Gülmekte istedim. Ama onun yerine gözlerimden bir kaç tane daha damla düştü.
"Hadi ama Adal. Ne oldu şimdi?" Kaşlarını çatıp ciddi bir yüz ifadesine büründü.
"Hiçbir şey."
"Kiminle konuşuyordun?"
"Yakın arkadaşım, Batu."
Derin bir nefes alıp geri bıraktı.
"Ben odama gidiyorum, sen de üstünü değiştir. Bekliyorum."
Başımla onayladıktan sonra odadan çıkışını izledim. Bir süre daha olduğum yerde bugün yaşadığım şeyleri düşündüm. Yorgundum, yorulmuştum. Ama uyumak istemiyordum. Biliyordum da, tüm gece düşüncelerim peşimi bırakmayacağı için istesem de uyuyamayacaktım. Üstümdekilerden kurtulup pijamalarımı giydim. Odanın kapısını tıklatıp sessizce Kahra'nın odasına girdim. Odaya girer girmez komodinin üstündeki ona aldığım hediye gözüme çarptı. Gülümsememe engel olamadım.
"Odana çok yakışmış."
Sesimle beraber bana döndü.
"Bence de."
Tam karşımda durup beni inceledi.
"Kavga mı ettiniz?"
Sorusuyla beraber yüzümdeki gülümseme silindi. Ne diyeceğimi bilemedim. Ne diyecektim ki? Aslında bir anda gelişen bu ilgisini de anlamamıştım. Normalde çok umursamaz, hatta hiç takmazdı bile. İnsanlara olan bitenlerden bahsedip yakınmayı sevmezdim. Hatta bu gece gözümde yaşlarla yakalanmayı asla ama asla istemezdim. Yüzüme mutluymuşum gibi bir gülümseme yerleştirdim.
"Neden bu kadar merak ettin?"
"Ağlıyordun. Ayrıca yüzüne taktığın gülümsemenin de sahte olduğunu biliyorum. Dokunsam ağlarsın. O yüzden sabaha kadar bu şekilde gülümsesen de, hiçbir şey fark etmez."
Nasıl oluyordu da bir kaç hafta içinde beni, benim onu tanıdığımdan daha fazla anlamaya ve tanımaya başlamıştı bilmiyordum. Karşısından ayrılıp sallanan koltuğuma kendimi bıraktım. O da yatağına yatıp yönünü bana döndü.
"Evet kavga ettik. Gece boyunca beni aramış. Çantam arabadaydı biliyorsun. Öyle işte."
Dudaklarını büzdü. "Tartışmak için çok çocukça bir neden."
"Bilmiyorum ama yedi seneden beri ilk defa bu kadar ciddi konuştuğunu duydum."
Yüzünü tekrar tavandan tarafa çevirdi.
"Eğer aranızda gerçekten güçlü bir bağ varsa kalbinde onu hissedebilirsin. Onun ne hissettiğini de. Sevdiğimiz insanlarla aramızda manevi bir bağ vardır. Biriyle arandaki bağ gerçekten koptuğunda, yani o seni kalbinden çıkardığı zaman, sanki kalbinden de bir parça kopmuş gibi olur. Aynı şeyi biri öldüğünde de hissedebiliriz. Şu an her şeyi geri dönülmez bir yokuşa sürüklemişsin gibi hissediyor olabilirsin ama dediğim gibi, aranızda güçlü bir bağ varsa ufak tefek tartışmalar asla ikinizi birbirinizden koparamaz."
Dediği şeyler sanki harfi harfine şu an gerçekleşmiş gibi içimi rahatlattı. Batu'yla biz kopamazdık. Ve evet kopmamıştıkta. Kalbimde gerçekten hala orada olduğunu hissediyordum. Belki çok fena kırılmıştı ama aramız asla düzelmeyecek derecede bozulamazdı. Buna asla izin vermezdim. Vermeyecektim de.
"Teşekkür ederim, Kahra."
Karşılık olarak hafifçe gülümsedi. Ayağa kalkıp ışıkları söndürdüm. Pencereden içeri sızan loş ışıkla beraber görebildiğim kadar Kahra'yı izlemeye başladım. Kusursuz imcelikte olan vücudu, büyük yatağında ufak bir yer kaplıyordu. Ona baktığımda gerçekten zor şeyler yaşamış olduğunu hissediyordum. Güçlü gözüküyordu ama imkanı olsa tüm dünyadan, her şeyden kaçardı belki de.
Bir yerlerde kırılmıştı, yaralanmıştı. Belki de tekrar aynı yaraları almamak için kendini bu diyarlarda saklamayı tercih etmişti. Belki de bu yüzden duygularına çelikten bir duvar örmeye çalışıyordu. Bunu hemen anlayamaz, bilemezdim ama bazı şeyleri görebilmek için onun hakkında her şeyi bilmeye gerek yoktu. Yaralarını hemen olmasa da elimden geldiğince saracak, o çelikten duvarı yıkacaktım. Tüm bu düşüncelerimden Kahra'nın tek gözünü açıp bana bakmasıyla çıktım.
"Sen sabaha kadar böyle beni mi izleyeceksin?"
"Bilmem, belki."
"Uyu Adal."
"Uykum yok. Sen uyu. Ben buradayım. Rahatsız olduysan seni izlemeyi de bırakırım."
"Sen bilirsin."
Arkasını döndü. Ben de düşüncelerimle tekrardan baş başa kaldım. Düşüncelerin içine dalıp orda gezinmeyi severdim aslında. Bir şeyler hakkında düşünmeyi severdim. Kafamı toplamamı sağlardı. Bazen eski anılarım, hatalarım düşüncelerimin arasına sızıp beni rahatsız etmeye çalışsa da onları kovmayı iyi bilirdim. Çevremdeki insanlara sorsan asla içime kapanık bir insan olarak görülmezdim aslında. Onlara göre enerjik, hazır cevap, hayat dolu ve eğlenceli bir insandım. Ama onlar sadece dağın görünen kısmından haberdarlardı. Kendimi ancak kendim bilir, ancak kendim anlayabilirdim. Bence.
Gözlerim tekrardan Kahra'yı bulunca onu izlemeye başladım. Şimdilik nefeslerini düzenli bir şekilde alıp veriyordu. Onun için de çok endişeliydim. İçinde bulunduğu durum gerçekten canımı sıkıyordu. Uyuyup uyumadığından emin olamadığım için ayağa kalkıp yatağın öteki tarafına geçtim. Uyuyordu. Tekrar eski konumuma geri döndükten sonra telefondan saate baktım. Üçü çeyrek geçiyordu.
"Hadi canım. Saat hangi ara bu kadar ilerlemiş ki?" Diye sessizce mırıldandım.
Yüzümdeki şaşkın ifade hızlı hızlı nefes alış veriş seslerini duyunca yerini korkmuş bir ifadeye bıraktı. Hemen sağımdaki Kahra'ya dönüp onu izlemeye başladım. Henüz iyi bir haldeydi. Bir ihtimal kendi kendine sakinleşir diye onu uyandırmamayı tercih ettim. Bir kaç kelime söyler gibi oldu ama tekrar sustu. Elleri, üstündeki örtüyü şiddetli bir şekilde sıkıyordu. Belki de şimdi durdurmalıydım. Ama yapmadım. İzlemeye devam ettim. Kendimi şu an dışarıdan izlesem metanetli, hatta gaddar diyebilirdim. Ama biraz daha bekleyecektim.
"Hayır, öyle değilim."
Bu sefer mırıldandığı şeyi duymuştum. 'Hayır, öyle değilim' iyice kendini kasmaya başlamıştı. Yanına yaklaştım.
"Kahra, Kahra burdayım. Sakin ol."
Ellerini tutup gevşetmeye çalıştım ama fayda etmedi. Elleri tamamen kenetlenmişti. Nefes alış verişleri daha da sıklaşıyordu. Kalp atışları da aynı şekildeydi.
"Lanet olsun. Sen geri zekalısın Adal."
Tekrar ellerini açmaya çalıştım. Bu sefer biraz olsun gevşemişlerdi. Ellerini bırakmadım. Gevşemişken onları tamamen açtım ve tuttum.
"Kahra. Beni duyuyor musun? Buradayım."
Gözlerini açtı. Derin bir nefes alıp geri bıraktı. Olduğu yerde yavaşça doğruldu.
"Kahra? Kendindesin değil mi?"
Onaylarcasına kafasını salladığı an gözlerinden bir kaç damla yaş düştü. Ellerini ellerimden çekip onları sildi. Göğsü hala hızlıca inip kalkıyordu. Sakinleşmesi için ona sarıldım. Karşı çıkmadan o da kollarını bana kenetledi. Sakinleşene kadar öyle kaldık. Tekrar ona baktığımda dümdüz bir ifadeyle ileriye doğru bakıyordu.
"İyisin değil mi."
Hiçbir şey demeden tekrar beni kendine çekti. Ellerini saçlarımın arasından geçirip kafamı göğsüne bastırdı. Yaptığı şeye anlam veremesem de ırganmadan öylece durdum.
"Eğer şu an benim için bir şey yapmak istiyorsan lütfen hiçbir şey deme ve böyle kal."
Dediğini yaptım. Kalbi hala hızlıca atmaya devam ediyordu. Şu an daha net duyuyordum. Aynı şekilde kaç dakika kaldık bilmiyordum. Saymamıştım. Zaman sanki akmıyor, sonsuza dek bu anda kalacakmışız gibi hissettiriyordu. Uyumuş olabileceği ihtimali aklıma gelince kafamı yavaşça göğsünden kaldırıp ona baktım. Uyumamıştı. Hala duvar gibi bir yüzle ileriye doğru bakıyordu. Belki de kendini dinliyordu. Ya da kendisi sessizliğin içinde boğulurken kafasındakileri susturmaya çalışıyordu. Yutkundu. Gözlerini kırptı. Ona bakmaya başladığımdan beri gözlerini bile kırpmamıştı. Uyumak dahi istemiyordu. Emindim.
"Kahra."
İsteksizce gözlerini bana çevirdi. Sanki duygularını bastırmak için kendini zorluyordu. Ya da tüm duyguları artık yok olmaya başlamıştı. Yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Mor göz altları ile o kadar yorgun görünüyordu ki...
"Yapma, kendini serbest bırak. Böyle sabaha kadar duramazsın. Kendine bunu yapma. Ben her zaman yanında olacağım."
Doğrulduğu yatağında kayarak tekrardan yatar pozisyona geçip başını yastığa koydu. Eli, yavaşça elime uzandı.
"Dokunuşlarımdan rahatsız olmuyorsun değil mi?"
"Olmuyorum, biz arkadaşız. Unuttun mu?"
Yavaşça yanına uzandım. Diğer elimi şakağıma dayayıp onu izlemeye devam ettim. Elimi bırakmadan alıp göğsünün üstüne koydu, gözlerini kapattı.
***
Göz kapaklarımı araladığımda yanımda kimse olmadığını fark etmem uzun sürmedi. Yavaşça olduğum yerde doğrulup biraz etrafa bakındım. Saatin kaç olduğundan gram haberimin olmamasıyla beraber kaç olursa olsun gece doğru düzgün uyuyamamıştım. Uyuşukluğumu ve uykusuzluğumu bir kenara bırakıp kalkmam gerekiyordu. Belki de uykusuz gecelere tamamen alışmam gerekti.
Kapıyı açıp etrafa bakındım. Tüm kapılar kapalıydı ve ortalıkta kimse yoktu. Hızlıca kendi odamdan eşyalarımı alıp banyoya geçtim. Kapıyı tıklatıp kimse olmadığını teyit ettikten sonra üstün körü bir duş alıp çıktım. Mutfağa indiğim de de manzara aynıydı, kimse yoktu. Kendime bir kaç şey hazırlayıp onları yemeye koyuldum. Gözlerim karşımdaki asılı saatle buluşunca bir anlığına öylece kalakaldım. Saat ikiyi geçmişti bile. Kahvaltımı, daha doğrusu öğle yemeğimi, bitirdiğimde Kahra'nın çalışma odasına olabileceğini düşündüğüm için oraya girdim. Ama orada yoktu. Odadan geri çıkıp ne yapsam diye kara kara düşünürken bir anda Dicle ortaya çıkıverdi. Gülümseyince ben de aynı şekilde karşılık verdim.
"Kahra Bey'i arıyorsanız o sabah çok erkenden çıktı evden. Henüz gelmedi."
"Anladım, teşekkür ederim."
Tekrar gülümsedikten sonra hızlıca işine koyuldu. Kafamda soru işaretleriyle beraber kapının önünde öylece dururken birden telefonumun çalmasıyla tüm odağım ona kaydı. Arayan Batu'ydu. Onun benimle bu saatten sonra zor muhattap olacağı düşüncesi gece boyu beynimi yemişken arama yerinde adını görünce mutluluktan bayılacak gibi hissettim.
"Batu?"
"Adal, bir problemimiz var. Rengin'in evi bomboş ve kaç defa aramama rağmen ona ulaşamıyorum."
Bölüm nasıl buldunuz yorumlarda belirtin :)) Oy vermeyi ve kitabı takip etmeyi unutmayın❤️❤️❤️ |
0% |