Yeni Üyelik
8.
Bölüm

❅ 7 ❅

@lilithstear

Yüzümdeki gülümseme düşen bir vazo misali parçalara ayrılıp yok oldu. Bir yandan aralık vermeksizin cümlelerine devam eden Batu'nun dediklerini anlamlandırmaya çalışırken, diğer yandan da kafamda kurgulanan felaket senaryolarını susturmaya çalışıyordum. Göğsümü kaplayan acı bir yangı hissi tüm vücudumu iliklerime kadar uyardı.

 

"Bir dakika, hiçbir şey anlamıyorum. Ev nasıl boş?" Dedim derin nefesimin ardından.

 

"Adal sen benimle dalga mı geçiyorsun? Ne konuşuyorum ben iki saattir." Diye öfkeyle çıkıştı

 

Bense hala olduğum yerde, kapının önünde, öylece duruyordum. Anın verdiği durgunluğu üstümden atıp tekrar ona döndüm.

 

"Bekle ben de geliyorum."

 

"Hayır, senin gelmene gerek yok şimdilik. Gelsen de ne yapabileceksin ki? Yok işte ortalıkta. Ben biraz daha araştırıp seni ararım."

 

"Batu... seninle de konuşmamız lazım."

 

"Sonra."

 

Keskin bir ifadeyle konuşmayı bitirdi. Koskocaman evde yapayalnız ne yapacağımı düşünmekten başka bir şeyim kalmamıştı. Dışarı çıktım. Ortalıkta, kapının önünde ve metrelerce ötedeki giriş kapısının etrafında ruhları içinden çekilmişçesine dikilen güvenliklerden başka kimse görünmüyordu. Aras'ı bulma umuduyla biraz sağa sola bakındıktan sonra onun da Kahra ile beraber gitmiş olma ihtimali aklıma gelince tekrar evin içine geri döndüm.

 

Mutfağı, ardından üst kattaki bazı odaları gezindikten sonra evde de kimse olmadığını fark ettim. Herkesin bir anda ortadan kaybolması garipti. Yoksa evin bazı köşelerine kamera koyup, evde tek başına kalsa ne yapar acaba diye beni mi test ediyorlardı? Kafama bu düşünce nereden girmişti ki şimdi? Gözlerimi yumdum, kafamı yavaşça iki yana sallayıp aklımdaki saçma düşünceyi atmaya çalıştım. İhtimali yoktu çünkü. Evin her bir karışını gezdikten sonra kendimi tekrardan Kahra'nın çalışma odasının önünde buldum. Etrafı bir göz daha kontrol ettikten sonra odaya girdim.

 

"Yakalanırsam çok pis sıçarım." Diye mırıldandım kapıyı ardımdan kapattıktan sonra.

 

İşimi şansa bırakmak bu sefer çok aptalca olabilirdi. Fazla ses çıkarmamasını umut ederek yavaşça kapının kilidini çevirdim. Umduğum gibi oldu. Şansım yaver giderse eğer onun hakkında bilgi edinebileceğim bir şeyler bulabilirdim. İlk olarak nedenini bilmediğim bir şekilde ellerim binlerce kitabın bulunduğu, metrelerce uzunluktaki kitaplığa gitti. Belki içinden fotoğraf, birinden gelmiş bir mektup ya da kitapların yanına alınmış bazı notlar bulabilirdim.

 

Alt sıradan başlayarak teker teker neredeyse tüm kitapların içini karıştırdım. Her sayfaya bakacak zamanımın olmadığını bilsem de biraz daha eskimeye yüz tutmuş kitapların sayfalarına daha dikkatli baktım. Ama kitaplardan istediğim verimi alamadım. En azından baktıklarımın arasından... En üste bakabilmek için sandalyeye ihtiyacım vardı. Ama bu bayağı uğraş gerektireceği için masasının yanlarındaki çekmecelere geçtim. Çekmecenin birini çektiğimde çekmecenin içine tam uyumlu, yatık halde duran bir kasa gördüm ve tabiiki şifreliydi.

 

"Tamam işte ne varsa bunun içinde," diye söylendim sessizce.

 

Gözlerimi devirip çekmeceyi geri sürdüm. Diğerlerininde de belge tarzında kağıtlardan başka bir şey yoktu. Boşuna arandığım hissine kapıldım. Büyük ihtimalle her şey odasındaydı. Kim çalışma odasında özelini saklardı ki zaten? İki dakikalığına dinlenmek için Kahra'nın o görkemli siyah döner koltuğuna oturdum. Hazır kimse yokken bacaklarımdan güç alarak sağa sola döndüm. O sırada da masasının üstündekilere ufak bir göz attım. Gerçekten belgeler hariç hiçbir şey yoktu. Tam o sırada ayağımın altındaki bir bölüm kahverengi tahta parçası garip bir şekilde gıcırdadı.

 

"Hay ebenin..."

 

Tekrar o bölgeye basmamaya özen göstererek ayağa kalkmaya çalıştıysam da işe yaramadı. Parça bu seferki basışımda hem gıcırdadı hem de yerinden hafif oynar gibi oldu. Koltuğu biraz yana ittirip eğildim. Elimle tahtayı incelediğimde birkaçının sonradan konulmuş olduğunu anladım.

 

"Akıllıca."

 

En rahat çıkarabileceğim parçayı seçip dikkatlice yerinden çıkardım. Altında gerçekten de bir şeyler vardı. Cildi deriden yapılma siyah defteri bir hazine bulmuşçasına ellerimin arasına aldığımda yüzümde engel olamadığım bir gülümseme belirdi. Üstündeki tozu üfleyip defteri biraz daha inceledim. Derinin üzerinde sadece "K" baskısı vardı. Yana çevirdiğimde kilidiyle göz göze geldik. Bıkkınca bir nefes verdikten sonra defteri masanın üstüne koydum.

 

Tahtayı kaldırdığım yerin yanları da boştu. Elimi, yüzümü buruşturarak tozlu yere sokup gezdirmeye başladım. Biraz daha ileri soktuğumda elime bir şey takıldı. Göremediğim için ilk seferde yakalayamadım ama birkaç yoklamadan sonra tekrar ulaşabildim. Bu da bir anahtardı. Birkaç sefer daha yerin etrafını yokladıktan sonra elimi çektim. Tozlanan ellerimi boşluğun içine silkip yanlardaki tozları da aynı şekilde içine süpürdüm. Tahtayı tekrar eski yerine yerleştirip ayağa kalktım. Anahtarın defterle alakası olup olmadığını anlamak için anahtarı defterin sağındaki deliğe soktum. Tık sesini duyunca sevinçle elimi yumruk yapıp hafifçe salladım.

 

"Yes be."

 

İçini açıp baktığımda defterin günlük olduğunu en üste atılan tarihlere bakınca farkettim. O an kapının dışından gelen yürüme sesini duyduğumda kalbimin atışları bir uğultu şeklinde kulaklarımda yankılanmaya başladı, başımdan aşağı kaynar su dökülür gibi oldu. Gözlerim hızla etrafı tararken ne yapacağımla, nereye saklanabileceğimle alakalı düşünceler kafamın içini talan etti.

 

Sessizce olan biteni dinlemeye başladım. Yapılabilecek tek mantıklı hamle buydu çünkü. Tek bir tık bile çıkmıyordu. Bu beni daha fazla germeye başlamıştı. Sonrasını düşümeye başladım. Hadi çıktım diyelim. Elimdekileri ne yapacaktım? Biri yarı yolda yakalasa nasıl bir açıklama yapabilirdim ki? Olduğum yerde kendimi sakinleştirip kafamdaki düşünceleri bir kenara bıraktım.

 

"Ne olacaksa olsun. Ama bu günlüğü illaki okuyacağım. Bunun başka çıkar yolu yok."

 

Çıkmak üzere kapı kolunu tuttuğum an duraksadım. Günlüğü her gün yazıp yazmadığı hakkında en ufak fikrim yoktu. Günlüğü tekrar açıp hızla sayfaları sadece tarihlerine baka baka karıştırmaya başladım. Birbiriyle alakası olmayan değişik tarihlerde yazılmış yazılar vardı. En son sayfa ise 1 ay önce yazılmıştı. Rahatlayıp kapının kilidini en az önceki kadar dikkat ederek çevirdim. Kapıyı açmadan önce birkaç saniye bekledim. Sessizlik hükmünü sürmeye devam ediyordu. Aynı hassasiyette kapıyı da açtım. Etrafa kısa bir bakış attıktan sonra kapıyı ardımdan kapatıp parmak ucunda koşar adımlarla üst kattaki odamın yolunu aldım. Odama girip kapıyı kapatır kapatmaz olduğum yerde soluklanmaya başladım.

 

"Siktir. Başardım."

 

Dudaklarımın arasından istemsizce histerik bir gülüş kaçtı. elimi, diplerinden ter fışkıran saçlarımın arasından geçirip onları geriye attım. Az önceki yaşadığım adrenalini bungee jumping yapsam yaşayamayacağımdan emindim. Adeta adrenalin patlaması yaşıyordum. Derin nefeslerimi alıp verirken bir yandan da elimdeki defterle bakışıyordum. Kahra yokluğunu fark ederse eğer direkt olarak şüpheleneceği tek kişi vardı. Bendim.

 

Şimdilik bu günlüğü saklayacak yer bulmam gerekti. Odanın herhangi bir yerine saklayamazdım. Çünkü buraya arada hizmetliler, arada Kahra girip çıkıyordu. Oldukça Riskliydi. Kimsenin içini açıp bakamayacağı tek bir yer vardı, çantam... Hızlıca günlüğü anahtarıyla beraber çantanın içine koyup ağzını kapattım. Dizlerim, bağı çözülmüş gibi titriyordu. Kendimi yatağa bırakıp tavanı izlemeye başladım.

 

***

 

Nereden geldiğini anlayamadığım bir titreşim sesi zamanla kulaklarımın içine en sesli haliyle dolmaya devam ederken hoşnutsuzca gözlerimi açtım. Etraf, göz gözü görmeyecek derecede karanlıktı. Ağzımdaki acı tadı gelen titreşimden daha fazla hissediyordum. Sağa sola bakındıktan sonra komodinin üzerinde titreşimlerle beraber ışığı yanıp sönen telefonu fark ettim. Elime alınca istemsizce gözlerim ekran parlaklığının yüzünden kısıldı. Kimin aradığını görmeden telefonu alıp kulağıma götürdüm.

 

"Alo?"

 

"Sordum soruşturdum. Evini satıp çekip gitmiş buradan."

 

Duyduğum şeyle beraber olduğum yerde hızlıca doğrulup duyduğum şeyi idrak etmeye çalıştım.

 

"Ne?"

 

"Öyle. Gitmiş. Nereye gitti henüz onu bulamadım. Bakacağım ama." Batu burnundan bıkkın bir nefes verdi.

 

"Tamam, ben de geliyorum. Beraber bakarız," diye kekeledim.

 

"Kahra'cığın ne olacak?"

 

İğneleyici tonunu arka plana atıp, "inan ki şu an gerçekten hiçbir şey umrumda değil." Dedim.

 

"İyi. Ben sana geçiyorum orda buluşuruz."

 

Telefonu kapatıp banyoya girdim. Elimi yüzümü soğuk bir suyla yıkadıktan sonra üzerimdeki uyuşukluğu tamamen attım. Kafam yine de saman gibiydi. Fazla ve zamansız bir uyku uyumuştum çünkü. Üstümü değiştirip odadan çıktım. Bir taksi çağırdım. Etraf hala garip bir şekilde sessizdi.

 

Aşağı indikten sonra biraz etrafıma bakınıp yine çalışma odasına girdim. Bomboştu. Koskocaman ev hiçlik içinde yüzüyordu sanki. Dışarı çıktığım anda acı soğuk ben buradayım dercesine yüzümü yaktı. Paltoma biraz daha sarınarak taksinin gelmesini beklemeye devam ettim. Bir zaman sonra tam önümde duran arabadan Aras indi.

 

"Nereye?"

 

"Evime. Geleceğim ama birkaç saate. Kahra nerde?"

 

"Kahra'nın biraz işleri var. Sen boşver şimdi. Gel bırakayım seni."

 

Tam bunu dediği sırada alana ikinci bir araba daha girdi. Arabayı işaret ettim.

 

"Taksi çağırmıştım. Yine de teşekkür ederim."

 

Başıyla beni onayladıktan sonra ikimiz de kendi yolumuza gittik. Eve vardığımda ışıklar açıktı. Kalbimde olağan atışların arasında farklı bir atış daha kendini gösterdi. Buraya gelene kadar, Batu'yla yan yana geleceğim zaman ne yapacağımdan tut ona söyleyeceğim şeylere kadar her şeyi düşünmüştüm. Ama yine de mantıklı cümleler bulamamıştım. Beynim ona gelince tamamıyla duruyordu. Bu nedenle her şeyi akışa bırakmaya karar verdim.

 

Taksiden inip evin önüne geldiğim zaman anlık bir duraksama yaşasam da derin bir nefes alıp verdikten sonra kapıyı çaldım. Batu kapıyı açıp yüzüme bile bakmadan tekrar arkasını dönüp salona geçti. Ardımdan kapıyı kapatıp onu takip ettim. Kaslı vücudunun açıkta olmasına rağmen pek üşümüyor gibiydi. Oturduğu yerde bağdaş kurup keskin bakışlarını elindeki telefona dikti.

 

"Nasıl gidiyor?"

 

Memnuniyetsizce bana döndü, "elim kolum bağlı oturuyorum öyle."

 

Diğer kanepeye de ben oturup paltomla çantamı bir kıyıya koydum. Tam karşımda oturan Batu, kara kara telefonun ekranına bakmaya devam ediyordu.

 

"Senden ne haber?" Gözlerini telefonun üzerinden ayırmadı.

 

"Aradım onlarca kez hatta babasıyla da konuştum ama 'Rengin bu ne yapacağı belli' olmaz diye kestirip attı. Öyle işte."

 

"Ben içecek bir şeyler alayım." Dedi ve ayağa kalkıp mutfağa yöneldi ben de olduğum yerden onu izlemeye devam ettim.

 

***

 

Saatin kaç olduğundan ve kaç kadeh şarap içtiğimizden gram haberim yoktu. İkimiz de belki binlerce kez Rengin'i arayıp mesaj atmıştık. Batu gözlerini ovalayıp tekrar eline telefonunu aldı, sinirle kaşları çatıldı;

 

"Hayır, anlamıyorum. Neden bir insan birden bire evini satıp ortalıktan kaybolur ki? Babasına da diyoruz umrunda değil zaten!" Diye öfkeyle çıkıştı.

 

Elindeki telefonu kanepenin bir köşesine fırlatıp gözlerini ovuşturmaya başladı.

 

"Geçen günkü kaçamak halleriyle alakası olmasın?"

 

Kurduğum cümleden sonra gözlerini bana yöneltti.

 

"Borcu falan mı vardı acaba? Hadi vardı da bize neden söylemedi ki?"

 

Huzursuzca ayağa kalkıp salonun ortasında volta atmaya başladı. Ardından duraksayıp tekrar bana baktı.

 

"Evi beş buçuk milyondan fazla eder Adal. Kaç katlı müstakil ev. O kadar borcu hangi ara nasıl yapmış olabilir ki?"

 

"Hepsini geçtim, o evi kim aldı anında? Daha üç dört hafta önce orada oturuyorduk."

 

"Ne üç dört haftası Adal? Ben geçen hafta oradaydım. Bir haftada hangi ara satışa çıkarttı da satıldı bu ev?"

 

"Bilmiyorum Batu, gerçekten bilmiyorum ve bir mantık da yürütemiyorum."

 

"Çünkü ortada bir mantık hatası var. Kız ayrıca avukat." Bir anda kaşlarını kaldırıp parmağını şıklattı. "Evet avukat. Gidip çalıştığı büroda bulabiliriz."

 

"Mantıklı. Bak, ben belki gelemem ama yarın senin ilk işin gidip onu sormak olsun. Hadi evinden taşındı, bize de sinirli o nedenle açmıyor diyelim. İşe de mi gitmeyecek?"

 

"Aynen öyle." Dedi başıyla beni onaylarken.

 

Rahatlamış bir biçimde kendini tekrar kanepeye attı. O sırada gözlerinin bir şeye takıldığını fark ettim. Yanıma geldi, çantamı eline alıp içindeki günlüğü çıkardı. Ayağa kalkıp onu durdurmaya çalışsam da işe yaramadı. Elinden günlüğü almaya çalıştım ama izin vermedi.

 

"Batu ne yapıyorsun? Bırakır mısın şunu?"

 

"Ne bu? Günlük mü tutmaya başladın?"

 

"Benim değil. Kahra'nın"

 

Sinirle kaşlarını kaldırdı. "Ha bir de Kahra'nın öyle mi? Ne işi var onun günlüğünün sende?" Dedi tükürür gibi.

 

Elindeki günlüğü sırtının arkasına sakladı.

 

"Ver şunu Batu, çocuk musun ya!"

 

"Ne için o herifin günlüğü sende geziyor? O kadar yakınlaştınız yani öyle mi? Anlat, vereyim."

 

"Ne yakınlaşması. Çaldım günlüğü."

 

Dediğim şeyle beraber dudaklarımı birbirine bastırdım. Benden uzaklaşıp şaşkın bir ifadeyle bakmaya başladı.

 

"Neden çaldın? Hayatının derinlerine inmene o derece mi gerek var?"

 

Gözlerimi devirdim. "Batu Allah aşkına ne saçmalıyorsun? Anlattım ya sana zaten adamın ağzını bıçak açmıyor. Mecbur kendi yöntemlerimle ilerlemeye başladım."

 

"Lan o zaman ne diye on iki aylık sözleşme imzalattı sana. Madem hiçbir şey anlatmayacak on iki ay boyunca ne yapacaksın orada? Oyun mu oynuyorsunuz evin içinde? Dönen entrikaya bak anasını satayım ya!"

 

Elindeki günlüğü karşıdaki kanepenin bir köşesine fırlattı, ellerini kestane rengi saçlarının arasına geçirip olduğu yerde dönüp durmaya başladı. İçtiği için doğru düzgün düşünemediğinin farkındaydım.

 

"Tamam sakinleş. Güven problemleri de var demekki. Her şeyi yavaş yavaş yerine oturtacağım."

 

"Güven problemlerini si-"

 

Elimi ağzına bastırdım. "Batu, yeter tamam." Sustuğundan emin olduğumda elimi yavaşça ağzından çekip kanepenin üstündeki günlüğe yöneldim. Daha fazla saçma şeylere yol açmadan önce günlüğü çantama sokuşturup tekrar yerime oturdum. Batu hiçbir şey demeden sinirli gözlerle beni izlemeye devam ediyordu.

 

"Kahra, Kahra, sağ Kahra sol Kahra."

 

Gözlerimi devirip kafamı kanepenin başlığına yasladım.

 

"Ne olmasını bekliyordun Batu?"

 

Bir anda ortamda uzun bir sessizlik oluşunca kafamı kaldırıp ona baktım. Aynı sessizlikte karşıdaki kanepeye oturup yüzünü benden başka yöne çevirdi.

 

"Seni oraya gönderirken böyle olacağını düşünmemiştim." Diye mırıldandı. "Bilseydim asla izin vermezdim."

 

Kalkıp yanına oturdum. Aslında verdiği tepkiler, zaman zaman beni Rengin'le bile paylaşamayan Batu'ya göre normaldi. Omzundan tutup onu kendime çevirdim.

 

"Batu, hadi ama yapma."

 

"Neyi yapmayayım? Adal..."

 

Burnundan sert bir nefes verip gözlerini bana çevirdi.

 

"Ondan başka bir şeye odaklanamadığının farkında mısın? Pazar sabah kalkar kalkmaz onu aradın sen ya! Duymadım mı sanıyorsun? Peki ya diğer haftasonları?.."

 

Cümlesinden sonra sinirle alnını ovuşturdu.

 

"Ben onun sadece doktoruyum dedin ama öyle gibi davranmıyorsun, hem de 3 haftada. Onun yanındayken ondan başka bir hayatın yokmuş gibisin. Hoş, bizimleyken sanki öyle değilmişsin gibi."

 

Mideme ağır bir yumruk yemiş gibi hissettiren Cümleleri karşısında kısa bir süreliğine ağzım açık bir şekilde kala kaldım. Başımı sallayıp sinirle ayağa kalktım.

 

"İyice saçmalamaya başladın, burada kalmaya devam edersem birbirimizi çok kötü kıracağımıza eminim. Ben gidiyorum."

 

Eşyalarımı toplayıp kapıya yöneldiğim sırada Batu kolumu tutup beni durdurdu.

 

"Adal dur tamam. Özür dilerim."

 

"Özre ihtiyaç yok. Hissettiklerini söyledin."

 

Kolumu elinden kurtarıp tekrar kapıya yöneldim.

 

"Görmüyor musun gerçekten."

 

Duraksamamı sağlayan bu cümleyle beraber tekrar arkama döndüm.

 

"Neyi görmüyor muyum?"

 

"Bizi, ikimizi."

 

Yine aynı konuyu açmıştı, asla konuşmak istemediğim o konuyu... Yanıma yaklaştı. Ona bakmamaya özen gösterdim ama çenemi tutup yüzümü kendisininkine çevirince göz göze geldik. Yutkunup başka bir yöne bakmaya çalıştım ama işe yaramadı, gözlerim sürekli ona dönüyordu.

 

"Neden bizi kabullenmek istemiyorsun Adal? Rengin yüzünden değil mi?"

 

Gözlerimi kapatıp sessizce öylece kalmaya devam ettim. Elini çenemden alıp saçlarıma götürdü. Saçımın bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırıp boynuma eğildi.

 

"Adal."

 

"Bizi görse çok üzülürdü."

 

Gözlerimi açıp ona baktım. Dalga geçer gibi bir gülüş savurduktan sonra başını arkaya doğru attı.

 

"Umrunda bile değiliz Adal. Farkında değil misin?" Tekrar göz göze geldik

 

Bir şey dememe olanak vermeden ellerini belime dolayıp kendine çekti. Artık göz göze gelemeyecek kadar yakındık. Kalp atışlarımın hızlandığını hissedebiliyordum. Dudaklarını benimkilere bastırdığında ellerimdeki eşyaları bırakıp boynuna doladım. Kendimi ne kadar bırakmak istesem de içimdeki suçluluk duygusu buna asla izin vermiyordu. Onu gerçekten istiyordum, ama yapamazdım. Bunu Rengin'e asla yapamazdım. Onunki ne kadar takıntı olursa olsun, ondan asla vazgeçemeyeceğini biliyordum. Her gün bizi o şekilde görse hiçbir şey demese de içten içe acı çekeceğinden de emindim. Nefes nefese dudaklarımı ondan aldığımda tekrar göz göze geldik.

 

"Batu-"

 

Baş parmağını dudağımın üzerine bastırıp susmamı sağladı. Birbirimize sarılıp birkaç dakika boyunca öylece durduk. Tüm sıcaklığını, enerjisini iliklerime kadar hissettim. Onu bırakmak istemedim. Bu anın sonsuza kadar sürmesini diledim, olmadı.

 

"Ben, gitsem artık iyi olur."

 

"Git ama artık benden kaçmana izin vermeyeceğim. Bu burada bitmeyecek."

 

Gülümseyip yerdeki eşyalarımı topladım. Kapıyı açtığımda tam karşımda bir araba duruyordu. Arabanın tam önünde yaslanmış vaziyette duran Aras, kapının sesiyle beraber bana döndü. Son defa Batu'ya bakıp tam karşımdaki arabanın yanına doğru yürüdüm.

 

"Birkaç saate gelirim deyince ben de seni alayım dedim, bin hadi gidelim."

 

Sessizce dediğini yaptım. O da binip arabayı çalıştırdı.

 

"Eleman, sevgilin mi?"

 

"Arkadaşım."

 

Gözlerini yoldan ayırmadı, ben de pencereden yolu izlemeye devam ettim.

 

"Arkadaşların her zaman seni büyük bir şehvetle öper mi? Sen de onlara aynı istekle karşılık verir misin?"

 

Sorduğu soruyla beraber ona döndüm.

 

"Evimi mi gözetliyorsun?"

 

"İstemeden şahit oldum, pencerenin tam önündeydiniz."

 

"Gördüğün şeyleri unut, anlık bir şeydi."

 

"Anlıyorum, peki." Dedi yüzündeki aşağılayıcı sırıtışla.

 

Yol uzundu eğer şu an konuyu değiştirmezsem bir kaç şey daha soracağından emindim.

 

"Sen, Kahra'nın neyi oluyorsun tam olarak? Şoförü mü sağ kolu mu yoksa arkadaşı mı?"

 

Hiçbir şey demeden güldü.

 

"Hepsiyim."

 

Az önceki konuyu hızlıca değiştirmenin rahatlığıyla beraber yolu izlemeye devam ettim.

 

"Nasıl?"

 

"Biz Kahra ile çocukluk arkadaşıyız, beraber büyüdük, çoğu işi beraber yaparız."

 

İlgiyle ona döndüm.

 

"Anlatsana biraz siz nereden tanışıyorsunuz? Küçüklüğünü, ailesi nasıldı falan."

 

"Ailem onlar için çalışıyordu, Kahra'yla her şeyde beraberdik. Neredeyse evimiz, okulumuz, ilgi duyduğumuz şeyler hep aynıydı."

 

"O zaman onu çoğu kişiden iyi tanıyorsun."

 

"Kimse kendinden başkasını iyi tanıyamaz."

 

Aramızda birkaç dakika sessizlik yaşanınca bir şeyler daha söylemesini beklediğim için tekrar ona döndüm.

 

"Ee anlatmayacak mısın?"

 

"Neyi?"

 

"Gençliğinizden falan şeyler."

 

Bir şey demeden tekrar yola odaklandı.

 

"Adal."

 

"Evet?"

 

"Kahra'dan duyamadığın şeyleri bende arama tamam mı? Zamanı gelince zaten öğrenirsin ailesini de geçmişini de. Şu an anlatmadıysa bir bildiği vardır."

 

Tek kelime daha etmedim. Eve geldiğimizde arabadan indim. Arkamdan "iyi geceler," dedi. Arkama bakmadım bile. Geçen sefer onun yaptığı gibi...

 

Eve girdiğimde direkt Kahra'nın çalışma odasına girdim. Boş odada hızlıca bir göz gezdirip tekrar kapıdan geri çıktım. Etrafa bakınırken bu sırada üst katta, camdan bir şey yerle buluşunca çınlayarak parçalara ayrıldı. Bu gürültülü ses, sessizliğin içinde büyük bir yankı yaratarak gözlerimi merdivenlere döndürmemi sağladı. Alelacele merdivenleri çıkıp yukarı ulaştım. Doğru odayı bulana kadar 3 oda gezdikten sonra orada onu gördüm. Kahra, elinden düşürdüğünü tahmin ettiğim bardağa gözlerini kırpıştırarak öylece bakıyordu. Dalgalı saçları tamamen birbirine geçmiş haldeydi. Kapının açıldığını görünce kaşlarını çatıp bana döndü.

 

"Git buradan, Adal." Dedi sersemlemiş bir sesle.

 

Bir anda az önce yüzünde gördüğüm uyuşuk ifade yerini gergin ve sinirli bir yüz ifadesine bıraktı. İçeri girip kapıyı geri kapattım. Loş ışığın aydınlattığı boş odada tek başına yüzlerce içkiyle beraber sandalyede oturan Kahra yüzünü buruşturdu. Boşalmaya yüz tutmuş, türünün ne olduğunu seçemediğim bir alkol şişesi Kahra'nın tam önünde duruyordu. İçeri girmemi umursamayı bırakmış olacak ki hiçbir şey demeden kollarını önündeki masaya yaslayıp yüzünü kollarına gömdü.

 

Sessizce yanındaki sandalyeye oturdum. İçkilerle dolu bu odada o kadar içkiye erişebiliyor olması her açıdan fazlasıyla korkutucuydu. Sinirlenmiş miydi? Yoksa üzgün müydü? Ne sebepten kendini bu odaya atmıştı? Ne hissettiği zamanlar bu odaya girerdi?

 

Sessizce kafamın içinde kendi kendime soru sormayı bırakıp Kahra'ya döndüm. Elimi sırtını sıvazlamak için ona dokundurduğumda ufak bir anlığına irkildi.

 

"Hayır anne. Sen... onun yüzünden. Dokunma bana."

 

Kafası çok fazla karışıktı. Hiçbir şey demeden kesik kesik söylediği cümleleri dinlemeye devam ettim.

 

"Sen anne... hep b..."

 

Mırıldanışı, sarhoş olduğu için çok dağınıktı. Suratını kollarına gömdüğü için bu, cümlelerini daha da anlaşılmaz hale gelmişti. Sırtını sıvazlamaya devam ettim.

 

"Hep buradasın."

 

Dediği şey sırtındaki elimin duraksamasına sebep oldu. Kahra başını sallayıp sızlanandı. Bir zaman konuşmakla konuşmamak arasında kaldım. Elimi saçlarına götürüp sandalyemle beraber ona biraz daha yaklaştım.

 

"Kahra."

 

Sesimle beraber ayılmaya başladı. Yavaşça başını kaldırıp bana baktı.

 

"Adal..."

 

Söylemeye hiçbir şeyim yoktu. Az önce kafamı yiyip bitiren soruların hepsi bir anda sessizce yok oldular. Kahra'da hiçbir şey demeden yarı açık gözleriyle bana bakıyordu. Bir anda başını boynuma götürüp yasladı.

 

"Gitmek istiyorum."

 

Kollarımı boynuna doladım.

 

"Nereye?"

 

"Bilmiyorum."

 

Ellerini belime sarıp beni kendine daha da yaklaştırdı.

 

"Götür beni."

 

"Çok sarhoşsun Kahra. Gel seni yatağına götüreyim."

 

Boynuma gömdüğü başını kaldırıp kulak hizama getirdi.

 

"Hayır."

 

Bir anlık sağladığı denge ve sesindeki keskinlik kafasının ayık olup olmadığını sorgulamama sebep oldu. Kulak hizamdaki dudakları orada biraz daha gezindi. Boynumda dolaştırdığı dudaklarını saçlarıma götürdü. Yaptığı bütün hareketleri garip bir sakinlikle karşıladım. Normalmiş ve her zaman bu kadar yakınmışsız gibi. Olması gerekiyormuş gibi, bekliyormuşum gibi... Bir zaman sonra başını kaldırıp gözlerimin içine odaklandı. Nefeslerimizin kolayca birbirine karışabileceği kadar yakındık. Bu yakınlık fazlaca sınır tanımaz bir haldeydi.

 

"Gidelim."

 

Ayağa kalkmaya çalıştığı an sendeleyip sandalyesini yere düşürdü. Üzerimdeki uyuşukluktan kurtulup onu Kolundan kavrayıp masaya yasladıktan sonra yerdeki sandalyeyi kaldırdım.

 

"Çok fazla ses çıkardın herkes uyanacak. Hadi seni yatağına götüreyim."

 

"Evde kimse yok. Gitmek istiyorum." Dedi yüzündeki garip tebessümle beraber.

 

"Nasıl?"

 

"Gittiler. Ben de gideceğim."

 

Büyük bir ciddiyetle kapıya yöneldi. Düşeceğini anladığım an onu tutup kolunu omzuma atıp beline sarıldım.

 

"Bırak beni Adal!"

 

Benden kurtulup tekrar arkasındaki masaya yaslandı.

 

"Nereye gitmek istiyorsun?"

 

"Bilmiyorum, gideceğim."

 

Kafayı yemek üzereydim. Daha ayakta duramazken dışarı çıkmak istiyordu. Tekrar ona yöneldiğim an o benden önce davrandı. Kolumu tutup beni kendine çekti. Yüzlerimiz birbirine değecek bir derecedeydi.

 

"Neden dediklerimi ciddiye almıyorsun?" Alkol kokan nefesi tüm vücudumu sarıp sarmaladı

 

"Çünkü ayık değilsin, Kahra."

 

"Gideceğiz." Diye diretti.

 

"Tamam. Sikerler, tutun benden."

 

kolumu elinden kurtarıp aramıza mesafe koydum. Elini tekrar omzuma attıktan sonra odadan çıktık. Dediğinin doğru olup olmadığını anlamak için Dicle'ye seslendim. Bir zaman beklesem de kimseden cevap gelmedi.

 

"Bana inanmayasın mı tuttu Adal? Yok işte kimse. Ben de gideceğim."

 

İşaret parmağını merdivenlere yöneltip oraya yürümeye çalıştı. Ne kadar fit bir insan olsa da benden neredeyse on beş santimden fazla uzun olduğu için zapt etmesi zor biriydi.

 

"Kahra! Yavaş ol! Düşeceğiz."

 

Sendeleye sendeleye merdivenleri indikten sonra çıkış kapısının önüne geldik. Kahra'nın üstünde lacivert gömleği hariç hiçbir şey olmadığını fark edince duraksadım. Kahra'yı duvara yasladım.

 

"Neden durduk?"

 

Bekle üstüne bir şeyler alacağım. Dur burada tamam mı?"

 

Kahkaha attı.

 

"Tamam. Belki?"

 

"Kahra."

 

"Tamam."

 

Ellerini yukarı kaldırıp sırıtmaya devam etti.

 

"Düşeceksin bak. Yaslan şuraya dur."

 

Paltosunu alıp geldiğimde bıraktığım gibi yerli yerinde duruyordu. Yüzündeki sinir bozucu sırıtışıyla yaptığım her hareketi gözlerini ayırmadan takip ediyordu.

 

"Sok şu kolunu Kahra."

 

"Hava... bence sıcak değil mi ya sence nasıl? Çok fazla sıcak Adal. Senin gibi. Yanıyorum. Gideceğim."

 

Cümleleri iyice anlamsızlaşmaya başlamıştı. Paltosunu giydirdikten sonra yandaki küçük eve doğru yürümeye başladık. Kapıyı çalıp beklemeye başladık. Aras kapıyı açar açmaz gördüğü manzara karşısında kaşlarını çatıp ne yapacağını bilemez bir halde kalakaldı.

 

"Neler oluyor?"

 

"Kahra, içmiş. Yatıramadım. Dışarı çıkmak istiyor. Anahtarı verebilir misin?"

 

"Nereye gitmek istiyor? Saat çok geç Adal."

 

"Bilmiyorum gitmek istiyorum diyor."

 

Aras sessizce anahtarı verdi.

 

"Yardım etmemi ister misin? İstersen ben de geleyim."

 

Kahra ona doğru bakıp sinirli bir şekilde burnundan soludu.

 

"Yeter Adal, gidiyoruz. Daha fazla konuşmanı istemiyorum."

 

Kolumu tutup beni kendisine çekti. Aras verdiği bu tepki karşısında sadece kaşlarını kaldırıp Kahra'ya odaklandı. Kahra umursamaz bir tavırla hiç bir şey demeyip beni kendi gittiği yöne çekiştirmeye başlayınca ona uyum sağladım. Onu yan koltuğa oturttuktan sonra kemerini bağlayıp direksiyonun başına geçtim. Birkaç saniye direksiyona başımı yaslayıp nereye gidebileceğimizi düşündüm. Başımı yana çevirip Kahra'ya bakınca onun sakin bir şekilde arkasına yaslanmış boş boş ileriye baktığını gördüm.

 

"Seni ne yapacağım şimdi?"

 

Tepkisiz kalmaya devam etti. Aklıma gelen ilk yere sürmeye başladım. Vardığımızda denizin hırçın dalgaları bizi hoşladı. Kapkaranlık gecenin ortasında dalgaların kayalara vuruşundan başka hiçbir şey görünmüyor ve duyulmuyordu. Her şey saf karanlıktı. Kahra arabadan inip deniz kıyısına iyice yaklaşınca peşinden hızlı adımlarla ben de yanına gittim.

 

"Dikkatli ol. Hala kendine değilsin."

 

Dediklerimi dikkate almadan gözlerini kapatıp derin bir nefes çekti.

 

"Nefes alabiliyorum." Dedi sakin bir sesle.

 

Soğuk hava vücudumun içine sızıp istemsizce titremesine neden oldu. Olduğum yerde biraz hareket edip ısınmaya çalıştım. Kahra hareket etmeden öylece denize bakıyordu. Ne düşündüğünü o kadar merak ediyordum ki... kafası karışık gözüküyordu. Bir şeyleri çözmek istercesine başını hafifçe yana yatırıp denizin dalgalarını izlemeye devam etti. Sessizliği ve durgunluğunun arkasında başka şeyler yatıyordu ama anlamam imkansız gibi bir şeydi.

 

"Kahra."

 

Denizi izlemeyi bırakıp yavaşça vücudunu bana döndürdü.

 

"Nasıl hissediyorsun?"

 

"Bir şey hissedemiyorum. Sen titriyorsun, ama ben dalgaların içine gimek istiyorum." Dedi başını arkaya atarken.

 

Hafiften sendelemesine neden olan bu hareketten sonra kolunu tuttum.

 

"Yorgunsun, kafan yerinde değil. Hadi arabaya bin."

 

Sert ifadesini bozmadan arabaya yöneldi. Peşinden ben de ona katıldım. Arabanın önüne geldiğimizde duraksadı.

 

"Gitmek istemiyorum. Burada kalalım."

 

Arka kapıyı açıp oraya oturdu. Onu tanıdığımdan beri bu kadar dağınık duygular içinde görmüştüm. Normalde yaşamak istemediği tüm duyguları bu gece yaşamak istiyor gibiydi. Yarın kutusuna koyup Rafa kaldıracağını biliyordum. Sol kapıyı açıp ben de yanına oturdum. Sakince başını bana çevirdikten sonra gözleri dalıp gitti. Oldukça sakin gözüküyordu. Sessiz bir iç çekişten sonra tekrar gözlerini bana odakladı. Bir şeyler demesini bekledim ama o sadece bakmaya devam etti. Elimi omzuna koyup sıvazladım. Dişlerini sıkıp yavaşça gözlerini kapattı.

 

"Kahra." Dedim fısıldar bir sesle

 

"Lütfen..." dedi aynı tonda

 

Hiç beklemediğim bir şey yaptı. Yanıma yaklaşıp başını göğsüme yasladı. Geçen geceki gibi. Sanki duygu yaşamak onu yoruyordu. Korkmak, gülmek, ağlamak... duygularını dışavurduktan sonra büyük bir pişmanlık yaşayıp daha sonrasında hepsini kaybetmişçesine donuklaşıp sessizliği istiyordu. Yanında kim varsa ona sığınıyordu.

 

Sakince alıp verdiği nefes seslerini duyunca uyuduğunu anladım. Kollarımı ona sardıktan sonra gözlerimin ağırlaşmasına bir çare bulamadım.

 

***

 

Acı bir vücut ağrısıyla gözlerimi araladım. Aralar aralamaz gün ışığı yüzünden kapatmam bir oldu. Kahra aralıksız mükemmel bir uyku çekiyordu, ilk defa. Bir zaman hareketsiz bir şekilde onu gözlemlemeye devam ettim. Huzurlu nefes alıp verişleri yüzümde bir gülümseme yayılmasına neden oldu. Telefonların birinden yayılan titreşim sesi ortamın sakinliğini bozmak istiyor gibiydi. Onu rahatsız etmemek adına hareket etmediğim için sesi susturamıyordum. Devam eden titreşim seslerinin ardından yüzünü buruşturup gözlerini aralayan Kahra hızlıca etrafa baktı.

 

"Günaydın," diye fısıldadım

 

Başını göğsümden kaldırmadan birkaç saniye neler olduğunu idrak etmek istercesine etrafa baktı. Saniyeler sonra doğrulup arkasına yaslandı. Ben sessizce onun kafasını toplamasını beklerken titreşim sesleri ardı ardına sessizliği yarıp geçiyordu.

 

"Bakmayacak mısın?" Dedi kalın bir tonda.

 

"Şu an umrumda değil."

 

Yüzünü bana döndürdü.

 

"Nasıl hissediyorsun?"

 

Sorumla beraber tekrar gözlerini karşıya çevirdi.

 

"Bilmiyorum."

 

Avucumu yanağına koyup yüzünü tekrar bana dönmesini sağladım.

 

"Biliyorsun.."

 

Gözleri daha önce görmediğim bir şefkatle gözlerimi sarıp sarmaladı. Gülümseyip baş parmağımla yanağını okşadım. Bakışları bunu yapmam gerektiğini hissettiriyordu. Dudaklarını aralar gibi olduğu an telefondan gelen titreşimle beraber tekrar eski haline geri döndü.

 

"Önemli olabilir, bakmalısın," diye fısıldadı.

 

Boğazımı temizleyip diğer tarafımda duran çantama yöneldim. Telefonu çıkarır çıkarmaz tekrardan titreşti ve ekran açıldı. Batu'nun ismini görür görmez vücudumdaki tüm tüylerin dikildiğini hissettim. Kendimi toparlayıp mesajları açtığımda onlarca mesaj silsilesi beni karşıladı. Çoğunluğu büyük harflerle ismimden oluşan mesajların arasından "Renginle beraber onun evinin önündeyiz" mesajini özenle okudum.

 

"Sanırım benim gitmem lazım Kahra. Kısa bir işim var. Seni eve bıraktıktan sonra giderim. Olur mu?"

 

"Nereye gideceksen beraber gidelim," dedi bir anda

Kaşlarımı yukarı kaldırıp ona baktım.

 

Toparlamak istercesine "yani istiyorsan." Dedi.

 

"Emin misin?"

 

"Evet. Arabayla daha kolay gidersin hem. Ben burda otururum."

 

Başımla onu onaylayıp toparlanmaya başladım. Öne geçip arabayı çalıştırdım ve son bir defa etrafa bakıp yola çıktım. Arka koltuğa tam anlamıyla yayılmış olan Kahra kayıtsız gözlerle telefonuna bakıyordu. Okuduğu ya da gördüğü bir şeyden sonra gözlerini kıstı ve büyük bir ciddiyetle kaşlarını çattı. Kısa bir anlığına dikiz aynasından göz göze geldik. Sessiz kalmaya devam etse de bir şey olduğunu anlamıştım. Vardığımızda arabayı Rengin'in evinin bulunduğu sokağa dönmeden hemen önceki sokağın başına park ettim.

 

"Birazdan gelirim, tamam mı."

 

Bir şey demeden sadece başını aşağı yukarı sallamakla yetindi.

 

Arabadan iner inmez sola döndüğüm an büyük evle göz göze geldik. Yaşadığımız anılar kısa kısa gözlerimin önünden geçti. Kapının önünde duran Rengin ve Batu büyük bir ciddiyetle birbirlerine bakıyordu. İkisi de aynı anda yüzlerini bana çevirince az önceki ifadeleri silindi. Dudaklarını birbirine bastıran rengin kollarını kaldırıp aynı şekilde bana doğru yürümeye başladı. Kollarını boynuma dolayıp "özür dilerim," diye fısıldadı. Bir şey demeden sadece ona sıkıca sarıldım. Gözlerim Batu'nun üzerindeydi. O, olduğu yerde bizi izliyordu.

 

"Nerelerdesin sen?"

 

"Anlatacağım..."

 

Yavaş adımlarla evin önünde duran Batu'ya doğru yürümeye başladık. Titrek bir nefes alıp verdikten sonra Rengin bize döndü.

 

"Sizden ayrıldıktan sonra evi sattım."

 

Batu'yla birbirinize kısa bir bakış attıktan sonra Rengin'e tekrar döndüm.

 

"Babamla bizi biliyorsunuz zaten... onun bir gram parasını almak istemiyorum artık."

 

"Almıyorsun ki zaten. Sen avukatsın." Dedi Batu. Rengin alık alık ikimize bakmaya başlayınca derin bir nefes verdim.

 

"Senin birine borcun falan mı var Rengin? Doğruyu söyle artık. Kaç haftadır gizemli hareketler içerisindeydin zaten. Ne yaptın tefeciye mi bulaştın?" Dedim bir anda.

 

"Hayır," Diye kekeledi birden. "Kendime büro açmayı istiyorum." Tek bacağını ileri geri sallamaya başladı.

 

"Bize neden anlatmadın?" Kaşlarım çatık bir şekilde panik hareketlerini izlemeye devam ettim.

 

"Anlatıp ne yapacaktım?"

 

"Ne demek ne yapacaktım? Tuvaletteyken bile bizi arayıp kabız olduğunu söylüyorsun Rengin sen."

 

Batu sessizce konuşmamızı dinliyordu.

 

Yutkundu, "bir anda karar verdim."

 

Tutarsızlıkları çok fazlaydı.

 

"Peki evi nasıl bir anda sattın? Daha doğrusu kime sattın?" Kollarımı bağdaştırıp duvara yaslandım.

 

"Ev çok büyüktü, istemiyordum zaten. Önceden satıştaydı ve konuştuğum çok fazla kişi vardı. Büro işi kafama tamamen oturunca ödemeyi zorlanmadan yapabilecek biriyle anlaştım."

 

Birkaç saniye boyunca mimiklerini inceledim. Aklıma evden şikayetçi olduğuyla alakalı hayıflandığı zamanlar gelince onu daha fazla zan altında bırakmamak için gözlerimi başka bir yere döndürdüm.

 

"Sadece ne halt yersek yiyelim büyük bir olay olduğunda en azından birimizden birini haberdar et. Tamam mı?"

 

Göğüsü rahat bir şekilde inince tekrar boynuma atıldı.

 

"Biliyorum... özür dilerim. Tekrar."

 

"Dileme."

 

Gülümsedi. "Benim gitmem gerek," dedim ikisine de sarıldıktan sonra. Batu'nun dişlerini sıktığını görebiliyordum.

 

Evin önünden dış kısma geçip demir kapıyı üzerine kapattık. O sırada gözlerim ağır ağır evin önünden geçen siyah arabaya takıldı. O kadar yavaştı ki birimizden birini tanıdığını hissettim. Seçebildiğim kadarıyla bir erkek vardı. Kısa bir anlığına gözlerimizin buluştuğunu, hatta adamın gülümsediğini hissettim. Kaşlarımın çatılmasına sebep olan bu olaydan sonra onlara döndüm,

 

"Tanıyanınız var mı?"

 

"Hayır." Dedi ikisi de. Araba bizden uzaklaştıkça hızlanıp gözden kayboldu. Omzumu silkip onlardan ayrıldım.

 

Bölüm nasıldı? Yorumlarınızı aşağıya bekliyorum.

Oy verip kitabı kaydetmeyi unutmayın❤️❤️

Loading...
0%