
Merhaba, ilk bölümümüz. Yepyeni!
Çok heyecanlıyım.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız, lütfen :)
2. BÖLÜM - En yakın zamanda...
.
27.11.2024 - Günümüz
Gözlerimin açılması ile hafifçe kendime geldim. Gözlerimi kırpıştırarak tavana bakarken beyaz ışığın gözüme çarpmasından rahatsız olup alışmak için hızla ve daha fazla gözümü kırpıştırdım.
Neredeyim ben?
En son...
Sanırım, hastanedeyim.
"Komutanım, komutanımız uyandı!" diye bağıran Merih'den dolayı yüzümü buruşturdum.
Gelen gülme sesleri ile kulaklarım daha da hasar aldı. Başım da fazlası ile ağrıyordu.
"Oğlum, tamam! Bağırma, komutanım yeni uyandı." diyen Ozan ile tavana attığım boş bakışları sürdürdüm.
"Komutanım, iyi misiniz?" diyen Güney'e bakışlarımı çevirdim. Boğazımdaki kuruluk sebebiyle yutkunup cevapladım.
"İyiyim. Bana hiç bir şey olmaz." dedim ve kafamı hafifçe Güney'in sesinin geldiği yöne çevirdim.
Sanırım sedye de uzanıyordum, o sırada aniden konuşan kişi ile hızla oturur pozisyona geldim.
"Okyanus, iyi misin?" diyen komutan ile doğruldum.
Komutan, Deniz Akif Alabora...
"Komutanım!" diyerek doğruldum.
Sedyede oturur pozisyona gelmem ile aynı anda gelen ağrılara dayanmak için dişlerimi sıktım ve tepki vermemeye özen gösterdim. Sol omzum, karnımdan gelen yoğun ağrı da neyin nesiydi?
Galiba sol omzumdan ve karnımdan yaralanmıştım. Galiba değilde tam olarak öyle olmuş olmalıydı!
Dayanamayarak sesli bir nefes aldım. Yeni yaralandığım için vücudumdaki ağrılar çok yoğundu.
Aslında benim için sessiz bir iç çekiş olan benden çıkan bu ses, hepsini afallatmış olmalıydı çünkü ben genelde canımın yandığını belli etmezdim. Bu öyle basit şeylerde değildi, her konudaydı.
Yaralandığımda bazen tepki bile vermeyebilirdim. Zamanında fazlasıyla hasar alan ve yaralanan vücudumun çektiği ağrılardan dolayı şuanda yaralandığımda ağrılarım hafif az oluyordu. Belki de bu kadar basit bir konu değildi.
Canım acıdığında canımın acıdığını pek de göstermezdim. Bu durumlara fazlasıyla dayanıklıydım. Dayanıklılık mı, yoksa hissizlik mi demeliyim?
Öyle ki, canımın yandığı çoğu an tepki bile vermezdim ama ani bir hareket yaptığım için dayanamamıştım.
Hem en son görevdeydik, biz!
"Okyanus, rahat ol." diyen komutana sorgu dolu bakışlarımı yolladım.
Ne oldu bana? En son görevde olduğumuzu hatırlıyordum. Neler olmuştu?
"Karnınızdan bıçaklanmıştınız ve en son anda omzunuzdan vuruldunuz, komutanım." diyen Bora'ya anladığımı belirten bir ses çıkardım.
ALABORA TİMİ
Komutan Yüzbaşı Deniz Akif Alabora
Komutan Yardımcısı Kıdemli Üsteğmen Okyanus Kaya
Üsteğmen Merih Kuzey
Üsteğmen Ozan Kara
Teğmen Bora Kurt
Teğmen Şahin Öztürk
Teğmen Güney Yaman
Konuşmalarına odaklanmadığım anda bu odanın görevde her yaralandığımda gittiğimiz hastane olmadığını fark ettim. Bu hastaneye hiç geldiğimi hatırlamıyordum.
Bu tür görevlerde yaralandığımda timin beni götürdüğü bir hastane vardı ve sanırım orada değildik.
"Neredeyiz, biz?" diye dalgınca ortaya sordum.
"Hala şehirdeyiz. En yakın hastane burasıydı." dedi, komutanım.
"Anladım, komutanım. Aneztesi yaptılar mı?" diyerek sordum.
Belirli sebeplerden dolayı aneztezi kullandırmadan ameliyat olurdum.
Vücudum bu acıyı kaldırabiliyordu ve bende bilincimin kapanmasından hoşlanmıyordum.
Bilincimin kapanması beni rahatsız ederdi ama şuanda aneztezi kullanıldığı için olanları yeni algılıyordum. Yani bu durumun beni nasıl etkilediği kısıma odaklanmaktan kaçınıyordum.
"Yaptılar. Söyledim ama-" derken sözünü böldüm.
"Anladım. Sorun yok, komutanım." dedim.
Sorun vardı. Sorun vardı.
"Siviliz, kimse rütbesiyle değil. İsimlerinizle hitap edebilirsiniz." dedi, komutanım. Bana doğru bakıyordu.
Çoğu zaman Yüzbaşı rütbeden çıkmazdı ve bende öyle.
"Tamam, komutanım." dedim. Dalgınlıkla aynı şekilde hitap etmiştim. Ağız alışkanlığıydı sonuçta!
O cevap vermeden hafifçe etrafta göz gezdirdim. Bizimkilerin hepsi buradaydı.
"Ne dedim ben?" diyen komutanıma döndüm. Hala bana bakıyor olduğunu görünce onu hızla cevapladım.
"Tamam." diyerek rütbe kullanmadım.
"Siviliz, kimse rütbesiyle değil. İsimlerinizle hitap edebilirsiniz." diyerek herkesin üzerinde gözlerini gezdirdi.
Diğerleri başlarıyla onayladığında Deniz Akif, bana doğru sorarcasına konuştu.
"İyisin?" dedi.
"İyiyim, Deniz Akif." dedim.
İfadesi yumuşadı. Hoşuna mı gitmişti, onun? Gerçi sivile geçtiğimiz zaman ona ismi ile hitap ettiğimde hep öyle oluyordu. Deniz Akif dediğimde...
Tabi ki, bunu bir tek ben anlayabilirdim. Her mimiğini ezbere bilecek kadar incelemiştim.
"Okyanus hariç, hepinizin acilen Askeriye'ye geçmesi gerekiyor. Gidebilirsiniz!" diyen Deniz Akif ile hepsinin bakışları bana döndü. Kısacası onları kovdu da diyebiliriz.
"Siz iyiyseniz komutanım, biz gidelim?" dedi Güney. Bu cümle, daha çok bir soru gibiydi.
"İyiyim, gidebilirsiniz." diyerek cevapladım ve başımı onay verircesine salladım.
Söylediklerimden sonra tim, hızla daha rahat bir şekilde odayı boşalttı. Timin odadan çıkması ile bakışlarımı ona çevirdim, Deniz Akif'e. Bana bakıyordu.
Ne güzel bakıyordu, öyle?
"Okyanus, seninle bir şey konuşmam gerekiyor." diyerek yanıma oturdu.
Hastane yatağında oturuyordum, oda yanıma oturdu. Bana çok yakın bir şekilde oturması ile bakışlarım gözlerini buldu. Derin bir nefes çektim içime, kokusu ciğerlerime dolduğunda tebessüm etmemek için kendimi zorladım.
Gözlerine derin bir şekilde, yeşil ormanlarının her detayını incelemek ister gibi baktım. Yemyeşil bir orman gibiydi. Gözleri yeşil, diyebilecek kadar basit değildi. İçime işliyordu, kalbime.
Gözlerini daha derin incelemek hoşuma gitmişti. Onun da bakışları bende gezindiğinde sakince bir nefes aldım ama bu epey zor olmuştu, sakin olmak.
"Tamam, olur." dedim.
"Sen-" derken komidinde çalan telefonum ile sözü böldü. Telefonum buraya nasıl gelmişti?
Telefon komutanımın sesini mi kesmişti? Çok ayıp etmiş! Ne güzelde konuşuyordu, komutanım!
Eliyle komidindeki telefonu işaret ettiğinde telefonu alıp açtım. Kayıtlı olmayan bir numaraydı.
"Alo, Okyanus Hanım?" dedi karşı taraf, ben olduğumu teyit etmek istermiş gibi.
"Evet, dinliyorum. Ne için aramıştınız?" dedim.
"Ben Kızıl Hastanesinden arıyorum. Sizinle önemli bir durum adına konuşmam gerekiyor. Müsaitseniz, hemen gelebilir misiniz acaba?" dedi, karşıda konuşan kişi. Kaşlarım çatıldı.
"Kimsiniz acaba?" dedim, çatık kaşlarım ile beraber. Anlam verememiştim.
"Hastanenin başhekimiyim. Hemen gelebilir misiniz?" dedi, başhekim olduğunu iddia eden kişi.
"Gelirim. Zaten hastanedeyim. Başhekim odasına geleceğim, değil mi?" diyerek onayladım.
Oturduğum sedyenin karşısında, dışarıdaki koridoru gösteren camdan bakınca gördüğüm dev ekrandaki yazıya göre Kızıl Hastanesi'nde olduğumu anlayabilmiştim.
"Evet, hanımefendi." dedikten sonra telefon kapandı.
"Okyanus, arayan kim?" diyerek sordu, Deniz Akif.
"Bu hastaneden aramışlar. Hiç bir şey anlamadım. Nedeninden de bahsetmedi. Sanırım, başhekimdi." dedim, kafamdaki soru işaretleri ile.
Kim, niye böyle arardı ki?
"Neden aradığını söylemedi mi?" dediğinde onu yanıtladım.
"Hayır ama odasına çağırıyor. Başhekim odasına." dedim.
"Tam olarak ne dedi?" dedi, kuşkuyla.
"Hemen gelmeniz gerekiyor diye konuştu. Bende zaten hastanede olduğumu ve hemen gelebileceğimi söyledim." diye cevapladığımda düşünerek baktı.
"Çok kafa karıştırıcı. Hem-" derken kendi sözünü kendisi böldü ve sonra devam etti.
"Bu halde gidemezsin!" dediğinde hayır anlamında başımı salladım ve konuştum.
"Hemen çağırdılar. Anlamadım ama gitmeliyim. Hastane sonuçta, önemli bir şey olabilir." dedikten sonra tekrardan konuşacağım sırada Deniz Akif konuştu.
"Senin burada olduğunu nereden biliyorlar?" diyerek sorduğunda bilmiyorum anlamında başımı salladım.
"Bir fikrim yok, bilmiyorum." diyerek de onu sözlü olarak da yanıtladım.
"Bu halde gitmene izin veremem. Daha doğrusu senin için sağlıklı olamaz. Yeni ve iki yerinden yaralısın." dediğinde itiraz etmek için konuşacağım sırada devam etti.
"Neden çağırdığını söylemedi ama özel bir şey değil ise bende seninle gelebilirim. İzin verirsen, istersen?" dediğinde düşünerek onu cevapladım.
"Olabilir. Sorun yok." dedim ve gülümsedim. Onun için sorun yoksa, ben her yere onunla gidebilirdim. O benim sorunlarımı yok eden tek ihtimaldi, nasıl sorun olabilirdi ki?
"Tamam. Biliyorsun, mesleğini kimseye söyleme. Onay alırsan, gerek kalırsa söylersin." dedikten sonra konuştum.
Karşımdaki kişilerin güvenilir olduğunu teyit etmeden onlara mesleğini açıklamam asla doğru değildi!
Benim ve Bora'nın istihbaratta olduğumuzu bir tek Deniz komutan biliyordu. Her türlü bilgimi de tanımadığım insanlara vermemeliydim. Asker olduğumu dahi kimseye söylememeliydim.
"Elbette." diyerek kalkmaya çalıştım ama çalan kapı ile kalkmadım.
İçeriye giren adama döndüm. Sarı saçları ve ela gözleri ile o kadar çok bana benziyordu ki... Şimdi ki bana...
"Merhaba, ben ameliyatınızı yapan Genel Cerrah Güneş Kızıl. Durumunuzu kontrol etmek için geldim. Nasılsınız?" dedi, doktor. Mükemmelim!
"İyiyim, doktor bey. Önemli bir işimiz var. Sonra kontrol etmeniz gerekecek." dedim.
"Malesef, sizi kontrol etmeden hiç bir yere gönderemem." diyen doktora cevap vermeden kapı açıldı.
Tam konuşacakken içeriye girenlere döndüm. Hastane polisleri gelmişti.
Neredeydi, benim kimliğim?
"Güneş Bey, hastanın ifadesini alacağız. Bildirdiğiniz için sağolun. Odayı boşaltabilir miyiz?" dedi, polislerden bir tanesi.
Bu doktor bildirmişti, sanırım. Bu şekilde yaralı olmam normal değildi. Hem de kurşun yarası, omzumdaki yara...
Yanımdaki hareketlilikle ona döndüm. Arka cebinden aldığı cüzdanından kimlik kartımı bana uzattı. Bu durum öylesine etkileyici gelmişti ki gözüme!
Teşekkür edip aldım. Yanıma gelen polisler ile odadan çıkan doktorun arkasından gülümsedim. O da işini yapıyordu ama ifadem alınmadığı için kesin şaşıracaktı.
Hem işim var dediğimde haklı yere kontrol edeceğim diye tutturabiliyordu ama polislerin gelmesi ile odadan çıkıyordu. Benim polislere ifade verebilmem sağlığımdan daha mı önemliydi ki odadan çıkıyordu? İşte, bu konuda çok haksızdı!
"Beyefendi, sizi de dışarı alabilir miyiz?" diyen polis memuruna elimdeki kimlik kartını uzattım. Bir bakış attıktan sonra konuştu.
"Kusura bakmayın, komutanım. Biz çıkalım." diyerek onayımla odadan çıktılar.
"Yanında geleceğim. Arkadaşın olduğumu söylersin." dedikten sonra Deniz yavaşça ayaklandı.
Arkadaşın olduğumu söylersin derken ki ifadesi o kadar anlaşılmazdı ki, onu iyice inceledim. Ağzından çıkan bu kelime hiç hoşuna gitmemiş gibi bir ifade ile etrafa bakındığında kafam karıştı.
Serum bağlı olan kolumdan hızla serumu çekip çıkardım. Peşinden ayağa kalkmaya çalıştığımda derin bir soluk ile tam olarak kalkamadım.
Deniz Akif ile bakışlarımız kesiştiğinde hızla beni kucağına aldı. Ne yapacağımı bilemeden kollarımı boynuna sardım.
Normalde acıya, ağrıya karşı asla kendimi belli etmezken henüz taze yaralar ile zorlanmıştım.
Burunlarımız birbirine çarpacak kadar yakındık. Nefes alamıyorum!
"Uzaklaşmayı düşünüyor musun?" demesiyle nefes aldım. Adama resmen yapışmıştım.
Çalınmadan açılan kapı ile kendime geldim ve ondan biraz uzaklaştım.
Garip bir ifade ile kaşlarını çatmış olan doktora aldırış etmeden ilerledi, Deniz Akif.
"Gitmenize izin veremem. Kontrol etmem gerekiyor." diyen doktora ters ters baktım.
"Biraz önce neden çıktınız o zaman? Kontrol etmeniz gerekmiyor muydu? Polislere ifade vermemden önce sağlığım önemli değil miydi, doktor bey?" dedim.
Afallayan doktorun çalan telefonu ile bakışmamız kesildi. Telefondaki isme bakan doktora bakmayı sürdürdüm.
"Hastanenin içerisindeyiz ve hemen geleceğiz." dedi, Deniz Akif.
"Böyle bir şeyi kabul etmem mümkün değil ama polisler bile sizden ifade almadıysa önemli birisi olabilirsiniz. Hemen kontrol etmem gerekiyor ama yarım saat içinde tekrar buraya uğrayacağım, lütfen burada olun." dedi ve çıktı aksi doktor.
"Ne aksi doktormuş ya." dedim, homurdanarak. Deniz Akif, beni duymuş gibi gülümsedi.
Kapıdan çıktığımızda yan tarafta telefon ile konuşan aksi doktoru gördüm ve hızla ilerledik.
"Ne yapıyorsun? Ben yürüyebilirim." dedim, aklıma yeni gelmiş gibiydi.
"Yaralı kuşu kollarımda taşıyorum." diyerek hoşuna gidiyormuş gibi fısıldayarak cevap verdi.
"Yürüyebilirim." dedim, derin bir nefes alarak.
"Yaralısın-" derken sözünü böldüm.
"Beni kucağına almana gerek yoktu, yürüyebilirim." dedim, tekrar ederek.
"Hayır." dediğinde itiraz etmek için konuştum.
"Sorun yok-" derken sözümü bölerek konuştu.
"Sorun var, yaralısın!" diyerek baskın bir ton ile konuştuğunda bir şey demedim.
Sonra sorarak başhekimin odasını bulduk ve oraya doğru ilerledik. Kapısının önüne geldiğimizde Deniz Akif içeriye girmeyince o konuşmadan ben konuştum.
"Komutanım, neden içeriye girmiyoruz?" dedim, fısıldayarak.
"Rütbeden çıkmanın şart olduğu bir yerdeyiz, ayrıca kucağımdasın." diyerek bana nasıl bir durumda olduğumuzu hatırlattı. Yutkundum.
"İçeriye girmek istiyor musun? Arkadaşın olarak sana eşlik edeceğim." dedi, benim gibi fısıldarak. Bu kelime ağzına hiç yakışmıyordu! O da bunun farkındaydı.
"Evet." dedim, hiç düşünmeden.
Ne arkadaşı? Diyemedim! Ya komutanım olursunuz, ya da sevgilim! Biz de böyle de diyemedim.
Bacaklarımı ve belimi tutarken hafifçe baskısını arttırarak beni sıkıca tuttu.
"Yani numara yapacağız. Arkadaşın rolünü oynayacağım." dedi, arkadaş demesinden rahatsız olduğunu belli ederek rol kelimesini baskılayarak çelişkili bir şekilde konuştu.
"Anladım, arkadaşım." dedim, gözlerimi gözlerine kenetlerken. Aynen, arkadaşım.
Bu adamdan uzun süredir çok fena hoşlanıyordum. Hatta aşık-
Belimden baskılayarak yüzümü yüzüne yaklaştırdı. Benim de gözlerim, onun yeşillerini inceledi.
Hastane kıyafetinin üzerinden belime değen eli ve bacaklarıma değen eli ile tenim kavruluyordu. Kıpırdanmadan durdum.
Kemikli yüz hattını ezberlemiş olan gözlerim saçlarında oyalanırken derin bir şekilde yutkundum.
Bol sütlü kahve gibi ama parlak saçlarının arasında ellerimi dolaştırma istediğimi yine ve yine çok zor tutuyordum.
"Arkadaşın öyle mi?" dedi, sesi derinleşerek.
"Öyle." dedim, net çıkartmaya çalıştığım sesimle. Zor olmuştu, onun etkisine kapılmışken.
Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Hafifçe gülümseyerek baktı. Dayanılmazdı!
Komutan bozuntusu!
Boynundaki kollarımı sıklaştırdım ve üzerinde mükemmel duran, iki düğmesi açık olan beyaz gömleğin yakasına tutundum. Bu gömleği ne zaman giymişti?
Bakışlarını benden ayırmazken arkamdan gelen ses ile oraya döndüm. Kapı açıldı!
Açık bir kapı!
Açık bir kapı mı görüyorum, ben? Bir az önce kapalı bir kapı vardı. Sanırım.
Kapıyı açan ve ön tarafta bulunan bir adet önlüklü doktor ve arkasında bir kaç kişi vardı. Tam olarak bakamadım çünkü insan rezilliğini seyretmeyi sevmezdi.
.
Evet, çok heyecanlıyım!
Nasıl buldunuz? Beğendiniz mi?
Yorumlarınızı şu kısıma yaparsanız çok mutlu olurum :)
2. BÖLÜM - en yakın zamanda...
Şuan bu bizim için daha başlangıç, ilerde çok daha heyecanlı olacak ve güzelleşecek. Askeri olarak da ön plana çıkacağız. Gerçek Ailem Kurgusu, biliyorsunuz.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız, lütfen :)
Görüşürüz ♡♡♡
Bölüm benim açıklamalarım hariç
1781 kelime...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 126.46k Okunma |
11.17k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |