Yeni Üyelik
12.
Bölüm

❅ 9 ❅

@lilithstear

Hışımla evden çıkar çıkmaz arkama bakmadan hızla ilerlemeye başladım. Birinin adımı seslendiğimi duysam da oralı olmadım. Çıkış kapısının önüne geldiğimde yeni iki farklı kişi beni karşıladı.

 

"Kapıyı açar mısınız?"

 

"Kahra Beyden böyle bir emir almadık."

 

Sinirle gözlerimi devirdim. Arkamdan gelen adım sesleri netleşmeye başlayınca omzumun üzerinden oraya baktım. Aras yüzünde soru işaretleriyle bana bakıyordu.

 

"Nereye Adal?" Dedi nefes nefese.

 

"Gidiyorum buradan."

 

"Neden?"

 

Dudağımın içini ısırıp tekrar önümdeki adamlara döndüm.

 

"Kapıyı açacak mısınız?"

 

Aras kolumdan tutup beni kendine çevirdi. Göz göze geldiğimizde endişesi epey farkedilir bir haldeydi.

 

"Ne olduğunu anlatacak mısın yoksa burada böyle beklemeye devam mı edeceksin?"

 

"Anlatmayacağım, seni ilgilendiren bir durum değil çünkü."

 

"O zaman sabaha kadar burada böyle dikilirsin."

 

Gözlerindeki endişe öfkeye evrilirken kolumdaki eli biraz daha sıkılaştı.

 

"Arabayı getiriyorum burada bekle. Bana ne döndüğünü anlatacaksın," diye fısıldadı.

 

Dişlerimi sıkıp gevşettim. Kolumu elinden kurtardığım an gözlerimiz ayrıldı. Arkasını dönüp buradan uzaklaşmaya başladı. Geri geldiğinde az önce bana asla kapıyı açmayan adamlar inanılmaz bir hızla arabanın önünü açıp bir kenara çekildiler.

 

Şehrin içine yaklaşırken Aras'ın gözlerini üzerimde hissettim. Takındığım ketum tavrı bir kenara bırakıp ben de ona baktım.

 

"Sorun ne? Bir şey mi oldu ya da bir şey mi gördün?"

 

"Ceset mi saklıyorsunuz?"

 

"Ne?"

 

Gözlerini yoldan çekip tekrar bana döndürdü.

 

"Neden gerildin, evde ne görebilirim ki?"

 

"Öylesine bir varsayım sorusuydu, neyse."

 

Aras, arabayı ara bir sokağa park ettikten sonra inip karşıdaki pastaneye yöneldi. Kapıyı açıp eliyle içeri geçmemi işaret etti. Çeşit çeşit pasta ve kurabiye kokusunu içime çektikten sonra cam kıyısındaki üç masadan birine geçtim. Pastanenin içi çalışanlar harici boş sayılırdı. Aras karşıma kurulduktan sonra yavaşça arkasına yaslandı. Birkaç dakika sonra yanımıza gelen adama siparişi verdikten sonra tekrar baş başa kaldık. Ellerini birleştirip öne doğru eğildi, gözleri ciddiyetle üzerimde geziyordu.

 

"Ne olduğunu anlatacak mısın artık?"

 

Derin bir iç çekişin ardından kollarımı birbirine bağlayıp arkama yaslandım.

 

"Kahra bana sırf bana para verdiği için ona ilgi gösterdiğimi, aslında onu umursamadığımı söyledi," dedim pat diye.

 

Aras afallamış gibi başını iki yana sallayıp gözlerini kırpıştırdı.

 

"Cümleleri bir eskortmuşum gibi hissettiriyordu, kaldı ki söylerkenki ifadesi de bunları destekler biçimdeydi."

 

Ne söyleyeceğini bilmediğini gösteren durgunluğu ve şaşkınlıkla havaya kalkmış kaşlarıyla birlikte beni dinliyordu. Daha sonrasında burnundan güçlü bir nefes verip gözlerini cama çevirdi. Elinde tepsiyle gelen adam, masaya ikişer tane kahve fincanını ve frambuazlı cheesecakei bıraktıktan sonra sessizce uzaklaştı. Aras kahvesinden bir yudum alıp bana baktı.

 

"Peki böyle saçmalamasının sebebi neydi, nerden çıktı ki bu tartışma?"

 

"Günlüğünü almıştım, okumak için."

 

Yudumlamak üzere olduğu kahveyi püskürteceğini düşünsem de yapmadı. Elindekini yavaşça masaya bırakıp anlam veremediğim bir ifadeyle üzerimdeki bakışlarını sürdürdü.

 

"Okumadım, eğer merak ettiğin buysa."

 

Rahatlamayla beraber inip kalkan göğsünü fark etmemek imkansızdı.

 

"Neden böyle bir şey yaptığımın farkındasın değil mi?" Dedim sinirle. Camdan bölmenin arkasında duran kişiler bana döndüğünde sesimin fazla çıktığının farkına vardım.

 

"Sakin ol, biliyorum tamam."

 

Gözlerimi devirip pastamı çatallamaya başladım.

 

"Kahra zor biri, ben ona karşı kırgınlığımı bir kenara bıraksam bile böyle devam edemem ki. Onun yaptığı sadece beni kırmakla kalmadı, bu çok büyük bir saygısızlık. Eğer geri dönersem kendime olan saygımı ve gururumu çiğnerim."

 

Sessizce dediklerimi dinlemeye devam etti;

 

"O kendini kaybediyor, öfkesinden başka hiçbir şeyi yok. Ben, yapamam. Tam her şey yolunda diyorum ve o başka sorunlar doğurup aramıza koyuyor."

 

Elini elimin üzerinde hissedince ona baktım.

 

"Sakinleş, titriyorsun."

 

Ciğerlerime derin bir nefes doldurup geri verdim. Yutkunup gözlerimi sağ tarafımda duran camdan dışarı diktim. Hava hafiften rüzgarlıydı. Ağaçların savruluşunun arasından onu gördüğümü hissettim. Gözlerimi kısıp dikkatle baktığımda ağaç gölgesinden başka bir şey olmadığını fark ettim. Hızla önüme döndüm.

 

"Birini mi gördün?"

 

"Kahra'yı gördüğümü sandım. Daha ilk dakikadan sanrılarıma bakılırsa bu iş..." başımı iki yana sallayıp ona baktım.

 

"Yarın psikolog arkadaşlarımla konuşacağım. İki kişi var, güvenilir ve işlerinin ehli kişiler. İsterse onlarla devam edebilir."

 

Anlayışlı bakışlarının arasından başıyla beni onayladı.

 

"Adal, sana kal ya da git demek benim üstüme vazife bir durum değil. Ama seni uyarmam gerekiyor. Kahra'nın senin görmediğin ve onun asıl kişiliği olan bir tarafı var, henüz seni onunla tanıştırmadığına eminim," dedi epey sert bir tavırla.

 

Avuç içlerimin soğuyup terlemesine sebep olan bu cümlelerden sonra yutkunup onu dinlemeye devam ettim;

 

"Kahra istediğini elde edemezse eğer çirkefleşir, gaddar birine dönüşür. Kısacası seninle uğraşabileceğini söylemek istiyorum. Dikkatli ol."

 

"Ne gibi bir şey yapabilir?"

 

"Mesela seni yanına getirebilir," dedi kaşları yukarı kalkarken. Gözleri sözlerinin gerçekliğini belli eder bir keskinlikle üzerimdeydi.

 

"Ben istemediğim sürece bunu nasıl yapabilir ki?"

 

"Zorunda bırakabilir."

 

Sessizce üzerindeki tedirgin bakışlarımı sürdürdüm.

 

"Ya da seni boşverebilir, aranızda nasıl bir bağ oluştu bilmiyorum. Ama emin ol her şey ona göre şekillenir."

 

Kahra ile aramızda bir bağ oluştuysa bile bu bağın bu gece tamamen koptuğuna, beni bir daha görmek istemeyeceğine neredeyse emindim, Aras'ın onun hakkında söylediği şeylere kadar. Kafayı takarsa bu işin zorlaşacağı kesindi.

 

"Hadi kalkalım, seni evine bırakayım."

 

Başımla onu onayladıktan sonra oradan çıktık. Kısa süren yolculuk ardından sonunda evimdeydim.

 

"Görüşürüz, belki?"

 

"Görüşürüz illaki," dedim gülümseyerek.

 

Arabadan indikten sonra Aras gidene kadar bekledim. Eve yöneldiğimde tüm ışıkların kapalı olduğunu fark ettim. Halbuki saat daha erkendi, Batu'nun yatmasına imkan yoktu. Anahtarı çevirip kilidi açtıktan sonra eve girdim.

 

"Batu!"

 

Üst kattan aşağı hızla inen Batu, şaşkın gözlerle bana doğru bakakaldı.

 

"Ne işin var senin burda? Kahra'cığın erkenden yolladı mı yoksa?"

 

"Neden ışıklar kapalı ve sen neden üst kattasın? Ne döndürüyorsun sen?"

 

Hızla yanından geçip üst kata yöneldim. Basamakları çıktıktan sonra üç odanın üçünü de gezmeye başladım. Ardımdan gelen Batu, kolumu tutup beni kendine çevirdi.

 

"Seni aldattığımı mı düşündün yoksa?"

 

"Bilmiyorum, o kadar çapkın birisin ki ne yapabileceğini kestiremiyorum."

 

Beni arkamdaki duvara yaslayıp baygın bakışlarını birkaç saniye yüzümün her köşesinde gezdirdi.

 

"Beni kıskanıyorsun."

 

"Hayır, yok öyle bir şey. Sadece evimi pis işlerine alet etmeni istemiyorum."

 

Başını iki yana sallayıp yüzünü benimkine biraz daha yaklaştırdı, "hayır sadece beni kıskanıyorsun."

 

Dudaklarımın üstünde hissettiğim baskıyla beraber gözlerimi kapattım. Kollarımı boynuna dolayıp beni yönlendirmesine izin verdim. Yavaşca odamın açık kapısından içeri girdikten sonra yatağa doğru uzandım. Benim odamda yatmıştı, her yer onun kokusuyla doluydu. Batu, boynumdaki öpücük silsilesini başlattığında evde olmanın verdiği harika hissiyatla günün gerginliğini atmaya başladığımın farkına vardım. Yüzünü boynumdan çektiğinde göz göze geldik.

 

"Bana neler olduğunu anlatacak mısın," diye fısıldadı sakince.

 

Gülümsedim, "bıraktım işi," dedim aynı tonda.

 

Gözleri ilgiyle açıldı, elimden tutup doğrulmama yardım etti.

 

"Nasıl yani?"

 

"Bayağı, gidiyorum ben dedim ve geldim."

 

"Saçmalama Adal, ne oldu tam olarak anlat."

 

Gözlerimi devirdim, tekrar o yaşananlar aklımın içinde dönmeye başlayınca yüzümdeki tüm gülümseme silindi.

 

"Bana boktan imalarda bulundu, kavga ettik. Bu kadar gerçekten."

 

Kaşlarını çatıp sert bir ifadeye büründü, "bir dakika anlamadım, sana ne gibi bir imada bulundu ve ne hakla?"

 

"Hani günlüğünü almıştım ya, ondan işte. Aslında kızmakta haklıydı ama cümlelerinin gidişatı onu haklıyken haksız duruma düşürdü. Hoş, gerçekte benim hakkımda neler düşündüğünü öğrenmiş oldum."

 

"Ne düşünüyormuş?"

 

Mavi gözleri merakla üzerimde gezindi. Umursadığım tek şey şu an Batu'ydu.

 

"Küçük sarışın, gözlerin neden garip bir şehvetle yanıp sönüyor?"

 

"Cevabını öğrenmek ister misin," dedim kucağına otururken.

 

Sırıtırken üstümdekileri sıyırıp bir köşeye attı.

 

***

 

Yavaşça araladığım gözlerimi fazlasıyla kasvetli bir gün karşıladı. Komodinin üzerinde duran saatin gösterdiğine bakılırsa öğleni de aştığımız halde hava fazlasıyla gri ve loştu. Sağ tarafımda yüz üstü yatan Batu hala derin bir uykudaydı. Bal köpüğü rengindeki kısa saçları birbirine karışmış, kuş yuvasını andıran bir hale dönmüştü. Bir zaman uyandırıp uyandırmamak arasında kaldım ama uyandırmamayı tercih ettim. Yavaşça yanından kalkıp sessiz adımlarla banyoya yöneldim.

 

Aynaya baktığımda garip bir suçluluk duygusu belirdi. Alt dudağımı ısırıp ellerimi lavabonun köşesine dayadım. Rahatsız edici duygunun nereden kaynaklandığını çözemiyordum, bu daha da rahatsız ediciydi. Büyük ihtimalle Rengin'e duyduğum sevgi ve sadakatten kaynaklıydı. Aynadan gözlerimi ayırıp duşa yöneldim. Kısa bir rahatlama ardından sarındığım bornozumla beraber tekrar odaya geçtim.

 

Batu yavaşça gözlerini açıp hızla tekrar kıstı.

 

"Hava aydınlık değil Batu, abartma."

 

"Gözlerim kapalıyken daha karanlık bir yer yok Adal, onun üstü de fazla aydınlık," dedi yorganı kafasının üstüne çekerken. Elimdeki kıyafetlerle odadan ayrılırken beklenmedik anda kapı zili çaldı. Endişeyle birbirimize bakarken aklımızdaki ismin aynı olduğundan emindim.

 

"Gözlerini kapat, uyuyorsun," dedim Batu'ya

 

"Neden?"

 

"Dediğimi yap."

 

Elime aldığım battaniyeyle beraber aşağıya indim. Hızla kanepenin üzerine serdiğim battaniyeyi hafiften bozarak kapıya yöneldim. Rengin, kaşlarını çatıp yukarıdan aşağı beni süzdü.

 

"Adal? Senin ne işin var burda?"

 

"İçeri geç, hava çok soğuk. Anlatacağım."

 

İçeriye girer girmez dikkatlice ortamı inceledikten sonra garip bir ciddiyetle bana döndü,

 

"Batu nerde?"

 

"Şşş sessiz ol," dedim işaret parmağımı dudaklarıma götürürken, "yukarda, uyuyor."

 

Kısa bir iç çekişin ardından takındığı ciddiyeti bozdu.

 

"Ee sen burda ne yapıyorsun, bir şey mi oldu?"

 

İlgiyle kaşlarını havaya kaldırıp yapacağım açıklamayı beklemeye koyuldu.

 

"Ayrıldım işten."

 

Koca kahverengi gözlerini daha da belerterek kendini kanepeye bıraktı.

 

"Ne demek oluyor bu? Nasıl oldu yani anlamadım. Hani iyiydi, sadece biraz zor biriydi."

 

Yanına geçip kısaca tartıştığımızı ve bu yüzden işten ayrıldığımı anlattım. Cümlelerim bittiğinde Rengin'in yüzünde karmaşık bir duygu sisi vardı. Sanki bir şeyleri çözmeye çalışıyordu ama bunu nasıl yapacağını bilmiyor gibiydi.

 

"Üstümü giyinip geliyorum," dedim konuyu dağıtmak için.

 

Hafifçe salladığı başıyla beni onayladıktan sonra gözlerini önüne dikip düşünceli halini bozmadan oturmaya devam etti. Geri döndüğümde Rengin'i kapının önünde sessizce telefonda biriyle konuşurken buldum. ağzında bir şeyler geveleyip telefonu kapattı. Geldiğinde Batu'yu sorunca yukarı çıktık. Batu ona söylediğim gibi hala aynı halde duruyordu. Rengin neşeyle üstüne atılınca uyanık değilmişçesine yavaşça gözlerini aralayıp yüzünü buruşturdu, gülümsedi. Ben de olduğum yerde ikisinin tepişmesini izlerken kahkahalara boğuldum.

 

"Sen neden çıplaksın Batu? Üşümüyor musun böyle? Adal şuna bir şey de iyice aptallaştı ya!"

 

Batu'yla kısa bakışmamız fazlasıyla gergin ve anlamlıydı.

 

Batu, "üşümüyorum ben boşverin siz beni. O değil de ben çok acıktım," deyip konuyu dağıttı.

 

Ellerimi çırpıp merdivenlerin yolunu tuttum.

 

"Hadi, kahvaltı zamanı."

 

Ardımdan gelen ikiliyle beraber masayı kurduktan sonra oturup saçma sohbetler eşliğinde önümüzdekileri yemeye koyulduk.

 

"Babam, sizi yemeğe davet etti. Hem de yarın."

 

Renginin kurduğu bu cümleden sonra bütün gözler onun üstündeydi. Ağzına bir parça daha koyup omuzlarını silkti.

 

"Barıştınız mı?"

 

Olumsuz anlamda başını salladı, ağzındakileri yutup, "onu geçen sabah bir anda karşımda gördüm. Komik olan şu ki ayağıma kadar gelip 'öğleden sonra şirkete gel önemli bir şey diyeceğim' diyip çıktı." Dedi

 

Batu, başını geriye atıp bir kahkaha patlattı.

 

"Öğleden sonra dışarı ayak bastığım an adamlarını gördüm. Arabasını yollamış alınmam için. Gerçekten o kadar kıl biri ki inanılmaz."

 

"Ve sana gittiğinde akşam yemeği yemek istediğini mi söyledi," dedim muzip bir tavırla.

 

"Aynen öyle. Yarın akşam babama gideceğiz, beni yalnız bırakmayın. Ha bir de bugün kısa süreliğine yanına uğramamı istedi, aile yadigarı vazo mu ne varmış onu verecekmiş."

 

Ailelerimiz hakkında konuşurken aklımda yetimhaneden çıkıp evime döndüğüm ilk gün dolanmaya başladı;

 

8 yıl önce

 

Adımlarımı sürüyerek geldiğim evime baktım. Bana aitmiş gibi hissettirmiyordu. Yedi yıl önceki bembeyaz sıvası artık eskisi kadar parlak ve ihtişamlı gözükmüyordu. İçine girme düşüncesi hem heyecan verici hem de korkunçtu. Onlarsız bu evde yaşayamazdım, aldığım nefes sadece zehir soluyormuşum gibi hissettirebilirdi. Başka türlüsünü düşünemiyordum.

 

"Adal."

 

Saliselik bir irkilme ardından arkama döndüm. Devasa boyda simsiyah gözlerini bana dikmiş orta yaşlardaki bir adam öylece duruyordu. Yavaşça yanıma yaklaşıp omuzumu sıvazladı.

 

"Beni hatırlıyor musun?"

 

Simsiyah gözleri, hafızamdaki tozlanmış anıları birer birer film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmesine neden oldu. "Unutmamın imkanı var mı," diye yanıtlamak istesem de öylece kalakaldım. Tebessüm edip beni kendine doğru çekti. Başım sadece göğsünün ortasına kadar geliyordu, hala ondan fazlasıyla kısaydım.

 

"Erim," dedim bir anda. Kısa afallayışımın ardından "abi," kelimesini de ekledim.

 

"İlki daha iyiydi," dedi gülümseyişinin ardından.

 

Kirli sakallı çenesinde ellerini dolaştırırken meraklı bakışları bendeydi.

 

"Neden içeri geçmiyorsun?"

 

Omuzlarımı silktim, "geçemiyorum."

 

Yüzündeki gülümseme yavaşça yok olurken elini sırtıma koyup beni yürümem için teşvik etti.

 

"O zaman bize gidiyoruz."

 

Bir şey dememe izin vermeden beni çoktan birkaç metre ötedeki evlerine doğru götürmeye başladı. Eve girdiğimizde o garip ama bir o kadar da rahatlatıcı sıcaklığı iliklerime kadar hissettim. Oturmam için eliyle üçlü koltuğu işaret etti, ardından kendi de yanıma kuruldu. Uzun bir süre geçmişle ve bazı konularla alakalı konuştuktan sonra akşam yemeği hazırlamaya geçti. Ne kadar yardım etmeyi talep etsem de reddedip oturmam ve onu beklemem gerektiğini söyledi. Zamanın hangi ara bu kadar hızlı aktığını algılayamamıştım. Selda teyzelerin buradan taşınıp burayı Erim'e bırakması da fazlasıyla garibime gitmişti. Çünkü Selda teyze ölse arka bahçesine diktiği çiçeklerini ve "sarayım" dediği evini bırakmazdı.

 

"Hatırlıyor musun üç tekerli bisikletinin arka tekerlerinden biri bozulmuştu ve bana getirmiştin," dedi omzunun üstünden bakıp aynı anda tavasındaki şeyleri sağa sola savururken.

 

Başımla onu onaylayıp gülümsedim.

 

"Okuldan dönüyordun ve aşırı yorgundun."

 

"Tıp okumak zor iş."

 

"Biliyor musun ben de psikoloji kazandım," dedim bir anda.

 

Gözleri ilgiyle bana döndü.

 

"Demek öyle," dedi yemekleri tabaklarken.

 

Ne demem gerektiğini bilmediğim için dudaklarımı birbirine bastırıp başımı salladım.

 

"Mezun olduktan sonra ne yapmayı düşünüyorsun peki?"

 

"Bilmiyorum, çok çalışmam gerekecek tek emin olduğum konu bu."

 

"Senin akıllı kızsın başaramayacağın pek bir şey yok. Okulunu bitirdikten sonra yüksek lisans falan derken elbette layık olduğun yere geleceksin."

 

"Bu kadar emin konuşma, zor iş hepsi."

 

"Daha on sekiz yaşındasın ve ilk seneden üniversiteye gidiyorsun bence bu senin çalışkan ve zeki olduğunu gösterir," dedi baş parmağının ucunu dudaklarının arasına götürürken.

 

Her bir hareketini gözlerimi kırpmadan izledim. Güldüğünde elmacık kemiklerinin üstünde oluşan çukurlar yaş aldıkça daha çok belirginleşmeye başlamıştı. Gözlerimi üstünden alamıyordum. Her şey sanki yavaş çekimde işliyordu, sonsuza kadar izleyebilirdim.

 

"Bir şey mi oldu Adal?"

 

Sorusuyla beraber gözlerimi kırpıştırıp boğazımı temizledim, kendime geldim.

 

"Hayır hiçbir sorun yok. Ben ellerimi yıkayayım," dedim ayağa kalkarken.

 

"Nerede olduğunu biliyorsun."

 

"Evet..."

 

Akşam yemeğinden sonra gecenin ilerleyen saatlerinde evimin önüne geldik. Anahtarı sokup kapıyı açtığımda ağır rutubet kokusu nefes daraltıcı düzeydeydi. Erim'in yardımıyla bütün pencereleri açıp kanepelerden birine oturup öylece etrafa bakmaya başladık. Hiçbir şey diyecek gücüm yoktu, onun bir şeyler diyip bu boktan durumu bitirmesini bekledim. Sonuçta benden on beş yaş kadar büyük, olgun ve ne yapması gerektiğini bilen kişi oydu.

 

"Adal bence bu gece bende kal. Çünkü burası bayağı tozlu ve kötü kokuyor. Sabaha kadar camlar açık olursa koku da çıkar hem."

 

İşte, istediğim o hareket gelmişti. Gözlerinin içine bakarken kendimi güzel bir rüyanın içine hapsolmuş gibi hissediyordum. Ordan çıkmak istemiyor, güçlü kollarını bana sarsın istiyordum. Hiçbir şey demeden başımı sallayıp ona uydum. Valizlerimin içinden birkaç kıyafet alıp onun evine geri döndük. Bana odasını verdi. Üstümü giyip yatağın tam ortasına oturdum. Odasını inceledim, burnumu yastığına gömüp tüm kokuyu içime çektim. Özlediğim şeyin tam olarak ne olduğunu anlayamıyordum. Evet, Erim'e küçüklükten beri olan hislerim kaçınılmaz bir gerçekti. Ama farklı bir şey daha vardı. Belki güven hissi belki de geçmişe duyulan bir özlem...

 

Erim kapıyı tıklattığında yastığını hemen eski yerine koyup dümdüz bir surat ifadesine büründüm. İçeri girdiğinde kısa bir an yukarıdan aşağı beni süzdü.

 

"Yerleştiysen ben çıkayım, sen de güzel bir uyku çek."

 

Garip bir şekilde yalnız kalmak istemiyordum panikle, "kalsan da olur," deyiverdim,"yani, kalabilirsin. Sonuçta burası senin odan, o nedenle diyorum. Yanlış anlaşılmak istemem."

 

Düz ifadesini hiç bozmadan yatağa çıkıp dizlerinin üstünde durdu. Aşağıdan ona bakmak çok garipti. Konumumuz aşırı rahatsız edici gözükse de onu tanıyordum. Eliyle çenemi kavrayıp başımı daha da geri atmamı sağladı. Eğildiğinde artık yüzlerimiz eşit durumdaydı. Alnıma bir öpücük kondurup tekrardan uzaklaştı, bu beni fazlasıyla afallattı.

 

"İyi geceler Adal, yarın ve bundan sonra her şey daha iyi olacak. Senin için her şeyi kolaylaştıracağım, sadece dinlenmene bak."

 

Yarı açık ağzım ve aptal bakışlarımla odadan çıkışını izledim. Sabaha kadar düşündüğüm tek şey ise söylediği cümlelerin gerçekliği ve her şeyin onunla mı yoksa onsuz mu ilerleyeceğiydi.

 

Günümüz;

 

Ufak bir dürtülme sonucu zihnimi bulunduğum ana geri döndürdüm.

 

"Bu gece uyumadı mı ya?"

 

"Hiçbir fikrim yok, ben üst kattaydım."

 

Rengin dudaklarını büzüp omzunu silkti, "akşam partiliyoruz, tek odağım bu."

 

Kaşlarımı çattım, "ne?"

 

"O kadar işte, geri döndüğümde hazırlanmaya başlarız," dedi umursamaz bir tavırla

 

Batu kendi omzunu benimkine değdirip, "alttan al, babasının onunla iletişime geçişini kutluyor." Dedi.

 

Elindeki çatalı Batu'nun göğüs hizasına doğru fırlatan Rengin gözlerini devirdi.

 

"Tamam yeter bu kadar şuraları toplayalım."

 

***

 

Sabah kesinlikle reddetmeme ve evde kalma ısrarıma rağmen şu an odamda elbise seçiyorduk. Yatağın uç kısmına oturup Rengin'in dolabımı karıştırışını izlemeye koyuldum. Eline aldığı askılı kırmızı elbiseyi uzatıp gözümün önünde salladı.

 

"Bu iyi bunu giy."

 

"Farketmez."

 

Elbiseyi yerine asıp yanıma oturdu.

 

"İşten neden ayrıldın Adal."

 

Bir anda elbise seçmekten bu konuya geçince şaşkınlığımı gizleyemedim;

 

"Ne alaka şimdi?"

 

"Sabahtan beri yüzün düşük, bir şey demeyeyim dedim ama bu böyle olmaz. Anlattığın kadar basit değil demekki olay."

 

"Tartıştık, fazlasıyla kırıcı cümleler sarfetti ve ben de kapıyı çekip çıktım. Daha fazla bu konunun üstünde durmak istemiyorum, gerçekten."

 

"Evli çiftler gibi yani," dedi muzip bir tavırla.

 

Bıkkın bir tavırla kaşlarımı çattım, "şu an şakalarını çekemeyeceğim Rengin."

 

"Tamam ya gül diye yaptım. Neden bu kadar kızdın ki onu anlayamadım ben, ne dedi de hala gerginsin bu kadar?"

 

"Boş boş konuştu, bir önemi yok artık."

 

Başını sallayıp tekrar gardroba yöneldi.

 

"Sen kiminle konuşuyordun bu gün?"

 

Sorumla beraber gözlerini bana çevirdi, omzunu silkti, "Mert, bilirsin rahatsız etmeyi çok seviyor."

 

Ayağa kalkıp yanına yaklaştım. Eliyle pas geçtiği siyah payetli elbiseyi elime alıp, "bu tam ruh halime uygun." Dedim.

 

Gülümseyip o da kırmızıyı üstüne tuttu, "harika bir ikiliyiz. Herkesin dibi düşecek."

 

Elbiselerimizi giyip makyajımızı ve saçlarımızı da yaptıktan sonra son defa aynanın önüne kendimize baktık.

 

"Donacağımıza eminim."

 

"Montumuz var, saçmalama Adal."

 

Odadan çıkıp aşağıya indik. Batu her zamanki abartı tepkileriyle bizi karşıladı.

 

"Yapma şunu aşırı komik duruyorsun."

 

"Nasıl? Ben böyle yapınca havaya girmiyor musunuz?" Dedi.

 

"Hayır," dedik aynı anda.

 

Gözlerini devirip ikimizin arasına girdi, "mekana böyle gireceğiz."

 

"Sus Batuhan sus."

 

"Adım tam kullanıldığına göre ciddi."

 

Rengin gözlerini devirip çıkışa yöneldi, ben de arkasından ona katıldım. Belimde hissettiğim el gülümsememe neden olsa da hızla onu bastırdım.

 

"Nefes kesicisin."

 

Batu, kulağıma fısıldayışının ardından hızla aramıza mesafe koyup montunu giydi, yüzündeki sırıtışı hala duruyordu.

 

Arabaya binip yola çıktık. Yaklaşık yirmi dakika sonra Rengin'in "harika, burada gerçekten eğleneceğiz ve buradan başka bir yere gitmem" dediği yere vardık.

 

"Burası gece kulübü Rengin, fazlasıyla resmi bir gece kulübü."

 

"Tamam işte."

 

"Basit bir yere gideceğimizi düşünmüştüm."

 

"Hayır, ben artık burda takılıyorum," dedi ve arabadan indi.

 

İçeri geçtiğimizde yanarlı dönerli ışıklar, dumanlı basık hava ve eğlenirken kendinden geçen bir sürü insan şimdiden gerilmem için yeterliydi.

 

"Her zamanki gittiğimiz bara gitseydik ne olurdu sanki?"

 

"Sıkılırdık."

 

Büyük alanın çevresi daha yüksekte ve bölüm bölüm localara ayrılmıştı. Garsonların gösterdiği hız ve özenden orada daha özel müşterilerin olduğunu anlayabiliyordum. Orada belalı zengin tiplerin içip boş muhabbetler yaptığına emindim. Boş bir masanın önüne geldiğimizde durmamızı söyleyen Rengin gidip ellerinde içkiyle geri döndü.

 

"Şimdilik bunlarla başlayalım ne isterseniz sonra yine alırsınız," diye bağırdı.

 

Elindeki şeyi dikledikten sonra yüzünü buruşturdu.

 

"Neden kazık yutmuş gibi duruyorsunuz, dans etmeyecek miyiz?"

 

"Gevşememize izin ver Rengin. Neden bu kadar hızlısın?"

 

"Önündekileri içersen gevşeyebilirsin Batu."

 

İkilinin boş atışmalarını izlerken elime aldığım bardaklardan birini kafama diktim. İkili şaşkın bir ifadeyle beni izliyordu.

 

"Hadi devam ettirin."

 

İlerleyen dakikalarda önümüzdekiler boşaldıkça yenilerini alıp tekrardan tüketmeye başladık. Şarkılar değiştikçe modumuz değişiyor, yavaşça vücutlarımız ısınmaya başlıyordu.

 

"Benden bu kadar. Bu kadar shot yeterli."

 

Barmenin arkasında durduğu masaya ilerleyip sandalyelerden birine oturdum. İnsanlar daha çok ellerindekilerle dans etmeyi tercih ediyordu, burası bomboştu.

 

"Rujunun rengi çok güzel," dedi masanın ardındaki kadın. Kıyafetinden onun da garson olduğunu düşündüm.

 

Gülümseyip bir şişe rica ettim. Kız önüme şişeyi sürdükten sonra işine devam etti. Fazla içmiştim, bir zaman şişeyle bakıştım. İçimde garip bir huzursuzluk, nedensiz bir öfke vardı. Anlamlandıramadığım bu duygulara bu gece kendimi kaptırıp kaptırmama arasında kafamda bir fırtına döndürüyordum. Elimdeki şişeyi hafifçe sarstım. İnsanlardan görebildiğim kadarıyla Rengin ve Batu garsonların getirdiği içkileri üçten geriye sayıp diklemeye devam ediyorlardı. Localarda oturan insanlara göz gezdirdim. Hepsinin yüzü hem tanıdık hem de yabancıydı. Elimdeki şişeyle beraber insanların arasına karıştım. İkilinin yanına döndüğümde çoktan kafayı çekmişlerdi. Şişeyi masanın üstüne bıraktım.

 

"Ben biraz hava alsam iyi olur."

 

Rengin kolumdan tutup beni durdurdu.

 

"Şimdi değil, dans edeceğiz."

 

Elime bıraktığım şişeyi tutuşturup beni kalabalığın içine çekti.

 

"İç şunu, kafanı dağıt biraz. Ne için buradayız?"

 

Kısa bir iç çekişin ardından her şeyi boş verip dudaklarıma götürdüğüm içkiyi yudumlamaya ve şarkının ritmine uygun şekilde dans etmeye başladım. Eğer zihnim açık kalmazsa duyduğum karmaşık duyguları bastırabilirdim. Dakikalar birbirini kovalarken kesinlikle ayık olmadığıma emin olmaya başladım, adımlarım fazlasıyla dengesizdi. Bir ara gözlerim Batu'ya kaydı. Yanına gelen kızlarla muhabbet ediyordu. Gözleri beni bulduğunda yüz ifadesi değişti, insanları aşıp yanımıza yaklaştı.

 

"Adal iyi görünmüyorsun."

 

"Değilim," dedim ciddiyetsiz bir tavırla, "şaka, merak etme kendimdeyim sadece kafam iyi. Sen rengine bak."

 

Rengin insan seline kapılıp benden biraz daha uzaklaşmış, kendi kendine dansını sürdürmeye devam ediyordu. Eliyle yaklaşmamızı işaret etti. O sırada şarkı biraz daha yavaş bir tona geçti. Batu'ya dönüp Rengin'i işaret ettim. Batu başta olduğu yerde dikelmeye devam etse de isteksizce Rengin'in yanına gidip ellerini onun beline doladı. Elimle masayı işaret edip geri adımlarla onlardan uzaklaşmaya başladım. Arkamı döndüğüm an hızla birine çarptım. Çarpışmanın etkisiyle kaçıncısını içtiğimi bilmediğim şişenin içindeki az miktardaki içki üstüme dökülürken şişe de yeri boyladı.

 

"Bu kadar erken karşılaşacağımızı düşünmezdim."

 

Başımı kaldırdığımda gördüğüm kişi Evran'dı. Donuk gülümsemesini sergileyip tuttuğu elimi dudaklarına götürdü. Yutkunup gülümsemeye çalıştım.

 

"Tesadüf mü demeliyiz?"

 

"Bilmem, bunu benim sana sormam gerekiyor. Burası benim, cennetime hoşgeldin Adal," dedi gururla çenesini kaldırırken.

 

Öylece yüzüne bakmaya devam ettim. Gülümsemesi daha da büyüdü.

 

"Kahra bahsetmiştir diye düşünmüştüm."

 

Olumsuz anlamda başımı salladım.

 

"Pek ayık gözükmüyorsun," dedi belimi kavrarken. Gözlerindeki endişeyi kendimde olmamama rağmen görebiliyordum.

 

"Evet, hava alsam iyi olur aslında."

 

"Seni yukarı çıkarayım. Orda alırsın, yavaş ol tamam mı?"

 

Yavaş adımlarla basamakları çıktıktan sonra üst kata ulaştığımızda soldaki ilk odaya girdik. Kapıyı kapattığında aşağıda çalan son ses müziğin sadece bas kısımlarını duyabiliyordum.

 

"Burası nasıl bu kadar sessiz olabilir?"

 

"Duvarlarda özel kaplama var."

 

Bir bölümü tamamıyla camla yapılmış odadan aşağıdaki curcunayı izleyebiliyordum. Gözlerim Rengin ve Batu'yu aradı ama ne kadar incelersem inceleyeyim ikisini de göremedim. Evran pencereyi araladıktan sonra köşede duran masaya yöneldi, üstündeki şeyleri derleyip topladıktan sonra tekrar yanıma geri döndü.

 

"Daha fazla ayakta kalmasan iyi olur."

 

Kavradığı belimle beraber beni koltuğa oturttu.

 

"Kahra buraya gelir miydi?"

 

Gülümsedi, "Kahra ile pek aramız yoktur. O son zamanlarda evinde takılmayı yeğliyor," dedi gerinerek arkasına yaslanırken.

 

Açtığı pencereden gelen temiz hava kesinlikle iyi gelmişti. Aşağıdan gelen ışıklar, simsiyah odayı aydınlatıyordu. Saliselik süreyle farklı renklere dönen ışıklar midemi bulandırmaya başladığı için gözlerimi kapattım.

 

"Sanırım bu gece bir şeyleri bastırmak için fazla dağıttın."

 

Gözlerimi aralayıp başımı hafifçe geriye attım. Mavi gözleri karanlığı aydınlatan bir ışık misali üstümdeydiler. Simsiyah saçlarının parlaklığı değişen renkleri yansıtıyordu.

 

"Kahra yüzünden."

 

Dudaklarımın arasından kaçan bu cümle, normal zamanda olsam asla sarf etmeyeceğim bir şeydi. Dilim çözülmüş, dünden beridir hissettiğim öfkenin nedenini su üstüne çıkarmış gibi hissediyordum. Kulağıma ilişen kalp atışlarıyla beraber kaşlarımı çattım. Evran'ın koca cüssesine yaslanmış bir biçimde zihnimin derinliklerinde gezindiğimin farkına vardım. Sırtımda gezinen eli bundan rahatsız olmadığını gösteriyordu.

 

"Kahra biraz bencildir, biraz da düşüncesiz. Takma kafana."

 

Dudaklarımı büzdüm ama o bunu görmedi. Sesi ninni gibiydi, sonsuza dek anlattığı şeyleri dinleyebilirdim. Güvende hissettiriyor, rahatlatıyordu.

 

"Buraya yalnız mı geldin?"

 

"Hayır, arkadaşlarım vardı ama onları göremedim."

 

Derin bir nefes çekip geri verdi. Beni doğrultup yüzüme gelen saçları bir kenara sıyırdı. Dik durmam için bir eli arkamdaydı.

 

"Çok güzel kahve yaparım, bilir misin Adal?"

 

Gülümseyip baygın bakışlarımı araladım. Beni burdan götürmesini istedim, ama kafamı toplayamıyordum. Bunun doğru olup olmadığını kestiremiyordum. Kafam allak bullaktı.

 

"Şu an iyi düşünemiyorum."

 

"Biliyorum, gel seni toparlayalım. Bana güven daha iyi olacaksın."

 

Yavaşça ayağa kalktık, kapıyı açıp odadan çıktık. Evran duraksayıp ardımızdan kapıyı kilitledi. Anahtarı sağ tarafta duran, girerken görmediğim adamın eline tutuşturup tekrardan bana döndü.

 

"Arabam, her şey arabamın içinde."

 

"Araban nerede?"

 

"Arka tarafta."

 

"Güzel."

 

Tamamen kulübün dışına çıktığımızda dondurucu soğuk biraz da olsa ayılmama neden oldu. Omuzlarımın üzerinde hissettiğim sıcaklıkla beraber sağ tarafımda duran Evran'a döndüm. Üstündeki gömlekle asla üşüyor gibi gözükmüyordu. Tarifim üzerine arabamın önüne geldiğimizde içindeki eşyalarımı alıp kapısını kapattım.

 

"Hazır mısın?"

 

"Neye?"

 

Beklenmedik bir hızla beni kucağına aldığı gibi yürümeye başladı. Komik olmamasına rağmen kahkaha atıp kollarımı boynuna doladım. Saniyeler sonra siyah görkemli bir arabanın yanında durduk. Kapıyı açıp beni koltuğa oturttu, ardından emniyet kemerini bağlayıp yan koltuğa geçti. Süratle giden arabanın içinde aklımdan geçen saçma sapan düşüncelere gülümseyip duruyordum.

 

"Siz bu gece kulübünü sadece gece kulübü olarak kullanıyorsunuz değil mi," dedim başımı ondan tarafa çevirirken.

 

Yüzüne kocaman bir sırıtış yerleştirip başını olumlu anlamda salladı, "Evet, öyle yapıyoruz."

 

"Kesinlikle sözlerine güveniyorum," dedim ciddiyetsiz bir tavırla.

 

İyice gevşeyip gözlerimi kapattım. Asfalt sesi kulaklarıma bir ninni gibi işleyip rahatlamamı söylüyordu. Bilinç akışımdaki birbirinden alakasız düşünceler düşünmemi engelliyor, kafamı karıştırıp beni derin bir kuyuya çekiyordu.

Yüzüme vuran acı soğukla beraber tekrar gözlerimi araladım. Yine yürümüyordum ama ilerliyordum.

 

"Seni bırakacağım, ayaklarının üstünde durabilir misin?"

 

"Evet."

 

Doğrulduğum an bir kapının önünde olduğumuzu fark ettim, kenarına yaslanıp onun kilidi açışını seyrettim. Hava ağarmaya başlamıştı, saat gece yarısını geçmiş olmalıydı. Midemde bana nefes aldırmayacak kadar garip bir ağırlık vardı, bu his yutkundukça daha da artıyordu.

 

"Kötüyüm."

 

"Dayan," dedi telaşlı bir ses tonuyla.

 

İçeri girer girmez üstümdeki montumu alıp bir kenara fırlattı. Hızla yönlendirdiği yere vardığımızda ışığı yaktı, burası banyoydu. Benim için klozetin kapağını açtı. Dizlerimin üstüne çöküp midemdeki bütün sıvıyı klozetin içine boşalttım.

 

"Özür dilerim, gerçekten..."

 

"Sorun yok!"

 

Evran bir yandan saçlarımı bir araya toplarken öteki yandan da belimden tutuyordu.

 

"Bu Kahra'nın yüzündense eğer aranızda gerçekten büyük bir problem olmalı."

 

***

 

Gözlerimi araladığımda iki kişilik bir yatakta tek başma yatıyordum. Ağzımdaki iğrenç tat yüzümü buruşturmama neden oldu. Ağır, beyaz yorganın altında öteki tarafıma döndüğümde Evran'ı gördüm. Gömleğini çıkarmış, köşedeki tekli koltuğun üstünde kendinden geçmiş bir vaziyetteydi.

 

Bir zaman aralıklı nefesleri eşliğinde çektiği derin uykuyu seyrettim. Sol omzunun üstüne doğru düşen kafasından aşağı dökülen siyah saçları dün geceki kadar yapılı ve düzgün değildi. Beklemediğim bir anda gözlerini araladığında göz göze geldik. İkimiz de hiçbir şey demeden birkaç saniye boyunca bu bakışmayı sürdürdük. Evran ayağa kalkıp yanıma geldi, çömelip gözlerini üstümde gezdirdi.

 

"Buradasın," diye mırıldandım.

 

"Bana güvenebileceğini söylemiştim."

 

"Özür dilerim ve teşekkür ederim, her şey için. Beni orada bırakmadığın için minnettarım."

 

"Ben de bana güvendiğin için..."

 

Sıcak parmaklarını yüzümde gezdirdi, "iyisin, uyu. İçeride olacağım, tamam mı?"

 

Başımla onu onaylayıp dediğini yaptım.

 

Odanın sağ tarafındaki camla kaplı bölmeden göz kapaklarıma vuran rahatsız edici güneş arkama dönmeme neden olurken isteksizce gözlerimi araladım. Doğrulup aptal gözlerle etrafa baktım. Boktan bir gecenin ardından şu an muhatap olmadığım eski hastamın evinde tanıştığım ve sadece adını bildiğim bir adamın yatağında uyumuş olmam daha da boktan geliyordu. Başkalarının yataklarında uyanma işini alışkanlık haline gelmeden bırakmam gerekiyordu.

 

İçeriden gelen seslere bakılırsa Evran çoktan güne başlamıştı. Bu kılıkta odadan çıkıp çıkmama arasında kalsam da çıkmak zorundaydım. Bir araya toplanıp düğümler oluşturan saçlarımın arasından birkaç kez parmaklarımı geçirip ayağa kalktım. Şükretmeliydim ki başım dönmüyordu, sadece nefes kesici bir baş ağrısı vardı.

 

Odadan çıkıp sesin geldiği yere yöneldim, dümdüz ilerleyip sağa döndüğümde etrafını çevrelemiş mutfak tezgahının ortasında Evran'ı gördüm. Fazlasıyla dinç görünüyordu.

 

"Günaydın."

 

Çarpık gülümsememin ardından, "günaydın," diye karşılık verdim.

 

"Bence elbiseni çıkarmalısın Adal, ayrıca duşta alsan fena olmaz."

 

"Berbat görünüyorum değil mi?"

 

"Hayır görüntünden demiyorum, rahatlığın için diyorum."

 

Tezgahın arkasından çıkıp başka bir odaya yöneldi, çıktığında elinde kıyafetler ve havlu vardı. Eliyle çaprazımızda duran odayı işaret etti.

 

"Orası banyo, bunlar da rahat etmen için gereken her şey. Kahvaltı ettiğinde kendini daha da iyi hissedeceksin."

 

Yaptığı iyilikler karşısında kendimi ezilmiş hissediyordum. "Neden bana bu kadar iyisin," diye sormak istesem de laf kalabalığı yapma ihtiyacı duymadım. Duşumu alıp çıktığımda ayna karşısında bir sürü makyaj malzemesi, temizleme bezleri ve benzeri şeyler bulunca göğsümün ortasına bir ağırlık gibi oturan utanç ve iğrenti hissi duraksamama neden oldu. Sevgilisi mi vardı? Eğer varsa şu an neredeydi? Ya beni bu halde onun evinde görseydi ne hissederdi? Kafamın içinde dönen soru işaretleri midemin üstüne tekme yemişim gibi hissettiriyordu. İşlerimi halledip hızla banyodan çıktım. Direkt ona yönelip karşısında durdum.

 

"Sevgilin mi var? Gerçekten aşırı düşüncesiz ve aptalım biliyor musun? Keşke beni öylece bıraksaydın orda."

 

Şaşkınlıkla kaşlarını kaldırıp öylece kalakaldı.

 

"Hayır."

 

"Ne?"

 

"O makyaj malzemelerini mi soruyorsun? Onlar kız kardeşimin."

 

Ağzımı aralayıp tekrar geri kapattım, ne demem gerektiği konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Evran bileğimi kavrayıp beni masaya yönlendirdi. Bir sandalye çekip oturmamı söyledi, tam karşısına çektiği diğer sandalyeye de kendisi oturdu.

 

"Adal her şeyi çok fazla kafaya takıyorsun, farkında mısın? Sakin ol ben aptal bir adam değilim. Dün geçeki durumun yanlış anlaşılabileceğini senin kadar ben de biliyorum. Demem o ki, panik etmeni gerektirecek bir durum yok. Emin ol ikimiz de böyle bir duruma sokmazdım."

 

Cümleleri ardından aramızda kısa bir sessizlik yaşandı. Avucumun içiyle yüzümü ovuşturdum, kafamı toparlamam gerektiğinin farkındaydım.

 

"Kesinlikle aptalca davranıyorum."

 

"Hayır, hala kafanı tam anlamıyla toparlayamadın ve haklısın. Kime ait olduğunu bilemezdin. Kendine yüklenmeyi bırak."

 

İçtiğimde küçük aptal Adal'ın her seferinde dışarı çıkmasından nefret ediyordum. O Adal hayatı bilmiyordu, nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. Birinin yönlendirmesine ihtiyacı vardı. Pusulasız kalmış ve kaybolmuş bir izci misali ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Düşüncelerimin içinden çıkıp ona odaklandım.

 

"Arkadaşlığın için teşekkür ederim, gerçekten borçluyum."

 

"Daha sık görüşsek eğer borcunu ödemiş olursun," dedi gülümsemesinin ardından.

 

"Başına bela almayı seviyorsun yani."

 

"Problem sende değil, mekanım ayık olmak için fazla anlamsız bir yer. Sen ise en özel müşterimsin."

 

Tüm bunları gözlerimin içine bakarak söylemişti. Gülümseyip başımı salladım. Fazlasıyla dağınık bir başlangıcın devamını görmenin ikimize de iyi geleceğinden emindim.

 

Bölümü nasıl buldunuz yorumlarda belirtin❤️❤️

Oy vermeyi ve kitabı takip etmeyi unutmayın devam bölümleri yakında❤️

 

Loading...
0%