Yeni Üyelik
11.
Bölüm

❅ 8 ❅

@lilithstear

Evin girişine geldiğimizde kapı çoktan açılmıştı. İkimiz de kısa bir bakışmadan sonra tek kelime etmeden odalarımıza girdik. Çantamı bir kenara savurup kendimi yatağa bıraktım. Sıcak bir duşa ihtiyacım vardı, ağrılarımı dindirebilecek ve buz gibi bedenimi ısıtabilecek bir duşa. Paltomu çıkarıp düzgünce yatağın ayakucuna bırakıp eskimeye yüz tutmuş kahverengi gardrobun kapağını açtım. gerekli olan kıyafetleri aldıktan sonra odadan çıkıp banyoya yöneldim.

 

Vücudumdaki ağır kıyafetlerden kurtulup duş kabinine girdim. Suyu açar açmaz buz gibi su bedenimle buluştu. İrkilip anında geri çekildim.

 

"Siktir."

 

Parmak uçlarıma değen suyun yavaş yavaş ısınmaya başladığını anlayınca eski konumuma geri döndüm. Sıcak su buharlar çıkarıp ortamda ince bir buğu tabakası oluşturdu. Gözlerimi kapatıp suyun ısıttığı sıcak fayansa yaslandım. Vücuduma değen her bir damla, yazın ortasında dakikalarca elde tutulan dondurma benzeri eriyip bitmeme neden oluyormuşum gibi hissettiriyordu. Gevşeyen omuzlarım ağır bir ağırlık gibi geliyordu. Her geçen dakika biraz daha gevşiyordum. Aklıma Batu düştü. Anılar aklımı doldururken bacaklarım beni daha fazla taşımak istemezcesine kırıldılar. Yavaşça kayarak kendimi zemine bıraktım. Dizlerimi kendime çekip suyun beni dinlendirmesine izin verdim. O günkü gibi...

 

1 yıl önce, bu zamanlar;

 

Aceleyle evin kapısını açtıktan sonra siyah şişme montumu çıkarıp kanepenin üzerine attım. Ardımdan gelen Batu hızlıca kapıyı kapattıktan sonra yanıma geldi.

 

"Ne koşuydu ama." Dedi nefes nefese kendi montunu çıkarırken.

 

"Bu sondu Batu, kış günü koşu mu olur. Donuyorum ama terliyim. Hasta olacağım."

 

"Abartma küçük sarışın."

 

"Ben duşa giriyorum. Beni kendime koşu değil, bu getirir. Ayrıca Kraliçe birazdan burada olur," dedim gülümseyerek. Batu gözlerini devirdi.

 

"Bir kahve falan yaparsan çok iyi olur. İçimiz ısınır ha?"

 

Arkama bakmadan merdivenlerin yolunu tuttum. Batu arkamdan bir şeyler söylenip duruyordu. Aldırış etmeden banyoya girip sıcak suyu ayarladıktan sonra çıplak vücudumu ihtiyacı olan o şeyle buluşturdum. Uzun saçlarımdan aşağı akan sıcak su, kalçamdan sonra yeri boyluyordu. Her geçen dakika artan sıcaklık adeta vücuduma işlerken bir ses duyunca omzumun üzerinden arkama baktım. Aralanmış kabinin tam önünde Batu, çıplak bedeni ile öylece beni izliyordu.

 

İçeri bir adım attıktan sonra görkemli vücuduyla aramızda çok az bir mesafe kalmıştı. Yutkunup gözlerimi deniz mavisi gözlerine kenetledim.

 

"Bunu bensiz yapabileceğini sana kim söyledi?"

 

O mavilerimizi birleştirmek yerine vücudumda gezdirdi. Her bir adımında daha da yaklaşıyordu, kalbim ensemde atmaya başladı. İstemsizce geri adım attım, ama yerim yoktu. Elini yavaşça belime yerleştirip beni kendine çekince ona sadece alttan bakabiliyordum. Ortamıza kolumu koydum. Ellerim kaslarının üzerinde gezinirken gözlerim kapandı. Diğer eliyle, elimi tutup omzuna yerleştirdi. Vücudum alev aldı. Ama Batu o alevi söndürmek niyetinde değildi. Boynuma değen dudakları tenimi yaktı.

 

"Eziyet ediyorsun." Dedim düzensiz nefeslerimin arasından.

 

"İstediğini hemen elde edemezsin, küçük sarışın."

 

"Oynama benimle."

 

Gözleri gözlerimdeyken, elleri belimden aşağı inip bacaklarımla buluştu. Beni kucağına alırken ağzımdan sesli bir nefes verdim. Hava ısındı, vücutlarımız alev aldı. Kasıklarımda uçuşan kelebekler kül oldu.

 

***

 

Arkamdaki Batu elindeki havluyla beraber gayretle saçlarımı kurutmaya çalışıyordu.

 

"Çekiştiriyorsun Batu. Tek yaptığın bu."

 

"Sadece deniyorum." Dedi bıkkın bir tavırla.

 

"Kendi saçını kurut. Ben kendiminkini hallederim."

 

Ellerini sarı saçlarının arasından geçirip onlara şekil vermeye çalıştı.

 

"Islaklar Batu, ıslaklar."

 

"Söylenmeyi ne zaman bırakacaksın?"

 

Kurutma makinesini eline tutuşturup tekrar havluyu aldım.

 

"Lanet kadın. Kendi bebeklerine ısı vermiyorsun ama benimkileri yakmaya çalışıyorsun öyle mi?"

 

"Tamam onu bana ver sen bunu al. Sadece çabuk ol."

 

Elimizdekileri değiş tokuş yaptıktan sonra tekrar işe koyulduk. Batu bir zaman sonra duraksayıp beni izlemeye başladı. Kurutma makinesini kapatıp ona döndüm.

 

"Kurumamışlar."

 

"Siktir etsene."

 

Dudaklarını benimkilere bastırdı. O anda alt kattan gelen kapı zili kulağıma ilişince küfürlü konuşma sırası bana gelmişti. Aceleyle aşağı inip kapıyı açtım.

 

"Güzelim." Dedi rengin boynuma atlarken. "Geç kaldım biraz. Çok işim vardı aşırı yoruldum valla. Alsana şunları."

 

Elindeki poşeti bana verirken gözleri omzum üzerindeki bir yere kaydı. Daha sonra saçlarıma baktı. Yüzündeki neşe yerini sahtesine bırakırken alt dudağı ufacık bir titremeyle hareketlendi. Yavaşça arkama döndüm.

 

"O kadar yorgunum ki karın kaslarım bile ağrıyor."

 

Batu ağır adımlarla merdivenlerden inerken bize bakıyordu.

 

"Halbuki koşu daha çok bacak çalıştırır, Batu." Dedi rengin düz bir sesle.

 

Batu anlık bir duraksama yaşadıktan sonra umursamaz bir tavırla kendini kanepenin üstünde bıraktı. Tekrar Rengine döndüm.

 

"Geçsene içeri, kaldık burada öyle."

 

Hiçbir şey demeden omzumun yanından hızlıca geçip Batu'nun karşısındaki kanepeye oturdu. Elimdekileri mutfağa götürürken Rengin bıçaktan keskin ama bir o kadar da kayıtsız bakışlarını Batu'ya yöneltmişti. Elimdekileri tezgaha koyduktan sonra birkaç saniye öylece olduğum yerde kaldım. Batu'nun hazırladığını fark ettiğim kahve demliğine elimi değdirdim, soğumak üzere olduğu aşikardı. Tekrar ısıtıp kupalara koydum.

 

"Biriniz bana yardım etsin. Üç kupayı beraber taşıyamam."

 

Batu açık kapının ardından içeri girdi.

 

"Beni gebertecek gibi bakıyor." Diye fısıldadı kulağıma.

 

"Yapacak bir şeyim yok Batu. Çok bunaldım." Diye mırıldandım aynı tonda. "Daha fazla bir şey anlamadan sen ikinizin kupasını al ve git. Ben ortaya bir tabak hazırlayacağım."

 

"Tamam."

 

Bıkkın bir nefes verdikten sonra Rengin'in getirdiği eklerleri teker teker büyük bir tabağa yerleştirdim. Kendi kupamı da alıp içeri geçtim. Rengin gözlerini benden ayırmadan yaptığım her hareketi büyük bir ciddiyetle izliyordu. Yanına oturduğumda da bakışlarını benden çekmedi.

 

"Saçlarının uçları ıslak görünüyor. Hasta olabilirsin."

 

Çenesiyle Batu'yu işaret ettikten sonra mekanik bir hareketle gözlerini ona çevirdi.

 

"Sen de."

 

O an tüm vücudumdaki kanlar yüzüme toplandı. Sanki yanlış bir şey yapmışım gibi. Ellerimin içi soğuk terlerle dolarken tişörtümün kollarını ellerime kadar çektim. Batu benim gibi değildi. Burnundan bıkkın bir nefes verdikten sonra gözleri beni buldu.

 

"Ne sikim ima etmeye çalışıyorsun Rengin?"

 

"Açıkça görünen bir şey hakkında yorum yapıyorun sadece." Dedi gözü seğirirken.

 

Çalan telefon ortamın gerginliğini yarıya böldü. Rengin çantasından çıkardığı telefona kısa bir bakış attıktan sonra kulağına götürdü.

 

"Evet baba? Tamam."

 

Memnuniyetsizce gözlerini devirdikten sonra çantasının yanındaki montuna yöneldi.

 

"Gidiyor musun?" Dedim sakin bir tavırla.

 

Olumlu anlamda başını salladıktan sonra kalkıp kapıya yöneldi, arkasından onu takip ettik.

 

"Bir problem yok değil mi?"

 

"Hayır yok, her zamanki babam işte. Önemli bir yemek yememiz gerekiyormuş baş başa."

 

Kollarını bana uzattı, arasına girip ben de kollarımı ona sardım.

 

"Geceye doğru uğrayabilirsem uğrarım tekrar tamam mı? Hadi öptüm ikinizi de."

 

***

 

Kilit sesi kulaklarımda yankılanırken gözlerimi açtım. Suyun akışını kestikten sonra bir zaman etrafa bakındım.

 

"Adal."

 

Yakınımdan gelen ses kücük bir çığlık atmama neden oldu.

 

"Benim, Kahra."

 

Ellerimle çıplak bedenimi kapatma gereği duydum. Halbuki ortalıkta kimse yoktu.

 

"Dakikalarca ses vermeyince içeri girmek zorunda kaldım."

 

"İyiyim." Dedim ayağa kalkarken. Buzlu camın arkasından silüetini görebiliyordum. Uzun boyuyla kendini belli ediyordu.

 

"Çıkacağım şimdi."

 

"Tamam."

 

Kilit sesini duyar duymaz yavaşça kabinden çıktım. Havlumu bedenime sarıp hızlı bir kurulanmadan sonra nefes alınmayacak dereceye gelmiş banyodan ayrıldım. Odamın kapısını açtığımda kahra arkası dönük bir şekilde pencerenin önünde dışarıyı seyrediyordu. Sesimi duyunca bana döndü.

 

"İyi misin?"

 

"Evet. Dalmışım, ne kadar süre geçtiğini fark etmedim."

 

Islak saçlarımdan bir tutamını parmaklarının arasında döndürüp kulağımın arkasına sıkıştırdı.

 

"Saçlarını kurulamalısın."

 

Başımla onu onayladım. Gözlerim yerde duran çantama kaydı. O da omzunun üzerinden birkaç metre uzağında duran çantama baktı. Daha sonra çıkışa yöneldi.

 

"Odamdayım."

 

Çıkarken ardından kapıyı kapattı. Anında yerdeki çantamı elime aldım. Elimi içinde biraz gezdirdikten sonra karnıma bir ağrı yerleşti. Orda değildi. Günlük orda değildi. Karnımın içinde dolaşan sancı sıklaştı. Gözlerimi kapatıp birkaç kez daha çantanın içini taradıktan sonra orda olmadığını kesin bir şekilde anladım. Telefonu elime alıp Batu'yu aradım. Anında açtı.

 

"Sarışın? Daha iki saat bile olmadı."

 

"Zırvalamayı kes Batu. Dün gece beni kendinle oyalarken çantamdan onu aşırmışsın." Dedim sert bir sesle.

 

"Ben bir şey aşırmadım Adal. Seni öperken yerdeki çantadan ne aşırabilirim ki?"

 

"Günlük yok." Kısık sesle söylediğim bu cümle karnıma tekrar tekrar birini vuruyormuş hissini aniden ayağa kaldırdı.

 

"Sakin ol, ben evdeyim. Belki buralardadır."

 

"Bul şunu lütfen." Dedim yalvarır bir sesle.

 

"Bekle bakacağım şimdi."

 

Arkadan Rengin'in sorgu dolu cümleleri sessizliği bozdu.

 

"Defter arıyorum Rengin sus." Diye bağırdı.

 

Birkaç dakika daha bekledim. Karşıdan gelen hışırtıyla karışık küfür sesleri sinirlerimi bozmaya başlayınca telefonu tekrar elime aldım.

 

"Bul şu günlüğü. Daha sonra beni ara. Tamam mı?"

 

"Burada olduğundan neden bu kadar eminsin?" Dedi Batu sert bir tonda.

 

"Orada olmasını umuyorum çünkü. Aksi düşünce hoş olmayan bir kapıya açılıyor."

 

"Bulursam dönerim." Dedi telefonu kapatmadan önce.

 

Telefonu cebime koyduktan sonra kapıyı açıp koridora çıktım. Ağır adımlarla bana doğru yaklaşan Dicle'yi adımı seslendiğinde fark edebilmiştim.

 

"Günaydın Dicle."

 

"Günaydın Adal. Kahra Bey odasında mı?" Dedi sakin bir sesle.

 

"Evet, ben de onun yanına gidiyordum." Kapıyı tıklattıktan sonra tekrar ona döndüm, "bir problem mi var?"

 

"Hayır, arkadaşı gelmiş. Onu haber vermeye geldim."

 

İlgiyle kaşlarımı kaldırdığım an içeriden gelmemi söyleyen ses kulaklarıma ilişti. Kapıyı açar açmaz Kahra'nın, geceden karanlık bakışı bizi karşıladı.

 

"Kim geldi?" Dedi düz bir sesle. Kaşlarını çatmıştı.

 

"Evran Bey."

 

İsmi duyar duymaz yüzü kasılan Kahra, hiçbir şey demeden hışımla merdivenlere yöneldi. Dicle ile yaşadığımız kısa bakışma ardından biz de onun peşinden aşağı indik. İndiğimizde Kahra çoktan avluya çıkmıştı. Salona geçip perdenin kıyısından neler olup bittiğini kontrol etmek adına dışarıyı gözlemlemeye çalıştım. Hafiften gelen boğuk seslerini duyabilsem de açı onları görmeme uygun olmadığı için iki kanatlı büyük pencerenin öteki ucuna geçtim.

 

Kahra'nın sırtı bana dönüktü ama karşısında onunla hararetli sohbete dalan adamı görebiliyordum. Koyu renkli mavi gözleri büyük bir ciddiyetle Kahra'nın üzerindeydi. Aynı koyuluktaki ensesinde biten siyah saçlarını hiçbir ayrım çizgisi olmadan arkaya taramıştı. Yere kadar uzanan siyah paltosunun içindeki siyah gömleği ağır hareketlerini görkemli hale getiriyordu. Bembeyaz teni ve bu görüntüsüyle bana vampir olduğunu söylese inanabilirdim.

 

Hiç beklemediğim bir şekilde bu tarafa baktığı an gözleri beni buldu. Cümlelerine devam ederken göz temasını asla kesmemişti. İçimde garip bir his uyandıran bu bakışmanın daha fazla devam etmesini istemedim. Perdeyi kapatır kapatmaz duvar tarafına geçip olduğum yerde yaslandım. Merakım içimde sinsi bir yılan gibi yavaş yavaş ilerleyip beni daha fazlasını öğrenmeye itiyordu.

 

Kimdi bu adam? Kahra'yı nereden tanıyordu ve evini nereden biliyordu? Hiçbir şey duyamadığım gibi şimdi göremiyordum da.

 

O adamla tanışmalıydım. Hızlı adımlarla kapıya doğru ilerledim. Açar açmaz bedenime çarpan soğuğun etkisiyle sırtımdan belime kadar uzanan ve omuzlarımı titreten ürperti dalgası bana evin içine geri dönmemi söylese de arkamdan kapıyı çekip onlara yöneldim. İkisi birden bana dönünce saliselik bir duraksama yaşasam da yaklaşmaya devam ettim. Yanlarına geldiğimde adamın siması çok tanıdık geldi ama nerde gördüğümü asla hatırlayamadım.

 

"Hayal gördüğümü sanmıştım, ama değilmiş," dedi tüm odağıyla beni inceleyen adam.

 

Gözlerim istemsizce Kahra'ya döndü. Gerginlikle dişlerini sıkıp gevşetiyordu. İkimize de bakmayı reddetmiş gibiydi.

 

"Adal ne işin var burada?" Bir anda bana döndürdüğü gözleri adeta kanıma işleyen bir zehir gibiydi. Burnundan derin bir nefes verdi.

 

"Adal demek," dedi heyecanla

 

Cümle kurmama izin vermeden ortaya atılmasıyla beraber ona döndüm.

 

"Merhaba," dedim sahte bir gülümsemenin ardından. Kahra garip bir şekilde elini belime koyup beni kendine doğru çekti.

 

"Demek yeni avın bu genç kadın Kahra ha," dedi yavaşça elimi kavrarken.

 

Kaşlarım istemsiz bir şekilde çatıldı. Nazikçe tuttuğu elimi dudaklarına götürüp kısa bir öpücük kondururken mavileri benimkilerin üzerindeydi. Film sahnesini aratmayacak olan bu an gerçekten çok garip hissettiriyordu.

 

"Av da ne demek?" Ciddiyetle bakışmamızı sürdürüyorduk. "Sadece yakın bir arkadaşıyım."

 

"Ah, kabalığımın kusuruna bakmayın," dedi sahte bir nezaketle. Diksiyonu mükemmel denebilecek kadar güzeldi.

 

"Siz?"

 

"Evran."

 

"Memnun oldum."

 

Elimi uzattım. Az önceki nazik tutuşunu yapıp elimi sıktı.

 

"O memnuniyet bana ait," dedi hafif tebessümüyle beraber. "Benim artık gitmem gerekiyor. Umarım daha sık karşılaşırız, Adal."

 

İsmime vurgu yapmıştı. Cümlesinin ardından Kahra'ya döndü. Ruhumun derinliklerini okumak istercesine attığı bakışlarını, buraya geldiğimden beri ilk kez benden çekmişti. Tekrardan rahat nefes alabildiğimi hissettim. Kahra ile birbirlerini öldürmek isteyen düşmanları andıran kısa bakışmalarının ardından Evran, arkasını dönüp arabasına bindi ve hızlı bir manevra yapıp görüş alanımızdan çıktı.

 

Kahra'nın belimdeki elini hala hissedebiliyordum. Ona döndum.

 

"Pek arkadaş gibi değildiniz."

 

"Üşüyeceksin," dedi lafı dağıtmak ister gibi. Daha sonra kaşlarını çatıp girişte duran güvenliklere odaklandı. Bir anda adımlarını o yönde atmaya başlayınca arkasından ben de ona katıldım.

 

"Ben sizi kaç defa uyaracağım? Kaç kez daha buraya ben izin vermediğim sürece kimse girmeyecek ve çıkmayacak diyeceğim?" Diye bağırdı.

 

Neye uğradığını şaşıran adamlar birbirlerine baktılar.

 

"Ben buradayım." Dedi az öncekine göre daha kısık ve tok bir ses tonuyla.

 

"Ama biz..."

 

"Ama siz ne?"

 

"Kahra..."

 

Bana dönüp susmam gerektiğini hissettiren bir bakış attıktan sonra tekrar onlara döndü.

 

"Bu siktiğimin giriş çıkışlarını da ben kontrol edeceksem siz ne haltıma yarıyorsunuz ha?"

 

İki adam bir şey demeden öylece duruyorlardı. Onun ilk defa küfürlü konuştuğunu duymuştum. Sessizce olanları izlemeye devam ettim.

 

"Şimdi gidin, şirketten çıkışınızı isteyin. Ve ordaki adama da iki tane güvenlik yollamasını iletin," dedi içimi titreten sert bir tonda. Dudaklarımı birbirine bastırıp başka bir tarafa döndüm.

 

Kahra sırtıma koyduğu eliyle yürümem için beni teşvik etti.

 

"Sence biraz sert çıkışmadın mı?"

 

Direkt ileriye doğru bakıyordu.

 

"Sen düşünme bunları. Üşüteceksin o olacak."

 

Kapıdan içeri girdiğimiz an inanılmaz bir rahatlamayla omuzlarımı birbirine çektim. Kahra bana ufak bir bakış atıp her zaman olduğu gibi sessizce üst kata yöneldi. Ben mutfağa girip kendime sallama bitki çayı yaptım. Dicle elindeki bezle birlikte hızla içeri girdi. Beni görür görmez içten gülümsemesini sergiledi. Elindekileri tezgaha koyup karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu.

 

"Bugün hiçbir şey yapmadım ama o kadar yorgun hissediyorum ki..."

 

Tebessüm ettim, "aynısı."

 

Omuzlarını silkti. "Havalardan sanırım. Kışı gerçekten sevmiyorum."

 

"Kış ayında doğduğum için ben sevmek zorundaymışım gibi hissettiriyor."

 

İlgiyle kaşlarını kaldırıp öne doğru eğildi, "ne zaman doğdun ki?"

 

"Yirmi iki Şubat."

 

"Neredeyse en soğuğu... kendimce şanslı hissediyorum çünkü on sekiz haziranda doğmuşum."

 

Gülümseyip çayımdan bir yudum aldım.

 

"Kahra Bey ile nasıl gidiyor? Bilirsin ya işte... o da kıştan farksız."

 

Dudaklarımı gülmemek adına birbirine bastırdım. Baktığı yerden gözlerini çeken Dicle'de ellerini dudaklarının üzerine bastırdı.

 

"Lütfen, aramızda kalabilir mi?" Kocaman açtığı siyah gözlerini kırpıştırdı.

 

"Kahra'nın soğuk olduğunu bilmeyen yok ki. Ama merak etme, tabii ki aramızda kalacak."

 

Ayağa kalkıp bir kupa çay da Dicle için yaptım. Kupayı önüne koyduğumda anlık şaşkınlığı sebepli kalakalsa da hemen gülümseyerek teşekkür etti.

 

"Ee nasıl gidiyor?"

 

"Bilmem. Gidiyor işte. İşimi seviyorum, Kahra Bey'i seviyorum. O gerçekten çok iyi biri," dedi yüzünde içten bir gülümsemeyle.

 

"Kahra aslında soğuk değil. Duygularını çok dışa vurmak istemeyen biri. Bu da içten içe zamanla insanı boğan bir şey."

 

"Farkındayım. Aslında öyle olmaya zorlandı. Kendi iradesi ile böyle olduğunu düşünmüyorum."

 

Kaşlarımı çattım, "nasıl yani, sen nereden biliyorsun?"

 

"Annem, yıllar önce benim buradaki yaptığım işi yapıyordu. Ben de burada doğup büyüdüm. Ne kadar Kahra ve Arastan küçük olsam da neler olup bittiğini görebiliyordum."

 

Elimdeki kupayla oynarken büyük bir ilgiyle anlattıklarını dinlemeye devam ettim.

 

"Kahra'nın babası gerçekten zor biriydi. Annesi..." dudağının içini ısırdı. "Bunu demem ne kadar doğru bilmiyorum ama, annesi tam anlamıyla bir alkolikti."

 

Duyduklarım, Kahra'nın dün gece ağzında gevelediği kelimeleri adeta anlamlı bir hale getiriyordu.

 

"Tabii sen bunları biliyorsundur zaten," dedi beklenti dolu bakışlarla. "Buraya geleli bir aydan fazla oldu sanki. Değil mi?"

 

Bozuntuya vermemek ardına boğazımı temizleyip başımla onu onayladım. O da aynı şekilde başını sallayıp gülümsedi.

 

"Arkalarından böyle konuşmak ne olursa olsun beni gerçekten rahatsız ediyor. Anlarsın ya hani..."

 

"Evet, tabii."

 

"İkisine karşı borçlu hissediyorum hala. O yüzden buradayım zaten. Kahra Bey okumamı istemesine rağmen kendimi bu işi yaparken daha iyi hissediyorum."

 

"Bir dakika, sen kaç yaşındasın ki?"

 

"Ben on dokuz yaşındayım."

 

"Dicle... yanlış anlama ama senin burada olmaman gerekiyor şu an. Yaşıtlarınla beraber güzel bir üniversitede hayatını yaşaman daha sağlıklı olabilir."

 

"Farkındayım. Zaten Kahra Bey'i ikna edemedim, o yüzden şu anda sınava hazırlanıyorum. Arada ortadan kaybolma sebebim de bu."

 

"Yani gideceksin?"

 

"Evet. Dedim ya ikna edemedim. Okumamı istiyor."

 

Birkaç dakika boyunca sessizce oturup çaylarımızı yudumladık. Aklımın arka planında dönen düşüncelerle beraber Kahra ile hala bir adım bile ileri gidemediğimizi fark ettim. Dicle olmasa büyük ihtimal dün gece ağzında gevelediği yarım yamalak cümle parçalarının anlamlarını araştırıyor olacaktım. Dicle'yle göz göze geldiğimizde tebessüm etti.

 

"Bak sana bir şey teklif edeceğim."

 

"Nedir?"

 

"Sen dersini çalışmaya devam et. Odandan sadece ufak tefek şeyler için çık. Kahra ile alakalı şeylerle ya da kıyafet katlamadır temizliktir ben yapayım. Olur mu?"

 

Anında başını iki yana sallayıp eliyle de anlatımını destekleyici hareketler yaptı.

 

"Hayır ben böyle bir şeyi kabul edemem. Hem zaten Kahra Bey odasına sadece benim girmeme izin veriyor. Yıllardır tanıdığımız Selda ablanın bile her yere girme izni yok. O arada bir uğrayıp öyle evin tüm temizliğini yapıp gidiyor. Bende sadece mutfak işi ve onun odası falan var."

 

"O zaman mutfak işi ikimizde." Tam bir şey diyecek gibi olunca elimi kaldırıp onu susturdum. "İtiraz yok. Sabahtan akşama kadar yatmaktan çok sıkıldım. Beraberiz artık."

 

Mahçup bir şekilde gülümseyip gözlerini önündeki kupasına dikti.

 

"Teşekkür ederim Adal."

 

"Teşekkürlük bir şey yok. Ben Kahraya bakayım şimdi. Görüşürüz akşam tamam mı?"

 

Göz kırptıktan sonra mutfaktan çıkıp Kahra'nın odasına geçtim. Kapıyı tıklattıktan sonra aralayıp içeri baktım. Kahra, komodinin önünde bağdaş kurmuş bir şekilde oturuyordu. Girmemi dikkate almayınca yanına yaklaşıp ne yaptığına bakmak istedim. Komodinin alt çekmecesi ağzına kadar açıktı, içi kişisel eşyalar ile doluydu. Her birinin anısı olduğu net bir şekilde anlaşılıyordu. Kahra bacaklarının üzerine koyduğu orta büyüklükteki dikdörtgen şeklindeki kutuyu açıp içerisinden bir fotoğraf kamerası çıkardı.

 

"Ne yapıyorsun?" Dedim yanına otururken.

 

"Burayı düzenlemek istedim."

 

Kutunun içi polaroid fotoğraflarla doluydu.

 

"Fotoğraf çekmeyi bayağı seviyorsun galiba."

 

"Aynen öyle."

 

"Bakabilir miyim?"

 

"Elbette."

 

Kutuyu önünden alıp içindekilere bakmaya başladım. Bir sürü manzara ve eşya fotoğrafı vardı. Altlara doğru karıştırdığımda fotoğrafların içerik çeşitliliği artmaya başladı. Tam o sırada elime bir kadın fotoğrafı geldi. Kızıl saçlı kadın baygın gözlerle gülümsüyordu, bembeyaz teni, aralık bıraktığı dudaklarındaki kırmızı rujun daha da ön plana çıkmasını sağlamıştı. Herkesin ilgi duyacağı tipten çok çekici ve güzel bir kadındı. İlgiyle kutunun içini karıştırmaya devam ettim. Kadının birkaç tane fotoğrafına daha rastladım. Hatta Aras ve Kahra ile yan yana olduğu fotoğraflar da vardı. Epey yakın oldukları biri olmalıydı. Merakımı ciddi anlamda uyandırmıştı.

 

"Bu kim?" Diye sordum fotoğrafı ona uzatırken.

 

Gülümsedi, "Esin," dedi fotoğrafa uzun uzun bakarken.

 

"Neyin ya da neyiniz oluyor."

 

"Arkadaşımız."

 

Bir arkadaştan daha fazlası olduğunu kesindi. Kahra önüne döndüğünde kadının olduğu tüm fotoğrafları bir araya toplayıp altlarındaki tarihlere baktım. En yakın tarih sekiz ay öncesine aitti. Ya artık görüşmüyorlardı ya da fotoğraf çektirmemişlerdi. İkinci ihtimalin geçerli olmasını umut ettim, eğer öyleyse bu kadınla bir şekilde tanışabilir ve Kahra'nın hayatının biraz daha derinlerine dalabilirdim.

 

Gözlerim bu evin içinde olduğunu tahmin ettiğim bir fotoğrafa takıldı, kaşlarımı çatıp fotoğrafı inceledim. İki tane kadehin fotoğrafıydı. Kadehlerden birini uzun tırnaklı biri tutuyordu. Tutan kişinin Esin olduğunu varsayıp ikisinin bir zamanlar sevgili olduğunu ve şu an ayrı olabileceklerini düşündüm. Ben tüm bunları düşünürken sol tarafımdan bir flaş patladı. Refleks olarak gözlerimi kapatıp yüzümü buruşturdum. Döndüğümde Kahra yüzünde ufak bir gülümsemeyle elindeki fotoğraf kağıdını sallıyordu.

 

"Çok masum bakıyordun."

 

Elindeki fotoğraf netleşince bana uzattı. Yüzümdeki garip ifade ve karmaşık saçlarımla fena halde komik duruyordum."

 

"Komik görünüyorum, masum değil."

 

"Güzel görünüyorsun."

 

Fotoğrafı elimden alıp bugünün tarihini attı. Daha sonra onu da kutuya koydu. Yaptığı bu hareket beni ciddi anlamda afallatmıştı.

 

"Bana vermeyecek misin?"

 

"Hayır, bunlar benim anılarım," dedi gözleri benimkileri delip geçerken.

 

Kısa bakışmamız sonunda fotoğrafları tekrar yerine koyup ona uzattım. Kutuyu kapatıp çekmecenin içine yerleştirdi. Fotoğraf makinesini koymayı unutmuştu.

 

"Onu dışarıda unuttun galiba."

 

"Fotoğraf çekmeyi özledim. Onu alacağım," dedi gözleri makinenin üzerindeyken.

 

Kaşlarım şaşkınlıkla yukarı kalktı. "Kaç aydır kullanmamıştın?"

 

"Bilmem yedi ayı geçti galiba," dedi makineyi incelerken.

 

"Yani biriktirmek istediğin anılar var, öyle mi?"

 

Gülümsedi, "sayılır."

 

***

 

Sosu tattığım an gözlerim kaydı.

 

"Bunu ben yapmış olamam ya."

 

Dicle cümlemle beraber kahkaha attı.

 

"Kahra Bey bayılacak."

 

"Sahi o nerede ya?" Diye sordum elimdeki kaşığı ağzımda dolandırırken.

 

"Bilmem odasındadır."

 

Sosu makarnanın üzerine dökerken bugünkü fotoğraflar aklıma geldi. Eğer o kadın, yani Esin, bu eve girdiyse eğer Dicle'nin bundan eminim haberi vardı. Ağzını yoklama isteğiyle yanıp tutuşurken gözlerim ona kaydı.

 

"Dicle ya, Kahra bu eve çok fazla kişi davet etmez demiştin ya hani."

 

"Evet."

 

"Bu zamana kadar kaç kişi davet etti mesela?" Yalandan makarnayla ilgileniyormuş gibi davranıyordum.

 

"Yani bilemem ki ben. Çok fazla arkadaşı yok zaten. Çoğu kişiyle şirkette görüşüyordu, iş yemeği olunca dışarıda yiyorlardı."

 

"Yani çok az kişi girmiş bu eve o zaman."

 

"Evet, Esin Hanım Evran Bey falan girmiştir. Birkaç kişi daha anımsıyorum ama isimleri aklıma gelmiyor."

 

Esin'in ismini duyunca ilgiyle ona döndüm.

 

"Esin Kahra ile bayağı yakınmış duyduğuma göre."

 

Alttan alttan gülümsedi, "beraberlerdi galiba. Ama bilmiyorum tam, yanlış anlaşılmasın yani."

 

"Yok canım," dedim makarnaya bakarken.

 

"O yeterince karıştı bence."

 

"Pardon dalıp gitmişim. Yavaştan tabaklara koyalım şunları. Sonra da salataya bakarız."

 

Başıyla beni onayladıktan sonra makarnayı tabaklarken ben de yeşilliklerle ilgilenmeye başladım. Daha sonra Evran'ın Kahra'daki yeri takıldı aklıma. Nasıl bir ilişkileri vardı ve şu an neden böyleydi araları mesela. Düşüncelerimle boğuşurken tekrar Dicle'ye kaydı gözlerim.

 

"Evran'la ne zamandır tanışıyorlar?"

 

"Onu bilmiyorum. Onların ilişkileri epey karışık, her zaman öyleydi."

 

"İş arkadaşı ama değil mi?"

 

"Evet, Evran Bey biraz titiz biridir. Bunu nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama anlaşması güç biri. Kahra Beyden de katı olabilir hatta."

 

Tam o sırada kapının ardından gelen ayak sesleri ortamı susturdu. Kahra içeri girer girmez kaşlarını çattı, benim burada olmamı beklemiyor gibiydi.

 

"Sen neden buradasın?"

 

"Yemek yapıyorum."

 

Sessizliğini korurken bir bana bir Dicle'ye baktı. Dicle çekingen bir tavırla gözlerini kaçırıp önündeki işine odaklandı. Kahra sessizce başını sallayıp yanımızdan ayrıldı, düşünceli bir havası vardı. O gider gitmez sorguma devam ettim.

 

"Bu Evran ne işle ilgileniyor?"

 

"Ona hiç belli olmaz. Her şeyi yapıyor, en son bar işletiyordu."

 

Bar kelimesini duyunca gözümün önünde, Kahra'nın o kadınla beraber çekildiği birkaç fotoğraftaki arka planında yanan kırmızı loş ışık belirdi.

 

"İsmi neydi?"

 

Düşünceli bir ifadeyle dudaklarını büzdü, "hatırlayamadım."

 

Sessiz geçen akşam yemeğinden sonra herkes bir müddet odasına çekildi. O süre zarfında ben de etrafı aramaya devam ettim, ne yaptıysam günlüğü bulamadım. Er ya da geç yokluğunu fark edecekti. Artık umrumda olan tek şey içindekileri okumak değil, günlüğü bir an önce yerine yerleştirmekti. Saatin onu geçtiğini görünce boşa aranmayı bırakıp dağıttığım eşyaları toplamaya başladım. Kulağıma ilişen titreşim sesi gözlerimi yatağın üzerinde duran telefona çevirmeme sebep oldu.

 

"Lütfen güzel bir haber ver," dedim sessizce.

 

"Üzgünüm sarışın, evi talan etmemize rağmen hiçbir şey bulamadık. Ha o kaybettiğin tokayı buldum ama."

 

Gözlerimi devirdim.

 

"Yarın biraz daha bakarım olur mu?"

 

"Teşekkür ederim Batu."

 

"Teşekkürünü hafta sonu edebilirsin," dedi muzip bir tonda.

 

"O zaman bakarız ona. Öptüm seni, görüşürüz."

 

"Dur bir dakika," dedi bir anda.

 

"Ne oldu ya?"

 

"Neremden öpüyorsun?"

 

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Batu ciddi anlamda baştan çıkarma ustasıydı.

 

"Cevabı alamıyorum sarışın. Biraz hızlı olur musun? Çişim geldi."

 

"Şimdi gülmekten bayılırım şurda. Sus artık kapatıyorum."

 

Telefonu kapatıp yatağa fırlattım. Kendi kendime ufak kahkahalarla sessizce kıvranırken bir yandan da ortalığı toplamaya çalıştım.

İşim bitince Kahra'nın yanına gittim. Kapkaranlık odasında pencereden dışarıyı izlerken içeriyi girmemle beraber gözlerini bana çevirdi. Yanına yaklaşıp dışarıya baktım, ay ilk dördün şeklindeydi. Ocağın yirmilerini de aştığımızın kanıtı olan acı soğuk saçlarımın arasında dolaşıp omuzlarımın titremesine sebep oldu. Benim aksime Kahra soğuktan hiçbir şekilde etkilenmiyor gibiydi. Elini sırtımda hissedince ona döndüm.

 

"Üşümüşsün."

 

Pencereyi kapatıp yatağa oturdu. Ben de kendi yerime geçtim. Isınmak adına omuzlarıma attığım örtüye sıkıca sarındım.

 

"Onunla ısınamazsın."

 

"Zaman alır ama ısınırım."

 

"Yanıma gelmek ister misin?" Dedi yorganı kenara sıyırırken, "ısınmak için." Diye ekledi.

 

Yakınlaştığımızı bana bu derece hissettirmesi beni gerçekten mutlu ediyordu.

 

"Emin misin?"

 

Omzunu silkti, "kendin bilirsin."

 

Teklifi geri çevirmedim, yatağa oturup yorganı üzerime çektim. Birkaç dakika sessizce oturduktan sonra ona döndüm.

 

"Evran'la nasıl bir ilişkiniz var?"

 

"Neden sürekli Evran'ı sorup duruyorsun? Hoşlandın mı yoksa?" Dedi sert bir tavırla.

 

"Ne? Hayır."

 

"Neden olamaz mı? Yakışıklı biri, çekici. Yoksa sevgilin mi var?"

 

"Konu nasıl bana döndü şimdi?"

 

"Neden kaçamak cevaplar veriyorsun?"

 

Soru soru üstüne sormaya başlayınca artık Kahra'nın bir şeyler açıklamaktan kaçmaya çalıştığını fark edebiliyordum. Bu konuda inanılmaz bir başarıya sahipti.

 

"Peki Esin'le?" Diye sordum.

 

İç çekip doğruldu, göz göze geldik. Yüzünden kesinlikle memnuniyetsizlik akıyordu.

 

"Birlikte olup olmadığımızı mı soruyorsun?"

 

"Hayır, arkadaşlığınızı soruyorum."

 

"Arkadaş olduğumuzu nereden biliyorsun?"

 

Burnumdan bıkkınca bir nefes verip gözlerimi devirdim.

 

"Yeter Kahra. Gerçekten."

 

"Peki," dedi tekrar arkasına yaslanırken. "Arkadaşım. Görüşmeye ara verdik ama şimdi buluşsak normal konuşmaya devam ederiz."

 

"Nasıl biri?"

 

"Eğlenceli, umursamaz ama bir o kadar da anaç biri."

 

"Harikaymış."

 

"Tanışırsınız belki bir gün. Bir mekanda çalışıyor, yanına gideriz."

 

İçimden sevinç naraları atarken sessizce başımla onu onayladım.

 

"Senin arkadaşların peki?"

 

Beklemediğim bir anda gelen bu soruyla beraber ona döndüm. Yatar pozisyonda aşağıdan bana bakıyordu.

 

"İki tane yakın arkadaşım var."

 

"Aranız nasıl peki? Üçlü arkadaş grupları biraz karışık olur ya hani."

 

"Eh işte. Tartışsakta bir şekilde toparlanıyoruz."

 

Zaman geçtikçe birbirimizi tanımamıza izin vermeye başlaması olağan üstü hissettiriyordu. Kahra yeni insanlarla tanışmaya açık biri değildi. Onlara hayatı hakkında soru sormayı bir kenara bırak nasıl olduğunu sorması bile ciddi bir şeydi, en azından onu tanıdığım kadarıyla.

 

Dip dibe uyuduğumuzu gecenin ilerleyen saatlerinde anca farkedebilmiştim. Artık bu saatlerde otomatik olarak uyanmaya başlıyordum. Kahra'ya baktığımda yüzünde derin bir sert ifade vardı. Bir şeylerin ters gittiği belliydi ama susup oturmayı tercih ettim. Doğrulup elim çenemde onu incelemeye başladım. Birbirine dolanan dalgalı saçlarına dokunma isteği aklımın içerisinde dolanıp duruyordu. Gözlerimi ondan çekip başka bir yere baktım.

 

Karşımızdaki duvarda asılı olan dörde on var olduğunu gösteriyordu. Yanımda Yatan Kahra'nın kıpırdandığını hissedince tekrar ona döndüm. Huzursuzdu, terlemeye başlamıştı. Rüyasını tamamlamasına izin verip vermemek arasında gidip geldim. Onun canının yandığını görmek benim de canımı yakıyordu. Bu hisler ilk zamankinden daha zordu. Yavaşça elimi saçlarının arasına daldırdım. Ufak bir irkilme yaşasa da az önceye oranla daha rahat gözüküyordu.

 

"Kahra."

 

Sesimi duyar duymaz nefes alış verişleri değişti. Kasılmayı bırakır bırakmaz gözlerini araladı. Diğer uyanışlarına göre epey iyi gözüküyordu. Bakışları etrafı talan ettikten sonra bana saplandı.

 

"Buradasın."

 

"Başka nerede olabilirim ki," diye fısıldadım.

 

Doğrulup avucunu yanağıma koydu. Kaşlarımı çatıp neden bunu yaptığını anlamlandırmaya çalıştım. Normalde uyandığında beni aramaz, nefeslerini kontrol ederdi. Onu rahatlatmak adına elimi elinin üzerine koydum. Diğer eliyle beni kendine çekip sarıldı, bakışmaktan kaçtığı aşikardı. Yüzünü saçlarımın arasına gömüp birkaç saniye öyle kaldı.

 

"Kahra bana ne gördüğünü anlat."

 

Kısa bir iç çekişin ardından tekrar göz gözeydik.

 

"Hadi," dedim sessizce.

 

"Seni gördüm. Seni öldürdürdüğümü, gömdüğümü," dedi buz gibi bir sesle.

 

Cümlesi geceyle birleşip ruhumu sardı, nefeslerimi kısıtladı. Dilime dolanan yılan konuşmamı engelledi. Bakışlarımız birbirine işlemeye devam ederken zihnimdeki anlamsız cümleler ağzımı açıp sessizce kapatmama neden oldu. Sırtımdaki eli sıkılaşınca tepkisizliğimin daha saçma bir şeye yol açacağını düşünüp yüzünü avuçlarımın içine aldım.

 

"Bana diğer gecelerde de neler gördüğünü anlatacaksın. Şu an."

 

Bunu yüz yüze bakarken yapamayacağının farkındaydım. Tekrar sarılır pozisyona geçtiğimizde sorumu yeniden sordum;

 

"Neler görüyordun anlat hadi."

 

"Aynıları, sevdiklerimi iğrenç bir şekilde katledip gömmeye çalışıyordum. Bunu istemiyorum, istemedim. Onları birer birer kaybediyordum. Hepsi de benim yüzümden oluyor."

 

Buraya ilk geldiğimde onun önceki doktorlarının teşhis raporlarındaki yazılanları hatırladım. Basit uyku bozukluğu, basit düzey depresif bozukluk. Hayır, ondaki bu durum oradaki yazılanlardan daha derin daha ciddi bir şeydi. Sevdiklerini kaybetmemek için onları kaybetmeyi tercih ediyordu. Çünkü ailesinin, özellikle annesinin kaybınından kendisini sorumlu tutuyordu. Bu yüzden insanlara bağlanmayı ve onları da kendine bağlamayı reddedip tek başına hayatına devam etmeyi tercih ediyordu. Kaygı bozuklukları ve bunun nihayetinde gelişen ciddi uyku problemleri hayatını zindana çeviren şeylerden birkaçıydı. Kafasını dağıtması gerekiyordu, bunu da en kolay tek başına içmekle elde edebiliyordu. İçtiği günün gecesi uyuduğu kesintisiz uyku bunu kanıtlar nitelikteydi.

 

"Böyle bir şey asla olmayacak. Her biri aptal birer kabus biliyorsun değil mi? Hepsini düşünmeyi bırak, kendini bana bırak."

 

"Düşümeden nasıl edebilirim ki?"

 

"Yapabilirsin."

 

Onu, kendini hapsettiği bu yalnız cehennemden çekip çıkarmam gerektiğini daha ilk zamanlarda fark etmiştim. Güvene ihtiyacı vardı, sosyalleşmeye ve hayatını yaşamaya ihtiyacı vardı. Bu karanlık odalarda kendisini herkesten soyutlayıp tek başına savaştığı duygularından, kurgularından arınması gerekiyordu. Depresif halini aşabilirsek, kaygı bozuklukları da kendiliğinden yok olabilirdi.

 

Başımı omzundan kaldırıp yüzlerimizi karşı karşıya getirdim.

 

"İstersen her şeyi yapabilirsin."

 

Aramızdaki mesafeden nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Ona bu güveni hissettirmek istedim, onu kurtarabileceğimi hissetmesini istedim. Gözlerini kapatıp göğsüme yaslandı. Ellerim saçlarının arasında gezinirken gece ikimizi karanlık kutusuna koyup sakladı.

 

***

 

Sabah uyanır uyanmaz Kahra ile hiçbir şey konuşmadan kahvaltı yapmıştık. Kesinlikle agresif bir tavır sergilemedi ama rahatsız olduğu apaçık ortadaydı, haklıydı da. Öğleden sonra işi olduğunu söyleyerek dışarı çıktı. Ben de odamda oturup kitap okudum. Her şey bebek adımlarıyla ilerlerken bir anda dün geceki önemli gelişme sonrası ona karşı çok dikkatli davranmam gerekiyordu. Ürkütmeden bir tavşanı sevmekten farksızdı, başarabileceğim konusunda ufakta olsa kaygılarım vardı.

 

Akşam yemeğinden önce ondan çalmış olduğum günlük aklıma düşünce tekrar arayışa başladım. Kesinlikle hiçbir yerde yoktu, son çare olarak tekrar Batu'yu aradım.

 

"Sarışın?"

 

"Günlüğü bulamıyorum," dedim sessizce.

 

"Tamam, belki mutfağa falan bırakmışızdır ben oraya da bir bakayım," dedi sakinleştirici bir ses tonuyla.

 

Telefonu yatağın üzerine koyup tekrar çantamı elime aldım, bulma ümidiyle içindekileri son kez tamamen dışarı döktüm. Anahtarlarım, cüzdanım, hırkam ve makyaj malzemelerimden başka hiçbir şey yoktu. Tekrar her şeyi yerine yerleştirmeye başladığım an elime garip bir sertlik çarptı. Yoklasam da çanta boş gibiydi ama alt kısmındaki sertliği hissedebiliyordum. Çantayı tersine çevirip daha dikkatli baktığımda, yırtık astardan içeri kaynayan birkaç eşyamı ve günlüğü buldum.

 

"Buldum!"

 

Batu heyecanla telefonu eline alıp, "nasıl?" Dedi.

 

"Günlük astarın altına kaçmış, bilmiyorum çok saçma ama buldum sonunda."

 

"Gözün aydın güzelim."

 

"Şimdi bunu geri yerine koyması var birde. Asıl sen o zaman gör aydınlığı."

 

"Bir şey olmaz sen yaparsın," dedi gülerken.

 

"Tamam kapatıyorum ben."

 

"Görüşürüz küçük sarışın."

 

Yüzümde gülümsemeyle telefonu kapatırken elimdeki günlüğe baktım. Anahtarıyla beraber kapağını açtıktan sonra ilk sayfasındaki yazan şeyi okudum;

 

"Ölüler Diyarı Kralı'nın cehennemine hoşgeldiniz."

 

Kendine böyle hitap etmesi garibime gitmişti. Düşünceler içerisinde sayfayı değiştirmek üzereyken kapımın tıklatılmasıyla hızla günlüğü çantama sokuşturdum. Kahra, yüzünde sert bir ifadeyle kapının önünde duruyordu.

 

"Yemeğe gelmeyecek misin?"

 

"Geliyorum," dedim yanına yaklaşırken.

 

Merdivenlere doğru yürürken duraksadı.

 

"Ne oldu?"

 

"Odadaki camı kapatmayı unuttum sanırım. Sen in, ben onu kapatıp geleyim," dedi ve arkasını dönüp gitti.

 

Dediğini yapıp yemeğe indim. Birkaç dakika sonra ardımdan o da geldi. Merak duygusu yemek boyunca konuşmama izin vermemişti. Aklımda sadece günlüğü okumak vardı. Yemek bitimi ardından hemen odama yöneldim. Kahra nereye gittiğimi sorgulamamıştı, bu demek oluyordu ki onun da işi vardı. Haliyle rahatça günlüğü okuyabilecektim. Herkes odasına çekildikten sonra hızla çantamın içini açtım. Günlüğü bulamayınca anlık afallasam da astarın yırtık yerinden aşağı elimi sokup oraları yokladım.

 

"Nerede ya bu?"

 

Kapı kilidinin açılış sesiyle o beraber o yöne döndüm.

 

"Bunu mu arıyorsun?" Dedi Kahra elinde günlüğünü tutarken.

 

Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissetmeme sebep olan bu olay, aynı anda utanç ve korkuyla titrememe de sebep oldu. Onu bu sefer kesinlikle kaybetmiştim ve her şeyi batırmıştım.

 

"Konuşmayacak mısın?" Diye haykırdı yüzüme karşı.

 

"Kahra..."

 

"Ne var? Açıklaman nedir gerçekten çok merak ediyorum. Söyle hadi yalanlarını."

 

"Neden böyle bir şey yaptığımı iyi biliyorsun."

 

Sinirle elindeki günlüğü bir köşeye fırlatıp arkasını döndü.

 

"Ya, ya evet sana bir şey anlatmıyorum, evet. Sen de bu nedenle bla bla bla."

 

Omzundan tutup onu kendime çevirdim.

 

"Özür dilerim. Gerçekten, bir sayfasını bile okumadım. Zamanı geri alamam, alabilseydim asla yapmazdım."

 

"Çok minnettarım," dedi ayazdan soğuk bir ses tonuyla.

 

Sinirle ellerini saçlarının arasına geçirip sıktı. Öfkeyle inip kalkan göğsünü tekrar başka tarafa çevirdi.

 

"Senin bu yalanlarından ve saçmalamalarından o kadar çok sıkıldım ki... Anlatmaya kelime bulamıyorum biliyor musun?"

 

Tam anlamıyla burnundan soluyordu.

 

"Ben yokken eşyalarımı karıştırmakta ne demek Adal?"

 

"İsteyerek ve bilerek yaptığım bir şey değil, yaptığım şeyin saçmalığının da farkındayım ama hepsi senin için, senin iyiliğin için. Anla lütfen." Dedim titreyen sesimle.

 

Hışımla bana dönüp histerik bir kahkaha attı. nefretle bakan gözleri altında ezildiğimi hissettim.

 

"Bütün her şey senin için büyük bir şey, farkındayım. Bu bir bedel ise, sen bu bedeli ödemeye hazır olmalısın. İzin ver sana yardım edeyim. Zincirlerini kır ki sana ulaşabileyim."

 

Öfkeyle buruşturduğu yüzüyle dönüp, "Neden bana bu kadar değer veriyormuş gibi davranıyorsun, ha?" Dedi tükürür gibi.

 

"Çünkü veriyorum," diye fısıldadım

 

Tekrar az önceki kahkahasından attı.

 

"Değer verdiğin tek şey ne biliyor musun? Para. Bunun için buradasın. İyiliğimi düşündüğün falan yok senin. Sadece çok güzel bir oyuncusun, iyi yutturuyorsun."

 

Nefesim kesildi, gözümden aşağı süzülen damla yeri boyladı. Titreyen dudaklarımın arasından, "geri dönüşü olmayan laflar ediyorsun," dedim.

 

"Umrumda bile değilsin biliyor musun. Ağla, zırla hatta kendini şu pencereden aşağı at. En azından artık boş oyunculuklarını izlemek zorunda kalmam."

 

Kurduğu cümleler, birer birer vücuduma saplanan bıçak misali ruhumu acıyla kavururken tam gözlerinin içine baktım.

 

"Başardın, beni de kaybettin," dedim çantamı elime alırken.

 

Az önceki nefret dolu ifadesinin yerini afallamış bir ifade alırken kaşlarını çatıp başını iki yana salladı.

 

"Ne?"

 

Omzunun yanından geçip odadan dışarı çıktım. Hızlı adımlarla merdivenlerden aşağı indikten sonra kapıyı açıp, girmemek üzere sessizce evden uzaklaştım.

Loading...
0%